www.ozetkitap.com
5
üzerinde yaptığı teşrih çalışmalarıyla kafatasındaki ve omuriliğindeki sinirleri inceleyerek bu sinirlerin
bazılarıyla bazı kasların ilişkisini kurmayı başarmış bulunuyordu.
Rönesans döneminde insan kadavrası üzerinde teşrih çalışmalarının yapılmaya başlaması ve Andreas
Vesalius ‘un Titien’e çizdirmeye başladığı anatonomi atlası sinir sisteminin daha iyi tanınmasını
sağladı. Tabii buna Leonarda Da Vinci’nin çizimlerini de eklemek gerekir. 1600’lerde beyin
biliniyordu. İçinde ruhun yerinin ne olduğu araştırılmaya başlamıştı. 1730’larda İsveçli Swedwnborg
beynin iki lobunu birleştiren Korpus Kallosum adı verilen sinirin beynin iki lobu arasındaki bağlantının
kurulmasını sağladığı sonucuna varmış ve hipofiz bezinin işlevlerini fark etmeye başlamıştı.
1670’li yıllarda İtalya’da mikroskobun icadıyla birlikte hücrelerin incelenmeye başlanması önemli bir
gelişme yarattı. 1800’lü yıllarda pek çok biyolog insan vücudunun hücrelerden yapıldığına inanmaya
başlamıştı. 1858’de Alman Patalog Rudolf Virchow hücre kuramını formüle etti. Tüm canlıların hücre
ya da hücrelerden meydana geldiğini ve bu hücrelerin sahip olduğu genetik bilgileri de yeni hücrelere
aktardıklarını iddia etti. Ama beyne gelindiğinde biyologlar bu konuda kuşkuya düşüyorlardı. Beynin
hücreleri nöronlardı. Ama mikroskopla incelediklerinde nöronlar arasında bir boşluk görmedikleri için
tek bir, dantelimsi bir ağ görüyorlardı. Böyle olunca da beyni bir “nöral retikulum” diye
adlandırılıyorlardı.
Bu yıllarda Charles Bell bütün sinirlerin omurilikten vücuda yayıldığını ama iki tür olduğunu saptadı.
Birinci tür beyinden aldığı sinyalleri (bilgiyi) organlara taşıyor. İkincisi ise organlardan gelen bilgileri
beyne aktarıyorlardı. 1833’de Alman fizyolog Peter Müller aslında doğrudan dış dünyanın değil,
yalnızca sinir sisteminde yayılan sinyallerin farkında olduğumuz varsayımında bulundu. 19’uncu
Yüzyılın ilk yarısında beynin işleyişinin açıklanmasında iletişimin merkezi bir önem kazanacağı ortaya
çıkmış bulunuyordu.
1873 de Camillo Golgi baykuş beyni üzerinde çalışırken, incelediği beynin üzerine kazayla gümüş
kromat dökülünce, bu beynin ayrı ögelerinin açıkça gözlenmesini sağlayan bir boyamanın
gerçekleştiğini fark etti . Beyindeki nöronlar ve glia ayrımını gözledi, nöronların aksonları aracılığıyla
ilişki kurduğunu buldu. Ama bu hücreler arasındaki sıkı bağı gözleyerek beyinde “nöral retikulum”
türü bir ilişki bulunduğu görüşünü savunanlar arasına katıldı.
9
İspanyol Santiago Ramón y Cajal ise
Golgi’nin boyama tekniğinden yararlanarak beyin konusunda nöron doktrinini geliştirdi. Resim merakı
da bulunan Cajal sinapsları ve aksonlarıyla nöronların çok net çizimlerini yaptı. 1906 yılında da tıp
fizyoloji Nobel ödülünü bölüştü. Cajal nöronların ayrı ayrı olduğunu görmüştü. Bu nöronların yatay
bir sinir ağı oluşturmadığını, 100 nörondan oluşan küçük dikey kolonlar halinde düzenlendiğini,
nöronlar arası iletişimde sinapsların rolünü, nöronların yakınındaki nöronlarla dendiritlerle ilişki
kurduğunu, birbirini dinlediği, aksonlarıyla nöronların bir diğeririyle konuştuğunu ileri süren bir
nöron doktrinini geliştirdi.
Beyin hücrelerinin boyanması tekniğinin geliştiği yıllarda beyin hücrelerinin elektrikle uyarılması
tekniği de kullanılmaya başlamıştı. Galvani’nin 18 yüzyılın sonunda başlattığı çalışmaların uzantısında
kaslar ve nöronlar uyarılarak beyinde farklı fonksiyonların lokalizasyonu araştırılıyordu. Darwin’in
hayranı olan bir tıp doktoru/ antropolojist olan Paul Broca beyin kazalarını, hastalıklarını cerebral
9
Sam Kean: Age,s.57.
www.ozetkitap.com
6
korteksin hangi bölgelerinin hangi işlevleri gördüğünü test etmek için kullandı. Örneğin 1861’de
konuşma yetisini kaybeden insanların ön loplarında hasarlar olduğunu saptamıştı. Yirminci yüzyılın
başında vücudun değişik bölümleri ve işlevleriyle beyin coğrafyası arasında bir ilişki kurulmuş
bulunuyordu. Bu bilgiler beyine ilişkin Frenoloji haritalarında gösteriliyordu.
10
Cajal’ın nöron kuramında ortaya konulan sistem bir iletişim sistemiydi. Bu nedenle sinyalerin bir
nörondan diğerine nasıl nakledileceği kritik bir öneme sahipti. Cajal’ın kuramında bu naklin elektriksel
akımla aşıldığı varsayılıyordu. Oysa elektrikle böyle bir iletişim hücreler arası boşluğu aşamıyordu.
1921’de Farmakolojist Otto Loewi nöronların ilişkiyi kimyasal maddeler salgılayarak aşabildiğini
gösterdi. Nöronlar amino asitler, peptitler ve monoaminlerle sinyallerini iletiyordu.
III.İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA YAPAY ZEKA ÇALIŞMALARI NASIL BİR GELİŞME GÖSTERDİ.
Genel olarak biliyoruz ki Dünya Savaşları dönemlerinde (daha sonra çok önemli gelişmeleri başlatacak
olan) yeni teknolojilerin yolunu açmıştır. Yapay zeka çalışmalarını başlatan ilk adımlarında II. Dünya
Savaşı sırasında atıldığı söylenebilir. Bu çalışmaların başlatıcı ismi Alan Turing’dir
11
.Turing bir İngiliz
matematikçisidir. II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz gizli servisinde Alman şifrelerininin çözülmesi için
kriptolog olarak çalışmıştır. II. Dünya Savaşına girmeden önce Almanlar Enigma makinasıyla
düzenlenen bir şifre geliştirmişlerdi. Çok sık değiştirildiği için çözülemiyordu. Bunu çözebilmek için
çok hızlı hesap yapabilen bir hesap makinesi gerekiyordu. Bu amaçla Alan Turing ilk kez bir digital
bilgisayar tasarımını geliştirmiş ve 1939’da Bombe adını verdiği elektronik hesap makinesini
gerçekleştirmiş ve Enigma şifresini çözmüştür.
ABD ordusu için top atışları hesaplarında kullanılmak üzere Pennsylvania üniversitesinde John
Mauchly ve J.Presper Eckert 1943-1945 yılları arasında genel amaçlı bir bilgisayar tasarlamakla
görevlendirilmişti. ENIAC (Electronic Numerical Integrator and Computer) adı verilen bu bilgisayar
savaşa yetiştirilemedi. Ancak 1946 yılında yapıldı. Daha ENIAC yapılmadan 1945’de Von Neuman
“First Draft of a Report on the EDVAC’ı” yazdı. EDVAC (Electronic Discrete Variable Automatic
Calculator) da ABD ordusu tarafından topçu atışlarında kullanılmak üzere ısmarlanmıştı. Bu tarihe
kadar yapılan bilgisayarlar, göreve özgüydü. Von Neuman depolanmış programlı bir bilgisayar
düşünüyordu. Ayrıca EDVAC’ta 2 tabanlı (binary) sayı sistemi kullanılıyordu. Von Neumanın bu
raporuyla değişik görevler için kullanılabilen üniversal bilgisayar doğmuş bulunuyordu. EDVAC’ın ilk
örneği 1949 yılında ABD ordusuna teslim edildi. Bu yeni tasarımla bilgisayara beyinde olduğu gibi bir
plastisite kazandırmış bulunuyordu.
Bilgisayar tasarımında sağlanan bu başarılar, bu alanın kurucularının iddialarını yükseltmesine yol açtı.
Biyolojik bir varlık olan beynin yaptıklarının, makinalarca yapılabileceğini iddia etmeye başladılar.
10
Bakınız Robert Winston: Age,s.28-29.
11
İnsanların insandan bağımsız olarak kendi başına çalışan makinalar yapma tutkusunun peşine düşenler çok
geriye gidebilmektedirler. Bu bağlantıyı otomat inşası örnekleri üzerinde yürütmektedirler. Bu bağlamda MÖ.4
Yüzyılda Tarantolu Arkinas’ın inşa ettiği otomat güvercin, aynı dönemlerde Çinde inşa edilen otomatlar, 12
Yüzyılda Diyarbakır’da El-Cezeri’nin otomatlarını saymaktadırlar. Ama bu yazının programı içinde Alan Turin’den
geriye gitmenin doğru olmayacağını düşünüyorum.