Niyâzî-i Mısrî’nin Kur’an ve Tefsir Anlayışı



Yüklə 340,96 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə18/18
tarix23.08.2018
ölçüsü340,96 Kb.
#63931
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   18

 

M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 221 

Mısrî’nin bu açıklamalarının da tutarlı hiçbir yanı yoktur. Zira bu âyette ge-

çen  ًź ْijَĜ kelimesinin, Hasaneyn’in peygamberliğine delâlet ettiğini, İslâmî ilimle-

rin hiçbirisinde bir bilgi kaynağı olarak kabul edilmeyen

184


 ebced hesabına 

dayandırmasının yanlışlığı bir tarafa, Mısrî, burada yaptığı hesaplamalar, ebced 

hesabına göre doğru da değildir. Mesela ebced hesabında “kâf”ın rakamsal 

değeri 100 olmasına rağmen

185

 Mısrî’nin bu hesaplamasında 80’dir.  ًź ْijَĜ kelimesi-



nin ebced hesaplamasındaki rakamsal değeri 137’dir. Ancak onun 118 ve 128 

rakamlarını tutturabilmek için tamamen keyfî ve tutarsız bir takım basit cam-

bazlıklar yapmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Mısrî’nin bu hesabına göre 

bu kelime, adı Hasan ve Hüseyin olan herkesin peygamberliğine işaret edebilir. 

4-  “…Rabbinin alâmetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmeyen yahut 

imanıyla hayır kazanmayan hiçbir kimseye o günkü imanı asla fayda ver-

mez…”

186


 

Mısrî’ye göre âyette geçen ğِّÖر  ِتÓĺآ  ُăْđَÖ ifadesinin ebced sistemindeki ra-

kamsal karşılığı 108’dir. Buna bir müdğam ismin rakamsal karşılığı olan 10 ilâve 

edilirse “Hasan” adının rakamsal değeri olan 118 çıkar. İki müdğam isim, yani 20 

ilâve edilirse “Hüseyin” isminin rakamsal değeri olan 128 çıkar. Mısrî, bu âyetin 

bu kısmının ebced hesabına göre Haseneyn’e delâlet ettiğini söyledikten sonra 

da âyette “imanıyla hayır kazanmamak” ifadesinden de Hasaneyn’in peygamber-

liğine iman etmeyenlerin imanlarının makbul olmadığına işaret çıkarmakta-

dır.

187


 

DİA

’daki “Niyâzî-i Mısrî” maddesinde, Mısrî’nin aslında hiç te’vîl kabul et-

meyen bu görüşü, zorlamalarla te’vîl edilmeye çalışılmakta ve şöyle denilmekte-

dir:  


“Nebilik görüşünde onun, İbnu’l-Arabî’nin teşrîî nübüvvetle (bağlayıcı bir 

şeriat getiren peygamberlik) genel nübüvvet (velâyet) ayırımını dikkate aldı-

ğı anlaşılmaktadır. Teşrîî nübüvvetin Resûl-i Ekrem ile sona erdiği bütün 

Müslümanların kabul ettiği bir husustur. Nitekim Niyâzî-i Mısrî de kendi 

inancını dile getirirken buna açıkça işaret eder. Ancak bağlayıcı bir şeriat ge-

tirmeden ‘hükümlerin gerçek anlamına ilâhî bildirimle varmak’ manasındaki 

                                                                    

184


  Bu konuda detaylı bilgi için bkz. İsmail Yakıt, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı 

ve Tarih Düşürme

, Ötüken Yay., İstanbul 1992; Mustafa Uzun, “Ebced”, DİA, X, 68-

70. 

185


   Bkz. Yakıt, Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, s. 36; Uzun, “Ebced”, DİA, X, 69. 

186


   En’âm 6/158. 

187


   Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v.  41a, 50a; İrfan Sofraları, s. 152. 


222 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II- 

genel nübüvvet, yani velâyet sona ermemiştir. Niyâzî-i Mısrî’nin Hz. Hasan 

ile Hüzeyin’i bu anlamda bir nebÎ saymış olabileceği, genel görüşlerinden çı-

kan zorunlu bir netice sayılmalıdır.”

188

   


Mısrî’nin bu görüşüyle Haseneyn’in aslında nebî olduklarını değil velî olduk-

larını ifade ettiğini savunan bu görüşe katılmak mümkün değildir. Zira şu 

sebeplerden dolayı Mısrî’nin onların velîliğinden değil peygamberliklerinden 

söz ettiği net bir şekilde anlaşılmaktadır: 

1-   Mısrî’nin yazdığı Türkçe risâlelerde nebî veya velî kelimeleri değil, doğrudan 

“hak peyğamber” kelimesi kullanılmıştır.

