178
rumluluğunda olduğumuz can alıcı sorulardır.
Elbette bunlar ciddi soru ve sorulardır ve
verilecek mucizevî cevaplar yoktur. Fakat Kürt
Halk Önderi Abdullah Öacalan’ ın savunmala-
rında ayrıntılı olarak
ortaya koyduğu düşünce-
lerinden hareketle şöyle söyleyebiliriz: Devlet,
egemenliği örgütleyen birlik ise,
demokrasi, öz-
gür toplumsal öz yönetimi örgütleyen birliktir
ve birbiriyle bağdaşmazlar. Yapısal olarak da iki
farklı alandır. Kuramsal olduğu kadar, kurum-
sal yapıları itibariyle de ayrışırlar. Fakat kuram’ı
(zihniyet) ve kurum’un (yapı) yanı sıra bu iki-
sinin ayrıştığı en önemli üçüncü ayak ise işle-
yiş biçimidir. Yani siyasetlerinin karakteridir.
Devlet bürokratik siyaseti yürütürken, toplum-
sal yönetimler demokratik siyaseti esas alır. Bü-
rokrasi demokrasinin zıttı olarak elitleşen bir
siyaset tarzı olarak devletin özünü oluşturur. Bu
nedenle bürokratik siyaset devletin asli işleyişi-
dir ve siyasetin toplumdan çalınması, toplumsal
ahlak ve politikanın inkârı anlamına gelir. Bü-
rokrasinin geliştiği her zemin ve kurum kendini
nasıl ve neyle adlandırırsa adlandırsın(ister Sov-
yet ister konfederalizm) devletleşmiş demektir.
Bu kurumların yapısal olarak tabana dayalı
kurumları yetmemektedir. Aynı zamanda işle-
yişlerinin de demokratik kılınması
gerekmekte-
dir. Demokratik siyaseti işleyişinin esası olarak
benimseyen her kurum nihayetinde bürokra-
tikleşmekten, devletleşmekten kurutulamaz.
‘’Sovyet Rusya deneyiminde başlangıçta
revaçta olan konfederalizmin merkezi devlet
adına hızla ortadan kaldırılması, reel sosyaliz-
min çözülüşünün en temel nedenidir. Ulusal
kurtuluş hareketlerinin başarılı olmayışı ve kısa
süre içinde yozlaşmaları demokratik siyaseti ve
konfederalizmini geliştirmemeleriyle yakından
bağlantılıdır.’’
Dolayısıyla her şeyden önce demokratik kon-
federalizm, demokratik siyaseti kendi işleyişinin
esasına yerleştirerek kendini bürokratik siyasal
sisteme – devlete kapatmalı ve onlara alternatif
olarak gerçekleştirmelidir. Demokratik siyaset,
demokratik konfederalizmin, kendisini devlet-
ten ayrıştırdığı en temel hususlardan birisidir.
‘’Ahlaki ve
politik toplumun kendini en
iyi ifade etme yolunun demokratik siyaset ol-
duğunu sıkça dile getirdik. Demokratik siya-
set demokratik konfederalizmin inşa tarzıdır.
Demokratikliğini de bu tarzdan alıyor. Karşı
modernite gittikçe merkezileşen toplumun en
iç gözeneklerine kadar yayılan iktidar ve dev-
let aygıtlarıyla kendini sürdürmeye çalışırken
aslında politikasını da yok etmiş oluyor. Buna
mukabil demokratik siyaset toplumun her kesi-
mine ve kimliğine kendini ifade etme ve siyasi
güç olma olanağını sunarken politik toplumu
da birlikte oluşturmuş oluyor. (Özgürlük Sosyo-
lojisi =cilt III)
Halk yönetiminin kuruluş tarzı, devlet yö-
netimi ilkesinden kopuş ve özgün bir yaratımı
esas almadan başarılı olmayacaktır. Toplumsal
yapılar işlevleriyle bağlantılı olarak kendi içya-
pısında değişimlere gider. Demokratik siyaseti
yapının işleyiş formu olarak belirlememiz, as-
lında kurumların- yapıların dogmatikleşme,
katılaşma ve dolayısıyla bürokratikleşme eğli-
mine karşı en önemli güvenlik mekanizmasını
toplumun kendisine vermektedir.
Temel çatışma bürokratik =
devletli toplum
ile demokratik toplumun işleyiş tarzı, yani ‘’si-
yasetleri’’ arasındadır. Alternatif hareketlerin
temel bir yetersizliği de, özellikle kurtuluş aşa-
masında, bu farkı pek görmemeleridir. Bürok-
rasiyi zorunlu bir durum, demokrasiyi devletin
bir yönetim biçimi, siyaseti de sadece egemenle-
rin iktidar aracı olarak tanımlama temel hata-
ları olmuştur. Marks’ın ve diğer devrimcilerin
demokrasiyi Grek ve Batı demokrasisi şahsında
tanımlamaları, analizlerinin doğru yönleri olsa
da, daha sonradan demokrasiyi, demokratik si-
yaseti tümden dışlamalarına neden oldu. Daha
doğrusu devletli sistemde yaşanılan şeyin de-
mokrasi olduğu sanıldı ve devletle beraber de-
mokrasinin de sönümleneceği iddiası buradan
çıktı. Batı devletli sisteminin kendisine esas al-
dığı demokrasinin antik yunan versiyonu dev-
letli zihniyetle iç içe örülü bir gerçekleşmedir.
Bir bakıma devletçiliğin süreklileşen bürokra-
tik düzen bunalımına format çekmedir. Bu for-
mat devlet dışı toplumun
birlik ve direniş formu
olan demokrasinin dejenere edilerek öz yapıla-
Batı devletli sisteminin
kendisine esas aldığı demok-
rasinin Antik Yunan versiyonu
devletli zihniyetle iç içe örülü
bir gerçekleşmedir
179
rında soyutlanarak bürokratik sistemin açık-
larını kapatmak için kullanılmasıdır. Devlete
giydirilmiş bir gömlektir. Batı demokrasisinin
bu karakteri başattır ve aslında demokrasinin
kendisiyle hiçbir alakası kalmamış bir bürok-
rasidir. Kuşkusuz bunları ifade ederken orada-
ki demokratik yapı ve ahlaki- politik toplum
unsurlarını yadsımıyoruz, sadece günümüzde
devlet demokrasisinin kökeni olması bakımın-
dan önemsiyoruz. Çünkü bu kötü izdivaç ger-
çekten de demokrasiyi oldukça dejenere etme
nedeninin temeli ve tarzı olmuştur.
Bu geleneğin dışında toplumların özyöne-
tim biçimi olarak tanımladığımız demokrasi,
ya da güncelde ifade ettiğimiz biçimiyle radikal
demokrasi ile devletin değil, toplumun sorunla-
rına çözüm yöntemidir. Demokratik ulus da en
genel anlamıyla bunun ifadesidir. İşte 19. ve 20.
yy. muhalefetini çokça çabalamalarına, bedel
ve emek vermelerine, oldukça adil, özgür, eşit
toplum ideallerini/ ütopyalarını savunmaları-
na rağmen, devrim ideallerinin ve özgürlüğün
ölümüyle sonuçlanan katı bir bürokratik aygıta
dönüşmeleri, demokrasiyi ve demokratik siya-
seti esas almamaları nedeniyledir. Tüm çabaları
devlet aygıtının ele geçirilmesi, dönüştürülmesi
ve güya sönümlenmesi üzerineydi. Toplumsal
sorun iktidar sorunuyla eş değerde gördüler.
İktidarcı sistemin, yönetim sorunlarını çöze-
ceğini, toplumun sorunlarını çözmeye yetece-
ğini varsaydılar. Bu ise, aydınlanmacı, devletli
demokrasinin etkileriydi
ve toplumun özgürlük
coğrafyasından oldukça uzaktı.
Demokratik siyaset tüm toplumsal sorun-
lara (iktidar sorunu da dâhil) bütünlüklü bir
çerçeveden çözüm bulma arayışının adıdır.
Kendini bürokratik siyaset çözümü içine hap-
seden hareketlerin bir çok toplumsal soruna
ilgisiz kalmaları sadece kuramsal bir yetersiz-
lik veya ilgilerini çekmemiş olmanın bir sonu-
cu değildir. Çok daha fazlası, devletli sistemin
epistemolojik alanı içinde toplumsal sorunlara
yer almamasıdır. Bu nedenle devletli bürokratik
sistemi çözümlerken salt siyasal organlarda de-
ğil, aynı şekilde diğer alanlardaki görünümleri-
ni de görmek gerekmektedir.
Ulus, siyaset, özerklik ve konfederalizm kav-
ramlarını sürekli ‘’demokrasi’’ ön ekiyle tanım-
lıyoruz. Ancak önceden de vurguladığımız üze-
re bu demokrasi kavramı, Batı siyasal aklının
oluşturduğu ve devlete giydiren bir örtü olan
‘’demokrasi’’ den hem öz hem de biçim olarak
farklıdır. Batı siyasal aklı,
özellikle de sözleşme-
cilik, demokrasiyi toplumun yönetim işlerine
katılımı olarak tanımlar. Ancak bu yönetim top-
lum dışında ve hatta toplum üstü örgütlenmiş
bir devlet aygıtının mekanizmalarını işletecek
olan bir yönetimdir. Devlet mutlakıyetçiliği te-
kel tarzında örgütleyen birliktir. Mutlakıyetçili-
ği belirleyen şey devletin bir monarşi gibi örgüt-
lenmiş olması değildir ki ulus-devletin kendini
sözde mutlakıyetçiliğe karşı bir siyasal sistem
olarak sunar. Krallığı yıktığını, egemenliği hal-
ka devrettiğini söyler. Ancak yine de en mutla-
kıyetçi sistemdir. Fakat mutlakıyetçiliği belirle-
yen sadece ‘’devletin’’ yerine getirdiği işlevlerin
sayısı da değildir. Nitekim ulus-devlet hiçbir
devlet biçiminde işlev yüklenmiştir ve hayatın
her alanını –doğumdan ölüme kadar- düzenle-
me iddiasındadır. Fakat
bu işlevsellik toplumun
yönetime katılması değil, devletin toplumun
kılcal damarlarına kadar sızması, işgal etmesi-
dir. Yani devlet mutlaklığı aslında toplumu yö-
netime katma adı altında, bütün siyasal ve sosyal
alanlara sızarak kendisini bu ilişkilere hâkim
kılar. Dolayısıyla ulus- devlet mutlakıyetçili-
ğiyle toplum, yönetime değil, devlete katılır. Bu
çok tehlikeli bir örgütlenme tarzıdır. Modern
öncesi devletlerde çoğu hala toplumsal alana ait
olan işlevler toplumdan gasp edilerek devlete ait
kılınmış, merkezileştirilmiş ve en önemlisi de
nihai egemenlik tesisi için toplumun komünali-
tesi- komünleri yok edilerek toplum devlet kar-
şısında hiç olmadığı kadar güçsüz bırakmıştır.
Şimdi böylesi bir sistemde uygulanan rejimin
demokrasi olarak adlandırılması bir aldatma-
cadan öte bir anlam taşımaz. Demokrasinin
inkârıdır. Çünkü demokrasinin asli kurumları
olan ahlaki ve politik toplumların/ komünlerin
varlığı reddedilmiş, komünalite parçalanmıştır.
Burjuva demokrasisini
kendisini temsili de-
mokrasi olarak sunması bu yanıltmacayı gizle-
Batı siyasal aklı, özellikle de
sözleşmecilik, demokrasiyi
toplumun yönetim işlerine
katılımı olarak tanımlar