Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə5/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   33

Jane Dorning aklı başından bir an gitmiş gibi düşündü: Yolcuların bu yasaları uygulayıcı ile ilgili olarak onları kontrol etme zorunda bulunmadığımıza her zaman hayret ediyorum. Genç kadın böyle düşünürken bir yandan onu da sıkan çelik telin bağırsaklarını sardığını ve bedeninin bir at kolanı ile sıkılmış gibi sıkılandığını duyumsuyordu.

Bildiriyi yapıp mikrofonu yerine asan Susy'e, "Yanıma gelir misin?" dedi.

Susy termosa ve Jane'in yüzüne bakarak konuştu, "Jane neyin var? Hasta mısın? Rengin bembeyaz olmuş..."

"Hasta değilim. Yanıma gel. Olanları sonra sana açıklarım" diyen Jane uçağın sol tarafındaki çıkış kapısının yanında bulunan atlama koltuklarına kısa süre baktı, "Zorunlu bir uçuş yapmak istiyorum" diye ekledi.

"Jane, sana ne oluyor?"

"Yanıma gel!"

"Tamam" diyerek durumu benimseyen Susy sözünü şöyle sürdürdü, "Tamam, Jane. Sorun yok."

Jane uçaktaki orta geçide en yakın atlama koltuğuna oturdu. Termosu elleriyle tutuyor ve kapağını kesinlikle sıkılamıyordu. İki eliyle birden termos şişesini tam kontrolü altında tutmak istediği belliydi.

Susy keçileri kaçırdığımı düşünüyor.

Hostes Jane arkadaşının böyle düşünmediğini umut etmeye çalıştı.

Eğer Kaptan McDonald sert bir iniş yaparsa ellerim tümüyle yanacak ve su toplayacak.

Genç kadın bu rizikoyu göze alacaktı.

Uçak alçalıyordu. 3A numaralı koltukta oturan, iki renk gözleri ve soluk yüzü olan genç adam birdenbire öne eğildi ve koltuğunun altında duran elçantasını çekti.

Jane, İşte yapacağını yapıyor diye düşündü. İşte şimdi el bombası, otomatik tabanca ya da hangi türden lanet olası silahı varsa onu ortaya çıkarıyor.

Ve onu gördüğü anda, tam silahı gördüğü anda termosun kırmızı renkli kapağını titreyen parmaklarıyla çıkaracak ve Delta 901 numaralı uçuşu yapan uçağın sıralan arasındaki ana geçidin de Tanrı'nın Dostu yanan yüzüyle yerlere yuvarlanır durumda olacaktı.

3A numaralı koltukta oturan genç adam el çantasının fermuarını çekti.

Hostes Jane hazırlandı.
3
Silahşor, hava aracında gördüğü kişiler arasında Hükümlü olsun ya da olmasın bu adamı düşünüyordu. Genç adam kendisini kurtarabilse çok iyi olacaktı. Uçaktaki diğer kişilerin çoğu şişman, oldukça düzgün görünüşlü ve aynı zamanda kendilerini sakınmadan çevrelerine bakan adamlardı. Yüzleri çocukken pek şımartılmış insanlarınki gibiydi. Sonunda belki kavga ederlerdi ama bundan daha önce sonu gelmez ağlama ve sızlanmalara başvuracak tiplerdi. Onların bağırsaklarını pabuçlarının üzerine dökseniz bile, yüzlerindeki son ifade öfke ya da acı değil, bir şaşkınlık belirtisi olabilirdi.

Hükümlü bu bakımdan onlardan daha iyiydi...Tümüyle yeterli olmasa bile daha iyiydi.

Üniformalı kadın asker bir şey görmüştü. Ne olduğunu bilmiyorum ama görmemesi gereken yanlış bir şeyi görmüştü. Genç adama karşı, diğerlerine olduğundan daha uyanık, tetikteydi.

Hükümlü yerinde oturuyor, yumuşak kaplı kitaba onu "Magda-Seen" olarak düşünerek bakıyordu. Oysa, Magda'nın kim olduğunun ya da hostesin ne gördüğünün Roland için önemli olmaması gerekiyordu. Silahşor, kitaba ya da şaşırtıcı şeylere bakmak istemiyordu. Onun bakmak istediği asker üniforması giyinmiş kadındı. Öne çıkan ve kontrolü ele alan dürtüsü pek güçlüydü. Ama, kendisini tutacaktı...hiç değilse şimdilik kendisini tutacaktı.

Hükümlü bir yere gitmiş ve uyuşturucu madde almıştı. Bu ilacı kendisi için değil, Silahşor’un bedeninin iyileşmesine yardımcı olmak için değil; oysa, yasaya aykırı olduğu için bu işe büyük paralar yatıran kişi için almıştı. Uyuşturucuyu ağabeyine verecek, ağabeyi de Balazar'a teslim edecekti. Anlaşma, Balazar'ın bu iş karşılığı onlara gereksindikleri uyuşturucu türünü vermesiyle yerine getirilmiş olacaktı. Bu da, Hükümlü'nün Silahşor'a pek yabancı gelen bir töreni doğru biçimde uygulamasıyla gerçekleşecekti (dünya bu türden pek çok törenin yapılması gerekli oluşuyla pek şaşılacak tuhaf bir yerdi.) Burada törene, gümrükten geçiş deniliyordu.

Oysa kadın onu görmüştü, fark etmişti.

Genç kadın onu gümrükten geçmekten alıkoyacak mıydı? Roland bu soruya yanıtı olasılıkla "Evet" şeklinde düşünüyordu. Ve sonra ne olacaktı? Tutukluluk, cezaevi. Ve Hükümlü cezaevine kapatılırsa, kendisinin hastalıkla bulaşmış, ölmekte olan bedeninin gereksindiği ilacı bulacak yeri olmayacaktı.

Roland şöyle düşünüyordu: Hükümlü gümrükten geçebilmeli. Geçmeli. Ağabeyi ile birlikte Balazar denilen o adama gitmeli. Bu plan belki ağabeyinin hoşuna gitmeyecek ama aynen uygulanmalı.

Çünkü uyuşturucu ve ilaçlarla uğraşan bir adam, hastalıkla boğuşan kişinin gereksindiği ilaçlan bilirdi. Kişi onun doğru ya da yanlış diye tanımladığı şeyleri dikkatle dinleyip uygulamalıydı.

Silahşor, Hükümlü gümrükten geçmeli diye düşündü.

Her şeyi göremese bile yanıt onun için pek yakında, kocaman ve pek basit, yalındı. Hükümlü için uyuşturucunun anlamı şimdi gümrükten kaçak bir malı geçirmekti. Doğallıkla kuşkulu gibi görünen kişilerin içinde bulundukları durumda akıl danışacağı bir tür kahinler, önbiliciler bulunmalıydı. Aksi takdirde Roland gümrük olayını basit ve kendi dünyasına doğru olan dost bir sınırı geçişteki tören gibi görürdü. Bu durumda, o dünyaya ilişkin basit bir sadakat işaretini yapmak geçişi için yeterli olacaktı.

Silahşor’un gücü, Hükümlü'nün dünyasından kendi dünyasına bazı şeyleri alıp götürmeye yetiyordu. Tonbalıklı sandviçle bunu kanıtlamıştı. sandviçi götürdüğü gibi uyuşturucu madde torbalarını da götürebilecekti. Hükümlü gümrükten geçebilecekti. Ve Roland uyuşturucu madde torbalarını geriye getirebilecekti.

Bunu yapabilecek misin?

Ah işte bu, aşağıdaki suyun görüntüsünden dikkatini başka yöne çekmeye yeterli olacak kadar rahatsız edici bir soruydu.. Onlar kocaman bir okyanusun üstüne gitmiş ve şimdi geriye, deniz kıyısına dönüyorlardı. Ve bunu yaparlarken su giderek yaklaşıyordu. Hava taşıtı yere doğru yakınlaşıyordu (Eddie'nin bakışı kısa ve gelişi güzel bir göz atışken Silahşor’un bakışı ilk kez kar yağışım gören bir çocuğunki gibi esrime durumda bir bakıştı.) Bu dünyadan birtakım şeyleri alabilecekti. Bunu biliyordu. Ama yeniden geriye getirebilecek miydi? Henüz bilmediği buydu ve bunu öğrenmeliydi.

