Niyâzî-i Mısrî’nin Kur’an ve Tefsir Anlayışı



Yüklə 340,96 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə16/18
tarix23.08.2018
ölçüsü340,96 Kb.
#63931
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   18

 

M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 217 

şılaşacağı nimetler ve ikramlardan birinden bahsetmektedir ki o da şudur: 

Cennette müminler sevinç ve mutluluktan yüzleri ışıl ışıl parlayarak Rablerinin 

zât-ı cemâlini temâşâ edeceklerdir. Mısrî ise bu âyeti vahdet-i vücûdla ilişkilen-

dirmekte ve âyette sözkonusu edilen durumun dünya hayatında da tadılabilecek 

manevî bir zevke işâret ettiğinin düşünmektedir. Ona göre bu âyet, varlığını 

ortadan kaldıran ârifin, perdesiz, aracısız, doğrudan Allah’ın vechini temâşâ 

edebileceğini göstermektedir.

159


  

2. “Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye yönelirseniz Allah’ın zâtı oradadır.”

160

 

Mısrî’ye göre bu âyet, vahdet-i vücûda işâret etmektedir.



161

 Şu beyitlerde ol-

duğu gibi şiirlerinde bu âyete sıkça atıfta bulunmaktadır: 

“Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidür ‘semme vechullah’”

162

 

 



“Salât-ı ehl-i irfân kıblesidür ‘semme vechullah’ ”

163


 

 

Ârife eşyâda esmâ görünür 



Cümle esmâda müsemmâ görünür 

Bu Niyâzî’den de Mevlâ görünür 

Âdem isen ‘semme vechullâh’ı bul 

Kande baksan ol güzel Allah’ı bul

164

 

 



3. “…Attığın zaman sen atmadın, lâkin Allah attı.”

165


 Mısrî, bu âyetten vah-

det-i vücûd felsefesiyle alâkalı şu işaretleri çıkarmaktadır: Bütün fiiller 

Hakk’ındır. Sûretler, O’nun araçlarıdır. Fakat kulun sûretinde Hakk’tan başka 

bir mutasarrıf olmadığını kul bilmediği, unuttuğu için; kendisinin bir irâdesi, 

ihtiyarı ve Hakk’tan ayrı bir vücûdu olduğunu zanneder. Mesela varlığının 

kaynağı Allah olan sanatkâr, kendisine bir varlık tasavvur etse, gaflet halinde 

kendisini sâni zanneder. Bu yanlış tasavvur, onun gafletinden kaynaklanır. 

Fakat kendisini Hakk bilerek fiilleri ve ihtiyarı kendisine isnad etse bu yanlış 

değildir. Zira o fiil, sûretten çıkmıştır. O fiili, o sûrette ve o mertebede görünen 

Hakk yapmıştır. Bu sebepledir ki ârif bir kimse “Ben yaptım, ben ettim” sözünde 

                                                                    

159


   Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 1b; İrfan Sofraları, s. 17. 

160


   Bakara 2/115. 

161


   Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 32b; İrfan Sofraları, s. 124. 

162


   Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 29. 

163


   Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 72. 

164


  Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 128. 

165


   Enfâl 8/17. 


218 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II- 

isâbet etmiş, ancak cahil bir kişi, hata etmiş olur.

166

  Mısrî, Divan’ında da bu 



âyetin vahdet-i vücûda işaret ettiğini şu şekilde ifade etmektedir: 

“ ‘Men aref’le ‘mâ rameyte iz rameyte’ remzini 

Fark idiver mümkin ise ber-sebil-i infirad”

167


 

 

4. “O, her an yeni bir tasarruftadır”



168

 Mısrî, Mevâidu’l-İrfân’ın elli dördüncü 

sofrasını bu âyetin işârî yorumuna ayırmıştır. O, bu yorumlarında zaman felsefi 

üzerinde durmakta aslında zamanda da bir vahdetin olduğunu vurgulamaktadır. 

Bu yorumlar özetle ifade edilecek olursa, Mısrî’ye göre günlerin, devirlerin aslı, 

merkezi ve ruhu bu âyette işaret edilen ândır. Ân, bölünemeyen tek bir zaman-

dan ibârettir, gerçek varlıktır, Rahmânî nefestir ve amâ-i ğaybîdir. Ondan başkası 

-ister mâzî, ister istikbâl farz edilsin- yok hükmündedir. Varlığın ânı vardır. Bir 

tek ân vardır. Mutlak amâ mertebesinden Rahmânî nefese mutlak ân doğmuştur. 

Ân sırrıyla nefes, bütün oluşlara ve zamanlara yayılmıştır. Devrin, tabîî kesret 

hükümleri vardır. Ândan dakikalar, dakikalardan dereceler, derecelerden saat-

ler, saatlerden günler meydana gelir. Yani ân genişleyince gün adını alır. Gün 

genişleyince haftalar, aylar, seneler ve devirler doğar. Şu halde ân üzerine ekle-

nen her şey zâiddir. Hakîkî varlık, zamanın sârî, küllî burçları ve mertebeleri 

hep Allah’a âid olan bu ândan ibaret kalır ki bu âyetle buna işaret edilmiştir. 

Ona göre zamanın hakikati, kâinâttaki en büyük hakikattir. Dolayısıyla kime 

zamanın sırrı açılmırsa, ona Kur’an’ın ruhu açılmış olur. Ve o kişi, bu âyetin 

sırrına erer.

169

 Mısrî, Divan’ında da bu âyeti vahdet-i vücûda işaret edecek şekil-



de şu beyitle zikretmektedir: 

“ ‘Küntü kenzen’ remzini buldunsa sen de Mısriyâ 

‘Külle yevmin hû’yı anla kim senün şânundandur”

170


 

 

5. “(Peygambere ile arasındaki mesafe) iki yaya aralığı kadar ya da daha az 



idi.”

171


  Divan’ındaki şu beyitler, Mısrî’nin, bu âyetin vahdet-i vücûda işaret 

ettiğini düşündüğünü göstermektedir: 

 “Tuymaya ‘ev ednâ’yı hikmet yolını göster”

172


 

                                                                    

166

   Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 38b; İrfan Sofraları, s. 143. 



167

   Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 41. 

168

   Rahmân 55/29. 



169

   Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 36a-37b; İrfan Sofraları, s. 135-139. 

170

   Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 56. 



171

   Necm 53/9. 

172

   Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 60. 




Yüklə 340,96 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   18




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə