Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
19
2013/21
Araştırma Makalesi
Research Article
Araş. Gör. Mehmet Fatih ELMAS
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Karaman-Türkiye.
m_fatihelmas@hotmail.com
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın
Hayalgücünü İfşası Üzerine
Özet
Bir bütün olarak olgusal alan idelerle kurulan varlık alanıyla veya idelerin
sunduğu idealler ölçüsünde determine edilir. Bu ideler “doğru” ve “yanlış”
olabilirler. Yanlış bir ide kendi içerisinde tutarsız veya düzensiz bir saçmalık
değildir, fakat onun da tıpkı doğru bir idede olduğu gibi kuralları ve bir dizgesi
vardır. Bu bakımdan, yanlış ideler sistemin bir parçası olarak doğrunun oluşumu
açısından zorunlulukla bulunur. Bu bağlamda, filozofun işi, her şeyden önce
yanlış olanı teşhis ve teşhir etmek ve ardından doğru olanı ortaya koymak
suretiyle yanlış olanı zihinlerden ötelemektir.
Anahtar Terimler
Spinoza, Tanrı, Antropomorphism, Hayalgücü, Akıl.
Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi
Uludağ University Faculty of Arts and Sciences Journal of Philosophy
Sayı 21 / Issue 21 | Güz 2013 / Fall 2013
ISSN: 1303-4251
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
20
2013/21
Tanrı tasavvurunun mevcut olduğu toplumlarda tarihsel süreç içerisinde birbirine
paralel iki gelişme olmuştur. Birincisi, çok tanrıcılık anlayışından tek tanrıcılık
anlayışına geçiştir. İkincisi ise somut tanrı kavrayışından soyut olana doğru bir
evrilmedir (Ceylan 2011: 48). Semavi dinlerin tek tanrılı tasavvurlarında Tanrı’nın -
Eski Ahit’ten Kuran’ı Kerim’e kadarki süreçte- vasıflarında birtakım değişmeler olduğu
göze çarpar. Örneğin, Tevrat’ta sözü edilen Tanrı’nın insanla üst düzey -insansal
karaktere bürünmek suretiyle- sıkı ilişkiler kurduğu yerde, Yeni Ahit’te İsa kılığında
insansal vasıfları tecessüm eder. Kuran’da ise bütün insansal vasıflardan arınmış bir
biçimde bütünüyle soyut bir aşkın varlık olarak vahyeder. Bununla birlikte, felsefe
tarihinde doğal teolojinin en temel konusu olması bakımından Tanrı’nın varlığı üzerine
ciltler dolusu eserler verilmiştir. Söz gelimi, Antikçağ’da mitolojik bir ürün olan Tanrı,
Platon’da evrenin düzenleyicisi olarak Demiurgos; Aristoteles’te Hareket Etmeyen
Hareket Ettirici olarak İlk Muharrik; Ortaçağ’da temel bir dogma olarak kendisi
aracılığıyla insanın eylemsellik alanının belirlendiği aşkın bir varlık olarak tasavvur
edilmiştir: Aziz Augustinus, Thomas Aquinas, Fârâbî, Fahrettin Râzi ve daha pek
çokları, bu şekilde tasavvur edilen Tanrı’nın varlığının ispatıyla meşgul olmuşlardır.
İşte bu gibi durum tespitlerinden, sorgulayan bir zihin Tanrı’nın aslında ne
olduğuyla ilgili ciddi bir takım soruşturma ihtiyacı duyumsar. Spinoza’ya göre
insanların Varlık veya Tanrı hakkındaki bilgileri yeterince net değil, fakat bir hayli
bulanıktır. Onlar Tanrı’yı tıpkı bir cismi tahayyül ettikleri gibi zihinlerinde
canlandırırlar ve zihinlerinde görmek istedikleri bir imge tasarlayıp, ona Tanrı adını
verirler. İnsan olmaları nedeniyle, sürekli dış etkenlere maruz kalarak yaşamlarını
sürdürdükleri için, onların bu şekilde tasavvurlar geliştirmeleri anlaşılabilirdir. Fakat
pek çok hatanın kaynağı da buradadır. Tanrı’nın özü ya da doğası yeterince
anlaşılamamıştır. Bunun gerçek nedeni ise öz ve özgülük hakkında yeteri derecede bir
fikir sahibi olunamamasıdır. Tarihteki Tanrı tasavvurlarına bakıldığında, çoğunlukla öz
ve özgülükün birbirleriyle karıştırıldığı görülür. Bu karıştırmayla teolojik incelemeler,
Tanrı hakkında, Onun özü ve öznitelikleriyle ilgili açık ve seçik bir bilgiye erişme
imkanı bulamamışlardır.
Spinoza,
dinler
tarihi
incelemelerinde,
peygamberlerin
Tanrı’nın
özniteliklerinden (attributes) yeter düzeyde haberdar olmadıkları yönünde bir durum
tespiti yapar. Söz gelimi, Adem’in günahlarından dolayı Tanrı’dan gizlenme çabası;
İbrahim’in ve Musa’nın Tanrı Tasavvurları ya da Musa’nın Tanrı’nın cennette
oturduğuna ve kendisiyle konuşmak için Sinâ dağına geldiğine yönelik inancı, onların
Tanrı’nın özniteliklerinden –örneğin her şeyi bilen ve her yerde hazır ve nazır olan
olması vb- pek de haberdar olmadıklarını gösterir (Spinoza 2010: 57-59). Spinoza bu
örnekleri peygamberlerin bilgisizliğine değil, fakat bilmek zorunda olmadıklarına
gönderme yapmak üzere verir. Çünkü ona göre peygamberlerin görevi, en temelde,
Tanrı’nın varolduğunu, ödüllendirici ve cezalandırıcı, merhametle dolu olduğunu, yeni
topluma ahlaki ilkeler aracılığıyla nasıl yaşamaları gerektiğini telkin etmektir (Spinoza
2010: 61-62).
Spinoza’ya göre, Tanrı’nın mükemmelliğinin bilincine ancak derin bir
düşünmeyle varılabilir. Derinlikli bir düşünme yerine Tanrı’nın insansal karakterle
tasavvur edildiği geleneksel Tanrı tasavvurları ya da Tanrı’yla ilgili bütün önyargılar tek
bir noktada düğümlenmektedir. İnsanlar genel itibarıyla doğadaki her şeyin tıpkı
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
21
2013/21
kendilerinde olduğu gibi belli türden bir ereğe doğru ilerlediğini ya da eylediğini
sanmaktadırlar. Bu bağlamda Tanrı’nın da her şeyi bir amaç dahilinde yönettiğini ya da
belirlediğini düşünmektedirler. Çünkü onlar her şeyin insan için, insanın da Tanrı’nın
kendisine hizmet etmesi için yaratıldığına inanmaktadırlar. Söz gelimi, insanın
eylemsellik alanındaki iyi-kötü, sevap-günah, güzel-çirkin vb. değerler, Spinoza’ya
göre,
1
hep bu inanışın ürünleridirler. Doğaya atfedilen ereksellik, aslında insanın henüz
bilimsel düşünce evresine geçmediği, doğal ortamında olduğu zihinsel bir durumun
ürünüdür. Doğadaki ereksellik, öznenin de sahip olduğu düşünülen özgürlükten
çıkarsanmıştır.
Aslına bakılırsa bu durum gayet anlaşılabilirdir; çünkü insana ilişkin bir
çözümlemede gözlemlenebilecek şeylerden biri, insanın nedenlerin bilgisinden bihaber
dünyaya geldiğidir. Varlıkların düzenini ve nedenlerini bilmeksizin doğan insan varlığı,
dünyaya geldikten sonra öncelikle kendisine fayda sağlayacak şeylere yönelir ve onun
farkında olduğu en önemli şey belki de yalnızca bu yönelimini güdüleyen arzularıdır.
Bu durum göstermektedir ki insanlar ilkin kendi seçimlerinin ve arzularının farkına
varırlar. Kendi seçimlerinin ve arzularının farkında olmaları hasebiyle de kendilerinin
özgür olduğunu sanırlar. Çünkü kendilerini yönlendiren nedenlerin farkında değildirler.
Dolayısıyla, onlar yalnızca vuku bulan olay ve olguların son nedenleriyle ilgilenirler
(Spinoza 2011: 135). Bir şeyin ya da vuku bulan bir olayın son nedenini genellikle bir
dış kaynakta arama eğiliminde olan insan, söz konusu nedeni dış kaynakta
bulamadığında ancak kendine döner. Kendi içine döndüğünde ise doğa içerisinde
kendisine sunulmuş olan hazır şeylerden hareketle, tıpkı kendi ürettiği araçlarda olduğu
gibi, doğanın da özgür bir biçimde bütün her şeyi sırf kendi hizmetine sunduğu
çıkarımını yapar. O, eylemini yönlendiren yararlılık ilkesi ve özgür irade ilkeleriyle bir
araya geldiğinde, doğayı amaçlar ve araçlar olmak üzere iki ayrı düzlemde “okuma”ya
başlar. Eylemsellik alanında kullandığı ve karşılaştığı bütün doğal şeylerin bir şeye
(ereğe) erişmek ya da onu gerçekleştirmek üzere birer araç olduğunu sanır. Bütün bu
doğal araçları var kılanın ya da forme edenin kendisi olmadığının da farkındalığıyla, bir
dış nedene ihtiyaç duyar. Böylece bütün bunları kendisine sunduğunu zannettiği bir
yönetici tahayyülü geliştirir. Bu tahayyülü ise -hayalgücüyle eriştikleri yöneticinin
varlığıyla ilgili henüz bir bilgileri olmadığından- zorunlulukla kendi ölçülerince ona bir
karakter biçer:
(…) her insan kendi karakterine bakıp kafasında tanrı için değişik ibadet şekilleri
geliştirdi; bu tanrı her şeyden, herkesten çok onu sevsin ve bütün doğayı onun
keyfine ve doymak bilmez hırsına uygun olarak yönetsin istedi. İşte bu önyargı
sonradan batıl inanca dönüştü ve insan zihninin derinlerine kök saldı; herkesin
varlıkların nihai amaçlarını anlamak ve açıklamak için bunca uğraş vermesinin
nedeni oldu bu önyargı. Ama insanoğlu doğada hiçbir şeyin boşuna
yaratılmadığını (yani doğada insanın yararına olmayacak hiçbir şeyin
olamayacağını) göstereceğim diye böyle yana yakıla araştırmalar yaparken,
sanırım sadece doğanın ve tanrıların insanlar gibi hezeyan içinde olduğunu
gösterebildi. Tanrı aşkına, baksanıza sonunda olanlara! Doğadaki bunca rahatlığa
karşın insanoğlu bunca rahatsızlık yaşamaya mecbur kaldı, fırtınalara maruz kaldı
mesela, depremlere, hastalıklara ve daha nicelerine. Bu kez şöyle düşünmeye
1
Aslında ona göre bu türden inanışların temelinde insan zihninin doğası bulunur.
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
22
2013/21
başladı, bütün bu felaketler tanrıları öfkelendirdikleri için başlarına geldi, çünkü
yanlış işler yapıp tanrılara zarar verdiler ya da tanrıların kendine özgü ibadet
şekillerine harfiyen riayet etmediklerinden günah işlediler. Günlük yaşamlarında
edindikleri deneyimler onlara bunun tersini söylese de, yaşadıkları sayısız örnek
bu tür felaketlerin hiç fark gözetmeden hem dindarların hem de dinsizlerin başına
gelebileceğini kanıtlasa da, yine de kafalarında kök salmış bu önyargıdan bir türlü
vazgeçmediler; çünkü başlarına gelen bu olayları, nasıl kullanacaklarını
bilemedikleri aletler gibi değerlendirmek onların kolaylarına geldi, böylece
sistemi toptan yok edip yeni bir sistem kurmaktansa, nasıl cahil doğdular öyle de
yaşayıp gittiler. Bunun sonucunda kesin bir karara vardılar, demek ki tanrıların
hükümleri insan algısının çok çok üstünde. Sadece bu karar bile hakikatin
sonsuzca insanlıktan saklanmasına yeter de artardı bile (…) (Spinoza 2011: 139-
141)
Spinoza’ya göre yanılgı insanlara kendini zorla benimsetir. Çünkü insanlar
hakiki olanın ne olduğunu sonradan öğrense bile, önceki inançlarına sıkı sıkıya
sarılırlar; yanılgılarını sürdürürler. Bu nedenle Tanrı’yı kendilerine benzetmeleri
yönündeki bu anlamaları da kendini onlara zorunlu olarak empoze eder. Bu zorunlu
denilebilecek türden yanılgılar, ancak Tanrı’nın ne olduğu gerçekten bilindiğinde, yani
O’nun upuygun bilgisine erişmek suretiyle ortadan kalkacaktır.
2
Spinoza bu konuyla
ilgisinde şu örneği verir:
(…) güneşe baktığımızda bizden yaklaşık 200 ayak uzaklıkta olduğunu hayal
ederiz, ama bizim yanılgımız sırf onu böyle hayal edişimizden kaynaklanmaz,
güneşi böyle hayal ederken onun gerçek uzaklığını ve onu böyle hayal edişimizin
nedenini bilmememizden kaynaklanır. Hatta sonradan güneşin dünyanın çapından
600 kez daha uzak olduğunu öğrensek bile yine de bize yakın olduğunu hayal
ederiz; çünkü güneşi bize bu kadar yakın olarak hayal edişimizin nedeni onun
gerçek uzaklığını bilmememiz değil, bedenimizin güneşin etkisinde olduğu sürece
aldığı halin güneşin özünü içermesidir (Spinoza 2011: 250-251).
Açıkça görülmektedir ki konunun önünde sonunda düğümlendiği husus
Tanrı’nın ne’liği sorunsalıdır. Buna karşılık, insanlar genellikle bir şeyin doğasını
açıklamaktan çok, onu ya övmeyi ya da yermeyi yeğlerler. Bunun en önemli nedeni ise
insanların nesnelerine moral bir değer atfederek yaklaşmalarıdır. Bu ise onları ‘finalist
yanılsama’ tuzağına çeker. İnsanlar bu düşünme biçiminden ya da genel önyargısal
modelden
3
ancak matematik sayesinde kurtulma olanağı bulabilmişlerdir. Çünkü
matematik şeylerin son nedenleriyle değil, fakat şekillerin özleriyle, öz nitelikleriyle
ilgileniyordu. Onlar, matematik aracılığıyla söz konusu düşünme biçimleri üzerinde
derinleşebilmiş ve böylece varolanlarla ilgili doğru bilgiye erişebilme olanağı
bulabilmişlerdir. Bir başka deyişle, eylemlerini yararlılık ilkesince belirleyen ve bu
yüzden doğanın gerçek düzenine vakıf olamayan insan, ancak ve ancak kendi eylem ve
amaçlarını paranteze alıp, doğayı temaşa etmesi suretiyle gerçek düzeni kavrayabilir ki
bunun olanaklı bir yolu, hatta tek yolu doğayı geometrik bir modelde “okumak”tır.
2
Bu bağlamda Spinoza için “vahye dayanmayan bir Tanrı bilgisi” (religio naturalis)
mümkündür.
3
Spinoza’nın eleştirdiği Tanrı tasarımı, muayyen bir dinin ya da öğretinin tasarımı değildir,
fakat daha ziyade bütün hepsinin temelinde olduğunu düşündüğü paradigmayı hedef
almaktadır.
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
23
2013/21
Filozofun görevi, bir şeyi övmekten ya da yermekten ziyade, onu anlamaktır. Bu
bakımdan filozof önce geometrici olmalıdır. Çünkü geometrik tavır, finalizm
tuzağından kurtaracak tek yoldur.
4
Böylece şeylerin ya da olup bitenlerin neye
yaradığıyla ilgili merakın üstüne yükselip, onları kendi içsel bütünlüklerinde, “nasıl
oldukları gibi olduklarını” ortaya koymak mümkün hale gelecektir. Bunun için de
büyüden arındırma yolunda ilerlemeyi sürdürmek gerekir. Gerek eski gerekse yeni batıl
inançlar yitirildiğinde, nihayetinde gerçeğin içinde bir anlam keşfedilir. Dünyayı
büyüden arındıran sürecin kendisiyle birlikte yepyeni bir büyüyle karşılaşılır. Bununla
birlikte Tanrı’nın her şeydeki varlığının farkına varılır ve Tanrı’nın ürünlerini keşfetmek
suretiyle O’nun ürünleri sevilir (Scruton 1996: 151).
