Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə71/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   ...   77

belirtisi olduğunu göstermeye çalışacağım. Ruh sağlığı, tıpkı be-
den sağlığı gibi, insanın dışarıdan zorlanarak ulaşabileceği bir 
amaç değil, kendi içinden gelen bir kuvvetle ulaşabileceği bir 
amaçtır; bu iç kuvvetin yok edilebilmesi için, ona karşı koyan ve 
onu engellemeye çalışan birtakım güçlü çevresel kuvvetlerin işe 
karışmış olması gerekir.
69 
İnsanın içinde gelişmek ve bütünlüğe ulaşmak isteyen tabiî 
bir itkinin bulunduğu varsayımı, insana verilmiş özel bir bağış 
olarak kusursuzluğa ya da yetkinliğe ulaşmak için duyulan soyut 
bir itkinin var olduğu anlamına gelmez. İnsan tabiatından 
kaynaklanan bir şeydir bu; hareket etme gücünün, böyle bir 
gücü kullanma ihtiyacını yaratmış olması ve bu gücü kullanma-
daki başarısızlığın fonksiyon bozukluğuna ve mutsuzluğa yol 
açması ilkesinden kaynaklanır. Bu ilkenin geçerliği, insanın fiz-
yolojik fonksiyonları söz konusu olduğu sürece, kolayca kabul 
edilebilir, insanda yürüme ve hareket etme gücü vardır; bu gücü 
kullanması engellenecek olursa şiddetli beden rahatsızlıkları ya 
da hastalıklar çıkacaktır ortaya. Kadınlarda çocuk doğurma ve 
onlara bakma gücü vardır; bu güç kullanılmadan kalırsa, bir 
kadın anne olamazsa, dünyaya bir çocuk getirme ve bu çocuğu 
sevme gücünü harcayamazsa, bir engellenme duygusu duyacak 
ve bu duygudan ancak, güçlerini, hayatının başka alanlarında 
daha fazla gerçekleştirerek kurtulabilecektir. Freud, acı çekme-
nin nedeni olarak başka bir gücün -cinsel enerjinin- harcan-
mamış olmasına dikkati çekmiştir; cinsel enerjinin boşalması 
engellendiği zaman nevrotik bozuklukların ortaya çıkabileceğini 
görmüştür. Freud, cinsel tatminin önemini abartmış olmakla 
birlikte, ortaya attığı kuram, insanın sahip olduğu şeyleri kul-
lanma ve harcama konusundaki başarısızlığının hastalık ve 
mutsuzluğa yol açtığı gerçeğinin derin bir simgesel ifadesidir. Bu 
69
 K. Goldstein, H.S. Sullivan ve Karen Horney bu görüşe büyük bir ağırlık 
vermişlerdir. 
250 
ilkenin, bedensel güçler kadar ruhsal güçler için de geçerli 
olduğu açıktır. İnsan, konuşma ve düşünme yetenekleri ile do-
natılmıştır. Bu güçler engellenecek olursa, ciddî bir şekilde zarar 
görecektir. İnsanın sevme gücü vardır, bu gücünü kullanama-
yacak olursa, yani sevme yeteneğini gösteremezse, bu 
bahtsızlıktan acı duyacaktır; çektiği acıyı çeşitli rasyonalizas-
yonlarla gizleyerek ya da başarısızlığının verdiği acıdan kurtul-
mak için çeşitli kültürel yollara başvurarak acısını görmezlikten 
gelmeye çalışsa bile, yine de acı çekecektir. 
İnsanın kendi güçlerini kullanamamasının mutsuzluğa yol 
açmasının nedeni, insan varlığının şartlarında aranmalıdır. İn-
san varlığı, daha önceki bir bölümde tartışmış olduğumuz gibi, 
varoluşundan kaynaklanan çatallaşmalarla (dichotomy'lerle) be-
lirlenmiştir. Hem dış dünya ile birleşmek, hem de kendisiyle bir 
olduğunu hissetmek, hem başkalarıyla ilişki kurmak, hem de bi-
ricik bir varlık olarak kendi bütünlüğünü korumak için güçlerini 
yaratıcı bir şekilde kullanmaktan başka tutacağı bir yol yoktur. 
Bunu yapmayı başaramazsa, iç uyumuna ve bütünlüğüne ula-
şamaz; kendini parçalanmış ve bölünmüş hisseder, kendinden 
ve başarısızlığının kaçınılmaz sonuçları olan can sıkıntısı, güç-
süzlük, zayıflık duygularından kaçmaya çalışır. Canlı bir yaratık 
olan insan, yaşama isteğinden vazgeçemez ve yaşama işinde 
başarılı olabilmesinin tek yolu kendi güçlerini kullanması, sahip 
olduğu şeyleri harcamasıdır. 
İnsanın yaratıcı ve bütünleşmiş bir şekilde yaşamayı başa-
ramamasının sonucunu, nevrozdan daha açık ve seçik olarak 
gösteren başka bir olay belki de yoktur. Her nevroz, insanın tabiî 
güçleri ile bu güçlerin gelişmesini engelleyen kuvvetler arasın-
daki bir çatışmadan doğar. Bedensel bir hastalığın belirtileri gibi, 
nevrotik belirtiler de, kişiliğin sağlıklı bölümünün, kendi gelişme-
sine karşı çıkan engelleyici etkilere karşı açtığı savaşın ifade-
sidir. 
107 


Bununla birlikte, kişilik bütünlüğünden ve yaratıcılıktan yok-
sun olma her zaman nevroza yol açmaz. Gerçekten de, durum 
böyle olsaydı, insanların büyük çoğunluğunu nevrotik olarak 
görmemiz gerekirdi. O halde, nevrotik olaylara yol açan özel 
şartlar nelerdir? Kısaca söz etmekle yetineceğim bazı şartlar 
vardır: Sözgelişi, bir çocuk başkalarından daha fazla zedelenmiş 
olabilir ve bu yüzden endişesi ile temel insanî istekleri arasın-
daki çatışma daha keskin ve katlanılmaz bir hal alabilir; ya da 
çocuk, ortalama bir insandan daha fazla bir özgürlük ve bağım-
sızlık duygusu geliştirmiş olabilir, böylece başarısızlığı kabul et-
mesi daha güçleşebilir. 
Ama ben, nevrozlara yol açan başka şartların neler olduğu-
nu bir bir sıralamaktansa, soruyu tersine çevirmeyi ve bunca 
insanın yaratıcı ve bütünleşmiş bir şekilde yaşamayı becereme-
mesine rağmen nasıl olup da nevrotik olmadıklarını sormayı ter-
cih ediyorum. Bu noktada iki kavramı birbirinden ayırmakta 
yarar var gibi görünüyor: "Kusur" kavramı ile "nevroz" kavra-
mını.
70
 Bir insan olgunluğa, içtenliğe ve gerçek bir benlik ya-
şantısına ulaşmayı başaramadıysa, ciddî bir kusuru olduğu söy-
lenebilir -yeter ki, özgürlük ve içtenliğin her insanın ulaşması 
gereken objektif gayeler olduğunu kabul etmiş olalım. Bir top-
lumun üyelerinden çoğu bu gayeye ulaşamadığı zaman ise, 
sosyal olarak kalıplaşmış bir kusuı\a karşı karşıyayız demektir. 
Bu durumda, birey bu kusurunu birçok kimse ile paylaşmaktadır; 
bunun bir kusur olduğunun farkında değildir ve başkalarından 
farklı olma, toplum dışı bırakılma gibi bir yaşantı ile güvenliği 
tehlikeye girmemiştir, iç zenginliği ve gerçek bir mutluluk duygu-
su bakımından yitirmiş olabileceği şeyleri, bütün insanlara -onla-
70
 Nevroz ve kusur kavramı İle ilgili tartışmanın bir bölümü "Individuai and 
Social Origins of Neurosis," (American Sociologıcal Review, XI, No. 4, August, 
1944) adlı yazımdan alınmıştır. 
252 
rı tanıdığı ve bildiği ölçüde- ayak uydurmanın verdiği bir güvenlik 
duygusu ile telâfi etmektedir. Gerçekten de, içerisinde yaşadığı 
kültür, kusurunu bir erdem haline getirmiştir ve böylece ona 
daha fazla bir başarı duygusu vermektedir. Calvin'in öğretilerinin 
insanlarda yarattığı endişe ve suçluluk duygusu bunun bir 
örneğidir. Kendi güçsüzlüğünü ve değersizliğini hissetmiş 
olmaktan, kurtulacak mı yoksa sonsuz bir cezaya mı çarptırıla-
cak diye sürekli bir şüphe duymaktan ötürü bunalmış, gerçek bir 
sevinç duyma yeteneğini hemen hemen yitirmiş ve kendini hiz-
met etmek zorunda olduğu makinenin çarklarından biri haline 
getirmiş olan böyle bir insanın, gerçekten de, büyük bir kusuru 
var demektir. Ama bu kusur, kültürel olarak kalıplaşmıştır; özel-
likle değerli bir şey olarak görülmüştür ve böylece birey bu ku-
surunun kendisine derin bir yetersizlik ve yalnızlık duygusu ve-
receği başka bir kültür içerisinde yakalanabileceği nevrozdan 
korunmuştur. 
Spinoza, sosyal olarak kalıplaşmış kusur problemini çok 
açık bir şekilde belirtmiştir. Şöyle diyor: "Birçok insan, büyük bir 
tutarlılıkla, bir ve aynı şeyin etkisinden kendini kurtaramaz. 
Bütün duyuları bir tek objeden öylesine kuvvetli bir şekilde etki-
lenir ki, bu obje var olmasa bile onun var olduğuna inanır. Bu 
olay insan uyanıkken gerçekleştiği zaman, o kişinin hasta 
olduğuna inanırız... Ama açgözlü bir insan yalnızca parayı ve 
mal-mülkü, haris bir insan yalnızca ün kazanmayı düşündüğü 
zaman, onların hasta değil yalnızca can sıkıcı olduklarını düşü-
nürüz; bu gibi kimseler genellikle hor görülür. Oysa gerçekte 
açgözlülük, harislik, vb. özellikler de hastalık türleridir, ama 
insan genellikle bunları 'hastalık' olarak görmez."
71
 Bu kelimeler, 
birkaç yüzyıl önce yazılmıştır, ama bugün için de geçerlidir; şu 
var ki, kusur dediğimiz şey, bugün o derece kültürel bir kalıp 
"
 Ethics, !V, Prop. 44, Schol. 
ı
 1
2



Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə