174
lizm sadece Kürtler, Kürt sorunu ve Kürdistan
için değil, Ortadoğu’daki
tüm halk ve inanç
yapılarının genelde devletli özelde ise kapita-
list ulus-devlet kırımcılığına karşı toplumsal
hareketleri en iyi koruyup yaşatabilecekleri bir
modeldir. Ortadoğu kültürü ulus-devletin par-
çalayıcı-çatıştırıcı ve tekleştirici karakteriyle
çelişki halindedir. Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan’ın belirttiği gibi Ortadoğu’da demok-
ratik konfederalizm toplumsallığın kültürel
coğrafi özelliklerin siyasete yansımasıdır. Bu-
gün sorunların temel kaynağı her bir unsurun
bir toprak parçasını kendine vatan belleyerek
bunu katı ulus-devletçikler biçiminde örgüt-
lemesi, bir ulus-devlet sınırları içinde kendini
yegâne hâkim unsur olarak konumlandırması
ve bu sınırlar içinde var olan diğer etnik, kül-
türel ve inanç gruplarını baskılaması, ortadan
kaldırmaya çalışmasıdır. Bu iktidarcı yaklaşım
ulus-devletin sahibi olduğunu sanan unsuru
bile parçalayan, tahakkümü altına alan bir nite-
liktedir. Çünkü ulus-devlet
hiçbir zaman temsil
ettiğini iddia ettiği “ulus” un çıkarına değildir.
Ulus-devlet sadece iktidar tekeli olarak örgüt-
lenmiş bir avuç egemenin çıkarını temsil eder,
örgütler. Türkiye cumhuriyeti, Türk ulusu dı-
şındaki diğer ulusları çok ağır, baskı, sömürü,
tenkil ve tehcire asimilasyona tabi tutmakta ve
bunu Türk ulusu çıkarı adına yaptığını iddia et-
mektedir. Ancak ekonomik ve kültürel sömürü
aynı şekilde Türk ulusuna da uygulanmaktadır.
Dolayısıyla demokratik özerklik ve demok-
ratik konfederalizm her bir inanç ve halk gru-
bunun bir başkasına tahakküm etme aracı ol-
madan örgütlenmesi ve diğer unsurlarla bu iç
özelliklerini zedelemeden bir araya gelmesi, bir-
biriyle dayanışma oluşturacak tarzda komünal
ilişkiler geliştirmesidir. Komünalite buradaki
temel zihinsel arka planıdır.
Esasta bu ilişki ağ-
ları arasındaki bağı oluşturan enerjidir.
C) Demokratik Ulus’un Ruhu
Komünalitedir
Demokratik Ulus’un inşa tarzı olan demok-
ratik özerklik ve demokratik konfedaralizmi
komünalite ekseninde düşünmek ve somutlaş-
tırmak ve demokratik siyaseti bu temelde örgüt-
lemek büyük önem taşır. Demokratik siyaset her
şeyden önce komünaldir ve toplumun komüna-
litesine dayanır. Demokratik toplum paradig-
masının çözümünün esası, devletçi güçler tara-
fından parçalanıp ortadan kaldırılmak istenen
komünal varoluşu korumak ve yeni inşalarına
yönelmektir. Toplumsal sorunların çözümünde
komünaliteyi ana eksene oturtmak, demokratik
ve ahlaki- politik
toplum tasavvurumuzu oluş-
turmaktadır. Çünkü kapitalist ulus- devlet esas
olarak toplumun komünalitesine, ahlak, siyaset
ve demokrasisine saldırmaktadır.
Komünalite (Komünite=Cemaat=Komün-
ler) kavramı üzerindeki tartışmayı demokratik
toplum paradigmasının anlam ve bilme çerçe-
vesi içerisinde yapmak büyük önem taşır. Libe-
ralist veya reel sosyalist algılamaların paramet-
releriyle komünaliteye anlam yüklenimlerinde
bulunmak sakatlıklara yol açacaktır. Komün,
komünalite anlaşılmadan, aslında demokrasi-
nin pratikleşme hali, siyaset ve ahlak gibi kuru-
cu kavramları da tam anlamıyla anlaşılmaya-
caktır. Bu da toplum kavrayışımızda toplumu
oluşturan değerler
sisteminin neler olduğu so-
rusunu karşımıza çıkaracaktır. Bu sorunun
cevabı topluma yönelik … Saldırı olarak ta-
nımladığımız kapitalist hegemonyacılığa karşı
savunma mekanizmaları oluşturmak açısından
da zorunlu ve yol gösterici olacaktır.
Değer sisteminin eksenine ‘’birey’’i (indivi-
dua= bölünemez birlik) alan liberalizme göre
‘’toplum’’ bireylerden oluşmaktadır. Bu bireyin
tasviri orijinal kavramıyla individual yani bölü-
nemez birlik olarak tanımlanması, her türlü si-
yaset, ahlak, demokratik değer gibi tanımlama-
ların bu ‘’atomize’’ unsur üzerinden yapılması
anlamına gelir. Burada toplumun kaba bir reddi
yoktur. Ancak birey tüm tahlil ve tanımların
başlandığı ve bittiği ana eksendir. Toplum ise
bir değer ve ilkeler sistematiğinden çok, ancak
bu ‘’birey’’ le tanımlanabilen arizi- ilineksel bir
olgu konumundadır. Örneğin Kantçı etik anla-
yışı, evrensel ölçü olarak bireyin maksimlerini
esas alır.
birey tüm tahlil ve tanımların
başlandığı
ve bittiği
ana eksendir.