Sonuç olarak Spinoza’ya göre doğanın, insanlarda olduğu gibi, belli bir amacı
yoktur. Böyle bir amacın olduğunu iddia eden ‘genel önyargı’ bütünüyle hayalgücünin
bir ürünüdür. Çünkü hayalgücü, son nedenleri ilk ya da ilk nedeni sonuçmuş gibi
gösterir:
Varlıkların doğasını hiç anlamayanların, onları sadece hayallerinde
canlandıranların varlıklarla ilgili söyleyebilecekleri hiçbir şey yoktur, çünkü
hayalgücünü akılla karıştırırlar, dolayısıyla varlıklar ve onların kendine özgü
doğaları hakkında böylesine cahil olduklarından, tartışmasız şekilde doğada bir
düzen olduğuna inanırlar. Çünkü varlıklar duyularımızla algılayabileceğimiz türde
bir düzene sahip olduğunda onları kolaylıkla hayal edebilir, dolayısıyla kolaylıkla
da hatırlayabiliriz ve çok iyi bir düzene sahip olduklarını söyleriz; tersine
durumda da, berbat bir düzene sahip olduklarını ya da karışık olduklarını söyleriz.
Sonuncusuyla kıyaslandığında ilkin bizi daha mutlu ettiğinden onu kolay hayal
edebiliriz, çünkü insan düzeni karışıklığa tercih eder, sanki düzen bizim hayal
gücümüzün bir ürünü değil de, doğada olan bir şeymiş gibi; sonra da Tanrı’nın her
şeyi düzenli olarak yarattığını söyler, böylece hiç farkında olmadan aslında
Tanrı’ya da insanın hayal gücünü atfetmiş olur, ama bununla Tanrı’nın insanın
hayal gücünü göz önünde bulundurup şeyleri insanların daha kolay anlamaları için
böyle bir düzene oturttuğunu kastediyorsa o başka. Belki de hayal gücünü çok çok
aşan bir sürü şey keşfettiklerini ve çoğu şeyin zaten zayıf olan hayal güçlerini
daha da karıştırdığını görünce paniğe kapılmamak için böyle bir düzen fikri
geliştirmişlerdir, kimbilir (Spinoza 2011: 149-150).
Şu halde esas sorun, insanların gerçek varlıkları hayalgüçlerinde yarattıkları
şekillerle karıştırmalarıdır.
5
Genel bir ifadeyle, insanlar hayalgücü ve akıl gibi iki güç
tarafından yönlendirilirler. Bu bağlamda yapılacak her açıklamanın insanların bu iki
yönüne göndermeyle oluşturulması, dolayısıyla bu iki yönün de tatmin edilmesi
beklenir. Spinoza’nın bu konudaki açıklamaları hem dinsel hem de felsefi açıdan ya da
hem hayalgücü hem de akıl açısından önemlidir. O, akıl ürünü ve hayal ürünü oluşumlar
arasında bir ayrımdan hareketle şöyle der:
Öyleyse sıradan insanın doğayı açıklamak için kullandığı tüm bu kavramlar,
sadece hayal gücünün yarattığı birer resim; hiçbiri varlıkların hakiki doğasını
ortaya koymuyor, sadece hayal gücünün yapısını ortaya koyuyor. Bu kavramlara
4
Spinoza Ethica’yı tam da bu nedenle geometrik bir tavırla kaleme almıştır.
5
“Doğadaki varlıkları sadece onların imgeleriyle açıklamaya kalkan filozofların arasında bunca
görüş ayrılığının olmasına hiç şaşmamalı!” (Spinoza 2011: 259-263)
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
24
2013/21
birer ad verildiğinden, sanıyorsunuz ki bunlar hayal gücümüzden bağımsız olarak
varolan oluşumlar. Ben bunlara akıl ürünü oluşumlar yerine hayal ürünü
oluşumlar diyorum (2011: 153).
Spinoza’ya göre hayalgücüne dayalı düşünceler Tanrı’yı sub specie durationis
[zamanın/akışın görünümü altında] tasavvur ederler ve genellikle de insanın sonlu
tutkularına ve ifadelerine sahipmişçesine tasvir ederler. Bu bakımdan insanların,
ebedilik görünümü altında transandental bir perspektife doğru çabalamaları, doğaları
gereğidir. Akıl doğası gereği şeyleri gerçek [vere], zorunlu ve sonsuzluğun ışığı altında
[sub quadam aeternitatis specie] algılar ve/veya temaşa eder (2011: 273, 277). Aklın
ezeli-ebedi olana ilişkin özlemi, her ne kadar metafiziksel kuramlarda ortaya
çıkabilecek hataların kökeninde olsa da, pratik olana bir temel sağlar.
Bununla birlikte, Spinoza, bilginin üç türünü birbirinden ayırır. Buna göre,
birinci tür bilgi (cognitio primi generis) belli belirsiz deneyim yoluyla edinilen sanı
(opinio) ya da hayalgücüne (imaginatio) dayalı bilgiden ibarettir. Spinoza bu türden bir
bilgiyi yanlışlığın biricik nedeni sayar; ikinci tür bilgi (ratio) akılyürütme yoluyla
edinilen rasyonel bilgi türüdür. Bu bilgi türünde cisimler üzerinde ortak nosyonlar
yoluyla yeterli (adequate) fikirler edinilir. Üçüncü ve en önemli bilgi türü (scientia
intutiva) ise doğanın genel düzeniyle ilgili yeterli bir fikir edindikten sonra, fikri
edinilen düzenin aslında şeylerin özünde işlediğini sezmeye/görülemeye işaret eder
(2011: 257-267). Ikinci ve üçüncü tür bilgi zorunlulukla doğrudur. Bu bakımdan
filozofun işi, birinci tür bilgideki yanlışlığı –konu her ne ise- ifşa edip, doğru olanı
ortaya koymaktır. Hakikatin ölçütü doğru bir fikirdir: “Dahası, doğru bir fikir kadar
hakikatin ölçütü olabilecek daha açık ya da daha kesin başka bir şey olabilir mi? Nasıl
ki ışık hem kendisini hem de karanlığı açığa vuruyorsa, aynı şekilde hakikatin kendisi
de hem kendisinin hem de yanlışlığın ölçütüdür” (2011: 271).
Spinoza’ya göre Tanrı’yı anlamanın, O’nun ne türden bir varlık olduğunu
kavrayabilmenin yollarından biri, özniteliklerine bakmaktır. Öznitelik, zihnimizin tözün
özünü kuran şey olarak kavradığı şeydir (2011: 33). Bu bağlamda töze ait her şey,
özniteliklerinde mevcuttur; her şey öznitelikler altında tasarlanmaktadır. Başka bir
deyişle, töz kendini özniteliklerinde ifa-de eder ve her bir öznitelik tözün bir özünü dile
getirir. Tek töz olarak Tanrı, kendi özünü ifa’de eden –her biri kendi türünde
mükemmel ve sonsuz sıfatlara sahiptir (Spinoza 2002: 762). Bununla birlikte insan zihni
sonsuz sıfatlardan yalnızca iki tanesini
6
bilebilir: Yayılım ve düşünce. Bunlardan ilki,
fiziksel nesneler dizgesiyken, ikincisi fikirler dizgesidir. Bunlar aslında bir ve aynı
gerçekliğin farklı iki veçhesi ya da görünümüdür ve insan zihni, tanrısal sistemi bu iki
6
Bu konuda da Spinoza’ya yapılan birtakım eleştiriler söz konusudûr. Buna göre madem ki
insan zihni sonsuz sıfatlardan yalnızca ikisini bilebiliyor, o halde Tanrı’nın sonsuz sıfatları
olduğunu ifade etmenin ne anlamı olacaktır? Eleştirmenlere göre bu durum Tanrı’yı iki sıfatla
sınırlamak anlamına gelir (Arıcan 2004: 113). İlk olarak, Spinoza’nın yalnızca iki sıfatının
bilinebildiğini ifade ederken sınırladığı varlık Tanrı değil, fakat insan zihnidir. Tanrı doğası
gereği sonsuzluğu ifade ettiğinden, O’nun sonsuz sayıda sıfatı olduğunu beyan etmek de
fuzuli bir söylem olmaktan ziyade, bizatihi O’nun doğasını ortaya koymaya çalışmaktır.
İnsan, ontolojik statüsü gereği, bu sıfatlardan sadece iki tanesini bilebilmektedir. Çünkü insan
bir yanıyla yayılıma, bir yanıyla da düşünceye tabidir. Dolayısıyla söz konusu sorun,
Tanrı’nın değil, fakat insanın açmazıdır.
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
25
2013/21
öznitelik cephesinden ayrı ayrı deneyimler. Çünkü varolanlarla ilgili düşünmemizi
mümkün kılan iki temel yoldur bu öznitelikler. Şeyler insan zihni tarafından ya
düşünceler ya da yayılımları açısından düşünülür. Bu iki yön varlığın en temel iki
niteliğidir. Söz konusu iki nitelik hem kendi türünde hem de niceliksel olarak
sonsuzdur. Bu durum Spinoza felsefesinde çokluktan birliğe geçişi sağlayan önemli bir
noktaya işaret eder. Bu noktada üzerinde durulması gereken bir husus da şudur ki bazı
Spinoza yorumcuları düşünme ve yayılımın Tanrı’nın ötesinde olmadığına dikkat
çekerek, Spinoza’nın bu iki öznitelikten hareketle Tanrı’yı betimi ile Descartes’ın insanı
betimi arasında hiçbir fark görmezler. Çünkü onlara göre nitelikleri açısından insan
tasviri ile Spinoza’nın Tanrı’yı insan zihni açısından iki özniteliği açısından tasviri aynı
kapıya çıkar. Buna göre Spinoza’nın Tanrı’sı, Descartes’ın içselleştirilmiş insanı
konumuna indirgenmektedir (Yasa 2003: 159). Bu türden yorumlarda dikkat edilmesi
gereken bir husus vardır: Descartes’ın insan tasviri ile Spinoza’nın Tanrı tasavvurunun
öznitelikleri bakımından karşılaştırılarak, bir ve aynı görülmesi için öncelikle kıyas
yapılan iki varlığın da ontolojik bakımdan bir ve aynı olmalarını gerektirir. İkincileyin,
Descartes’ın sözünü ettiği extension ile Spinoza’nın Tanrı’nın insan zihnince
bilinebildiğini söylediği iki öznitelikten biri olan extensionun bir ve aynı anlamda
kullanılıp kullanılmadığı sorusunun sorulması gereklidir.
Düşünce ve yayılım özniteliğinin kendi başına, bağımsız bir varoluşundan söz
edilemez. Onlar ancak töz aracılığıyla varolan ve bilinebilen iki şeydir. Bununla birlikte,
gerek töz gerekse öznitelikleri yalnızca dolayımlı bir biçimde tecrübe edilebilir. Bu
dolayımlı şeyler ise tözün yüklemlerinin modifikasyonları ya da tezahürleri olan
moduslardır: O’nun (Tanrı’nın) doğasından varolan her şey mutlaka bir sonuç
doğurmalıdır” (Spinoza 2011: 131). Yayılım özniteliğinden biri sonlu, diğeri sonsuz
olmak üzere iki tür modus çıkar. Bunlardan sonlu olanları, dış dünyadaki tek teklere,
bireysel fiziksel şeylere karşılık gelirler. Sonlu olmaları, ontolojik bakımdan yayılım
alanı boyunca mevcudiyetlerinin [omni-presence] olmayışından kaynaklanmaktadır.
Yayılımın sonsuz modusları ise yayılım alanı boyunca ontolojik olarak
mevcudiyetlerinin bulunduğu tarzlardır. Örnekse, hareket ve durağanlık moduslarıdır.
Bunlar, sonlu moduslarla ilişkiye girmeksizin, bizatihi yayılım özniteliğinin kendisinden
çıkan tarzlardır. Buna karşılık, sonlu moduslar, tıpkı kendisi gibi olan diğer sonlu
moduslara ve sonsuz olanlara bağlılığı ölçüsünde yayılım özniteliğinden çıkarlar.
Bir ve aynı düzen ve bağıntıya sahip olduklarından, Tanrı’nın yayılım özniteliği
için yukarıda söylenenler, düşünce özniteliği için de geçerli olmak durumundadır. Bu
noktada, şeyleri birbirlerinden nasıl ayırabildiğimiz sorusu gündeme gelebilir, ancak söz
konusu “tözsel birlik, beraberinde özsel birliği getirmez” (Zelyüt 2010: 42). Düşünce ve
yayılım özniteliği, tözün özellikleri ya da sıradan nitelikleri olmayıp, kendileriyle tözü
bildiğimiz asli özellikleridir. Tanrı’nın gerek nitelik, gerekse nicelik açısından sahip
olduğu sonsuz niteliklerden yalnızca ikisi bilinebiliyorsa, bu durumda O’nun tüm
özniteliklerini bilebilen bir zihnin olup olmadığı sorusu ortaya çıkar ki Spinoza’ya göre
Tanrı’nın yalnızca iki özniteliğini, O’nun özünü oluşturuyor olarak algılayan sonlu
insan zihninin yanı sıra, O’nun [omnia Dei attributa] tüm özniteliklerini algılayan bir
sonsuz akıl vardır (Spinoza 2002: 145-146). Deus ejusque omnia attributa, yani Tanrı
ve O’nun bütün öznitelikleri ifadesiyle Spinoza, Tanrı’nın her bir özniteliğinin O’nun
varoluşunu, ezeli-ebedi özünü ve/veya varoluşunu açığa vurduğunu anlatmak ister
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
26
2013/21
(Spinoza 2011: 93). Öznitelikler, her biri kendi türünde sonsuz olup, bütün öznitelikler
bir arada, yani Tanrı’nın kendisiyle özdeş olan tüm öznitelikler mutlak anlamda
sonsuzdurlar. Her biri kendi türünde sonsuz olduklarından, biri diğerine indirgenebilir
nitelikte olmasalar da, bir ve aynı nedenselliğe, yani Tanrı’ya bağlıdırlar. Bu nedenle
“onlar, ‘Bir’in içindeki ‘iki’yi ve aynı zamanda ‘iki’nin içindeki ‘Bir’i algılamamıza;
veya hatta ‘Bir’in içindeki ‘çok’u ve aynı zamanda ‘çok’un içindeki ‘Bir’i görmemize,
algılamamıza imkan vermeleri bakımından, insanı adeta ‘sarhoş’ ederler” (Zelyüt 2010:
42). Spinoza’nın bu öğretisi, “zihin gözü”yle bakıldığında, gerçek ‘çok’u da görmeye
imkan veren bir yapıyı sunar
7
.
7
Bu çalışma, “Spinoza’nın Töz Merkezli Metafiziği Temelinde Conatus Kuramı Üzerine Bir
İnceleme” başlıklı Yüksek Lisans Tez Çalışması’ndan türetilmiştir.
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
27
2013/21
Res. Assist. Mehmet Fatih ELMAS
Karamanoğlu Mehmetbey University, Faculty of Arts, Department of Philosophy, Karaman-Turkey.
m_fatihelmas@hotmail.com
On Spinoza’s Critique of Antropomorphism or
Imagination Being Exposed by Reason
Abstract
Factual area is determined in its whole either by the area of being that is
constituted by ideals or by ideals themselves that is projected by ideas.
Nevertheless, these ideas can either be “adequate” or “inadequate”. Yet an
inadequate idea is not a idea that contains in itself inconsistent or disordered
representations: it has its own rules and systematic epigenesis like an adequate
idea. In this respect, inadequate ideas as an integral part of a system are required
necessarily for the formation of adequateness as well. Prima facie, the task of
philosopher is to recognise and to expose inadequateness. However, with the help
of a argumentative thought-action one can aims to display such adequateness.
Hence, the philosopher’s essential purpose is to dismiss inadequateness from
human minds.
Keywords
Spinoza, God, Anthropomorfism, Imagination, Reason.
Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi
Uludağ University Faculty of Arts and Sciences Journal of Philosophy
Sayı 21 / Issue 21 | Güz 2013 / Fall 2013
ISSN: 1303-4251
Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
28
2013/21
KAYNAKLAR
ARICAN, Kazım (2004) Spinoza’nın Tanrı Anlayışı, İstanbul: İz Yayıncılık.
CEYLAN, Yasin (2011) Din ya da Politika: Neden Felsefe?, Ankara: Phoenix Yayınevi.
SCRUTON, Roger (1996) Spinoza, New York: Oxford University Press.
SPINOZA, Benedictus De (2002) Complete Works, trans. By Samuel Shirley, Edited,
with Introduction and Notes, by Michael L. Morgan, Indianapolis Hackett Publishing Company.
SPINOZA, Benedictus De (2010) Teolojik-Politik İnceleme, çev. C. B. Akal ve R. Ergün,
Ankara: Dost Kitabevi.
SPINOZA, Benedictus De (2011) Geometrik Yöntemle Kanıtlanmış ve Beş Bölüme
Ayrılmış Ethica (Latince ve Türkçe), çev. Çiğdem Dürüşken, İstanbul: Kabalcı Yayınları.
YASA, Metin (2003) İbn Arabi ve Spinoza’da Varlık, Ankara: Elis Yayınları.
ZELYÜT, Solmaz (2010) Spinoza, Ankara: Dost Kitabevi.
Document Outline - Spinoza’nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın Hayalgücünü İfşası Üzerine
- On Spinoza’s Critique of Antropomorphism or Imagination Being Exposed by Reason
Dostları ilə paylaş: |