189

 Ayrıca Haseneyn hakkında nebî ve 



nübüvvet

 kelimelerinin yanı sıra rasûl ve risâlet kelimesini de kullanmaktadır.

190

 

2-   Mısrî’nin, Haseneyn’in nübüvvetine delil getirdiği ilk iki âyet, onun neyi kas-



tettiğini açıkça göstermektedir. Zira her iki âyette de geçen 

 

طﺎﺒﺳﻷا



kelimesi-

nin atfedildiği şahısların tamamı peygamberdir. Bu âyetlerde, tıpkı Hz. 

Nuh’a, Hz. İbrahim’e, Hz. İsmail’e, Hz. İshak’a, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya va-

hiy gönderildiği gibi (Hz. Yakub’un) torunlarına da gönderilen vahiyden 

bahsedilmektedir. Mısrî de  tıpkı bu adı zikredilenler gibi Haseneyn’in de 

nebî olduklarını söylemektedir. “Mısrî’nin burada nebîlikten kasdı velîliktir” 

denilirse, o zaman aynı şey bu âyette adı zikredilenler için de söylenmelidir. 

Bu ismi anılan kimseler, nebî değil de sadece velî midirler! 

3-   Mısrî, Mevâidu’l-İrfân’ın altmışıncı sofrasında Hz. Hüseyin’i Hz. Yahya ile mu-

kayese etmekte ve şöyle demektedir: “Allah Teâlâ, Hz. Muhammed’e (a.s.) 

‘Ben, Zekeriya oğlu Yahya için 95.000 kişi öldürdüm. Senin kızının oğlu Hü-

seyin için ise bunun iki misli insanı öldüreceğim’ diye vahyetti” şeklinde ri-

vâyet etmişlerdir.  Bu, onun nebiliğine ve resulluğune delildir. Çünkü veli, 

peygamber rütbesine eremez. Halbuki Hz. Hüseyin, onun iki misline çıkmış-

tır.”

191


 Görüldüğü üzere sadece bu ifadeler bile, Mısrî’nin kasdının velilik de-

ğil peygamberlik olduğunu göstermeye kâfîdir. 

4-  Mısrî, Sıbteyn’in Risâletlerini İnkâr Edenlerin Durumu Hakkında Bazı Soru-

lar ve Onlara Verilmiş Cevaplar’dan oluşan bir risâlede, “Madem Hz. Hasan 

ve Hüseyin peygamberdi de niçin peygamberlik iddiasında” bulunmadılar?” 

şeklindeki bir soruya şöyle cevap vermiştir: “Onların peygamberlik iddiasın-

                                                                    

188


   Ekrem Demirli, “Niyâzî-i Mısrî/Tasavvufî Görüşleri”, DİA, XXXIII, 169. 

189


  “Bu âyet şehâdet eder ki Hasan ve Hüseyin hak peygamber olduklarına.” (Mısrî, 

Risâle-i Haseneyn

, v. 26). 

190

   Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 42a; İrfan Sofraları, s. 159. 



191

   Mısrî’nin kendi ifadesi şöyledir: 

 :ħĥø و įĻĥĐ ųا ĵĥĀ ïĩéĨ ĵĤإ ĵèوأ  ّģä و  ّõĐ ųا نأ  َى ِوُر ħà

 و  ًÙùĩì ÓĺóĠز īÖ ĵĻé



َ

ĻِÖ  ُÛĥÝĜ ĹĬإ

 .ī

ْ

ĻÜ



ّ

óĨ ğĤذ  َر ْïĜ ğِÝĭÖ  ِīÖا  ِīĻùéĤÓÖ  ّīĥÝĜŶ و ،ًÓęĤأ īĻđùÜ



 ĹĤijĤا  ّنÍĘ ،įÝĤÓøرو įÜّij×Ĭ ĵĥĐ ٌïİÓü اñİو

ĥ×ĺź

įْĻĥáِĨ َēĥÖ ijİو ،Ĺ×ĭĤا َÙ×ÜóĨ ē

.

 



(Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 42a; İrfan Sofraları, s. 159).  


 

M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 223 

da bulunmamalarının sebebi, hased ve münkirlerin artmasından endişe etme-

leridir.”

192

 Burada niçin iddia edilmediği söylenen şeyin, velilik değil peygam-



berlik olduğu açıktır. Zira velilik, iddia edilmesi beklenen bir şey değildir. 

Mısrî, şimdiye kadar niçin hiçbir âlimin, müfessirin veya muhaddisin böyle 

bir şeyi söylemediği sorusuna özetle şu cevabı vermektedir: Haseneyn’in pey-

gamberliklerinin ilânı, Hz. İsa’nın nüzûlüne yakın bir zamanda gerçekleşmesi 

gerekmekteydi. Dolayısıyla artık Hz. İsa’nın nüzûlünün yakın olması gerekir. 

Ayrıca ona göre rivâyetlerde Hz. İsa’nın iki elini iki meleğin kanatları üzerine 

koyacağından bahsedilmektedir. Bu hadiste bahsedilen iki melek, Hz. Hasan ve 

Hüseyin’dir.

193

  

Şu hususu da belirtmek gerekir ki Mısrî, Haseneyn’in peygamberliklerini sa-



vunurken, Hz. Muhammed’in (a.s.) “hâtemu’l-enbiyâ” sıfatının farkındadır. 

Dolayısıyla bazı tevillerle onların peygamberliklerinin, Hz. Muhammed’in (a.s.) 

“hâtemu’l-enbiyâ” sıfatına zarar vermediğini düşünmektedir. Meselâ Hz. İsa’da 

nüzûl ettiğinde bir peygamber olarak gelecektir, ancak Hz. Muhammed’in (a.s.) 

getirdiği şeriatı değiştirmeyecek ve böylece onun “hâtemu’l-enbiyâ” sıfatına 

halel getirmeyecektir. Haseneyn’in peygamberlikleri de böyledir.

194

 

cc. Tasavvuf Ehli İçin (Seyr u Sülûk İçin) Âyetlerden İşâretler Çıkarmak 



Mısrî,  Mevâidu’l-İrfân’ın yirmi yedinci sofrasını Kadir suresi’nin yorumuna 

tahsis etmiştir. O, bu surenin tamamen tasavvuftaki mücâhede ve fenâyı anlattı-

ğını düşünmektedir. Özetle aktarmak gerekirse ona göre, “kadir gecesi”, 

mücâhede ve fenâya işâret etmektedir. “Kadir gecesinin ne olduğunu sen nere-

den bileceksin!” âyeti, “Allah’ta mücâhedenin kadrini Allah’tan başka kimse 

bilmez. Çünkü mücâhede eden kişi, sülûkünün başlangıcında iken, mücâhede 

sonunda kendisine ne gibi maârif ve müşâhede verileceğini bilmez” manasına 

işaret eder. “Kadir gecesinin, bin aydan hayırlı olması”, marifetin elde edilmesiy-

le neticelenen Allah’ta mücâhedenin, kişinin, dolap beygiri gibi eseri (kendisine 

ait olduğunu zannettiği ibâdetler) etrafında dolaştığı bin aylık ibâdetten hayırlı 

olduğuna işaret eder. “Melekler ve ruhun, o gecede her emri yüklenerek inmele-

ri”, bu manevî mücâhede esnasında, müşkil olan her hususta kendilerine melekî 

                                                                    

192


   Mısrî, Sıbteynin Nübüvvet ve Risâletlerini İnkâr Edenlerin Misâli Hakkında Risâle, Pertev 

Paşa no. 262/11, v. 37. 

193

   Bkz. Mısrî, Sıbteynin Nübüvvet ve Risâletlerini İnkâr Edenlerin Misâli Hakkında Risâle, v. 



37-38. 

194


  Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 53a; İrfan Sofraları, s. 153. 


224 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II- 

ilhamların, Rabbânî vâridâtın inmesine işaret etmektedir. “Şafak atıncaya kadar 

selâmet” ise, bir mürşid-i kâmilin murâkabesi altında yapılan sülûkî mücâhede-

nin hakikat güneşi doğuncaya kadar her türlü manevî engellerden selâmette 

olmasına işaret etmektedir.

195


 

“Savaştan geri kalan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, bütün ge-

nişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, 

böylece Allah’(ın azabından) yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını 

anlamışlardır...”

