Halis Çetin
17
başka sınıflara karşı kullanılan yıldırıcı bir polis denetimi sistemi; basın, radyo,
sinema gibi bütün etkili kitle haberleşme araçlarını kullanarak, partinin ve sadık
üyelerinin elinde toplanmış ve teknolojinin şartlandırdığı tam bir denetim tekeli;
silahlı kuvvetleri kullanarak tam bir vesayet tekeli; bürokratik işbirliği ile
ekonominin merkezden denetimi ve yönetimi (Friedrich-Brzezinski, 1964:13-
14). Bu özellikleri Linz şu üç esasa dayandırır: “monist, fakat monolitik olmayan
bir iktidar merkezi; eğer kurumlar veya gruplar arasında bir plüralizm varsa, bu
meşruluğunu o merkezden alır ve büyük ölçüde onun hakemliği altında işler.
Tekelci, özerk ve fikren az çok geliştirilmiş bir ideoloji; yönetici grup veya lider,
onların emri altındaki parti, kendilerini bu ideoloji ile özdeşleştirirler, onu
politikalarına temel yaparlar veya bu politikaları meşrulaştırmakta kullanırlar.
İdeolojinin belli sınırlarının dışına çıkmak, müeyyidesiz kalmayacak bir
heterodoksluktur. İdeoloji, belli bir programdan veya meşru siyasal eylem
sınırlarının tanımından ibaret olmayıp bir nihai anlam, bir tarihsel amaç duygusu
ve bir sosyal gerçeklik yorumu getirmektedir. Vatandaşların, siyasal görevlere ve
kollektif sosyal görevlere katılmaları ve bu amaçla aktif bir mobilizasyon içinde
olmaları özendirilip talep edilir ve ödüllendirilir. Tek parti ve çok sayıda tekelci
ikincil grup bu katılmanın kanallarını oluşturur” (Linz, 1984:25). Bu siyasal
rejim içerisinde meşruiyet sistemin niçinliğini belirler, ideoloji bu niçinliğin
ilkelerini ve nasıllığını düzenler ve parti-lider bu düzenin hangi araçlarla kurulup
sürdürüleceğine karar verir.
Bu özellikler sıralamasından çıkarılabilecek en genel tanımlamayla
“totalitarizm; tek bir düşünsel yapı içinde toplumu kurmak, tek bir amaca tek bir
otorite altında ulaşmak için organize olmuş siyasal düzendir” (Walker, 1972:5).
Bu yaklaşımın bir çok eleştirilere rağmen totalitarizm kavramını genişletmekte
olduğu açıktır. Ama bence de önemli olan siyasal sistemin niceliksel
ölçütlerinden çok onun amaçları, nitel değerleri ve yöntemidir. Totalitarizmi bu
açıdan ele aldığımızda bireysel hak ve özgürlüklerin sınırlılık derecesini ve
önündeki engelleri daha rahat çözümleyebiliriz. Aksi taktirde demokrasi,
cumhuriyet gibi kılıflara bürünmüş siyasal sistemlerin totaliter özelliklerini
göremeyiz. Ve daha kötüsü onların kendilerini meşrulaştırdıkları “kendine
özgü”lülük iddialarının tuzağına düşerek evrensel özgürlük teorilerimizden
vazgeçmiş oluruz. Özgürlük, insan hakları ve sınırlı hukuk devleti ilkelerine
dayanmayan demokrasiler olsa olsa demokratik bir diktatörlük olabilir (Erdoğan,
1995:.3). Bu yüzden ben, totalitarizm kavramını özellikle faşizm ve sosyalist
diktatörlük dönemleri için kullanmakla birlikte daha geniş anlamda siyasal
iktidarın birey ve toplumun üzerinde kurucu ve düzenleyici bir aygıt olarak
algılandığı tüm siyasal sistemlere (adı demokrasi veya cumhuriyet olsun) içkin
bir kavram olarak ele almaktayım. Popper’ın belirttiği gibi totalitarizm
uygarlığımız kadar eski ya da yeni bir şeydir (Popper, 1967:1).
Siyasal iktidarın resmi bir ideoloji, merkezi kontrolü güçlü bürokrasi,
toplumu kontrol eden iletişim ve baskı aygıtları ve toplumun bir bütün olarak
organizmik bir yapı içerisinde ideolojik hegemonya altında eğitimi gibi olgular
bize totalitarizmin temel özelliklerini verir. Friedrich ve Brezezinski de bu yapıyı
“kollektif bütünün anonimliği” olarak isimlendirerek totalitarizmi tanımlarlar.
Onlara göre totalitarizm devletin çağın teknik araçlarını da kullanarak insanlara
sığınma alanları bırakmayacak bir yoğunlukta, rejimin en derin, en kuytu
Totalitarizm: İdeolojik Kökenleri ve Toplumsal İnşa Araçları
18
yerlerine sızarak çok geniş bir alanda iktidar düzeni kurması ve buna süreklilik
kazandırmasıdır (Friedrich-Brzezinski, 1964:132). Bu durum toplumun siyasal
iktidar tarafından ‘topyekün’ siyasallaştırılmasıdır. Bu açıdan totalitarizmi çok
güçlü ve yoğun bir mobilizasyon sistemi olarak tanımlamak mümkündür. Fakat
daha önemlisi bu olguların bütünsel bir iktidar alanı içinde kapsayıcılığı ve
sürekliliğidir. Bu, bireysel ve toplumsal düşün ve eylem alanlarının siyasal
iktidarın kapsama alanı içerisinde olup bu alanlardaki özgürlüklerin yok
edilmesidir. Özgürlüğün siyasal iktidarla bütünleşmekle eş değerlendirildiği
totalitarizmde siyasal iktidar ve onun merkezi liderliği toplumu kayıtsız ve
şartsız, zorla sağlanan oybirliği atmosferi içinde ideolojik olarak düzenler. Bu
sistemde birey ve devlet özdeştir. Devlet makro birey, birey mikro devlettir.
Totalitarizmin devlet-birey, özne-nesne özdeşliğinin öncü söylemini Hegel’de
buluruz. Hegel felsefesinde “insan, yalnızca devlette ussal varlığa kavuşur.
Bireyi öznellikten kurtarıp ona devlet içinde nesnellik kazandırmak gerekir.
İnsan bütün insanlığını devlete borçludur; özü yalnızca oradadır. İnsan sahip
olduğu bütün değere, tüm tinsel gerçekliğe devlet sayesinde sahiptir. Çünkü,
onun tinsel gerçekliği ancak böyle biçimlenir ve devletin tüzel yaşamında yerini
alır. Çünkü tek doğru, genel ve öznel istencin birliğidir. Bu da devlette ortaya
çıkar. Devlet amaçtır, insanlar ve toplum onun araçlarıdır. O, insanları birbirine
bağlayan kutsallıktır. Tüm özel mutlulukların, isteklerin kendisine bağlı olduğu
tek ve aynı yaşamdır. O, büyük bir varlık, büyük bir erek, büyük bir içeriktir”
(Hegel, 1991:113-114). Hegel’in bu söyleminde totalitarizmin felsefi kökenlerini
bulmak mümkündür: birey-devlet/özne-nesne/amaç-araç/öznel istenç-genel
istenç/ özgürlük-zorunluluk bütünlüğü gibi.
Popper totalitarizmin kökenlerini Platona kadar götürür. Popper
totalitarizmi kapalı toplum, liberalizmi de açık toplum olarak ele almıştır.
Popper, bireyi, toplumu doğal olarak da geleceği kuruculukla donatılmış
denetimsiz ve sınırsız totaliter iktidar anlayışını olumsuzlar (Popper, 1967:130).
Poper, her türlü toplumsal ve siyasal değişimin kötü ilan edilip durdurulmak
istendiği; bireylerin toplumsal birlik ve bütünlük içerisinde eritilip siyasal
iktidara uyumlulaştırıldığı; faşist propaganda ile toplumun bir bütün halinde
örgütlendirildiği; (Popper, 1967:92-93) mutlak iyiliğin sadece devlet için
öngörülüp bireysel özgürlük ve mutluluk aramanın yok edildiği; bireylerin
haklarından değil görevlerinden bahsedildiği; (Popper, 1967:95) devletin
sıhhatli, kuvvetli, birlikli ve istikrarlı olması için organizmacı toplum modeliyle
örülmüş bütüncül egemenliğin olduğu; (Popper, 1967:101) bireylerin bağımsız
hareket etme yeteneğini yok edecek çocuk yaştan itibaren başlayan bir eğitim
sisteminin olduğu; (Popper, 1967:111) devleti korumanın her şeyden üstün
olduğu ve ona itaatin en büyük erdem kabul edildiği; devletin elindeki tüm
gücünü vatandaşlarının yaşamlarını denetlemek için kullandığı; (Popper,
1967:119-121) adaletin devletin, ulusun, sınıfın, partinin kudreti, sıhhati ve
istikrarı için yararlı olan şeylere indirgendiği (Popper, 1967:128) siyasal sistemi
totalitarizm olarak tanımlar. Popper’a göre bir siyasal yapının açık veya kapalı
olduğunu belirleyen iki temel ilke vardır:“devletin görev ve maksadının
yurttaşların özgürlüklerini korumak olması gerektiği ilkesi ile genel bütüncüllük
ile bireyin görev ve maksadının devletin istikrarını sağlamak ve kuvvetlendirmek
olması gerektiği ilkesi” (Popper, 1967:101). Bunlardan ilki liberalizmin ikincisi