Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə9/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   33

İçinden üst üste, Tatlı! Tatlı! Tatlı!.... diyordu. Söylediği sözün anlamını ortaya çıkarmaya ve bu anlamda bir şey varmış gibi kendini inandırmaya çalışıyordu. Yaptığı aynen, Eddie'nin kafasındaki öteki kişinin gerçek bir varlık olduğuna ve aklında oluşan karışıklıklarının kendini aldatmadığını kendi kendisini inandırmak isteyişi gibiydi. Üst üste Tatlı! Tatlı! Tatlı! diye yineledi.

Koyu renkli içeceğe (Pepsi Kola), Martini'den biraz fazla olsa bile gene de az miktarda şeker katılmıştı. (Roland mezar kaçkını görünüşüne karşın eskiden boğazına düşkün bir kişiydi ve sabahları yatıştırıcı olarak kahvesine martini katardı.)

Şeker.... beyaz.... toz.

Silahşor’un gözleri şimdi kayaların yangında bulunan ve üzeri otlarla örtülü olduğu için pek az bir kesimi görülen uyuşturucu torbalarına kaydı. Aklı bir an için içeceğine konulan madde ile torbalardaki maddenin aynı olabileceğine takıldı. İkisi de ayrı fiziksel maddeler olduğu halde Eddie'nin bu konuda kendisini mükemmelen anlayacağını biliyordu. Genç adamın dünyasına bedensel olarak geçtiğinden kuşkulanıyordu. (Ve içgüdüsel olarak bunu yapabileceğini anlıyordu... Eğer orada olduğu sırada aradaki kapı kapalı tutulursa, sonuna değin kendisi orada kalırken Eddie de pozisyonlar tersine çevrilene değin burada kalacaktı.) Ve Roland oradaki dili çok iyi bir şekilde anlayacaktı. Eddie'nin kafasının içinde bulunarak ilk olarak her iki dünyanın dillerinin de birbirlerine benzediğini öğrenmişti. Evet, diller benziyordu ama birbirinin aynısı değildiler. Şu halde, Eddie'nin kokain dediği ilaç Silahşor’un dünyasında şeker olarak adlandırılabilir miydi?

Yeniden düşününce Roland bunu olası görmedi: Eddie bu içeceği gümrük görevlilerinin gözü önünde açık açık satın almıştı. Dahası, Silahşor Eddie'nin içecek için göreceli olarak az para ödediğini duyumsamıştı. Hatta sandviçlerden daha az parayla satın almıştı. Hayır, şeker kokain değildi. Ancak, Roland şeker gibi güçlü bir madde bu denli bol ve ucuzken kişilerin kokain ya da diğer yasal olmayan ilaçlan neden istediklerini anlayamıyordu.

Yeniden sandviçlere baktı ve açlığın midesinde yarattığı ilk kıpırdanışları duyumsadı. Şaşkınlıkla ve kafası karışmış olarak şükran duygusuyla kendisini daha iyi duyumsadığını anladı.

Onu böyle yapan içtiği içecek miydi? Pepsi Kola mıydı? Ya da içecekteki şeker miydi?

İyileşmesinin bir bölümü, küçük bir bölümü bedenine almış olduğu şeker nedeniyle olabilirdi. Roland bunu çocukluğundan beri biliyordu. İnsanın gücü yerinde değilse şeker onu canlandırabilirdi. Oysa, şeker, bedeninizdeki bulaşma bir durumuna geldiğinde, ağrınızı ve terinizi hafifletemezdi. Bütün bunlar aynen onun bedeninde olmuştu ve şimdi de oluyordu.

Kaslarının istemsiz kasılmalarına neden olan titremeleri durmuştu. Alnındaki terler kuruyordu. Gırtlağına sarkan olta gibi ipçikler yok oluyordu. İnanılmaz aynı zamanda tartışılmaz bir gerçek olarak bunlar yalnızca hayal ürünü ve özlem dolu düşünceler değildi (Gerçekten, son on yıllarda Silahşor hayal ürünü ve özlem dolu düşünceler gibi saçma hoppalıklara yaşamında yer vermiyordu.) Kopan başparmağıyla öbür parmakları şimdi de zonkluyor ve kükrer gibi sancıyordu ama Roland bu acıların da sonunda dilsizleşeceğine inanıyordu.

Silahşor başını arkaya doğru eğdi, gözlerini kapadı ve Tanrı'ya şükretti.

Tanrı'ya ve Eddie Dean'e teşekkür etti.

Aklının derinliklerinde bir ses şöyle konuştu: Kalbini onun elinin yakınına koyma hatasına düşme, (Bu, Karalar Giyinmiş Adam ya da Cort'lardan kaba birisinin sesiydi. Silahşor’a göre, babasının sesine benziyordu.) Biliyorsun, Eddie Dean'ın senin için yaptıkları, onun kendi gereksinimleri içindi. Sen böyle adamları tanırsın ve sorgulamacılar bu tür kişiler için düşündüklerinde kısmen ya da tümüyle haklı olabilirler. Eddie çürük bir teknedir. Onu böyle bir iş için seçmelerinin nedeni, ne sahteci ne değersiz, sıradan bir kişi oluşudur. Onda çelik bir yön var. Bunu tartışamam. Aynı zamanda onda bir zaaf da bulunuyor. O aynen aşçı Hax gibi. Hax istemeyerek, gönülsüzce kendi kendisini zehirlemişti... Oysa, gönülsüzlüğü ölürken attığı feryatlara yansımamıştı. Üstelik Eddie'den sakınmak üzere bir neden daha var...

Ancak Roland herhangi bir sesin bu nedenin ne olduğunu söylemesine gereksinmiyordu. Bunu, kendi amacını sonunda çocuk anlamaya başladığında Jake'in gözlerinde görmüştü.

Kalbini onun elinin yakınına koyma hatasına düşme!

Bu iyi bir öğüt.

Görevini anımsa, Roland.

Yıldızlar acımasızca parıldar, dalgalar kıyıyı oyar ve ıstakoza benzeyen korkunç yaratıklar aptalca sorularını vızıldayarak; sorarken Silahşor boğuk bir sesle, "Onu kesinlikle unutmadım! diye yanıtlayarak ekledi, "Ben, görevim için lanetlenmişim. Ve bu lanetli dönüşü neden bir yana bırakayım?"

Eddie'nin sosisli sandviç dediği yiyeceği yemeye başladı.

Bunlar tonbalıklı sandviçle kıyaslanırsa çamur gibi yiyeceklerdi. Ancak, olağanüstü içecekten sonra yakınmaya hakkı var mıydı? Hakkı olmaması gerektiğini düşündü, üstelik oyunda bu tür boşlukları aşırı düşünmek üzere geç kalınmıştı.

Roland tüm sandviçi yedi ve sonra Eddie'nin bulunduğu yere büyülü bir araçla geri döndü. Bu araç bir metal çubukla ve tek bir atla değil, düzinelerce belki de yüzlerce at tarafından çekiliyordu.
7
Pizza kamyonu göründüğünde Eddie her şeye hazır olarak ayakta bekliyordu. İçinde de Roland, genç adamdan bile daha hazır olarak beklemekteydi.

Roland şöyle düşünüyordu.: Bu Diana'nın düşünün başka bir uyarlaması. Kutudaki neydi? Altından bir kase mi yoksa sokan bir yılan mı ? Ve tam Diana anahtarı çevirip ellerini kutunun kapağı üzerine koyarken annesi sesleniyordu.. "Uyan, Diana! Süt içme zamanın geldi!"

Tamam diyen Eddie düşündü: Hangisi olacak? Hanımefendi mi, yoksa kaplan mı?

Pizza kamyonetinin yolcu tarafındaki penceresinden kocaman tavşan dişli, soluk ve sivilceli bir surat göründü. Eddie bu tipi tanıyordu.

Genç adam pek fazla sevinç ve heves göstermeden, "Merhaba, Col" dedi. Col Vincent'in arkasında kamyonetin direksiyonunda Henry'nin Yaşlı Çifte Çirkin diye ad taktığı Jack Andolini oturuyordu.

Eddie, Ancak Henry bu adamın yüzüne karşı taktığı adı kesinlikle söyleyemez diye düşündü. Evet, kuşkusuz söyleyemezdi. Jack Andolini'yi böyle bir adla çağırmanız, öldürülmeniz için çok iyi bir yol olurdu. Jack, mağara insanınkine benzer ileriye çıkıntılı alnı ve buna pek uyan çenesiyle pek çirkin ve iriyarı bir adamdı. Bir yeğeninin evlenmesi nedeniyle Balazar'ın akrabası oluyordu... Şimdi kalın parmakları bir maymunun ağaç dalını tutuşu gibi kamyonetin direksiyon simidini kavramıştı. Adamın kulaklarında kalın kıl demetleri uzamıştı. Eddie şimdi kulaklardan yalnızca birini görebiliyordu çünkü çevresine bakmayan Jack Anodolini profilden gözükmekteydi.

Yaşlı Çifte Çirkin. Ancak, Henry şimdiye değin adamı yaşlı Çifte Aptal diye adlandırmak hatasına düşmemişti. (Eddie her zaman ağabeyinin dünyada en fazla algılayıcı insan olmadığını kabul etmek zorundaydı.) Arabadaki diğer kişiye gelince: Colin Vincent bu özelliğiyle övülmesi gereken aptal kukladan başka bir şey değildi. Oysa Jack, Naendertal insanınkine benzer alnı gerisinde Balazar'ın bir numaralı yardımcısı olacak kadar zeki bir beyine sahipti. Şu anda Balazar bu denli önemli adamını buraya gönderdiği için Eddie'nin canı pek sıkılmıştı.

Col, "Merhaba, Eddie. Başının derde girdiğini duyduk" dedi.

"Çözümleyemeyeceğim bir sorun değildi" diyen Eddie o anda önce bir kolunu sonra diğerini kaşımakta olduğunu sezinledi. Bu hareketi, sorgulama sırasında yapmamak üzere kendisini aşırı zorladığı uyuşturucu düşkünlerine özgü tipik davranışlardan biriydi. Hemen hareketi yapmayı bıraktı. Oysa Col gülümsüyordu. Eddie bu gülümseyişi de kesmek üzere, içinden gelen adamın yüzüne bir yumruk patlatma isteğini duyumsadı. Eğer Jack kamyonette olmasa... isteğine kolayca uyabilirdi. Jack şimdi de ileriye doğru bakıyor ve dünyayı salt asal renklerle ve temel hareketlerle görüyormuş gibi kendi birincil düşüncelerine dalmış görünüyordu. (Ya da Eddie'ye bakmadan genç, adamı görüyor ve olanları algılamaya çalışıyordu.) Bununla birlikte Eddie, Col Vincent denilen salağın tüm ömrü boyunca görebileceklerini Jack'ın bir günde göreceğini düşünüyordu.

"Tamam, iyi" diyen Col ekledi, "Bu çok iyi.'

Ardından sessizlik oldu. Col gülümseyerek Eddie'ye bakıyor ve uyuşturucu düşkünlerine özgü tipik davranışlar olan kaşınması, tuvalete gitme gereksinimi duyan küçük çocuklarınlar gibi beden ağırlığını sürekli bir ayağından ötekine aktarması ve sırası gelmişken yanlarında biraz uyuşturucu var mı diye sormasını bekliyordu.

Genç adam kaşınmadan, hareket etmeden ve ağzını açmadan yalnızca onlara baktı.

Hafifçe esen rüzgâr karşı parktan yaldızlı bir paket kâğıdını yerde sürükleyerek getirdi. O anda kâğıdın yeri kazır gibi geçişi ve pizza kamyonetinin motorunun gevşek pistonlarının cızırtılı çalışması tek duyulan sesler oldu.

Col'ün bilgiççe gülümsemesi solmaya başlamıştı.

Çevresine bakınmayan Jack, "Arabaya atla, Eddie! Bir gezinti yapalım" dedi.

Eddie de malını bilen tavırlarla sordu, "Nereye doğru?"

"Balazar'ın yerine " diyen Jack dönüp bakmamıştı. Bir kez daha ellerini direksiyon simidinin üzerinde esnetti. Elindeki som altından iri bir yüzük oniks taşıyla bir dev böceğin gözü gibi kabarıklık yapıyor, sağ elinin üçüncü parmağında parıldıyordu. Çirkin adam sözünü sürdürdü, "Balazar, mallarının durumunu öğrenmek istiyor."

"Mallar bende.Güvencedeler."

"Çok iyi. Şu halde kimsenin endişelenmesine gerek bulunmuyor" diyen Jack Andolini gene çevresine bakınmamıştı.

Eddie, "Önce yukarı çıkmalıyım. Giysilerimi değiştirmek ve Henry ile konuşmak istiyorum" dedi.

Col sararmış iri dişlerini gösteren kötü bir sırıtışla gülümseyip araya girdi, "Ve uyuşturucunu da alacaksın. Bunu söylemeyi unuttun. Oysa elinde hiç uyuşturucu yok, değil mi, küçük arkadaş?"

Eddie'nin kafasının içindeki Silahşor, Bu adam 'Dad-e-çam?' der gibi vızıldıyor diye düşündü. Ve Roland ile Eddie birlikte titrediler.

Genç adamın titreyişini fark eden Col'un gülümseyişi daha da yayıldı. Oh işte, diyen gülümseyişte şunlar da vardı: Bu, eski iyi bir uyuşturucu düşkünü davranışı. Seni bir an olsun düzeldi mi diye merak etmiştik, Eddie.

"Oraya niçin gideceğiz?" diye Eddie bir kez daha sordu.

"Bay Balazar siz adamlarının temiz bir yerde bulunduklarından emin olmayı istiyor" diyen Jack gene çevresine bakınmıyordu. Böyle bir adamdan beklenmeyen şekilde bir noktaya bakarak dünyayı gözetliyordu. Ekledi, "Herhangi bir kişinin çıkıp sizin yerinize gelmesi durumuna karşı, kuşkusuz."

Col, "Sözgelişi, Federal arama izni olan kişiler gibi" derken yüzü gevşek ve çok bilmiş bir ifade taşıyordu. Şu anda Eddie'nin kafasının içindeki Roland da bir gülümseyişi bu denli azarlayıcı ve umarsız sırıtış şekline sokan sararmış, çürük dişlere yumruk atma isteğini duyumsuyordu. Duygularındaki oybirliği genç adamı biraz neşelendirmişti. Col Vincent sözünü şöyle sürdürdü, "Balazar duvarlarınızı silmek ve halılarınızın tozunu almak için buraya bir temizleme ekibi gönderdi. Bunun için seni bir tek sent borçlandırmayacak, Eddie."

Şimdi bende ne türden uyuşturucu bulunduğunu soracaksın diyordu Col'ün gülümseyişi. Oh, evet. Şimdi soracaksın, Eddie oğlum benim. Çünkü şekerciyi sevmeyebilirsin ama şekerlemeni çok seviyorsun, öyle değil mi? Ve şimdi, Balazar'ın senin özel zulandaki değerli malını alıp götürdüğünü biliyorsun.

Ani düşünce hem çirkin hem de korkutucu olarak Eddie'nin aklında şimşekler gibi çaktı. Eğer evinde gizli bir köşeye sakladığı değerli malı, uyuşturucusu gitmişse?...

Genç adam birdenbire, "Henry nerede?" diye sordu. Öyle haşin bir tavırla sormuştu ki, Col şaşırarak geriye doğru çekildi.

Sonunda Jack başını çevirdi. Sanki pek seyrek olarak yaptığı bir hareketmiş ve büyük enerji harcamalarına neden olacakmış gibi ağır ağır çevirmişti başını. Neredeyse kalın boynunun içinde yağsız kalmış menteşelerin sesi duyulacaktı.

"Ağabeyin emin yerde" diyen Jack kafasını gene özgün durumuna ağır hareketlerle çevirdi.

Eddie pizza kamyonetinin yanında ayakta duruyor, kafasında birbiriyle çarpışan fikirlerin etkisiyle boğuluyormuş gibi oluyordu. Şu ana değin yatıştırmada başarılı olduğu uyuşturucu alma gereksinimi birdenbire artıp dayanılmaz şekle girmişti. Mutlaka uyuşturucu almalıydı. Yalnızca uyuşturucu madde alarak düşünebilir ve kendisini kontrol altında tutabilirdi.

Kafasının içindeki Roland kükredi, Vazgeç ondan şimdi! Bu ses öyle yüksek çıkmıştı ki, Eddie ürküp şaşırdı. (Ve Col yanlışlıkla genç adamın acıyla yüzünü buruşturuşunu uyuşturucu düşkünü davranışlarında bir aşama daha kabul edip yeniden gülümsemeye başladı.)

Eddie'nin kafasındaki ses, Vazgeç ondan şimdi! Tüm gereksindiğin lanet olası kontrolü ben sağlayacağım! diyordu.

Sen beni anlamıyorsun! O, benim ağabeyim! O, benim lanet olası erkek kardeşim! Balazar erkek kardeşimi alıp götürmüş!

Sanki hiç duymadığım bir şeyden söz edermiş gibi konuşuyorsun. Erkek kardeşin için korkuyor musun?

Oh, evet! Tanrı'm!

Onların bekledikleri de bu. Ağla. Çocuklar gibi ağla ve yakın. Uyuşturucu madde iste onlardan. Eminim ki, bunları yapmanı bekliyorlar. Eminim ki, bu tepkiyi senden alacaklar. Bütün bunları yap, onların senden beklediklerini yap. Tüm korkuların için bir mazeret olacak bunlar sanırım.

Ne demek istediğini anlayamıyorum.

Demek istiyorum ki, korkak bir adam olduğunu onlara gösterirsen değerli kardeşini ölüme kadar götürürsün. Yoksa istediğin bu mu?

Tamam, serinkanlı olacağım. Sana öyle gelmeyebilir ama serinkanlı olacağım.

Göstereceğin davranışa bu adı mı veriyorsun? Pekiyi, şu halde evet. Serinkanlı ol.

"Aramızdaki anlaşmanın yürüyüş şekli bu değildi" diyen Eddie şimdi Col'u atlayıp doğrudan Jack Andolini'nin kıllı kulağına sesleniyordu. "Bu, benim Balazar'ın mallarına özen gösterişim ve başkasının beş adı birden vereceği bir sorgulamada benim ağzımı bile açmayışımın karşılığı olacak bir davranış şekli değil."

Jack bir kez daha çevresine bakmadan konuştu, "Balazar, erkek kardeşin kendisiyle birlikte bulunursa daha çok güvencede olacağını düşündü. Onu koruyucu bir tutuklama altına aldı."

"O halde iyi" diyen Eddie ekledi, "Balazar'a benim tarafımdan teşekkür et. Geri geldiğimi, malların güvencede olduğunu benim Henry'e, onun her zaman bana özen gösterdiği gibi bakabileceğimi söyle. Altı küçük paket malı alacağımızı, Henry eve dönünce malı onunla paylaşacağımı ve sonra arabaya binip kente ineceğimi ve anlaşmaya göre malı kendisine teslim edeceğimi patronuna anlat. Aynen, başta konuştuğumuz şekilde olacak bunlar..."

"Balazar seni görmek istiyor, Eddie" diyen Jack'ın sesi bağışlamasız ve sert çıkıyordu. Başını çevirmeden sözünü sürdürdü, "Haydi durma, kamyonete atla!"

"Kamyonetini güneş görmeyen bir yerine sok, anasını beceren (!) adam!" diyen Eddie oturduğu evin girişine doğru yürüdü.
8
Yürüyeceği yer kısa bir uzaklıktaydı ama daha yarı yola gelmişti ki, Andolini'nin güçlü eli felç edici bir kavrayışla kolunun üst kesimini kavradı. Adamın soluğu bir boğanınki gibi Eddie'nin ensesini yakıyordu. Çirkin adama dönüp bakarsınız bu hareketi tam zamanında yapmış olmanın huzuruyla kendi kendine gülümsediğini sanırdınız. Sanki eli bir kapının kolunu açmak üzere tokmağı yukarı çevirmiş gibi hareket etmişti.

Eddie arkasını döndü.

Roland, Serinkanlı ol, diye fısıldadı.

Eddie, Olacağım diye karşılık verdi.

"Bu sözlerinden ötürü seni öldürebilirdim" diye konuşan Jack Andolini ekledi, "Kimse bana kıçıma (!) neyi sokacağımı söyleyemez! "Özellikle senin gibi küçük uyuşturucu tutkunları bunu söyleyemezler."

Eddie dönüp çirkin adama, "Bok'u (!) öldür sen, pislik!" diye bağırdı. Ancak bu hesaplı, serinkanlı bir bağırıştı. Eğer dikkatle dinlenirse ve üzerinde düşünülürse bunun serinkanlı bir bağırış olduğu anlaşılırdı. Sanki genç adam sesini çevreye duyurmak istiyor gibiydi.

İki adam ilkbaharın sonunda bir günün akşam güneşi kızıllıkları içinde batmak üzereyken çevreye yaydığı altın renkli ışıklar altında Bronx'da yeni iskan alanında bulunan Co-Op binasının girişinde duruyorlardı. Binadaki insanlar Eddie'nin bağırışını ve özellikle öldür! sözcüğünü duymuşlardı. Ancak bunun üzerine eğer radyoları açıksa sesini yükseltmiş, kapalıysa radyolarını açıp sesini olabildiğince yükseğe ayarlamışlardı. Çünkü böylesi, onlar için daha iyi ve güvenliydi.

Eddie bağırarak ekledi, "Rico Balazar sözünü tutmadı! Ben, onun için taraf tuttum ama o benim tarafımı tutmadı! Bu yüzden sana kıçına sok (!) diyorum, ona da lanet olası kıçına sokun (!) derim. Bu durumda herhangi birine de kıçına soksun (!) diyebilirim!"

Andolini genç adama sabit bakışlarla bakıyordu. Gözleri öyle kahverengi görünüyordu ki, bu renk gözlerinin saydam tabakasına da sızıp orayı de eski bir parşömen kâğıdının sarı rengine boyar gibiydi.

Genç adam bağırışını sürdürüyordu: "Eğer sözünü tutmazsa Başkan Reagan'a da kıçına soksun (!) derim!"

Bütün bu bağırışlar binanın tuğla ve beton duvarlarında emilip yutuldu. Genç adamı duyan tek kişi; Yüzü, bembeyaz şortu, fanilası ve lastik ayakkabılarıyla tam bir zıtlık oluşturan kapkara tenli bir zenci çocuk sokağın karşı tarafındaki basketbol alanında ayakta durmuş onları izliyordu. Oğlanın basket topu dirseği ile bedeni arasında sıkıştırılmış, durumdaydı.

Son bağırışlarının yansıması da gidince Andolini genç adama, "Söyleyeceklerini bitirdin mi?" diye sordu.

Eddie tümüyle normale dönmüş bir sesle, "Evet" diyerek yanıtladı.

"Tamam" diyen Andolini maymunlarınkine benzeyen parmaklarıyla kavradığı genç adamın kolunu bırakıp gülümsedi... Ve o gülümseyişiyle aynı anda iki şey belli oldu: Birincil olarak, adamda insanı savunmasız bırakan bir çekicilik göründü. İkincil olarak ise, adamın ne denli zeki olduğu anlaşıldı. Ne kadar da tehlikeli bir zekâydı bu ? Çirkin dev, "Şimdi yola çıkalım mı ?" diye sordu.

Genç adam parmaklarıyla saçlarını tarar gibi yaptı. Sonra ellerini çapraz tutarak bir an iki kolunu birden kaşıyıp konuştu, "Bence de gitsek iyi olacak. Çünkü böyle bağırmamla bir yere varamayacağız."

"Tamam" diyen Andolini başını çevirmeden ve ses tonunu yükseltmeden ekledi, "Şu anda kimse bir şey söylemedi ve hiç kimse başkasını aşağılamadı. Haydi kamyona atla, sersem kafa!"

Bu arada Col Vincent kamyonetten aşağı Andolini'nin açık bıraktığı kapıdan öyle hızlı inmişti ki az kalsın kapıya vurduğu kafasını patlatacaktı. Şimdi eski yerine yerleşirken kafasını oğuşturuyor ve surat asıyordu.

Jack Andolini akılcı bir tavırla konuştu, "Gümrükçüler sana el koyunca anlaşmanın değişeceğini anlamalısın. Balazar büyük adamdır. Korumak zorunda olduğu çıkarları ve adamları var. Onlardan biri de, senin ağabeyin Henry. Bunları bir saçmalık mı sanıyorsun? Eğer öyle sanıyorsan şimdi Henry'nin nasıl olduğunu da düşünmelisin."

"Henry iyidir" diyen Eddie duyduğu endişeyi ortaya vurduğunu biliyordu. Kendi sesinde bunu duyarken kuşkusuz Andolini de durumu anlamıştı. Son zamanlarda Henry sürekli aldığı uyuşturucunun etkisi altında hep başı öne eğik durumda oluyordu. Gömleğinde sigara yanıklarıyla oluşan lekeler peydahlanmıştı. Evde besledikleri kedileri için mama kutusunu elektrikli açacakla açarken elini kesmişti. Eddie elektrikli kutu açacağı ile insanın elini nasıl yaralayabileceğim bilemiyordu. Oysa Henry bunu başarmıştı işte. Bazen mutfak masası Henry'nin temizlemeyip bıraktıkları ile çöp içinde kalıyor ya de Eddie o çıktıktan sonra banyo lavabosunda sigara izmaritleri buluyordu.

Genç adam ağabeyini görünce şöyle diyecekti: Henry, bunlara dikkat et. Durum giderek kontrolünden çıkıyor. Sen yıkıma uğramış durumda çevrede dolanıyor ve başına gelecekleri bekliyorsun.

Bunun üzerine Henry şöyle karşılık verecekti: Tamam, küçük kardeş! Canını üzme, terleme, ben en kısa zamanda her şeyi kontrol altına alacağım.

Oysa, Henry'nin kül gibi sararmış yüzünü ve ateşten tutuşmak üzere olan gözlerini görünce Eddie ağabeyinin kendisini bir kez daha kontrol edemeyeceğini çok iyi anlıyordu.

Sonunda genç adamın ağabeyine söylemek isteyeceği sözler şunlar olacaktı: Henry, senin içinde öleceğin odayı arar gibisin. Bana öyle geliyor. Hemen bu lanet olası durumu bırakmanı istiyorum! Çünkü sen ölürsen ben ne için yaşayacağım?

"Henry hiç de iyi değil" diyen Andolini sözlerini şöyle sürdürdü, "Ağabeyin kendisine göz kulak olacak birisine gereksiniyor. Bilinen şarkıda ne deniyordu? İşte onun gibi Henry birisine muhtaç. Sorunlu sular üzerinde bir köprüye gereksiniyor. Henry'nin muhtaç olduğu şey bu: Sorunlu sular üzerinde bir köprü. II Roche ağabeyin için böyle bir köprü olacak."

Genç adam, II Roche lanet olası bir köprüdür, diye düşündü. Ama, yüksek sesle yalnızca şunları sordu; "Henry'nin bulunduğu yer orası mı? Ağabeyim Balazar'ın yerinde mi?"

"Evet"


"Eğer mallarını verirsem, Balazar Henry'i bana verecek mi?"

"Evet. Üstelik senin mallarını da verecek," diyen Andolini ekledi, "Bunu unutma."

"Şu halde, anlaşma normale dönüyor, ha?"

"Doğru."


"Şimdi bana gerçekte neler olacağını söyle. Haydi, Jack. Bana olacakları söyle. Bana doğrudan bakan bir yüzle bunu yapıp yapamayacağını görmek istiyorum. Eğer bana doğrudan bakan bir yüzle söylersen burnunun ne kadar büyüyeceğini görmeyi de isterim."

"Seni anlayamıyorum, Eddie."

"Kuşkusuz anlıyorsun. Balazar, benim mallarını aldığımı düşünüyor, öyle değil mi? Öyle düşünüyorsa aptal olmalı ve ben Balazar'ın aptal olmadığım biliyorum."

"Balazar'ın ne düşündüğünü bilemem" diyen Andolini sakin bir sesle konuşuyordu, "Benim görevim onun ne düşündüğünü bilmek değil. O, Adalar'dan ayrıldığında malın sende olduğunu, gümrükçülerin seni yakaladıklarını ve sonra salıverdiklerini biliyor. Şimdi buradasın ve patrona gitmek istemiyorsun. Balazar, malının bir yerlerde olduğunu biliyor."

"Ve Balazar, gümrük görevlilerinin bir dalgıcın ıslak giysileri gibi üzerime yapıştıklarını da bilmeli. Çünkü sen bunu biliyorsun ve kamyonetin telsiziyle ona şifreli bir mesaj gönderdin. Örneğin, 'Çifte peynir geldi, ançuezleri tutun' gibi. Doğru değil mi, Jack?"

Andolini bir şey demeden sakin bakışlarla baktı.

"Sen yalnızca Balazar'a zaten bildiği bir şeyi söylüyordun. Sanki önce görmüş olduğun bir resimdeki noktalan birbirine yapıştırır gibiydin."

Şu anda yavaş yavaş portakal rengine dönen güneş ışıklarının altında Andolini gene bir şey demiyor ve sakin tavırlarla dikiliyordu.

"Balazar, gümrükçülerin beni saptadıklarını ve izlediklerini düşünüyor. Onlarla anlaştığımı sanıyor. Onu gerçekten kınamıyorum. Bu düşüncelerine neden olmasın? derim. Eroin kullanan biri her şeyi yapabilir, değil mi? Sen de şimdi üzerimde bir verici tel var mı diye kontrol etmek istersin, öyle değil mi, Jack?"

"Üzerinde öyle bir telin olmadığını biliyorum" diyen Andolini ekledi, "Kamyonette aygıt var. Aynasızların takım taklavatı gibi bir şey bu. Kısa dalga radyo yayımlarını yakalıyor. Bunun sayesinde senin federal polislere haber vermediğini biliyorum.

"Evet, şu halde?"

"Kamyonete binip kente gidecek miyiz şimdi?"

"Başka seçeneğim var mı?"

Kafasının içindeki Roland, Hayır yok diyerek araya girdi.

Andolini, "Hayır" dedi.

Eddie kamyonete doğru yürüdü. Caddenin öteki tarafındaki basket toplu çocuk şimdi de orada dikiliyordu. Gölgesi bir uzay roketi servis iskelesi gibi uzamıştı.

Ona seslenen Eddie, "Buradan uzaklaş, be çocuk!" diyerek uyarısını sürdürdü, "Sen burada değildin, hiç kimseyi ve hiçbir şeyi görmedin, tamam mı? Haydi, siktir ol (!) şimdi."

Çocuk koşarak oradan kaçtı.

Col sırıtıyordu.

Eddie ona, "Yana kay bakalım, şampiyon" dedi.

"Sen ortada otursan iyi olacak, Eddie."

Genç adam bir kez daha, "Yana kay" diye konuştu. Col ona ve sonra Andolini'ye baktı. O sırada Andolini yerine oturmuş yanındaki kapıyı çekip kapatmış ve sanki izinli günündeki bir Buda heykeli gibi ileriye doğru bakıyor ve onların arabada oturma yerini seçme anlaşmalarını kendilerinin yapmalarını ses çıkarmadan bekliyordu. Col bir kez daha Eddie'ye bakıp koltuğun üzerinde yana kaymaya karar verdi.

New York'a doğru yola çıktılar. Eddie'nin kafasının içindeki Silahşor, sabit bakışlarla ve şaşkınlıkla çevredeki kule şeklindeki ince binalara, nehrin üzerine çelikten örümcek ağı gibi aşan köprülere, insan eliyle yapılmış böceklere benzeyen havadaki uçaklara bakıyor ve şimdi de Kule'ye doğru yola çıkmış olduklarını bilmiyordu.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə