170
da ‘’demokrasi’’ ve ‘’diktatörlük’’ kavramları
arasında tercih yaparken bile ciddi bir yanılgı
söz konusudur. Lenin’de demokrasi kavramına
aynı totoloji ile yaklaşır
ve demokrasiyi kapita-
list sömürüye en güçlü örtü görevini yerine ge-
tiren bir argüman olarak tanımlar ve proletarya
diktatörlüğünün( ki devrimcinin en temel gö-
revi öncelikle bu diktatörlüğün kuruluşuna yol
açarak devrimi gerçekleştirmektir) amacını da
devleti ve onunla eşdeğer gördüğü demokrasiyi
ortadan kaldırmak olarak ortaya koyar. Sorun
burada burjuvazinin ‘’demokrasi’’ kavramını
dejenere edip yutturmaca olarak kullanıp kul-
lanmadığı değildir- ki bu tespit doğrudur ve
gerçekliğini korumaktadır. Esas sorun bunu
yutturmaca olarak tanımlayıp burjuvazinin
aslında bir demokrasi değil burjuva diktatör-
lüğü olduğunu tespit ettikten sonra, buna karşı
devrimcilerin temel görevinin proletarya dik-
tatörlüğünü inşa olarak koymaktır. Burjuva
diktatörlüğü tamlamasında, tamlamanın her
iki yönünü reddetmektense, tamlananı( dik-
tatörlüğü- asli karakteri) yerinde bırakıp sade-
ce tamlayanı değiştirmeyi bir toplumsal proje
olarak benimsemek, Ali Adalı
eleştirisinin ana
ekseni olan ‘’merkezi ulus devlete teslim olmak’’
anlamındadır.
Bu durum 19. Ve 20. Yüzyıl hareketleri ve
toplumsal muhalefeti açısından istenmeyen
sonuçlara, hayal kırıklıkları ve yenilgilere yol
açtı. Ancak tüm bunlar, demokrasi güçlerinin
daha derinlikli alternatif arayışlara ve sistem
analizlerine de vesile oldu. Sistem sözcülerinin
‘’ ideolojilerin öldüğü’’ tezi, onların yükledi-
ği anlamın hilafına bir doğruluk payı taşır ki,
gerçekten de kendini sistemin bütünlüklü reddi
üzerine alternatif bir toplumsallık inşa etmeyen
‘’mezhepler’’ yaşam şansını yitirdiler. Ancak
tamda bu noktada ulus devlete karşı kendi top-
lumsallığının demokratik kuruluşunu esas alan
arayışlarda hiç olmadığı kadar arttı.
Demokratik ulus
bu yönüyle sadece Kürdis-
tan’da değil, Ortadoğu ve küresel demokratik
toplum unsurları açısından da toplumsal ütop-
yaların ve adil, özgür, eşit toplum ideallerinin
hakim sistem toplumsallığına (= toplum dışılı-
ğına) mahkum olmadan oluşturulabileceğinin
ifadesi olmaktadır. Çok genel bir belirlemeyle
diyebiliriz ki Kürt halkının ulusal sorunu esasta
iktidarcı sistemin varlığıyla beslenen ve onunla
ilintili bir sorundur. Dolayısıyla, önümüzde du-
ran yakıcı sorun bu ve buna benzer toplumsal
sorunları iktidar dışı bir yöntemle nasıl çözece-
ğimizdir? Zira sorun tüm modern toplumlarda
olduğu gibi ulusun iktidarla buluşturulmasıyla
başlamıştır. O halde asli çözüm iktidarcı-dev-
letçi olmayan bir yöntemle gerçekleşecektir ve
demokratik ulus da bu zeminde anlam kazan-
maktadır. Ulus iktidardan arındırılmalıdır.
Kürt ulusal sorunu,
uzun süre devletçi çö-
züm ekseninde tartışıldı ve bu eksende çözüm-
ler üretilmeye çalışıldı. Kürt özgürlük hareke-
tinde bir dönem sorunun çözümünü ayrı bir
ulus-devlet (Bağımsız Birleşik Kürdistan) çatısı
altında gerçekleştirebileceğini savundu. Ancak
Ali Adalı daha sonra analizini yapıp özeleştirisel
temelde aştığı bu devletli çözümün, bırakalım
çözüm getirmesi, hem Kürt halkı özgüllüğünde
hem de bölge halklarıyla ilişkiler düzleminde
sorunu daha da ağırlaştıracağını ortaya koydu.
Kürt halkının şu veya bu bedelle elde edeceği
bir ulus-devletin, Kürt halkının uluslaşma sü-
recine hizmet etmekten ziyade, onu emperyal
sisteme daha fazla bağımlı kılacağı, bölgedeki
diğer halklarla daha fazla çatışmalı bir ilişkiye
sürükleyeceği, içte de ulus-devletin tekelci özel-
liği nedeniyle özgürlük değil, daha fazla sömü-
rü, baskı ve kölecilik üreteceğinden uluslaşmayı
sağlayan değil engelleyen konumda olacaktır.
Çünkü uluslaşmayı devletleşmeyle eşdeğer gö-
ren klasik UKK-TH anlayışı
tam da kapitalist
hegemonyacığın tuzağına düşmektir. Kapitalist
hegemonyacılığın en güçlü olduğu ulus-devlet
alanında ondan mevzi kazanmak boş bir ha-
yaldir. Bu mevzi alınsa dahi bu bir zafer değil,
teslimiyettir, sistem içileşmektir.
Ancak devleti reddetmek ulusun siyasal ira-
de (ve otorite) boyutunu reddetiğimiz anlamına
gelmemektedir. Bu ayrıştırmanın ve oradaki
farkın da iyi anlaşılması gerekir. Aksine biz ulu-
sun bedenleşmesini en önemli ayaklarından biri
olarak ortak siyasi irade oluşturma ve siyasal
Demokratik ulus kavramı,
demokratik modernitenin asli
ve başat bir özelliği olarak
devlet dışı toplumsallığın
inşa hamlesidir
171
kurumlaşmasını sağlamak olarak belirtiyoruz.
Tam da burada ulusun siyasi irade sahibi olma-
sı ve otoritesini kurumsallaştırma (demokratik
kurumlaşma) sorunu, bir baskıcı siyasal, askeri
ve ekonomik tekel olarak gördüğümüz devlete
benzeşmede nasıl çözümlenecek? Sorusu kar-
şımıza çıkmaktadır. İşte
burada demokratik
ulusun bedenleşmesi olarak demokratik özerk-
lik ve demokratik konfederalizm gündeme gel-
mektedir. Buradaki temel nokta şudur: demok-
ratik konfederalizm ve demokratik özerkliği
demokratik ulus (çünkü ruhtur) kavramı ol-
madan düşünmek ve pratikleştirmek mümkün
değildir. Demokratik uluslaşma zihniyeti ve
zemini üzerinden gerçekleşmeyen bir özerklik
ve konfederalizm pratikleşmesi, ulus-devlet for-
muna farklı tezahürleri olmaktan öteye geçmez.
Nitekim ulus devletler de özerklik formları var-
dır ve ulus devletler arasında konfederal yapılar
gerçekleşmektedir. Aslında muhalif hareketle-
rin yanılgı ve yenilgi noktalarından birisi de bu
konuda olmuştur. Demokratik ulusu inşa etme-
den salt siyasal üstyapıyı ele geçirerek veya de-
ğiştirerek hayalini kurdukları adil,
eşit topluma
ulaşacaklarını sanmalarıydı. Sovyetler örneğin-
de bu bariz görünür; tüm kurumsal hataları ve
eksiklikleri bir kenara bırakırsak aslında Rus
sosyalistlerinin Rusya’da kurmaya çalıştıkları
siyasal rejimin birçok yönüyle oldukça ‘’zahiri’’
demokratik özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.
Her şeyden önce sistemlerinde ‘’Sovyetler’’ yani
halk meclislerini esas almışlardır. Sovyet, tam
da halk meclisleridir, oldukça demokratiktir.
Sloganları, ‘’söz, karar ve yetki Sovyetlere’’dir.
Bugün bizim de oldukça önem verdiğimiz halk
meclisleri oluşumu, demokrasinin tabandan
gelişimini ana kurumlarındandır ve Ortadoğu
demokratik toplumlar tarihinde de çokça rast-
lanır. Hristiyanlık kiliseye dayandırır. Kilise,
kavram olarak ‘’ecclesia’’ tam da bu halk mec-
lisidir. Yine ‘’cami’’ İslam kültüründe de buna
tekabül eder. Tam da topluluk (komün) toplanı-
lan yer (meclis) anlamını taşır. Hem kilise hem
de cami demokratik dinsel gelenekte asla sadece
ritüelistlik ibadete hasredilmemiştir ve meclis
işlevi görürler. Yine (Sovyetler’ de) kendisine
katılan tüm halk ve grupları iç özerkliğine resmi
olarak kabul etmektedir.
Cumhuriyet olarak ör-
gütlenmelerini benimser. Bunların hepsi şeklen
çok demokratiktir. Ancak bütün bunlar nasıl
oldu da çok katı bir bürokratik merkezi devlete,
baskıcı, her şeyin tek merkezde kontrol edildiği
bir ‘’kontrol toplumu’’ na yol açtı? Bu sorunun
cevabı demokratik ulus çözümünde gizlidir;
kendini demokratik ulus olarak inşa etmeden
yapılan bu tür hamleler (Sovyetler, cumhuriyet-
ler vs) demokratikleşmeden ziyade, ulus-devlet
formunun katı merkezileşmesini içinde erimek-
ten ve onun birer baskı aracı olmaktan kurtul-
mazlar. Bir kere merkezi yapı ulus-devlet olarak
örgütlendikten sonra, geri kalan tüm meka-
nizma aynı anlayışla örgütlenir. Böylece bir
ulus-devletin içinde
binlerce ulus-devlet oluşu-
mu gelişir. Merkez çevreyi, çevre merkezi üretir.
Sovyetler ulus-devlet modelini, merkezileşmeyi,
bürokratikleşmeyi esas aldılar. Kumanda eko-
nomisini temel form olarak belirlediler. Özerk
cumhuriyetler bu sistemde konfederal yapılara
görüşmedi, tam tersine her biri merkezin çok
katı denetlediği birer valilik olurlar. Sovyetler
(meclisler) merkez politikalarını sadece pra-
tikleştirici, icracı kurumlarına dönüştüler. Ali
Adalı bu durumu şöyle özetler:
‘’Demokratik çözüm özünde demokratik
ulus olma, toplumun kendini demokratik ulu-
sal toplum olarak inşa etme olgusudur. Devlet
eliyle ne ulus olma ne de ulus olmaktan çık-
madır. Ulusu dil, kültür, Pazar ve ortak tarihe
bağlayan anlayış devlet ulusunu tarif eder ki,
reel sosyalizmde benimsediği bu ulus anlayışı
demokratik ulusun zıddıdır. Özelikle Stalin’in
Sovyet Rusya’sı için geliştirdiği bu tanım, Sov-
yetler’in çözülmesinin temel nedenlerinden bi-
ridir. Ulus-devletin federe ve konfedere hali de-
mokratik çözüm değildir. Farklı
devlet biçimli
çözümlerdir ki, yine sorunları ağırlaştırmaktan
öteye rol oynamazlar.’’
Aslında Sovyetler örneği demokratik ulus-
laşma olmadan, yani asli toplumsal zemin oluş-
turulmadan, salt ekonomik veya salt siyasal
kurumların zorla ele geçirilmesi ve dönüştürül-
mesinin ‘’devrim’’ olarak adlandırılmayacağını
gösterir
Sovyet, tam da halk meclisle-
ridir, oldukça demokratiktir.
Sloganları, ‘’söz, karar ve yetki
Sovyetlere’’dir