175
Buna karşı ortaya çıkan ve özellikle reel sos-
yalist pratikte somutlaşan ‘’toplumculuk’’ ise
tersi kutupta konumlanma iddiasında buluna-
rak, bireyci değer sistemine karşı ‘’toplumcu de-
ğer’’ sistemini savunmuştur. Toplumcu gelenek,
libaralizmin ‘’toplumun bireylerden oluştuğu’’
iddiasını reddetmez. Fakat bireyin kendi öz-
nellik halini de kayda değer bulmaz. Öte yan-
dan toplum tasavvuru da oldukça donuk ve tek
renklidir. Adeta toplum tekil bir birey
olarak
düşünülmektedir. Bu anlamda toplumun özel-
liği reddedilmemekte fakat bu cemaat-komün
tasavvuru bir nevi Hegelyan devlet-Cemaat ege-
menlik ekseninde oluşturulmuş bir komünalite
olarak algılanmaktadır. Atomize olmuş ve so-
yut bir bireyi değer
sisteminin eksenine koy-
mak kadar, çerçevesi ve içeriği çok soyut ve sınıf
eksenli belirlenmiş ve hatta çoğu zaman hâkim
modernist algı tarafından belirlenmiş soyut bir
toplumculuğu koymak da aynı derece hatalıdır.
Bu tartışmada esasta gözden kaçan veya ka-
çırılan şey komün/ komünalitedir. Bu açıdan
tartışmanın yürütülüş tarzı ve mantığı karşıt-
laştırıcı bir pozitivizme dayanıyor. Oysa birey
ve toplum arasındaki ilişkinin bu kadar üst
düzeyde bir çatışmayı içermediği açıktır. Kuş-
kusuz orada belli bir gerilim ve çelişme vardır.
Fakat bu gerilim ve çelişme ikisi arasındaki var-
lık- yokluk mücadelesinden ziyade, oluşan tar-
zındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Kaldı
ki bir gerilim gelişmeyi sağlayan temel( ilerle-
meyi kastetmiyoruz) bir enerji de üretmektedir.
Toplumsuz birey yoktur. Birey kendilik bilinci-
ne ancak toplum içerisinde erişebilir. Fakat bi-
rey kendi gelişimini her zaman ve her şekilde
gerçekleştirme gücünde değildir. Bu noktada
toplumsal değerlerle uyumlu olmak zorunda-
dır. Toplumsal değerleri zorlamaya başladığın-
da gerilim çıkar ve toplumun öz savunma ref-
leksi, ahlak ve gelenek devreye girer.
Toplumlar
varoluşun zorluklarının bilincindedir. Dola-
yısıyla gelebilecek tehlikelere karşı hassastır-
lar. İlke ve yasalarını varlık-yokluk ikileminde
oluştururlar. Fakat bu ilke ve yasalar zamanla
işlevsiz kalmaya yüz tutabilirler. Dolayısıyla ya-
rardan çok, gelişmelerin önündeki dogmalara
dönüşürler. Bu açıdan değişime karşı oldukça
direngendirler. Fakat tüm direngenliğine rağ-
men bireye alan açmak zorundadır. Zira birey-
sizde toplumun varlık sorunu çıkabilir. Bu ikili
tercih karşısında toplumu değişime zorlayan bi-
reydir. Ne kadar toplum tarafından belli düzey-
lerde sınırlansa da birey bu sınırları her zaman
zorlamıştır. Bu yolla hem kendisi olmuştur hem
de toplum aidiyetini geliştirmiştir. Yani iddia
edildiği gibi birey ve toplum karşıt
olgular değil,
tam aksine oluşu ve gelişmeyi sağlayan yaratıcı
bir ilişki ve enerji tamamlayanıdırlar.
Tam da bu noktada Kürt Halk Önderi Ab-
dullah Öcalan’ın Özgürlük Sosyolojisi olarak
ifade ettiği yöntemsel yaklaşımda komünü- ko-
münaliteyi eksene alarak bu çıkmazdan kur-
tulmanın yolunu göstermiştir. Değer sistemi-
mizin eksenine toplumun temel varoluş biçimi
ve özelliği olarak komünü koyduğumuzda aşırı
bireycilik ve aşırı toplumculuk olarak adlandı-
rılan yanlış yaklaşımların dışına çıkmış olu-
ruz. Çünkü komün hem bireysel bir kimlik gibi
özerktir hem de bir toplum gibi komünaldir. Ali
Adalı komünün bu niteliği için şunları söyler:
‘’Toplumsal varlığın oluşumundaki komü-
nal nitelik biçime değil, öze ilişkin bir husus-
tur. Toplumun ancak komünal tarzda varlığını
sürdürebileceğini kanıtlar. Komünal niteliğin
yitirilmesi, toplum olmaktan çıkış demektir.
Komünal değerlerin aleyhindeki her gelişme,
toplumdan bir takım değerlerin kaybolması an-
lamına gelir. O halde komün halindeki yaşamı
temel yaşam biçimi olarak değerlendirmek ge-
rekir. İnsan türü varlığını bu yaşam biçimi ol-
madan sürdüremez.’’ (BHS)
Bunların ışığında bir noktaya daha açıklık
getirmekte fayda var. Çoğunlukla yanlış olarak
komün ve toplum aynı anlamda kullanılmakta-
dır. Sanki toplum dediğimiz tek bir komünmüş
gibi algılanmaktadır. Hâlbuki komünler küçük,
ahlaki, politik birimlerdir. Özgün ve özerktirler.
Toplumun bir parçasıdırlar ama toplum değil-
dirler. Yani toplum sadece komünlerin toplamı
da değildir. Aynı zamanda kendi bütünlük özel-
liklerini oluşturmakta ve bir komün zihniyetiy-
le hareket edebilmektedir. Bundan dolayı ‘’ko-
Komünsüz bir toplum tek tip
ve seri üretim yapan bir fabri-
ka düzeneğidir ki, buna toplum
demek mümkün değildir