Silahşor, Hükümlü'nün cebine doğru uzandı ve Hükümlü'nün parmaklarına bir madeni parayı kavrattırdı.

Roland kapıdan geriye geçti.


4
Silahşor yerinde doğrulup otururken kuşlar havalandılar. Bu kez yanına gelmeye cesaret edememişlerdi. Adamın canı yanıyor, kendisini sersemlemiş, sarhoş olmuş ve bedenini ateşliymiş gibi duyumsuyordu... Gene de, bir parça beslenmiş olmanın onu ne denli canlandırdığına şaşmamak elde değildi.

Bu kez yanında getirdiği madeni paraya baktı. Gümüşten yapılmışa benziyordu oysa bir kenarındaki kırmızımsı rengin varlığı aslında daha sıradan bir metalden yapılmış olduğunu ortaya çıkarıyordu. Paranın bir yüzünde bir adamın soyluluk, yüreklilik ve inatçılığı temsil eden profili yer alıyordu. Saçı başının arka tarafındaki buklelerden kesilmişti ve daha sonra ensesinde yavrulamış gibi uzuyordu. Bu da, bir tür kendini beğenmişliği akla getiriyordu. Madeni paranın arka yüzünü çevirdi ve kendisini boğuk sesle haykırtacak bir şeyi gördü. Paranın arka yüzünde kendi sancağıyla süslenmiş bir kartal bulunuyordu. Krallıkların ve sancakların kartallarla simgelendiği o belli belirsiz uzak geçmişten kalmış günlerdeki gibi...

Zaman kısalıyor. Acele et. Geriye dön.

Bir an düşünerek oyalandı. Bu kafanın içinde düşünmek onun için daha güçtü. Hükümlü'nün aklı açık seçik düşünebilmekten pek uzaktı ama şimdilik hiç değilse kendisinin aklından daha temiz bir araçtı.

Madeni paranın iki yüzünü incelemek deneyimin yarısıydı. Öyle değil mi?

Kütüklüğündeki deniz kabuklarından birini çıkardı ve elindeki madeni paranın üzerine onu kapatacak şekilde koydu.

Roland kapıdan geçmek üzere bir adım attı.
5
Hükümlü'nün madeni parası şimdi de orada, onun cebine soktuğu parmaklarının arasındaydı. Silahşor öne çıkıp da deniz kabuğunun altını kontrol etmek zorunda değildi. Yolculuğu yaptığını biliyordu.

Gene de kısa bir süre için öne çıktı. Çünkü, bilmesi gereken bir şey daha vardı. Onu görmeliydi.

Bu yüzden döndü. Sanki oturduğu koltuktaki kâğıtları şeyi düzeltmek ister gibi döndü. Ve kapı girişine baktı (tüm Tanrı'ların her zaman oldukları gibi, bu dünyada her yerde kâğıt bulunuyordu.) Eskisi gibi bitkin yatan bedenini gördü. Şimdi de yanağındaki taze bir yaradan akan kan görülüyordu. Üzerinden aşarken takılıp düştüğü bir taş parçası yüzündeki yeni yaranın nedeni olabilirdi.

Madeni paranın yani sıra elinde tuttuğu bir fişek şimdi kapının tabanında.yerde yatıyordu.

Sorusuna şimdi de yeterince yanıt vardı: Hükümlü gümrükten geçebilecekti. Gözetleyiciler onu tepeden tırnağa, kıçından (!) ağzına kadar tekrar tekrar arayacaktı.

Oysa bir şey bulamayacaklardı.

Silahşor sorunun boyutlarını şimdi de kavrayamamış olarak hiç değilse şimdilik kendinden hoşnut ve hiçbir şeyi önemsemeden yerine yerleşti.
6
Boeing 727 ardında kullanılmış isli yakıt izleri bırakarak Long Island'ın tuz bataklıkları üzerine doğru düzgün biçimde alçaldı. İniş takımları bir gümbürtü ve trak sesine neden olarak ortaya çıktılar.
7
Uçağın 3A numaralı koltuğunda oturan iki renk gözlü genç adam koltuğunda doğruldu. Ve Jane o anda adamın elinde küçük ve kalkık burunlu Uzi marka silahı gördüğünü sandı. Aslında adamın elinde gördüğü gümrük bildirimi kartı ile bazı erkeklerin ellerinde taşıdığı şeyleri koydukları küçük, fermuarlı bir çantacıktı.

Uçak, alanın pistine yavaşça değdi.

Genç kadın tüm bedeniyle titremeyi bırakıp termosun kapağını sıkıladı.

Susy'e dönüp, "Beni artık ödlek diye çağırabilirsin" dedi. Artık pek geç olarak kendisi de kemerlerini bağlıyordu. Son anda arkadaşına genç adamdan kuşkulandığını söylemişti. Bu sayede Susy da yardıma hazır olacaktı. "Bana bu adı vermekte haklı olacaksın" diye ekledi.

"Hayır" diyen arkadaşı sözünü sürdürdü, "Sen doğru olanı yaptın."

"Aşırı duyarlı davrandım. Bu akşam yemekler benden."

"O iş hoşuma gider. Artık adama bakma. Bana bak ve gülümse, Janey."

Janey gülümsedi. Başını eğip onayladı. Şu anda Tanrı adına neler olduğunu merak ediyordu.

"Sen sürekli adamın ellerini gözetliyordun" diyen Susy güldü. Jane de bu gülüşe katıldı. Susy ekledi, "Oysa ben, adam çantasına doğru eğilince onun gömleğine ne olduğuna baktım. Bu adamın koltukaltlarında Woolworth büyük mağazalarının bir tuhafiye bölümünün tezgahını dolduracak kadar mal var. Ancak bu gencin Woolworth 'da satın alabileceğin malları taşıdığını sanmıyorum."

Jane başını geriye doğru devirdi ve kendisini bir kukla gibi duyumsayarak güldü. Arada, "İşi nasıl çözümleyeceğiz?" diye sordu. Susy meslekte kendisinden beş yıl kıdemliydi. Ve daha bir dakika önce durumu kendisinin kontrol ettiğini düşünürken şimdi Susy'nin yanında bulunmasından sevinç duyuyordu.

"Biz bir şey yapmayacağız. Uçak pistte yol alırken sen git, kaptanla konuş. Onlar durumu gümrüğü bildirirler. Genç arkadaşın herhangi bir yolcu gibi gümrüğe kadar gider. Ama, onu orada küçük bir odaya sokarlar. Böylece uzun zamandır bu odalarda yakalanacak ilk suçlu o olacak sanırım."

"Tanrı'm" diyen Jane gülümsüyordu. Kendisini üşümüş gibi duyumsadı. Aslında bedeninde birbiri sıra bir sıcak, bir soğuk akımların dolaştığını duyumsuyordu.

Uçak motorlarını geri çalıştırmaya başlayınca genç hostes kemerini çözdü, elindeki termosu Susy'e verdi ve sonra ayağa kalkıp pilot kabinine doğru yürüyerek kapıyı çaldı.

3A numaralı yolcu bir terörist değil kaçakçı çıkmıştı.

Böyle küçük taraf tutmalarından ötürü Tanrı'ya şükürler olsundu. Gene de Jane olan bitenlerden tiksiniyordu. Çünkü, genç adamı cana yakın bulmuştu.

Pek fazla değil, bir parça cana yakındı.


8
Hükümlü şimdi de durumu görmedi diye düşündü Silahşor. Öfke ve umutsuzluk içindeydi. Tanrılar! diye söylendi.

Eddie gümrük işlemleri için gerekli kağıtlarını çantasından çıkarmak üzere öne eğilmişti. Başını kaldırıp bakınca üniformalı kadının gözleri irileşerek ve yanakları koltukların üzerindeki kâğıtlar gibi aklaşmış durumda kendisine baktığını gördü. Kadının kucağındaki gümüşi renkli, kırmızı kapaklı matara şeklindeki boru belli ki bir silahtı. Kadın şimdi silahını göğüslerinin üzerinde tutuyordu. Roland bir, iki dakika süreyle kadının bu silahı adamın üzerine atacağını ya da kapağını açıp onunla ateş edeceğini düşündü.

Sonra genç hostes rahatlayıp kemerlerini çözünce daha önceki trank sesinin duyulmuş olmasına karşın, hem Hükümlü hem de Silahşor şimdi hava aracının alana inmiş olduğunu düşündüler. Genç hostes dönmüş yanındaki üniformalı arkadaşına bir şeyler söylüyordu. Diğer kadın onayladı ve güldü. Ancak bu gerçek bir gülüşse Silahşor da nehir boyunca uzanan bir yoldu.

Silahşor şöyle düşünüyordu: Hostes, çantamıza eğilip ben ya da o kâğıtlarımızı alırken, ortaya bir silah çıkaracağımızı düşündü. Onun yerine çantadan kağıtlarımızı çıkardığımızı görünce rahatladı ve uçak yere inince herkesin yaptıklarını yaptı. Şimdi hostes ve arkadaşı konuşup gülüşüyorlar. Ama yüzleri (özellikle kucağında metal boru olan kadının yüzü) olması gerektiği kadar rahat değil. Konuşuyorlar, tamam. Ama gülüyorlarmış gibi davranarak rol yapıyorlar... Bunun nedeni de ben ya da onun kısaca bizlerin hakkında konuşmuş olmaları.

Hava taşıtı şimdi alanda benzeri pek çok olan asfalt yollardan biri boyunca ilerliyordu. Silahşor genellikle kadınları gözetliyor ama göz ucuyla diğer hava taşıtlarının da asfalt yollar üzerinde oraya buraya doğru gidip geldiklerini görüyordu. Uçaklardan bazısı ağırdan alıyor, diğerleri de inanılmaz hızlarla hareket ediyordu. Durum ağırlaşıp umutsuzlaştıkça, Silahşor’un bir bölümü öne çıkıp başını çevirerek biraz sonra göğe yükselecek öbür hava araçlarına sıçrayarak geçmeyi istiyordu. Bunlar insan yapısı hava taşıtlarıydı ama her parçaları büyükbabalarımızın uzak çağlarda yaşayan ve efsane kahramanı olan kralların yaşam öyküleri kadar inanılmaz şeylerdi çünkü masal ürünü değil, insan yapısı araçlardı.

Ona sandviçi getiren genç kadın kemerlerini çözdü (oysa, onları bağlayalı daha bir dakikadan az zaman olmuştu.) Ve sonra ayağa kalkıp uçağın baş tarafındaki küçük bir kapıya doğru gitti. Silahşor Aracın sürücüleri orada oturuyor olmalılar diye düşündü. Gerçekten kapı açılıp da kadın içeri girerken Silahşor üç sürücünün de orada oturup hava taşıtını yönettiklerini ve o kısacık an içinde adamların bir milyon gösterge, manevela ve ışıklı göstergeye komuta ettiklerini gördü.

Hükümlü bir şey göremezken Silahşor her şeyi görebiliyordu.

Genç kadın onu önce bir hırsız ya da çılgın olarak düşündü. O ya da belki ben, evet bu kadını öyle düşündürmeye yeterli davranışları yaptık. Kadın şimdi düşüncesini değiştirdi. Arkadaşı da fikir değiştirdi... Şimdi onlar nerede hatalı davrandığımızı biliyorlar. Kadınlar onun gümrük işlemini atlatıp geçmeye çalışacağını biliyorlar.

Sonra, bir gök gürlemesi kadar kısa süren bir anda sorunun geri kalanını da gördü. İlk olarak, uyuşturucu madde torbalarını kendi dünyasına getirebilmek daha önce madeni parayı buraya getirmek uğraşı kadar kolay olamazdı. Madeni para, torbalar gibi Hükümlü'nün bedeninin üst kısmında yapıştırıcı bantlarla adamın derisine sıkıca yapıştırılmamıştı. Yapışkan bantlar bu sorunun yalnızca bir bölümüydü. Hükümlü cebindeki birçok madeni para arasından bir tanesinin geçici olarak kayboluşunu gözden kaçırmamıştı. Ancak, yaşamım onlar adına rizikoya soktuğu uyuşturucu paketlerinin birdenbire gittiklerini sezinlerse kuşkusuz ortalığı velveleye verebilirdi... O zaman ne olacaktı?

Hükümlü o anda pek olasıdır ki akıl dışı hareketler yapacak ve bu, gümrükten mal kaçırırken olduğu gibi ivedi tutuklanıp cezaevine konmasına neden olacaktı. Ortaya çıkan kayıp her durumda yeterince kötüydü. Çünkü adamın koltukaltlarındaki torbaların yalın biçimde eriyip yok olmaları belki de onun gerçekten çıldırdığım düşünmesine neden olacaktı.

Hava taşıtı şimdi bir boğa gibi toprağın üzerinde hareketleniyor ve sola doğru bir dönüş yapıyordu. Silahşor daha fazla düşünme lüksü için zamanının kalmadığını sezinledi. Öne çıkmasının ötesinde bir şeyler yapmalı, Eddie Dean ile bağıntı kurmalıydı.

Ve bunu hemen yapmalıydı.


9
Eddie gümrük bildirim kartı ile pasaportunu göğüs cebine soktu. Bir çelik tel şimdi sürekli olarak bağırsaklarının çevresine dolanıyor, etinde daha daha derine batıyor ve sinirlerini ateşleyip cızırdamasına neden oluyordu. Birdenbire başının içinde bir ses konuşmaya başladı.

Bu düşünce değil, bir sesti:

Beni dinle arkadaş. Dikkatle dinle. Eğer güvencede kalmak istersen üniformalı kadınların kafasında daha fazla kuşkunun uyanmasına izin verme. Tanrı biliyor ki, onlar senden şimdiden yeterince kuşkulanmış durumdalar.

Eddie ilkönce havayollarının kulaklığını şimdi de takmış olduğunu ve bu sesin pilot kabininde yapılan tuhaf bir yayımdan geldiğini düşündü. Oysa, uçaktaki tüm kulaklıklar beş dakika önce toplanmıştı.

Genç adamın ikinci düşüncesi, birisinin yanında ayakta durduğu ve konuştuğu şeklinde oldu. Az kalsın başını hızla sola çevirecekti ama bu da tuhaf olacaktı. Çünkü yakınında kimse yoktu. Hoşlansın ya da hoşlanmasın kaba gerçek, bu sesin kafasının içinden geldiği biçimindeydi.

Belki de bir tür yayımı (AM, FM, ya da VHF türlerinden biriyle yapılanı) dişlerinde var olan dolgularıyla alıyordu. Buna benzer söylenceleri duymuştu.

Doğrul be sürfe, tırtıl! bir çılgın gibi görünmesen bile senden yeterince kuşkulanmış durumdalar.

Sanki bir yerine tokat atılmış ya da küt diye vurulmuş gibi Eddie oturduğu yerde hızla doğruldu. Bu, ağabeyi Henry'nin sesi değildi. Oysa, çocuklukta ailede birkaç çocuk birlikte yetişirlerken duyduğu ağabeyinin sesine benziyordu. Henry kendisinden sekiz yaş büyüktü. Aralarında bir zamanlar Selina adlı bir kız kardeşleri vardı. Selina, Henry on ve kendisi iki yaşındayken bir arabanın çarpması sonucu ölmüştü. Eddie bu soğuk ses tonunu, kız kardeşleri Selina gibi kendisi yanlış bir şey yaptığı zaman ağabeyinden duyardı.

Orada neler oluyor öyle?

Var olmayan sesleri duyumsuyorsun sen! diyen kafasının içindeki ses geri dönmüştü. Hayır bu Henry'nin sesi değil; daha yaşlı birisine ilişkin, sert... ve güçlü bir sesti. Ancak kesinlikle Henry'nin sesi değildi. Ve inanılması olanaksız bir durumdu.

