Halis
Çetin
25
amaçlar çerçevesinde toplumu kurma ve ona bir üst kimlik verme konusundaki
etkinliğinden kaynaklanmaktadır. İdeolojinin işlevi tek başına bağımsız bir işlev
değildir. Onun araçsallığı devletin amaçsallığı ile doğrudan ilişkilidir. Devlet;
toplumu belirlenmiş bir düzen içinde tutan, bu düzeni koruyan, total bir
birleştiricilik ile üst belirleyici olan ve bir dünya görüşü ile toplumsal bütünlük
sağlayan bir üst siyasal iktidar alanıdır (Poulantzas, 1992:40-41). İdeoloji
“toplumsal formasyonun birlik ve beraberliğini sağlayan ve devam ettiren,
sistemin toplumsal koşullarını sürdüren ve yeniden üreten ve devletle aynı amaca
yönelmiş bir düzendir” (Laclau, 1998:73). İdeoloji, “toplumsal formasyonun
belirleyicisi, buna göre toplumu dönüştürücü ve bireyleri bu ilişkiler ağı
içerisinde yönlendirici egemen fikirler ve tasarımlar sistemidir” (Althusser,
1991:47). Kısaca ideoloji; “insan düşüncesinin ve eyleminin amacını, bu
amaçlara nasıl varılacağını tanımlayan ve sosyal ve fiziki gerçeklerin niteliğini
belirleyen bir değerlendirici prensipler sistemi” (Allard, 1971:117) olarak
tanımlanabilir.
Ben, ideolojinin bireye ve topluma bir hayat felsefesi vermesini değil
siyasal iktidarın ideolojinin bireyi ve toplumu kurma ve düzenleme yetkinliğini
kullanarak kendisine bağımlılaştırmasını eleştiri konusu yapmaktayım. Bireyin
evrene, tarihe, topluma ve kendine yönelik değer ve ilkelerinin siyasal iktidarın
mutlak belirleyiciliği altında resmi bir ideoloji olarak dayatılmasının yanlış
olduğuna inanıyorum. Resmi ideoloji devleti mutlaka totaliter müdahaleciliğe
sürükler. Devletin bireye ve topluma müdahalesi bir başladı mı nerede
duracağını kimse kestiremez. İdeoloji devletin bir iktidar aracı olarak algılandığı
zaman bireyin nesneleşme süreci başlamış ve toplumsal, siyasal, ekonomik her
türlü aygıt siyasal iktidarın resmi ideolojisinin baskı, entegrasyon ve
manipülasyon aracına dönüşmüş demektir. Bu yüzden, bana göre, resmi
ideolojinin varlığı bile tek başına bir sistemi totaliter olarak ifade etmeye
yetmektedir. Resmi ideoloji “insan varlığının bütün hayati yönlerini kaplayan ve
toplumda yaşayan herkesin, edilgin bir şekilde bağlı olduğu doktrindir”
(Fiedrich-Brzezinski, 1964:13). Benim inceleme konum devleti özne, birey ve
toplumu nesne kılıcı resmi ideolojik hegemonya içerisinde ideolojinin
totalitarizm aracına dönüştürülmesi sorunudur. İktidarın totaliterliği ile
ideolojinin toptanlığı birbirini bütünler. Total ideoloji, yalnızca her şeyi
kapsamakla, herkesi zorla itaate mahkum etmekle kalmaz, çok daha geniş bir
şekilde herkesin kişilik alanlarına, yaşam alanlarına, günlük alanlarına istediği
gibi müdahale edip düzene sokar. Başka bir deyimle kişisel benliği ve hayatı
kökünden yok eder (Kolakowski, 1993:319). Totalitarizmde bireysel alan ile
kamusal alan arasında tamamen bir örtüşme vardır. Zaten totalitarizm de siyasal
iktidarın öznelliği içinde bireyin ve toplumun nesneleştirilmesidir. Bu yüzden
halkı siyasal iktidarın amaçları doğrultusunda yönlendirmeyi sağlayan bir araç
olarak resmi ideoloji yaratma ihtiyacı totaliter teorisyenler tarafından
savunulmuştur. Platon’un “soylu yalanları”, Sorel’in “efsaneleri”, Nazilerin
“ırkçı doktrini” ile Mussolini’nin “korporasyon”cu devlet teorisi hep bu amaca
hizmet eder (Hayek, 1999:206).
Totaliter ideoloji, siyasal iktidara her zaman topluma müdahale hakkını
ve imkanını sunduğu için güçlü bir iktidar aracıdır. Çünkü “totaliter sistemlerde
ideolojiler bir meşruiyet kaynağıdır” (Fiedrich-Brzezinski, 1964:35). Siyasal
Totalitarizm: İdeolojik Kökenleri ve Toplumsal İnşa Araçları
26
iktidar kendi meşruiyetinin kriterlerini ideolojiler çerçevesinde belirler. Bu
ideolojik çerçeve aynı zamanda toplumsal ve siyasal eylemlerin de meşruiyet
alanını oluşturur. Bu anlamda ideolojiler, devletin sistemi kontrol mekanizması
olarak işlev görür. Toplumda ve siyasada hangi düşüncenin ve eylemin
meşruiyet sınırları içerisinde olduğuna siyasal iktidarın ideolojisi karar verir. Bu
açıdan bakıldığında siyasal katılımın niteliği ve parti sayısının önemsizliği ortaya
çıkar. Eğer toplumsal örgütlenmeler/sivil toplum ve partiler siyasal iktidarın
ideolojik hegemonya alanı içerisinde faaliyet gösteriyorsa bu totalitarizmi yok
etmez bilakis besler.
Totaliter iktidarın en önemli fonksiyonlarından biri olan bütünleşmiş
düşüncelerden oluşan total bir sistem kurmak, siyasal iktidarın eylemlerini
justifiye etmek, hayatı tanımlamak ve bu tanımlı hayatı bireylere haklı olarak
göstermek amacı ideoloji ile gerçekleştirilir (Berger-Luckmann, 1967:94).
İdeoloji, iktidar ilişkilerini gizleyerek tartışılmaz ve itiraz edilmez bir boyuta
taşır. İdeoloji aracılığıyla iktidar, dogmatik inançlara, köklü ve zorunlu
kabullere, mutlak gerçekliklere ve değişmez ilkelere yükseltilir. İdeolojiler;
“görüş açısı, inanç sistemi, fikirsel bütünlük değerlerinden aşkın olarak anlatım
kesinliği, merkezi bir ahlaki veya bilişsel eksen etrafında sistematik olarak
kümelenme derecesi, geçmişin ve çağın düşünce türleriyle yakınlığı, yeni
unsurlara veya çeşitliliğe kapalılık derecesi, davranışı etkilemeye çalışma
derecesi, beraberinde getirdiği etki, katılanlardan istenen fikir birliği, fikrin
meşruluğunun ne oranda bir otoriteye bağlandığı, inancı gerçekleştirmeyi üstüne
almış bir kurumla ilişkisi en yüksek” (Shils, 1968:66) bütünleştirici düşünce
yapıları olarak iktidara çok boyutlu bir güç ve içerik kazandırır. Bu yüzden
totalitarizm bütün düzeni tek bir ideolojik temel üzerine kurar.
İdeoloji aracılığıyla totaliter iktidar toplumu kurma, statükoyu koruma
ve siyasal, toplumsal ve ekonomik mühendislik işlevlerini gerçekleştirir. Siyasal
iktidar, bütünleştirici ve total anlamlar ve eylemler dünyası kurma gücünü
ideolojiler sayesinde kazanır. İdeolojiler de tıpkı yerine ikame oldukları dinler
gibi, çok güçlü bir iman gerektirir ve kendi dışındaki dünyaları cehennem, kendi
vaat ettiği dünyayı ise cennet olarak tasvir eder. ‘Halkın afyonu’ olan dinlerin
reddiyle ortaya çıkan toplumun afyon ihtiyacını total ideolojiler dinselleşerek
gidermişlerdir. Bu yüzden ideolojiler tüm insanlığa cennet vaadiyle, aynı
dinselliğin ‘evrensellik’ ilkesinin kullanılmasıyla da yukarıda ifade ettiğim
totalitarizmin aracı olmuşlardır. Bu durum Parsons’un ideoloji tanımlamasına da
denk düşen bir durumdur. Ona göre ideolojiler “toplumun ortak inanç ve iman
sistemi, o toplumun hayatını düzenleyen kültür, kollektivitenin ve içinde
bulunulan şartların totalitesine yönelmiş bir fikir sistemi, toplumu bu sisteme
uygun olarak kurma süreci ve yönelinen gelecekteki amaç dünyasının ilkeleriyle
örülmüş ilişkiler ağı’ (Parsons, 1951:349) olarak dinin tüm görevlerini üstlenmiş
bulunmaktadır.
Kolakowski total ideolojilerin, siyasal iktidarın kendi çıkarları
doğrultusunda toplumun gerçek ortamının dışında üretilmesinin onu bir yalanlar
ve ikiyüzlülükler dünyası olarak karşımıza çıkardığını ve iyiliğin, mutluluğun
ancak bu ideolojik ilkeler içinde sağlanabileceği iddiasının bir yalanlar dünyası
olduğunu söyler. Bu dünyada “gerçek” devletin topluma yukarıdan empoze ettiği
inançlardır. Bu “gerçekler” sayesinde toplum zihni ve moral bir şekilde