onlara egemen olmaktan zevk ve tatmin duyan bir insanı buna
örnek olarak gösterebiliriz. Başkaları tarafından ayıplanma kor-
kusunun ya da benimsemiş olduğu ahlâk ilkelerinin ona kendi
içtepilerine göre hareket etmemesi gerektiğini söylediğini varsa-
yalım; bu yüzden, bu gibi hareketlerini dizginleyecek ve yapmak
istediği şeyleri yapmayacaktır. Bu insanın kendine karşı bir zafer
kazandığı inkâr edilemez, ama gerçekte, değişmiş olduğu da
söylenemez; karakteri olduğu gibi kalmıştır ve onda hayran
olduğumuz şey, yalnızca irade gücüdür. Bu tutumun ahlâkî
değerini bir yana bıraksak bile, böyle bir davranışın insanın
yıkıcı eğilimlerine karşı koruyucu bir önlem olarak yeterince etkili
olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu tip bir kişiyi, yıkıcı
içtepilerine göre hareket etmekten alıkoyabilmek için, olağanüs-
tü bir "irade gücü"ne ya da şiddetli cezalardan duyulan korkuya
ihtiyaç olacaktır. Her karar, kuvvetli karşı güçlere açılan bir iç
savaşın sonucu olacağı için, iyiliğin zafer şansı o kadar zayıftır
ki, toplumun menfaati açısından bu tip bir bastırmaya hiçbir şe-
kilde güvenilemez.
Şimdiye kadar, kötü eğilimlerle başa-çıkmanın en etkili yo-
lunun, onların bilinçli hale gelmesini, böylece bilinçli bir girişime
dönüşmesini önlemek olduğu sanılıyordu. Bu çeşit bir bastır-
maya Freud "baskı altına alma" (repression) demiştir. Baskı
altına alma, var olan bir içtepinin bilinç alanına girmesine fırsat
vermemek, ya da onu çarçabuk bilinç alanının dışına itmek an-
lamına gelir. Aynı örneği kullanacak olursak, sadist bir insan,
yıkıcı eğilimlerini gerçekleştirmek ya da başkalarına egemen
olmak için duyduğu isteğin farkında olmayacaktır; dolayısıyla in-
sanı kötülüğe teşvik eden bir dürtü ve bu dürtüye karşı savaş
açmak da söz konusu olmayacaktır.
Kötü eğilimlerin baskı altına alınması, otoriter ahlâkın, er-
deme götüren en güvenilir yol olarak açıkça ya da üstü kapalı
258
bir şekilde benimsediği bir bastırma türüdür. Şu var ki, baskı al-
tına almanın, kötü davranışlara karşı bir güvenlik önlemi olduğu
doğru olsa bile, böyle bir baskının etkisi onu savunanların sandı-
ğından çok daha azdır.
Bir içtepiyi baskı altına almak onu bilinç alanından itmek
anlamına gelir; ama ortadan kaldırmak demek değildir. Freud,
baskı altına alınmış olan içtepinin, ilgili kişi farkına varmamış
olsa bile, etkinliğini sürdürdüğünü ve o kişinin üzerinde derin bir
etki yapmaya devam ettiğini göstermiştir. Baskı altına alınmış
olan içtepinin kişi üzerindeki etkisinin, bilinçli olduğu zamankin-
den daha az olması da şart değildir; temel fark şudur: Baskı
altına alınmış olan içtepi, açıkça değil, kılık değiştirmiş bir şekil-
de etkide bulunur, bu yüzden insan ne yaptığını bilmeksizin ha-
reket eder. Sözgelişi, sadist bir insan, sadism'inin farkında de-
ğildir; başkalarının iyiliğini düşündüğü için ya da görev duygusu
kuvvetli olduğu için onlara egemen olmaya, söz geçirmeye ça-
lıştığını sanır.
Ama Freud'un göstermiş olduğu gibi, baskı altına alınmış
olan eğilimler ya da çabalar yalnızca bu çeşit rasyonalizasyonlar
şeklinde ortaya çıkmakla kalmaz. Bir insan, baskı altına alınmış
olan içtepiye "tepki olmak üzere" o içtepinin tam karşıtı olan bir
davranış özelliği de gösterebilir; aşırı derecede iyi olabilir, baş-
kalarına aşırı bir ilgi gösterebilir. Ama bu durumda, baskı altına
alınmış olan çabanın gücü dolaylı bir şekilde kendini gösterir;
Freud buna "baskı altına alınmış olan şeyin geri dönüşü" de-
miştir. Bu durumda, sadism'ine karşı bir tepki olmak üzere
başkalarına karşı aşırı bir ilgi davranışı geliştirmiş olan bir insan,
bu "erdem"ini, sadism'i açıkça ortaya çıkmış olsaydı nasıl bir
etki yapacaksa, aynı etkiyi yapacak şekilde kullanır: Başkalarına
egemen olmak ve onları kendi denetimi altında tutmak için...
Kendini erdemli ve üstün bir insan olarak gördüğü sürece, baş-
259
kalan üzerindeki etkisi çoğu zaman daha da zararlıd.r, çünkü bir
başkasının bunca "erdem"e karşı kendini savunması kolay de-
ğildir.
Yıkıcı içtepilere karşı gösterilen üçüncü tip tepki, bastırma
ve baskı altına alma olayından büsbütün farklıdır. Bastırmada
içtepi canlı kaldığı, yalnızca hareketi engellendiği halde; baskı
altına almada içtepi bilinç alanından itildiği ve (bir dereceye ka-
dar) kılık değiştirmiş bir şekilde etkide bulunduğu halde; bu
üçüncü tip tepkide bir insanın içinde var olan ve "hayatı des-
tekleyen" ya da "hayattan yana olan" güçler, yıkıcı ve kotu içte-
pilere karşı savaş açmaktadır. İnsan bu yıkıcı ve kötü ıçtepılerını
ne kadar fark ederse, tepki göstermeye de o kadar yatkındır. Bu
tepkide yalnızca iradesi ve aklı değil, yıkıcılığının meydan
okuduğu duygusal güçlerinin de rolü vardır. Sözgelişi, sadist bir
insanda sadism'e karşı açılan böyle bir savaş, onu kendi
kendisinin bekçi köpeği olmaktan, "kendini denetlemek" için hiç
durmadan irade gücünü kullanmaktan kurtaran ve karakterinin
bir parçası haline gelen gerçek bir iyiliğin gelişmesine yol
açacaktır. Böyle bir tepkide, bir insanın kendi kötülüğünü his-
setmesi ve vicdan azabı çekmesi değil, insanın içerisindeki ya-
ratıcı güçlerin varlığı ve kullanılması söz konusudur. Böylece,
iyilikle kötülük arasındaki yaratıcı çatışmanın bir sonucu olarak,
kötülüğün kendisi bir erdem kaynağı haline gelmiştir.
Hümanist ahlâk açısından, kötülüğü bastırma ya da kendini
kötülüğe kaptırma gibi ahlâkî bir seçmede bulunmak zounda
kalma söz konusu değildir. Bastırma da, kendini kötülüğe kap-
tırma da köleliğin farklı iki görünüşüdür; ahlâk konusunda yapıl-
ması gereken gerçek seçme, bu iki seçenekten birini tercih et-
mek değil, bastırma ve kendini kötülüğe kaptırma ile yaratıcılık
arasında yapılacak bir seçmedir. Hümanist ahlâkın amacı, in-
sanın kötülüğünü bastırmak değil (böyle bir bastırma sureci,
261
ı
1
2
7
kuvvetini otoriter ruhun baltalayıcı etkisinden almaktadır) insa-
nın tabiatında var olan birinci derecede imkânların yaratıcı bir
şekilde kullanılmasını sağlamaktır. Erdem, bir insanın ulaştığı
yaratıcılık derecesi ile orantılıdır. Eğer toplum, insanlar, erdemli
yapmak istiyorsa, onları yaratıcı yapmaya çal.şmalı, dolay.s.yla
yaratıcılığı geliştirecek şartları hazırlamalıdır.
Bu şartların birincisi ve en başta geleni, her insanın ge-
lişmesinin ve kendi içindeki güçleri ve imkânları gerçekleştir-
mesinin her türlü sosyal ve politik etkinliğin amacı olması, insa-
nın kendisinden başka herhangi bir kimse ya da herhangi bir
şey .çın bir araç değil, biricik amaç ve gaye olarak görülmesidir.
Yaratıcı yöneliş, özgürlüğün, erdemin ve mutluluğun teme-
hdır. Her an uyanık olmak, erdemli olmanın bedelidir, ama kötü
bir mahkûmu hapiste tutmak zorunda olan bir gardiyanın uya-
nıklığı değildir bu; kendi yaratıcılığın, gerçekleştirebilmek için
gereken şartlar, bilmek ve yaratmak, kendisini engelleyen
böylece kötülüğe yol açan etkenleri ortadan kaldırmak zorunda
olan akıllı bir varlığın uyanıklığıdır; o kötülük ki, bir kere yeşer-
meye görsün, kendini açığa vurması ancak dış ya da iç güçlerle
önlenebilir.
a v
•
Otoriter ahlâk, insanların kafasına, iyiliğin çok büyük ve sü-
rekli bir çaba harcamayı gerektirdiği fikrini sokmuştur; insanın
kendisiyle sürekli bir savaş yapması gerektiği, atacağı her yanlış
adımın korkunç sonuçlara yol açabileceği fikrini sokmuştur Bu
goruş, otoriter ahlâkın dayandığ, öncülün sonucudur İnsan bu
derece kötü bir yaratık olsaydı ve erdem insanın kendine karşı
kazandığı zaferden başka bir şey olmasaydı, o zaman işimiz
gerçekten de, son derece güç olurdu. Ama eğer erdem demek
yaratıcılık demekse, ona ulaşmak, kolay olmamakla birlikte hiç
de o derece güç ve zahmetli değildir. Daha önce göstermiş oldu-
ğumuz gibi, kendi güçlerini yaratıcı bir şekilde kullanma isteği in-
Dostları ilə paylaş: |