İlk olarak sen çıldırmayacaksın. BEN BAŞKA BİR KİŞİYİM.

Yoksa bir telepati olayı mıydı bu?

Eddie belli belirsiz bir duyumsamayla yüzünün tümüyle ifadesiz olduğunu biliyordu. Bazı koşullarda kendisini Yılın En İyi Aktörü Akademi Ödülü'ne değer görülmesi gerektiğini düşünürdü. Uçağın penceresinden dışarı baktı ve Kennedy Uluslararası Varış binasının Delta bölümüne yaklaştıklarını gördü.

Tam sözcüğüyle bilmiyorum. Ama üniformalı kadınlar senin bir uyuşturucu maddesi taşıdığını biliyorlar.

Bir duralama oldu. Söylenemeyecek kadar tuhaf bir duyumsamayla hayalet parmaklar sanki canlı bir kart katalogu varmış gibi, beyninin içini altüst edip arandılar.

Uyuşturucu madde eroin ya da kokain. Hangisi olduğunu söyleyemem. Ancak, kokain olmalı. Çünkü sen para verip de kendin için aldığın uyuşturucu maddeyi taşımıyorsun şimdi.

Eddie alçak sesle mırıldandı; "Hangi üniformalı kadınlar bunlar?" yüksek sesle konuştuğundan habersiz ekledi, "Sen hangi lanet olası şeylerden söz ediyorsun?"

Bir kez daha yüzüne dürtülmüş, tokat atılmış gibi oldu... Bu duyumsama öyle gerçek gibiydi ki. Adamın yüzük parmağını yüzünde duyumsamıştı.

Ağzını kapa, sesini kes sersem herif!

Tamam, tamam. Tanrı'm!

Şimdi bir kez daha beynini altüst eden parmakları duyumsuyordu.

Üniformalı hostesler diye yabancı ses yanıtladı. Beni anlıyor musun? Senin her fikrini okuyacak kadar zamanım yok, Hükümlü!

Eddie, "Sen ne yaptın?" diye söze başladı ama hemen sesini kesip düşündü: Sen beni ne diye adlandırdın?

Şimdi söylediğim sözcüğe boş ver ve beni dinle. Zaman pek kısa. Onlar durumu biliyorlar. Üniformalı hostesler sende kokain bulunduğunu biliyorlar.

Nasıl bilebilirler? Saçma!

Bilgiyi nasıl edindiler bilemem. Ve bunu bilmemizin de yararı yok. Kadınlardan biri uçağın sürücülerine haber verdi. Sürücüler gümrükte yapılacak tören için görevlilere durumu iletecekler.

Kafasındaki sesin konuştuğu, üstü kapalı bir dildi. Bazı terimleri alışılmadık şekilde söylüyor ama konuşması insana şirin geliyordu... Sonuç olarak verdiği mesaj yüksek sesli ve açık seçikti. Yüzü ifadesiz kalmasına karşın Eddie'nin dişleri acılı bir tıkırtıyla birbirlerine çarptı ve dişlerinin arasında kızgın bir hışırtıyla biraz hava içeri aktı.

Ses, oyunun sona erdiğini söylüyordu. Eddie daha uçaktan bile inmemişti ve oyun şimdiden sona ermişti.

Ancak, durum gerçek olamazdı. Gerçek olmasına yol bulunmuyordu. Genç adam son dakikada kafasında küçük bir paranoid çığ dansı yapıyordu Bütün bunlara boş verecek ve yoluna devam edecekti.

Hayır. Boş vermeyeceksin. Yoksa sen cezaevine girersin ve ben de ölürüm! diyen ses şimdi kükrer gibi konuşuyordu

Eddie'nin kafası korkuyla doldu ve isteksizce sordu: Tanrı aşkına sen kimsin? Ve o anda kafasının içinde birisinin ya da bir şeyin ansızın rahatlayarak derinden iç çektiğini işitti.
10
Silahşor; O inanıyor. Tüm var olmuş ve var olacak Tanrılara şükürler olsun ki, bana inanıyor diye düşündü.
11
Uçak durdu. KEMERLERİNİZİ BAĞLAYINIZ yazısının ışığı söndü. Uçağa yanaşan körüklü yol ileri doğru fırladı ve hava taşıtının ön sol tarafındaki kapısına hafif bir dank sesi çıkararak dokundu.

Yolculuk bitmişti.


12
Kafasının içindeki ses şöyle konuştu: Sen gümrükten güvenle geçerken paketleri bırakabileceğin bir yer var. Güvenli bir yer orası. Sonra, gümrükten çıkınca geri dönüp paketleri oradan alarak Balazar denilen adama götürebilirsin.

Uçaktaki yolcular şimdi ayağa kalkmış, üst gözlerdeki el paketlerini, ceket ve pardösülerini alıyorlardı. Pilot kabininin bildirisine göre dışarda pardösü giyilemeyecek kadar sıcak bir hava egemendi.

Çantanı al. Ceketini de al. Sonra gene tuvalete git.

Tuvalet mi? Oh, anladım. Yüz numara...

Eğer bende uyuşturucu madde olduğunu düşünüyorlarsa paketleri oraya bırakmaya çalışacağımı da akıl edecekler.

Ancak Eddie düşündüklerinin bu bölümünün önemli olmadığını anlıyordu. Adamlar tuvaletin kapısını kırmayacaktı. Çünkü, yolculardan korkuyor olabilirdiler. Ve adamlar, bir kilo kokaini klozete atıp geriye iz bırakmanın olanaksızlığım da bilirdiler. Ta ki Eddie'nin kafasındaki ses gerçek durumu söylüyorsa... orada güvenilir bir yer bulunabilirdi. Ama, öyle küçük bir kabinde bu yer nasıl olabilirdi?

Boş ver, lanet olası herif! Kımılda, hareket et!

Eddie hareketlendi. Çünkü, sonunda bulunduğu duruma uymak üzere canlanmıştı. Uzun süren acı dolu ve duyarlı öğrenimine karşın şimdi Roland'ı görmüyor ama hosteslerin yüzlerini, gülümsemeleriyle ve yolculara paketlerini alırken yardımcı olmaya çalışan davranışlarıyla aydınlanan suratlarını görebiliyordu. Arada bir hosteslerin bakışlarının kendisine kayışını, bir an kamçılar gibi baktıktan sonra gözlerini üzerinden kaçırışlarını fark ediyordu.

Eddie el çantasını ve ceketim aldı. Uçağın ön kapısı körüklü yola açılmıştı. Daha şimdiden yolcular uçağın ortasındaki geçit boyunca ilerlemeye başlamıştı. Pilot kabininin kapısı da açıktı. Ve orada kaptan oturmuş yolculara gülümsüyordu... Ama, aynı zamanda birinci sınıf yolcuların eşyalarını toplamalarına bakıyordu. Ve arada bir hedef gözetmeden Eddie'ye bir bakıp gözlerini kaçırıyor, başını eğip yolculardan birini selamlıyor ya da eğilip bir çocuğun saçlarını okşuyordu.

Şimdi Eddie üşüyordu. Bu, Henry'nin sözünü ettiği "soğuk hindi" durumu değildi. Gerçekten üşüyordu. Şu anda üşümek üzere kafasının içindeki sese muhtaç değildi. Üşümek bazen iyiydi. Çünkü soğuğu duyumsayınca donmadan önce dikkatli olurdunuz.

Eddie uçakta ön tarafa doğru ilerledi. Sola doğru dönerse körüklü yola açılan kapıya gideceği noktaya varacaktı. Ve birdenbire elini ağzına koydu.

"Kendimi iyi duyumsamıyorum" diye mırıldandı. "Beni bağışlayın." Pilot kabinine açılan kapıya doğru yürüdü. Burası birinci sınıf tuvaletinin kapısını biraz örter gibiydi. Tuvaletin kapısı sağa sola doğru açılıyordu.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə