Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə75/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   77

Bir insanla ilgili ahlâkî yargımızı "iradesini kullanarak başka 
türlü hareket edebilirdi ya da edemezdi" gibi bir karara dayan-
dıracak olursak, hiçbir ahlâkî yargıda bulunamayız. Sözgelişi, bir 
insanın çocukluğunda ve daha sonraki hayatında rol oynayan 
çevresel güçlere karşı koymasını mümkün kılan doğuştan gelen 
bir dayanma gücüne sahip olup olmadığını nasıl kestirebiliriz? 
Ya da bir başkasının aynı güçlere boyun eğmesine yol açan bir 
güçsüzlüğü bulunduğunu nereden bilebiliriz? Bir insanın haya-
l ı n d a iyi ve sevgi dolu bir kimse ile karşılaşmış olması, acaba o 
insanın karakter gelişmesini belli bir yönde etkilemez miydi, ya 
da öyle bir yaşantıdan yoksun kalması karşıt yönde bir etkide 
bulunmaz mıydı, bunu nasıl bilebiliriz? Gerçekten de bilemeyiz. 
Ahlâkî yargımızı "şu insan başka türlü hareket etmiş olabilirdi" 
gibi bir öncüle dayandırmış olsak bile, o insanın karakter 
gelişmesini belirleyen yapısal ve çevresel etkenler o derece çok 
ve karmaşıktır ki, her türlü pratik amaç söz konusu olduğunda, 
başka türlü gelişmiş olabilirdi ya da olamazdı gibi kesin bir 
yargıya ulaşmak mümkün değildir. Söyleyebileceğimiz tek şey, 
şu ya da bu gibi şartların şu ya da bu gibi bir gelişmeye yol' 
açtığıdır. Buradan çıkan sonuç şudur: Bir insan hakkında yar-
gıda bulunma yeteneğimiz, o insanın başka türlü hareket etmiş 
olabileceği gibi bir bilgiye dayanmış olsaydı, karakteri inceleyen 
kişiler olarak biz, ahlâkî yargılar söz konusu olduğu sürece, ye-
nilgiyi kabul etmek zorunda kalırdık. 
Ama böyle bir sonuca varmak doğru değildir, çünkü dayan-
dığı öncüller yanlıştır ve "yargı" kelimesinin anlamındaki bir karı-
şıklıktan ileri gelmektedir. Yargıda bulunmak ya da yargılamak 
iki farklı anlama gelebilir: Doğruluğuna inandığımız bir iddiaya, 
bir önermeye ulaşmamızı sağlayan bir düşünme fonksiyonunu 
gerçekleştirmek; bağışlama ve mahkûm etme gibi bir tavır takı-
nan bir "yargıç"ın fonksiyonuna sahip olmak. 
266 
Ahlâkî yargılamanın bu son şekli, insanı aşan ve onu yargı-
layan bir otorite fikrine dayanmaktadır. Bu otoritenin bağışlamak 
ya da mahkûm etmek ve cezalandırmak gibi bir ayrıcalığı vardır. 
Emirleri tartışma götürmez, çünkü o, insanın üzerindedir ve 
onun erişemeyeceği bir akıl, bilgelik ve güçle donatılmıştır. De-
mokratik bir toplumda seçimle atanan ve kuramsal bakımdan 
öteki insanlardan üstün olmayan bir yargıç kavramında bile, yar-
gılayan bir Tanrı ile ilgili eski kavramdan bir şeyler kalmıştır. Ki-
şiliği, insan-üstü bir gücü gerektirmemiş olsa bile, görevi böyle 
bir gücü gerekli kılmaktadır. (Yargıç'a gösterilmesi gereken say-
gı kuralları, insan-üstü bir otoriteye gösterilmesi gereken say-
gıdan bugüne kadar gelmiş olan kalıntılardır; mahkemeye saygı-
sızlık etmek, psikolojik yönden, hükümdara karşı işlenen suçla 
yakından ilgilidir.) Şu var ki, bir yargıcın görevine ve makamına 
sahip olmayan birçok insan, ahlâkî bir yargıda bulunduğu za-
man, mahkûm etmeye ya da bağışlamaya hazır olan bir yargıcın 
rolünü benimsemiştir. Takınmış olduğu tavırda çoğu zaman bir 
hayli sadism ve yıkıcılık vardır. Belki de başka hiçb'- olayda, ha-
set ve nefretin erdem kılığına bürünmüş olarak ortaya çıkma-
sına yol açan "ahlâkî bir öfke"de olduğu kadar şidddtlı bir yıkı-
cılık duygusu yoktur.
72
 Ahlâka aykırı bulduğu bir hareketten ötü-
rü "öfkelenen" kişi, bir başkasını "aşağılamak" ve küçük görmek-
72
 A. Ranulfun kitabı, Moral Indignation and the Middle Class, (Ahlâkî Öfke ve 
Orta Sınıf) bu noktayı çok güzel belirten bir örnektir. Kitabın adı "Sadism ve 
Orta Sınıf" olabilirdi. 
Fromm'un önemle üzerinde durduğu böyle bir yıkıcılık duygusunun yol 
açtığı acı sonuçlar, Refik Halit Karay'ın "Yatık Emine" adlı hikâyesinde 
olağanüstü bir şekilde dile getirilmiştir. "Namuslu" bir kasabaya sürgün olarak 
gönderilen "namussuz" bir kadına karşı kasaba kadınlarının duyduğu hasetten, 
erkeklerin ise ona "sahip olamamaktan" ötürü kendilerini kaptırdıkları acımasız 
bir öfke ve nefret duygusu, ahlâkî bir tepki kılığına bürünerek, Yatık Emine'nin 
göz göre göre acı çekmesine, aşağılanmasına, hırpalanmasına ve sonunda 
ölmesine neden olmuştur. Bakınız: Refik Halit Karay, Memleket Hikâyeleri 
(istanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri Koll.Şti., 1964), ss. 7-30. (Çevirenin notu.) 
ı
 127 


le kalmaz, aynı zamanda kendi üstünlüğünü ve dürüstlüğünü de 
hissetmiş olur. 
Ahlâkî değerlerle ilgili hümanist bir yargı, genellikle akla 
uygun bir yargıda rastlanan aynı mantıksal niteliği taşır. Herhan-
gi bir değer yargısında bulunan bir insan, gerçekleri -yani olup 
bitenleri- yargılamış olur, ama kendini, Tanrıya benzeyen biri, 
mahkûm etme ya da bağışlama yetkisi olan üstün bir kişi olarak 
görmez. Bir insanın yıkıcı, açgözlü, kıskanç, hasetçi olduğunu 
belirten bir yargı, bir doktorun kalp ya da akciğerlerin bozuk 
olduğunu söylemesinden farklı bir şey değildir. Patolojik bir vaka 
olduğunu bildiğimiz bir katili yargılamak zorunda olduğumuzu 
düşünelim. Kalıtımı ile, ilk çocukluk dönemindeki ve daha son-
raki çevresiyle ilgili her şeyi bilebilseydik, büyük bir olasılıkla, 
hiçbir şekilde denetleyemeyeceği birtakım şartların etkisi altında 
kalmış olduğu sonucuna varırdık; gerçekten de, bu durumun 
onun üzerindeki etkisi, sıradan bir hırsızın içerisinde yaşamış ol-
duğu şartların etkisinden çok daha fazladır, dolayısıyla onun 
durumunu "anlamak" çok daha kolaydır. Ama bu, onun kötülüğü 
hakkında herhangi bir yargıda bulunmamamız gerektiği anla-
mına gelmez. Nasıl ve niçin İdu hale geldiğini anlayabiliriz, ama 
onu bu haliyle de yargılayabiliriz. Hattâ, aynı şartlar içerisinde 
yaşamış olsaydık biz de onun gibi olurduk, diye düşünebiliriz; 
ama bu gibi düşünceler bizi Tanrıya benzer bir tavır takınmaktan 
alıkoymuş olsa bile, ahlâkî yargılar vermemize engel değildir. 
Karakteri yargılayacak yerde "anlama" problemi, başka insanî 
alanlarda karşımıza çıkan "anlama" ve yargılama probleminden 
farklı değildir. Bir çift ayakkabının ya da bir resmin değerini 
yargılamak zorunda kalsam, bunu, bu objelerle yakından ilgili 
bazı objektif ölçülere göre yaparım. Ayakkabıların ya da resmin 
iyi olmadığını varsayalım ve birisi de ayakkabıcının ve ressamın 
elinden geldiği kadar çalıştığını, ama bazı şartların onu daha iyi-
sini yapmaktan alıkoyduğunu kanıtlamış olsun; bu durumda, 
eser hakkındaki yargımı hiçbir şekilde değiştirmem. Ayakkabı-
269
 ı
 1
2

cıya ya da ressama yakınlık duyabilirim ya da onlara acıyabili-
rim, yardım etmek isteyebilirim, ama eserlerinin niçin, hangi şart-
lar altında bu kadar kötü olduğunu anladım diye, bu eserler hak-
kında yargıda bulunamayacağımı söyleyemem. 
İnsanın hayattaki başlıca görevi, kendi kendisini yaratmak, 
kendi güçlerini ve imkânlarını gerçekleştirmektir. Çabalarının en 
önemli ürünü kendi kişiliğidir. Bir insanın bu görevi yerine 
getirmede ne derece başarılı olduğu, kendi imkânlarını ne dere-
ce gerçekleştirdiği konusunda yargıda bulunabiliriz. Görevinde 
başarısızlığa uğramışsa, bu başarısızlığı görebiliriz ve onu oldu-
ğu gibi, ahlâkî bir başarısızlık olarak değerlendirebiliriz. O insa-
nın, içinde yaşadığı şartların çok zor olduğunu, başka birinin de 
bu şartlar altında aynı şekilde başarısızlığa uğrayacağını bilsek 
bile, onun hakkındaki yargımız değişmez. Onu, o hale getiren 
bütün şartları tam olarak anlarsak, ona yakınlık duyabiliriz, acı-
yabiliriz; ama bu yakınlık ve acıma duygusu, yargımızın ge-
çerliğini değiştirmez. Bir insanı anlamak demek, onun kusuruna 
bakmamak demek değildir; yalnızca, sanki Tanrıymışız ya da 
ondan daha üstün bir durumda bulunan bir yargıçmışız gibi onu 
suçlamaya kalkmamak demektir. 
6. Rölatif Ahlâka Karşı Mutlak Ahlâk, 
Toplumsal Ahlâka Karşı 
Evrensel Ahlâk 
Bazen insanlar belli bir objeden o derece etkilenirler ki,
 o
 obje 
o an için gerçekten var olmasa bile, karşılarında durduğuna 
inanırlar; ve bu olay uykuda olmayan bir insanın başına 
geldiği zaman, onun sanrılar gördüğünü ya da çılgın olduğunu 
*
 "Mutlak ahlâk" deyince, kayıtsız şartsız doğru ve geçer olan ahlâk 
normlarının var olduğunu öne süren ahlâk anlayışını; "rölatif ahlâk" deyince de, 
ahlâk normlarının yer ve zamana göre değiştiğini öne süren ahlâk anlayışını 
anlıyoruz. (Çevirenin notu.) 


Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə