Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə72/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   77

haline gelmiştir ki, artık genellikle hor görülen, hattâ can sıkıcı 
olarak nitelenen bir şey olmaktan çıkmıştır. Bugün bir otomat gi-
bi hareket eden ve hisseden bir insanla karşılaşabiliriz; gerçek-
ten kendisine ait hiçbir yaşantısının olmadığını görürüz; başka-
ları onun nasıl olmasını istiyorlarsa öyle olduğunu ve kendisini 
öyle gördüğüftü; gülümsemenin, gerçek gülmenin yerini aldığını, 
boş gevezeliklerin insanların karşılıklı olarak birbirlerine bir 
şeyler verdiği bir konuşmanın yerine geçtiğini, gerçek hüznün 
yerini de can sıkıcı bir umutsuzluğun aldığını görürüz. Bu çeşit 
bir insan için iki şey söylenebilir. Birincisi, böyle bir insanın 
içtenlik ve bireysellikten yoksun olma gibi düzeltilmesi pek müm-
kün olmayan bir kusuru olduğudur. İkinci olarak, bu kimsenin, 
kendisiyle aynı durumda bulunan binlerce insandan pek de farklı 
olmadığı söylenebilir. Bu gibi insanların çoğunda, böyle bir ku-
surla ilgili kültürel kalıp onları bir nevrozun patlak vermesinden 
kurtarır. Bazılarında ise kültürel kalıp fonksiyonunu yerine ge-
tiremez; o zaman kusur, az ya da çok şiddetli bir nevroz olarak 
ortaya çıkar. Bu gibi durumlarda, kültürel kalıbın bir nevrozun 
ortaya çıkmasını önleyecek yeterlikte olmaması, ya patolojik 
güçlerin daha şiddetli olmasından, ya da sağlıklı güçlerin daha 
kuvvetli olmasından ve kültürel kalıbın onlara suskun kalma 
imkânını sağlamış olmasına rağmen, yine de başkaldırmaların-
dan ileri gelmektedir. 
Sağlığa ulaşmak için çaba gösteren güçlerin kuvvetini ve 
direnişini gözlememize imkân veren en iyi durum psikanalitik 
tedavidir. Şüphesiz, psikanalist, insanın kendini gerçekleştirme-
sine ve mutlu olmasına karşı çıkan kuvvetlerle de uğraşmak zo-
rundadır; ama yaratıcılığı baltalayan şartların -özellikle çocuk-
luktaki şartların- gücünü anlayabildiği zaman, şu gerçeği de an-
layacak ve bundan etkilenecektir: Hastaların çoğu ruh sağlığına 
ve mutluluğa ulaşmak için zorlayıcı bir içtepi ile harekete geç-
254 
memiş olsalardı, mücadele etmekten çoktan vazgeçerlerdi. Bu 
içtepi bir nevrozun iyileşmesinin zoruniu şartıdır. Psikanaliz 
süreci bir insanın duygu ve düşüncelerinin ayrı ayrı parçalarını 
giderek daha fazla kavramayı ve belli bir içgörüye ulaşmayı 
amaçlamış olsa bile, akıl sayesinde ulaşılan böyle bir kavrayış, 
hastanın değişebilmesi için yeterli değildir. Bu çeşit bir kavrayış, 
bir insana, içerisine düştüğü çıkmazları görmek ve kendi 
sorunlarını çözme denemelerinin niçin başarısız kalmaya 
mahkûm olduğunu anlamak imkânını verir; ama insanın içinde 
var olan ve ruh sağlığına ve mutluluğa ulaşmak için çabalayan 
kuvvetlerin harekete geçmesi ve etkili olabilmesi için gereken 
ortamı hazırlamaktan başka bir şey yapamaz. Gerçekten de, 
insanın kendisini yalnızca akılla kavraması yeterli değildir; tedavi 
bakımından etkili olabilecek bir içgörünün, insanın iç yaşantı-
sından kaynaklanması ve yalnızca akılla değil, aynı zamanda 
duygularla ulaşılan bir bilgiye dayanmış olması gerekir. Böyle bir 
kavrayış, insanın sağlık ve mutluluğa ulaşmak için gösterdiği iç 
çabanın kuvvetine bağlıdır. 
Ruh sağlığı ve nevroz problemi, ahlâk problemiyle yakın-
dan ilgilidir. Her nevrozun bir ahlâk problemini simgelediği söyle-
nebilir. İnsanın tüm kişiliği bakımından olgunluğa ve bütünlüğe 
ulaşmayı başaramamış olması, hümanist ahlâk açısından ahlâkî 
bir başarısızlıktır. Daha özel bir anlamda, nevrozların çoğu 
ahlâkî problemlerin ifadesidir ve nevrotik belirtiler, çözülmemiş 
ahlâkî çatışmalardan ileri gelmektedir. Sözgelişi, bir insan, 
organik bir nedeni olmayan baş dönmesi nöbetlerinden rahat-
sızmış gibi görünebilir. Rahatsızlık belirtilerini psikanaliste anla-
tırken, söz arasında, işinde bazı güçlüklerle karşılaştığını söyler. 
Kendi inançlarına aykırı olan birtakım görüşleri anlatmak zorun-
da kalan başarılı bir öğretmendir. Şu var ki, bir yandan başarılı 
olma, öbür yandan ahlâkî bütünlüğünü koruma problemini çöz-
ı
 127 


düğüne inanmakta ve bu inancının doğru olduğunu birçok 
karmaşık rasyonalizasyonla kendi kendine "kanıtlamaktadır". 
Psikanalist ona, rahatsızlık belirtilerinin ahlâkî problemiyle ilgili 
olabileceğini söylediği zaman canı sıkılmıştır. Ama daha sonraki 
analiz, ona kendi kanısının yanlış olduğunu göstermiştir; böy-
lece hasta, baş dönmesi nöbetlerinin, kişilik bütünlüğünü bozan 
ve içtenliğini baltalayan bir hayat biçimine karşı benliğinin iyi ya-
nının, temel ahlâkî kişiliğinin gösterdiği bir tepkiden başka bir 
şey olmadığını anlamıştır. 
Bir insan yalnızca başkalarına karşı yıkıcı bir tavır takınmış 
gibi görünmüş olsa bile, bu şekilde hareket etmekle, hem başka-
larındaki, hem de kendi içerisindeki yaşama ilkesini bozmak-
tadır. Dinsel bir deyişle, bu ilke, insanın Tanrıya benzer olarak 
yaratıldığı, böylece insana karşı olan her hareketin Tanrıya karşı 
işlenmiş bir günah olduğunu ifade eder. Din-dışı bir deyişle, 
bunu şöyle söyleyebilirdik: Başka bir insana yaptığımız her şey 
-ister iyi, isterse kötü bir şey olsun- aynı zamanda kendimize de 
yapılmış demektir. "Başkalarının sana yapmasını istemediğin 
şeyi, sen de başkalarına yapma" cümlesi, ahlâkın en temel 
ilkelerinden biridir. Ama şöyle demek de uygun olurdu: 
Başkalarına yaptığın her şeyi, aynı zamanda kendine de yapmış 
olursun. Herhangi bir insandaki yaşamaya yönelik güçleri 
bozmak, ister istemez, bizi de etkiler. Gelişmemiz, mutluluğu-
muz ve kuvvetimiz bu güçlere duyduğumuz saygıya dayanır ve 
insanın kendisi de zarar görmeksizin bu güçleri bozması müm-
kün değildir. Başkalarının hayatına olduğu kadar kendi hayatı-
mıza da duyduğumuz saygı, yaşama süreci ile birlikte giden bir 
unsurdur ve ruh sağlığının bir şartıdır. Başkalarına karşı gösteri-
len yıkıcılık, bir anlamda, intihar içtepilerine benzetilebilen pato-
jik bir olaydır. Bir insan, yıkıcı içtepilerini bilmezlikten gelmeyi ya 
da rasyonalize etmeyi başarabilir; ama kendisinin -kendi orga-
nizmasının- gerek kendi hayatının, gerekse her türlü varlığın 
257
 ı
 1
2

hayatının dayanmış olduğu ilkeye aykırı düşen hareketlere tepki 
göstermemesi ve bu hareketlerden etkilenmemesi mümkün 
değildir. Yıkıcı bir insan, kendi varlığına da zarar veren yıkıcı 
amaçlarına ulaşmayı başarabilmiş olsa bile, mutsuz bir insandır. 
Buna karşılık, dürüstlük, sevgi ve cesaret davranışları karşısın-
da hayranlık duymayan ve etkilenmeyen sağlıklı bir insana rast-
lamak mümkün değildir; çünkü bunlar kendi hayatının temelinde 
bulunan kuvvetlerdir. 
B. Yaratıcılığın Karşıtı Olarak "Baskı Altına 
Alma" (Repression) 
İnsanoğlunun aslında yıkıcı ve bencil bir yaratık olduğu 
görüşü, şöyle bir ahlâkî davranış kavramının ortaya çıkmasına 
yol açmıştır: İnsan, kendini sürekli olarak denetim altında tutma-
dıkça, ister istemez kendini birtakım kötü eğilimlere kaptıra-
caktır; ahlâkî davranış ise, bu kötü eğilimlerin bastırılmasından 
(suppression) başka bir şey değildir. Bu ilkeye göre, insan kendi 
kendisinin bekçi köpeği olmak zorundadır: İlk olarak, kendi 
tabiatının kötülüğünü bilmeli, ikinci olarak da, tabiatından ileri 
gelen kötü eğilimlerle savaşmak için irade gücünü kullanmalıdır. 
Bu durumda, ya kötülüğü bastıracak, ya da kendini kötülüğe 
kaptıracaktır. 
Psikanalitik araştırmalar, bastırma sürecinin niteliği, çeşit-
leri ve sonuçları ile ilgili zengin veriler sunmaktadır bize. Burada, 
(1) kötü bir içtepinin gerçekleşmesini bastırmayı, (2) bu içtepinin 
bilincine varmayı bastırmayı, (3) bu içtepiye karşı yapıcı bir 
savaş açmayı, birbirinden ayırabiliriz. 
Birincisinde, içtepi değil, bu içtepiden doğabilecek hareket 
ya da eylem bastırılmaktadır. Güçlü sadist eğilimlerini gerçek-
leştirmek isteyen, böylece başkalarına acı çektirmekten ya da 


Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə