M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 219
‘Kâbe kavseyn’ irişdüm ‘sırr-ı ev ednâ menüm’
173
6. “O’nun zâtı hariç her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve hepiniz O’na
döndürüleceksiniz.”
174
Mısrî, Mevâidu’l-İrfân’da pek çok kere bu âyeti vahdet-i
vücud düşüncesiyle alâkalı bir şekilde yorumlamaktadır.
175
Divan’ında da vah-
det-i vücuda delil olacak şekilde bu âyeti şu beyitle zikretmektedir:
“Halk-ı âlem her dem okur ‘küllü şeyin hâlikün’
Kendi okur dâim ‘illâ vechehû’ Sübhânımuz”
176
b
b. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Peygamberliğine Âyetlerden Delil Çıkarmak
Mısrî’nin, tarih boyunca kendisinden başkasının dile getirmediği, dolayısıyla
kendisiyle özdeşleşen en ilginç görüşü, Haseneyn’in peygamberliğidir. Bu mese-
le, belki de onun en çok tepki toplayan ve hayatının önemli bir bölümünü
sürgünde geçirmesine sebep olan mesele olmuştur. Kendi ifadesiyle “bu konuda
Mısrî’nin itikadı şöyledir: “Şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur, Hz.
Muhammed, O’nun peygamberidir ve Hasan ile Hüseyin, onun torunları ve
Allah’ın peygamberlerinden iki peygamberdir.”
177
Mısrî’ye göre bu, itikâdî
meselelerin en önemlisidir, dolayısıyla bu hakikati araştırmak, bir müminin en
mühim vazifesidir.
178
O, bu görüşünü bazı âyetlerden ebced hesabıyla çıkardığı
sonuçlar üzerine binâ etmektedir. Mısrî’ye göre Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in
peygamberliklerine delâlet (şehâdet) eden âyetler çoktur, ancak o, bunlardan
sadece bazılarını zikretmiştir. Onun bu konuda bir kısmından ebced hesabıyla
işaret çıkardığı âyetler şunlardır:
1- “Deyiniz ki: Biz. Allah’a, bize indirilen Kur’an’a, İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a
ve onun torunlarına (طÓ×øŶا) indirilene, ve yine Musa’ya, İsa’ya ve bütün pey-
gamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara iman ettik.”
179
173
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 155.
174
Kasas 29/88.
175
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 5a, 8b, 31b, 32b; İrfan Sofraları, s. 29-30, 40-42, 121,
124.
176
Erdoğan,
Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 91.
177
Tarih boyunca belki de sadece Mısrî’ye mahsus olan bu şehâdet şöyledir:
و ųا źإ įĤإź نأ ïıüأ
ųا ģøر īĨ نźijøر هÓĉ×ø īĻùéĤاو īùéĤا ّنأ ïıüأو ųا لijøر ًاïĩéĨ ّنأ ïıüأ
.
(Mısrî,
Mevâidu’l-İrfân, v. 53a).
178
Mısrî’nin kendi ifadesi şöyledir:
ďĻĩä īĨ īĻĭĨËĩĥĤ
ƫ
ħİأ Óı
ُ
×ĥĈو Ù
ّ
ĺدÓĝÝĐźا ģÐÓùĨ ƫõĐأ اñİو
įÜÓ
ّ
ĩ ِıُĨ (Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 53a).
179
Bakara 2/136.
220 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR
ÇALIŞMALARI -II-
2- “Nuh’a ve ondan sonraki nebilere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbra-
him’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına (طÓ×øŶا), İsa’ya, Eyyûb’a, Yu-
nus’a, Harun ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur’u verdik.”
180
Mısrî, bu iki âyette geçen
طﺎﺒﺳﻷا
kelimesindeki “elif lâm” takısının ahd için
değil cins için kullanıldığını, dolayısıyla Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in de bu
kelimenin şümûlüne girdiklerini ve böylece bu kelimenin, onların peygamberli-
ğine işaret ettiğini belirtmektedir. Ardından da bunu inkâr edenlerin cehâlet,
hased ve inatlarına esir düşmüş kimseler olduğunu söylemektedir.
181
Mısrî’nin bu yorumunu kabul etmek, mümkün değildir. Zira müfessirlerin de
belirttiği üzere âyetlerde geçen
طﺎﺒﺳﻷا
kelimesinden maksat Haz. Yakub’un
torunlarıdır.
182
Kaldı ki şayet âyetlerde geçen
طﺎﺒﺳﻷا
kelimesindeki “elif lâm”
takısının ahd için değil cins için kullanıldığı düşünülecek olursa o zaman sadece
Hz. Muhammed’in (a.s.) torunlarını değil, herkesin torunlarını kapsar. Dolayı-
sıyla bu kelimenin başındaki “elif lâm” takısının cinse delâlet ettiği kabul edilir-
se şu tuhaf sonuç çıkar: Her torun, peygamberdir. Her insan da, birilerinin
torunu olduğuna göre her insan, peygamberdir!
3- “Allah yoluna çağıran, yararlı işler yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyen
kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir!”
183
âyetinde geçen
ًﻻْﻮَـﻗ
keli-
mesinin, ebced hesabıyla “kâf”sız 37 ettiğini, “kâf”ın isminin 81 olduğunu,
bunun da Hasan kelimesinin rakamsal karşılığı olan 118’e tekâbül ettiğini
söylemektedir. Benzer şekilde bu rakama (118), “kâf”ın rakam değeri olan
80’in onda biri eklendiği zaman 128 ettiğini, bunun da “Hüseyin” isminin ra-
kamsal değeri olan 128’e tekâbül ettiğini söylemektedir.
180
Nisâ 4/163.
181
Mısrî,
Mevâidu’l-İrfân, v. 41a;
İrfan Sofraları, s. 151.
182
Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî,,
Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân,
Dâru’l-Fikr, Beyrut 1988, I, 567-568; Ebu’l-Kasım Cârullah Mahmud ez-
Zemahşerî,, el-Keşşâfu an Hakâiki Ğavâmıdı’t-Tenzîl ve Uyûnu’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl,
nşr. Muhammed Abdusselâm Şâhîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995, I, 194;
Fahruddîn er-Râzî,, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut 2001, II,
72; Nâsıruddîn Ebû Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî el-Beydâvî,,
Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl
, Dersâaâdet Basım, İstanbul ts, I, 90; Ebu’l-Fidâ
İsmail b. Kesîr,, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, ed-Dâru’l-Mısriyye el-Lübnâniyye, Kahire
1990I, 178; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat,
İstanbul 1979, I, 514; Hayrettin Karaman ve diğerleri, Kur’an Yolu, Diyânet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara 2008, I, 220.
183
Fussilet 41/33.