196


 meâlindeki âyeti, şeyh-mürid ilişkisi bağlamında yorumla-

makta ve âyette geçen “Yeryüzü, bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş” 

ifadesini, “şeyhi kendisinden râzı oluncaya kadar müridin ızdırabının dinmeme-

si” olarak yorumlamaktadır. Yine âyette geçen “savaştan geri kalanlar”ı da 

“mücâhededen geri kalan ve ‘Allah, erhamu’r-râhimîndir, kendinizi fazla yorma-

nıza gerek yok’ diyerek başkalarının da mücâhededen geri kalmasını isteyen 

tembel müridler”e benzetmektedir. 

197


 

d

d. Zâhirî Tefsire Eleştiriler Yöneltmek 



Mısrî, Mevâidu’l-İrfân’da bir âyetin tefsirini yaparken bazen âyetin nasıl anla-

şılması gerektiğine dair bir soru sorar ve bu soruya önce zâhirî tefsirlerde yapı-

lan bir açıklamayı verir. Hemen ardından da bu yorumu isabetli ve tatmin edici 

bulmaz ve keşfe dayalı olduğunu söylediği kendi yorumunu verir. Buna şu örnek 

verilebilir: “Onuncu sofra”da “O, yaptıklarından ötürü sorgulanmaz”

198


 âyetini 

açıklamasına Beydâvî’nin bu âyetle alâkalı yorumunu vererek başlamaktadır. 

Buna göre Beydâvî, Allah’ın niçin yaptıklarından ötürü sorgulanamayacağını 

şöyle açıklamaktadır: “Azametinden, yetkisinin kuvvetinden, ulûhiyet ve zâtî 

saltanatında tekliğinden dolayı yaptıklarından sorulmaz.”

199


 Mısrî, bu yorumda 

apaçık bir “zulüm kokusu” olduğunu belirtir. Zira ona göre şayet sormak-

tan/sorgulamaktan korkmak, Allah’ın bu anılan sıfatlarından kaynaklanıyorsa 

bu, şu anlayışı zımnen barındırır: “Aslında Allah’ın yaptıklarını sorgulamak 

mümkündür, ancak O’nun azametinden dolayı sorgulanmaz. Ya da Allah yasak 

kıldığı için sorgulamamak gerekir.” Mısrî, bu düşüncelerin, kendi zevkine uygun 

olmadığını belirtir ve şöyle der:  

                                                                    

195

   Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 19a-20a; İrfan Sofraları, s. 78-80. 



196

   Tevbe 9/118. 

197

   Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 28a; İrfan Sofraları, s. 109. 



198

   Enbiyâ 21/23. 

199

   Beydâvî’nin bu yorumu için bkz. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, II, 68. 




 

M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 225 

“Bu fakirin zevkine göre O, yaptıklarından sorulmaz. Çünkü O, her şeyi hik-

metiyle yapar. Fakat bu hikmeti keşf ehlinden başkası anlayamaz. Ne zaman 

ki Hak Teâlâ’nın “O, yaptıklarından ötürü sorgulanmaz” hikmeti insanlara 

açılırsa, ancak o zaman anlayabilirler. Çünkü (bu mertebeye ulaşınca) soru-

lacak soru kalmaz ki. Zira O’nun hikmeti, bütün mahlûkâtına olan rahmetini, 

sehâsını, keremini ve lutfunu eksiltmez. Şöyle ki, Allah Teâlâ, mahlûkâtı ya-

ratmış, her şeyi tam yerli yerince koymuştur. Bir kul, Allah’ın fiillerinden 

kendi ilmine, zevkine ve doğasına aykırı olan bir şeyi sormak isterse Allah 

Teâla, onun basiret gözünü açar ve kul, Allah’ın o şeydeki hikmetini görür. 

Bu suretle kul, zarurî olarak, kalbinden “niçin ve nasıl?” sorularını çıkarır ve 

artık ondan hayret etmez. Onu yerine lâyık görür. Artık hiçbir şeyin, sinek 

kanadı kadar fazla yahut eksik tarafını dahi Rabbine sormayı kendine yakış-

tıramaz. Elbette bir hastalığın, bir kusurun, bir eksikliğin, bir fakirliğin, bir 

zararın, bir cehlin, bir küfrün kaldırılmasını doğru bulmaz. Allah’ın insanlara 

ezelde taksim ettiği rızkı, eceli, kudreti, aczi, tâati ve masiyeti değiştirmeyi 

istemez. Eşyayı olduğu gibi görür. Bunların hepsini, içinde hiç zulüm olma-

yan, sırf adâlet ve eksiksiz sır kemâl, hiç bozukluğu, eğriliği-büğrülüğü olma-

yan tam doğru kabul eder. Her şer sandığının altında bir hayır vardır ve her 

zarar sandığı şeyin sonunda bir fayda vardır.”

200


 

S

Sonuç 



 

Niyâzî-i Mısrî, hem etkileyici karizmatik kişiliğiyle hem de telif ettiği eserle-

riyle 17. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında önemli yeri olan sıradışı bir sûfî, müte-

fekkir ve şâirdir. Hayatından anlaşıldığı kadarıyla Mısrî, mala-mülke, makam-

mevkiye tamah etmeyen, son derece sade bir hayat yaşayan mütevâzî bir derviş; 

doğru bildiği şeyleri padişah dâhil kimseden korkmadan söyleyebilen, hatta 

gerektiğinde padişah ve vezirlerin isimlerini vererek onlara çok ağır eleştiriler 

yöneltebilen cesur bir entellektüel; kendisine Allah’tan özel bilgiler geldiğine, 

Mehdî ve İsa olduğuna inanan; Hz. Hasan ve Hüseyin’in peygamber olduklarını 

iddia eden ve buna inanmayanların imanlarının geçerli olmadığını savunan 

sapkın fikirlere sahip çok renkli ve de anlaşılması güç bir sûfî olarak karşımıza 

çıkmaktadır. Bu sebeple onun hem bâtınî nitelikli eserleri hem de seyahatler, 

sürgünler ve devlet adamlarıyla mücadeleler ile dolu çalkantılı hayatı incelendi-

ğinde, şahsiyetinin delilik ile velilik arasındaki çok ince bir sınırda konumlan-

mış olduğu sonucuna varılmaktadır. 

Mısrî’ye göre Kur’an, sadece mushafta yazılı olan harflerden müteşekkil de-

ğildir. İnsan ve topyekün kâinât da aslında Kur’an’dır. Dolayısıyla insanın 

                                                                    

200

  Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 8a-8b; İrfan Sofraları, s. 39-40. 




226 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II- 

kendisi ve kâinâtta gördüğü, duyduğu her şey Kur’an’dır. Bu sebepledir ki ona 

göre Kur’an’da âfâkî hâdiselerin tamamı enfüsî olarak da açıklanabilir. Mısrî’ye 

göre Kur’an’ın zâhiri olduğu gibi bâtını da vardır. Zâhirî mana reddedilmemeli-

dir, ancak bâtınî mana(lar) da yok addedilmemelidir. Bunlar, birbirlerini ta-

mamlamaktadır. Sûfîlerin ve özellikle de kendisinin bazı yorumları, Kur’an’ın 

zâhirine muhâlif görünüyorsa da bâtınına aykırı değildir. Zâhirî tefsir, Kur’an’ın 

bütün manalarını tüketemez, onun manaları sonsuzdur. 

Mısrî, başta Mevâidu’l-İrfân olmak üzere pek çok risâlesinde özetlediğimiz bu 

Kur’an anlayışının âyetler üzerinde uygulamasını da yapmıştır. Onun işârî tefsir 

yönteminde temsîlî/antropomorfik yorumlar çok önemli bir yer tutmaktadır. 

“Âlem, büyük insan; insan, küçük âlemdir” anlayışından hareketle Kur’an’da dış 

âleme dair verilen çeşitli bilgilerin insanın iç dünyası için de geçerli olduğunu 

savunmakta ve pek çok âyeti bu şekilde yorumlamaktadır. 

Mısrî’nin işârî yorum yöntemleri arasında dikkat çekenlerden birisi de cifir-

dir. O, özellikle Haseneyn’in peygamberliği konusunda olmak üzere bazı görüş-

lerini ebced hesabınıa dayandırmaktadır. Ancak cifir ilminin İslâmî ilimlerin 

hiçbirisi tarafından bilgi kaynağı olarak kabul edilmemesi bir tarafa, Mısrî’nin 

ebced hesabına dayalı yorumlarının bir kısmında, bu hesaba da uyulmadığı ve 

harflere tamamen keyfî olarak bir takım rakamsal değerlerin verildiği görülmek-

tedir. 

Mısrî’nin tefsir ettiği âyetler bakıldığında bunların çoğunun ya vahdet-i vü-



cûd düşüncesini ya da Haseneyn’in peygamberliğini ispata yönelik olduğu 

görülmektedir. Onun bu yorumları, tamamen subjektif ve aşırı yorumlar olup 

isâbetlilik ve inandırıcılıktan uzaktır. 

Kaynakça 

Aşkar, Mustafa, Niyâzî-i Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 

1998. 


_____, “Niyâzî-i Mısrî”, DİA, XXXIII, 166. 

Aynî, Mehmet Ali, İslam Tasavvuf Tarihi, (sad. H. R. Yananlı), Kitabevi Yay., İstanbul 

2000. 

el-Beydâvî, Nâsıruddîn Ebû Saîd Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl



Dersaâdet Kitabevi, İstanbul ts. 

Demirli, Ekrem, “Niyâzî-i Mısrî/Tasavvufî Görüşleri”, DİA, XXXIII, 169. 

Doğramacı, Baha, Niyâzî-yi Mısrî: Hayatı ve Eserleri, Ankara 1988. 



 

M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 227 

Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, y.y., 1979. 

Erdoğan, Kenan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, Akçağ Yay., Ankara 1998.  

el-Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, nşr. Muham-

med ed-Dâlîbalta, el-Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut 1992. 

Gölpınarlı, Abdulbaki, “Niyâzî Mısrî”, Şarkiyat Mecmûası, Cilt. VII (1972), s. 183-226. 

Güzel, Abdurrahmahman, “Niyâzî-i Mısrî’nin Gözden Kaçan Bir Eseri: Risâle-i 

Devriyye”, Türk Kültürü Araştırmaları, XVII-XXI/1-2 (Ankara 1983), s. 121-137. 

İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail ed-Dımaşkî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, ed-Dâru’l-Mısriyye 

el-Lübnâniyye, Kahire 1990. 

Karahan, Abdulkadir, “Kendi El Yazısı Hatıralarına Göre Niyâzî-i Mısrî’nin Bazı 

Mistik Görüşleri”, Türkiyât Mecmûası, Cilt. XIX (1980), s. 93-98. 

Karaman, Hayrettin ve diğerleri, Kur’an Yolu, Diyânet İşleri Başkanlığı Yayınları, 

Ankara 2008. 

el-Kelâbâzî, Ebû Bekr Muhammed b. İshak, et-Taarruf li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf, thk. 

Ahmed Şemsüddîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2001. 

Niyâzî-i Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, Süleymaniye Ktp. Hâşim Paşa no. 20. 

_____, Mecmûa, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp. Sultan Orhan, no. 690. 

_____, Kur’ân, İnsan ve Ekvândan Her Birinin Gayrı İçin Mir’ât Olduğuna Dair Risâle, 

Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no.261/13. 

_____, Tefsîru Âyeti ‘İnnâ Arazne’l-Emânete’, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 261/9,. 

_____, Risâle-i Haseneyn, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 261/6. 

_____, Eşrât-ı Sâat Risâlesi, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 261/5. 

_____, Risâle-i Hızriyye-i Cedîde, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 261/4, vr. 17. 

_____, Sıbteynin Nübüvvet ve Risâletlerini İnkâr Edenlerin Misâli Hakkında Risâle, 

Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 262/11. 

_____, Tefsîru Sûreti’l-Beyyine, Süleymaniye Ktp. Petev Paşa no. 261/10. 

_____,  Mawâidu’l-İrfân İrfan Sofraları, çev. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, 

İstanbul  ts.  

_____, Niyâzî-i Mısrî’nin Hatıraları, haz. Halil Çeçen, Dergah Yay., İstanbul 2006.  

Pazarbaşı, Erdoğan, “Mehmed Efendi Vanî”, DİA, XXVIII, 458-459. 

er-Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer, et-Tefsîru’l-Kebîr li’l-İmâm Fahruddîn 

(Mefâtîhu’l-Ğayb), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut 2001. 

Sevim, Emine – Pekolcay, Neclâ, Yûnus Emre Şerhleri, Ankara 1991.   

et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Dâru’l-

Fikr, Beyrut 1988.  



228 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II- 

Tatçı, Mustafa, “N. Mısrî’nin Tasavvufî Bir Rüya Tabirnâmesi”, Türk Folklor Araştır-



maları

, Ankara 1989, s. 85-96. 

Uzun, Mustafa, “Ebced”, DİA, X, 68-70. 

Wensinck, Jan, “Niyâzî”, İA, IX, 305.  

Yakıt, İsmail, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, Ötüken Yay., 

İstanbul 1992. 

ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Cârullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşâfu an Hakâiki Ğavâmı-

dı’t-Tenzîl ve Uyûnu’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl

, thk. Muhammed Abdüsselâm 



Şâhîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995. 

Yüklə 340,96 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   18




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə