gelmişse sonuç kendini öldürmek ya da tümüyle akimı
yitirmektir.
Bu bütünleşmeyi aramanın daha az çekinceli ve
ruhsal bozukluğun daha hafif biçimleri ana koynun-
dan ya da ana eteğinden kopamamak, baba buyruğun
dan çıkamamaktır. Bu çeşitli amaç farklılıkları kişilik
farklılıklarından ileri gelir. Ana kucağından kopama-
yan, ömür boyu bir meme çocuğu kalacaktır. Sevildiği,
gözetildiği, korunduğu, övüldüğü sürece keyfi yerinde-
dir. Ana sevgisinden yoksun kalacağı kuşkusuyla kar
şılaştığı zamansa dayanılmaz kaygılara sürüklenir. Ba
ba buyruğundan çıkamayanlar bir dereceye kadar bir
girişkenlik ve iş başarma gücü geliştirmiş olabilirler,
gene de her zaman buyruk veren, gereğinde öven, gere
ğinde kınayıp ceza veren sorumlu bir kimsenin yönet
tiği bir ortama gereksinim duyarlar. Bir başka gerileme
çeşidi ise yıkıcılıkta saklanır; bunlar her şeyi, herkesi
yıkıp, kırıp, yok ederek bu ayrıklığı, bölüklüğü giderme
ye çalışırlar. Bu amaçla da dünyayı, kendi dışında ka
lan her şeyi sanki bir yiyecekmiş gibi yiyip bitirmek,
bütün bütün yoketmek isterler. Bu ayrılığın, bölünmüş
lüğün acısına bir çare aramanın başka bir yoluysa kendi
Egosunu (Benlik) daha da güçlendirip daha da ayrık, yı
kılmaz bir «şey» yapıp kapamaktır. O zaman insan
kendini, kendi malı, kendi gücü, kendi saygınlığı, ken
di anlama ve yargı yeteneği (intellect) olarak bir ya
şantıya dönüştürmüş olur.
Birey, bütünleşme için gerilemekten kendini kur
tardığı zaman özseverlikten de (narcissism) kendini
yavaş yavaş kurtarmaya başlamış olur. Bebek doğum
dan hemen sonra duyu algılaması anlamında kendi
dışında bir gerçeğin ayırdında değildir; o ve anasının
meme uçları, ana koynu, hâlâ kendisinden ayırt edile
31
meyecek şeylerdir. Bu özne - nesne ayrımsallaşmasmm
oluşmasından önceki aşamadır. Bir süre sonra her ço
cuk özne - nesne arasındaki pek açık farkı ayıracak de
recede gelişir, ama duygusal yönden her şeye güçlüy-
müş, her şeyi bilirmişçesine özseverlik tutumunun aşı
labilmesi, eğer bu aşamaya ulaşabilirse, tam yetişkin
liğe erişmekle sonuçlanacak bir gelişmeyi gerektirir.
Bu özseverlik tutumunu çocukların ve nevrotik kimse
lerin davranışlarında açıklıkla izliyebiliyoruz. Şu fark
la ki, bu tutum çocuklarda bilinçli, nevrotik kimseler
deyse bilinçsizdir. Çocuk gerçeği olduğu gibi kabul et
mez. Gerçeğin kendi isteğine uygun olmasında dire
tir. İstekleri doğrultusunda yaşar. Onun için gerçek,
olmasını özlediği gerçektir. Eğer istekleri gerçekleş
mezse öfkeye kapılır. Öfkesinin amacı anasının ve ba
basının yardımıyla dünyayı kendi isteklerine uyacak
bir duruma getirmektir. Çocuğun doğal gelişim süreci
içinde bu davranış, gerçeğin farkında, ayırdmda ola
cak ve onun yasalarını, zorunluklarını kabullenecek
biçimde olgunlaşır. Nevrotiklerse hiç şaşmaz bir kesin
likle bu noktaya erişemezler ve gerçeğin özseverce yo
rumundan vazgeçmezler, gerçeğin kendi düşünceleri
doğrultusunda olması gerekliliği üzerinde diretirler.
Böyle olmadığını da görünce ya iç tepiyle gerçeği is
tekleri doğrultusunda oluşmaya zorlamak için bir ta
kım davranışlar yaparlar. Elbet bu da olanaksız olanı
yapmaya çaba harcamaktır ya da olanaksız olanı ya
pamamaktan bir yeniklik, güçsüzlük duygusuna ka
pılırlar. Bu kimseler için özgürlük anlayışı, ister bu
nun farkında olsunlar, ister olmasınlar, özseverce bir
her şeye güçlü olmak anlayışıdır. Buna karşın tam ol
gunluğa erişinceye kadar gelişmesini sürdürmüş kimse
için özgürlük anlayışı gerçeği ve gerçeğin yasalarını
tanımak ve zorunluklarm kuralları içinde davranmak
32
tır. Kendi düşünce ve duygulanma gücüyle dünyayı
anlayıp en verimli bir biçimde kendini dünyaya uydur
maktır.
Bu çeşitli hedefler ve onlara ulaşma yolları, işin
özüne bakılacak olursa birbirinden çok değişik düşün
ce sistemleri değildir. Bunlar varlığını sürdürmenin
değişik yollarıdır. İnsanın, varlığının bütünlüğüyle,
hayatın sorduğu soruya verdiği değişik yanıtlardır. As
lında dinler tarihini oluşturan çeşitli dinsel sistemle
rin vermiş olduklarıyla aynı yanıtlardır. İlkel yamyam
lıktan Zen Budizm’e kadar insanlık varoluş sorununa
ancak bir kaç yanıt verebilmiştir. Çok defa böyle yap
tığını bilmese de her insan kendi yaşamında bu ya
nıtlardan bir tanesini seçiyor. Bizim Batılı kültürümüz
de herkes Hristiyan ya da Musevi dinlerinin ya da aydın
Tanrı tanımazlığın yanıtını verdiğini sanıyor. Oy
saki eğer herkesin kafasındaki düşünceleri röntgen
ışınından geçirme olanağı olsa ne kadar çok yamyamlık
yanlısı, toteme tapan, çeşit çeşit putlara tapanlar ol
duğunu, pek az sayıda da Hristiyan, Musevi, Budist
ve Taocu olduğunu görüp şaşacağız. Din, insanın var
oluş sorununa verdiği biçimsel ve özenle ayrmtılandı-
rılmış bir yanıttır. Bunun için de bilinçli olarak tö
renlerde başka kimselerle paylaşılabilir. En ilkel din
ler bile başka kimselerle birlik olmanın verdiği güven
ve akla yatkın olma duygusu yaratır. Gerileme isteği
toplumla paylaşılmadığı, toplumun bilinciyle ve istek
leriyle ters düştüğü zaman, bu isteği kişisel gizli bir
din, bir nevroz sayabiliriz.
Birey olarak hastayı ya da her hangi bir kimseyi
anlayabilmek için onun varoluş sorununa verdiği ya
nıtın ne tür bir yanıt olduğunu ya da daha değişik bir
deyişle onun bütün tutkularının, çabalarının üzerin
33
Dostları ilə paylaş: |