Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə6/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   33

Eddie, tuvalet kapısını açarken pilot ona seslendi; " Korkarım ki, uçaktan inmek zorundasınız! Bu..."

"Sanırım kusacağım. Ve bu işi sizin pabuçlarınızın üzerine yapmayı istemem" diyen Eddie ekledi, "Kendi pabuçlarımı da kirletmeyi istemem doğrusu."

Bir saniye sonra tuvalete girmiş ve kapıyı içerden kilitlemiş bulunuyordu. Kaptan arkasından bir şeyler söylüyordu. Eddie onun ne dediğini anlayamadı, anlamak da istemedi. Önemli olan adamın kapıda bağırmayıp yalnızca konuşma tonunda seslenmesiydi. Kaptan bağırmamakta haklıydı. Bir tek ön kapıdan dışarı çıkmak üzere belki de iki yüz elli kişi ayakta beklerken uçağın içinde bağırmak doğru olamazdı. Eddie tuvaletteydi ve geçici olarak güvencedeydi... Ama, orada bulunmanın ona ne yararı olacaktı?

Eddie kafasındaki sese seslenir gibi düşündü: Eğer orada isen, kim olursan ol, pek çabuk davranarak bir şeyler yapsan iyi olacak.

Korkunç bir an boyunca hiçbir şey olmadı. Bu, pek kısa bir an olarak sürmüş ama Eddie Dean'in kafasında sonsuzluğa değin uzanıyor gibi görünmüştü. Durum aynen çocukluğundaki yaz aylarında Henry'nin kendisine davranışlarını anımsatmıştı. O dönemde kendisi iyi davranırsa ağabeyi ona Bonomo'nun Türk lokumlarından satın alır, kötü davrandığı günlerde onu fena pataklardı. Yaz tatili sırasında Henry'nin artan sorumluluklarını çözümleme yolu buydu.

Tanrı'm, oh Tanrı'm! Her şeyi hayal etmiş, görür gibi olmuştum. Ne çılgın şeymişim ben, bu işi yapmaya girişmekle diye düşündü.

Kafasındaki acımasız ses, Hazır ol! diye konuştu. Ben bu işi yalnız başıma yapamam. ÖNE ÇIKABİLİRİM ama KAPIDAN GEÇİREMEM. O işi benimle birlikte yapmalısın.

Eddie ansızın iki çift göz aracılığıyla görmeye ve iki takım sinir sistemiyle duyumsamaya başladı (ancak burada diğer kişinin tüm sinir sistemiyle duyumsamıyordu. Bu kişinin bazı sinirleri gitmiş ve bu bölümleri acıyla çığlık atıyordu.) Eddie şimdi Ön duyuyla duyumsuyor, iki beyinle düşünüyor ve kanı iki kalple atıyordu.

Döndü. Tuvaletin yan tarafından bir delik vardı. Ve bir kapı girişine benziyordu. Bu girişten Eddie gri renkli kumları ve kirli bir atlet fanilasının rengiyle kumların üzerinde çatlayan dalgaları görebiliyordu.

Dalgaların sesini işitebiliyordu.

Denizin tuzlu kokusunu duyuyordu. Koku burnunu akıtacak kadar keskindi.

Kapıdan geç.

Birisi tuvaletin kapısını vuruyor, dışarı çıkıp uçaktan inmesi gerektiğini söylüyordu.

Lanet olası, kapıdan geç!

İnler gibi ses çıkaran Eddie kapı girişine adım attı, tökezledi... ve bir başka dünyaya düştü.
13
Ağır ağır ayağa kalktı. Yerdeki deniz kabuğuna çarpan sağ elinin ayasının kesilmiş olduğunun farkındaydı. Damarından akan kana aptallar gibi baktı. Sonra sağında bir adamın kendi ayağının yanından ağır ağır yükseldiğini gördü.

Eddie irkildi. Şaşkınlığı ve bulunduğu yeri yadırgama duyumsaması birdenbire yerini şiddetli bir korkuya bırakmıştı: Şimdi görmekte olduğu bu adam ölüydü ve onu tanımıyordu. Adamın yüzü besinsizlikten kurumuş gibiydi. Yüzünün derisi bir metalin üzerine sarılan ve uçlarında neredeyse yırtılacakmış gibi gerilen kumaşlara benziyordu. Adamın derisi elmacık kemiklerinin üzerindeki hastalıklı kırmızı lekeler dışında canlıydı. Alnında gözlerinin arasında bir çocuğun beceriksizce çabasıyla yapılmışa benzeyen ve Hinduların kast sistemini gösteren daire biçiminde bir işaret bulunuyordu.

Bununla birlikte adamın mavi renkli; dengeli, akıllı bakışlarla dolu gözleri canlıydı ve korkunç bir azimle parıldıyorlardı. Adam, evde dokunmuş koyu renkli kumaştan ceket giyinmişti. Gömleği bir zamanlar siyahken solup şimdi koyu gri renge dönüşmüştü. Pantolonu kot kumaştan dikilmişe benziyordu silah kayışındaki kütüklükleri kalçalarına değin uzanıyordu. Ama, kütüklükler boşmuş gibi görünüyordu. Meşin tabancalıktaki silahları 45'lik tabancalara benziyordu. Ancak bunlar inanılmaz derecede eski ve modası geçmiş silahlardı. Kabzalarındaki ağaç kesimler, kendi içlerinden gelen bir ışıkla parıldar gibiydi.

Eddie, ölüye benzer adamla konuşmaya niyetli olup olmadığını bilmiyordu. Bununla birlikte şunları söylemeye başladığını işitti, "Sen bir hortlak mısın yoksa?"

Tabancaları olan adam kurbağa vıraklamasına benzer ses çıkararak konuştu, "Henüz hortlak değilim. Sende şeytan otu, kokain ya da her ne ad veriyorsan ondan var. Gömleğini çıkar."

"Kolların..." diyen Eddie hemen konuşmasını kesti. İtalyanların makarnacı kovboy filmlerinden fırlamış gibi her şeyiyle abartılı görünen Silahşor’un kollarında kırmızı parlak lekeleri vardı. Eddie bunların ne anlama geldiğini yeterince biliyordu. Anlamları, kan zehirlenmesiydi. Ve de şeytanın kıçınıza havalı üflediği ve içinize doğru işlediği anlamına geliyordu.

Beti benzi atmış olan hayalet, "Benim lanet olası kollarıma boş ver şimdi!" diye söylenip ekledi, "Gömleğini çıkar ve uyuşturuculardan kurtul!"

Eddie şimdi de dalgaları işitiyor, hiçbir engel tanımayan rüzgârın yalnız yaşayan bir baykuş gibi ötüşünü duyuyor ve ölmekte olan bu çılgın adamda yıkımdan başka şey göremiyordu. Yine de arkasından gelen, uçaktan inmekte olan yolcuların mırıldanmalarını ve kapıya sürekli vuran ellerin çıkardığı sesleri işitmekteydi.

"Bay Dean!" diye adım seslenen kişiyi duydu. Kafamdaki ses başka bir dünyadan geliyor diye düşündü.

Bu konuda gerçekten hiçbir kuşkusu bulunmuyordu. Kalın bir maun ağacına çakılan çivi gibi, bu gerçek kendi kafasına çakılıyordu... Hayalete, "Aslında siz tedavi olmak zorundasınız" dedi.

"Şimdi uyuşturucu paketlerini buraya bırak. Onları sonra alabilirsin diyen" Silahşor kurbağa vıraklamasına benzer bir sesle konuşuyordu. "Tanrı'lar! Burada durup konuşmak zorunda olduğumu anlamıyor musunuz? Canım yanıyor. Ve senin zamanın kalmıyor be şapşal!"

Böyle kaba sözcükleri yüzüne karşı söylediği için Eddie'nin öldürebileceği kişiler vardı... Oysa, böyle bir adama öldürme işleminin uygulanıp uygulanamayacağım Eddie bilemiyordu. Üstelik adama Öldürülmek iyi bile geleceğe benziyordu.

Gene de, mavi gözlerin içinde yatan gerçeği duyumsuyordu. O gözlerdeki çılgınca parıltılar içinde tüm sorular ortadan kalkmıştı.

Eddie gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. İlk kararı, onları koparır yırtar gibi çözmekti. Aynen, bir demiryolu hattı üzerine bağlı durumdaki Lois Lane'e Clark Kent'in yaptığı gibi... Oysa, bu davranış gerçek yaşamda iyi olmayacaktı. Er ya da geç eksik düğmeleri birine açıklamak zorunda kalacaktı. Bu yüzden arkasından kapı güm güm vurulurken Eddie düğmeleri teker teker deliklerinden geçirerek çözdü.

Gömleğini kot pantolonunun içinden çekip çıkardı ve yere düşürerek bedenine yapışık bantları ortaya koydu. Şimdi kaburgaları fena halde zedelenmiş bir insanın iyileşme aşamasının sonuna gelişini akla getirir durumdaydı.

İvedi arkasına göz attı ve açık bir kapı gördü... Kapının alt tabanı plajın gri renkli kumunu bir yelpaze şeklinde çizerken belli ki ölmekte olan adam kapıyı açmıştı. Kapı girişinden Eddie birinci sınıf bir tuvaleti klozeti, lavabo ve aynasıyla gördü... Aynada kendi mutsuz ve umutsuz yüzü alnına ve kaşlarının üzerine dökülen kara saçları ve kahverengi gözleriyle görülüyordu. Eddie arka planda Silahşor'u, koyu gri renkte kumsalı ve orada ne olduğunu Tanrı'nın bileceği bir şeyin üzerinde çığlıklar atarak uçuşan deniz kuşlarını gördü.

Bir kez daha üzerine baygınlık başlangıcı çökerken işe nasıl başlayacağını, uçlarını nasıl bulacağını bilemeden bedenine yapışık bantlara el attı. Bu durumuyla geniş bir karayolunun üzerine çıkıp yolun yarısına kadar yürümüş olan ve orada üzerine doğru yaklaşan araba farlarına başını döndürüp sabit bakışlarla bakarak yolun üzerinde kalakalan bir tavşana ya da geyiğe benziyordu.

Bedenine bantları William Wilson adlı kişi tam yirmi dakikada yapıştırmıştı. Oysa şimdi, tuvaletin kapısını beş, en fazla yedi dakika içinde kırıp açacaklardı.

Önünde durup da ayakta sallanan adama, "Bu pisliği üzerimden çıkaramam" dedi ve ekledi, "Senin kim olduğunu ya da kendimin şu anda nerede olduğumu bilmiyorum. Oysa, bedenime yapışık pek çok bant bulunduğunu ve geriye pek az zaman kaldığını çok iyi biliyorum."
14
Yardımcı pilot Deere, Kaptan McDonald'a kapıyı vurmaktan vazgeçmesini söylemişti. Zaten vuruşlarına yanıt alamadığı için fena halde bozulmuş olan kaptan sonunda yardımcısının sözüne uydu.

Deere üst üste sorular sordu; "Nereye gideceğini düşünüyor bu adam? Ne yapacak ki? Kendini klozete sokup üzerine sifonu mu çekecek? Bunu yapamayacak kadar iriyarı..."

McDonald, "Adam eğer uyuşturucu madde taşıyorsa..." diyerek söze başladı.

Kendisi de birkaç kez kokain kullanmış olan Deere şöyle konuştu, "Eğer uyuşturucu madde taşıyorsa, ağır bir madde var demektir yanında. Onu atıp hemen kurtulamaz."

Birden Kaptan McDonald'ın aklına geldi, "Tuvaletin suyunu kapatın."

"Ben şimdiden suyu kesmiş bulunuyorum" diyen uçuş mühendisi de birkaç kez uyuşturucu alemine katılmış birisiydi. "Ancak bunun önemli olduğunu sanmıyorum. Tuvaletin aktığı tankların içeriğini daha sonra çözümleyebilirsiniz. Oysa şimdi, tankın içinde bu olası değil," diye ekledi.

Uçuş personeli tuvaletin kapısının önüne toplamıştı. Kapıdaki MEŞGUL yazısı onlarla alay edermiş gibi parıldıyordu. Adamların hepsi şimdi alçak sesle konuşuyorlardı. Uçuş mühendisi, "Narkotik Büro elemanları tankın suyunu boşalttırıp uyuşturucu maddeyi bulacak ve herif zokayı yutacaktır!" dedi.

McDonald onu şöyle yanıtladı, "Ama, adam her an kendisinden önce birisinin tuvalete girip uyuşturucuyu klozete attığını öne sürebilir." Kaptanın sesi şimdi alışılmadık bir sertlik kazanıyordu. Sürekli olayı konuşmayı değil, bir şeyler yapmayı istiyordu. Şimdi yolcuların her zamankinden daha meraklı bakışlarla çevrelerine toplanıp uçuş pensoneli ile hosteslere baktıklarını fark ediyordu. Uçuş görevlileri yolcuların aklının gerisinde uçak kaçıran teröristlerin neden olduğu eylemlerin yarattığı endişenin yattığını biliyordu.

Kaptan McDonald yardımcısı ile uçuş mühendisinin sözlerinde haklı olduklarının da farkındaydı. Klozete atılan uyuşturucu madde plastik torbalar içinde olacak ve torbaların üzerinde kaçakçının parmak izleri bulunacaktı. Gene da kaptan aklında alarm çanlarının çaldığını duyumsuyordu. Bir noktada düşündükleri doğru çıkmayabilirdi. İçinden bir ses, "Çabuk ol! Çabuk ol!" diye bağırıyordu. Sanki 3A numaralı koltukta yolculuk etmiş olan genç adam eline aslan doldurmuş ve sonunda bunları oyuna sürecek bir nehir gemisi kumarbazı gibi geliyordu ona...

Hostes Susy Douglas, "Bu adam uyuşturucuyu klozete atıp sifonu çekmeye çalışmıyor" diyerek ekledi, "Adam lavabonun musluklarım akıtmayı bile denemiyor. Eğer öyle yapsaydı musluklardan gelen hava sesini işitirdik. Ben başka bir ses işittim ama..."

McDonald hostese dönüp kabaca, "Buradan gidin!" dedi. Gözleri bir an Jane Dorning'e kaydı, "Sen de git. Bu işi biz çözümleriz!" diyerek sertçe sözünü sürdürdü.

Jane oradan uzaklaşmak üzere döndü. Ağlamak üzereydi. Yanakları yanıyordu.

Hostes Susy sakin bir sesle kaptana hitap etti, "Bu adamdan Jane kuşkulandı ve ben de koltukaltındaki şişkinlikleri fark ettim. Bizim de burada kalmamız gerektiğini düşünüyorum, Kaptan McDonald. Astlarınıza sözle saldırıda bulunmak istiyorsanız bunu yapabilirsiniz. Oysa, gerçekten büyük bir uyuşturucu yakalama olayını yıkıma uğratabileceğinizi size anımsatmak isterim."

Kaptanla hostesin gözleri kızgın çeliğin kıvılcımlarını saçarak birbirlerine kenetlendi.

Bir kez daha hostes Susy konuştu, "Ben seninle yetmiş, seksen kez birlikte uçtum, Mac. Arkadaşın olarak kalmak isterim."

McDonald bir an hostese bakıp sonra başını öne eğerek onun sözlerini onayladı. "Pekiyi. Şu halde burada kalın. Ama ikinizin de pilot kabinine doğru birkaç adım uzaklaşmanızı istiyorum" dedi.

Ayak parmaklarının üzerinde yükselip uçağın gerisine doğru bakan kaptan geçitteki yolcu kuyruğunun sonunun birinci sınıf kesimine doğru yaklaştığını gördü. İki ya da üç dakika sonra son yolcular da uçaktan inmiş olacaklardı.

Bu kez körüklü yola açılan kapıda durup kendilerini gözetleyen kapı görevlisine baktı. Adam herhalde sorunu duyumsamıştı çünkü telsizini kemerinden çıkarmış elinde tutuyordu.

McDonald sakin bir sesle yardımcısına, "Kapı görevlisine git, söyle: Gümrükçülerin buraya gelmelerini istiyorum. Üç, dört kişi gelsinler. Silahlı olsunlar. Hemen," dedi.

Yardımcı pilot yolcuları yararak ve sonra sakin biçimde gülümseyerek kapı görevlisine yaklaştı. Onunla hafif sesle konuşup durumu anlattı. Daha sonra kapı görevlisi telsizi ağzına yaklaştırıp alçak sesle talimatını verdi.

Yaşamında bedenine aspirinden başka ilaç sokmayan ve onu da pek seyrek kullanan McDonald, yanına gelen yardımcısına döndü. Dudakları sanki bir yara iziymiş gibi ince beyaz çizgilere dönüşmüştü.

"Son yolcu da iner inmez şu boktan (!) kapıyı kırıp tuvalete gireceğiz. Gümrükçülerin gelip gelmemiş olmalarına aldırış etmiyorum. Anladın mı?" dedi.

"Tamam" diyen Deere yolcu kuyruğunun ucunun birinci sınıf bölümüne yaklaşışına baktı.
15
Silahşor, "Bıçağımı al. Torbamın içinde duruyor" dedi.

Yaptığı hareketle, kumun üzerinde duran çatlamış deriden yapılmış torbayı gösteriyordu. Bu torba, daha çok sırtta taşınan çadır bezi ya da deri çantalara benziyordu. Ancak, Silahşor’un torbası bir özentinin değil gerçek bir gereksinimin ürünüydü. Ve yıllardır yapılan uzun yolculukta adamın kahrını çektiği görülüyordu.

Adam yaptığı harekede çantayı göstermiş, ancak onu işaret etmemişti. Zaten sağ eliyle işaret edemezdi. Eddie adamın sağ eline neden kirli bir bez sarmış olduğunu sezinlemişti. Adamın sağ elinin bazı parmakları kopuktu.

"Bıçağı al" diyen Silahşor ekledi, "Bantları kes. Bu arada kendini kesmemeye dikkat et. Bunu kolayca yapabilirsin. Dikkatli olmalı aynı zamanda ivedi davranmalısın. Uzun zamanın kalmadı."

"Biliyorum" diyen Eddie kumun üzerine diz çöktü. Olayların hiçbiri gerçek değildi. Bu böyleydi ve yanıt da buydu. Büyük kahin, önbilici ve önde gelen uyuşturucu tutkunu Henry Dean şurada olsa herhalde şöyle söylerdi: Bir takla at, hopla zıpla, koltuğun üzerinden atla, yaşam bir roman ve dünya bir yalan. Şu halde kendine güven ve olduğun yerde yüksel, diren.

Olayların hiçbiri gerçek olamazdı. Hepsi yalnızca olağanüstü güçlü onaylayıcı idiler. Şu halde, en iyi davranış gösterişsiz bir biniş yapmak ve akıntıyla birlikte akıp gitmekti.

Evet, adam kuşkusuz olağanüstü güçlü ve onaylayıcıydı. Eddie adamın "torbasının" üzerindeki fermuara uzandı (ya da bu fermuar değil, birbirine özel çıkıntılı dokusuyla yapışan bir kumaş şeritti.) Ve o anda torbanın ağzının karşılıklı zikzak dikilmiş olan tabaklanmış deri sırımlarla birbirine bağlanarak tutturulmuş olduğunu gördü. Sırımlardan bazısı kopmuş, yeniden dikkatle yerine dikilmiş, bir kez daha kopup yeniden dikilmiş ve bazıları iyice kısalmıştı.

Eddie torbanın sırım bağcıklarını çözdü. Torbanın ağzını açtı ve bıçağı gömlekten yırtılmış kumaşlarla çıkın edilmiş ıslak kurşun paketinin altında buldu. Yalnızca bıçağın sapı bile genç adamın soluğunun kesilmesine yeterliydi. Bu sap belli ki uzun yıllar önce gri beyaz renkli saf gümüş üzerine elle dikkati çekici şekillerin kazınmasıyla yapılmıştı.

Genç adamın kulağının üzerinde bir acı patlayarak başı üzerinde kükreyerek dolaştı. Eddie hantalca hareketlerle torbanın üzerine düştü ve kuma çarptı. Başını kaldırıp çizmeleri parçalarıymış soluk yüzlü adama baktı. Adam bir onaylayıcı değildi. Ölmekte olan yüzdeki mavi gözler, tüm gerçeği taşıyarak parıldıyorlardı.

Silahşor, "Bıçağa sonra hayran olursun, Hükümlü. Şimdi onu kullan!" derken buyurganca konuşuyordu.

Eddie, kulağının şiştiğini ve zonkladığını duyumsayarak sordu, "Neden bana hep öyle Hükümlü diyorsun?"

"Bantlarını kes" diyen Silahşor asık suratlıydı. Ekledi; "Sen buradayken oradaki adamlar tuvaletin kapısını kırarlarsa, burana uzun süre kalamayacağını duyumsuyorum. Pek uzun süre bir cesetle arkadaşlık edemeyeceksin."

Eddie bıçağı kınından çıkardı. Bu, yalnızca bir bıçak değil, belki de çok eski ve antika bir şeydi. Kesici ağzı neredeyse görülmeyecek bir uca kadar bilenmiş bulunuyordu Bıçağın metali yıllanmış gibi görünüyordu.

Soluk yüzlü adam, "Evet, bıçak pek keskin gibi görünüyor, değil mi?" diye sorarken sesi artık dengeli imiş gibi duyulmuyordu.


16
Uçaktaki son yolcular da ön kapıdan geçip körüklü yola giriyorlardı. Onlardan biri olan yetmişlik yaşlı bir kadın ilk kez uçağa binmiş olanların şaşkınlığıyla ya da konuşabildiği yetersiz İngilizce'sinin yarattığı güvensizlikle hostes Jane Dorning'in önünde durup biletini genç kadına gösterdi. "Montreal'e gidecek uçağımı nasıl bulacağım? Çantalarım ne olacak? Gümrüğe burada mı, orada mı gireceğim?" diye sordu.

Jane, "Şu körüklü yolun sonundaki kapı görevlisi size gereksindiğiniz tüm bilgiyi verecek, hanımefendi" dedi.

"İyi. Ama, bütün bu bilgileri neden sizin vermediğinizi anlayamıyorum" diyen yaşlı kadın sözünü şöyle sürdürdü, "O körüklü yol şimdi de insanlarla dolu."

Kaptan McDonald sert bir sesle uyardı; "Yürüyün bayan, lütfen! Zaten başımızda bir dert var!"

"İyi. Yaşadığım için beni bağışlayın" diyen yaşlı kadın patlamaya hazır bir tavırla konuşuyordu, "Sanırım biraz önce cenaze arabasından düştüm!"

Ve yaşlı kadın bu sözlerini bitirince uzaktaki dumanın kokusunu almaya çalışan köpek gibi burnunu havaya kaldırarak yürüyüp geçti, gitti. Kadın, bir eliyle kocaman el çantasını öteki eliyle uçak bileti zarfını tutuyordu. (Zarftan o denli çok uçağa biniş bileti koçanı görülüyordu ki, insan bu yaşlı kadının dünyanın öbür ucundan geldiğini ve yol boyunca her duruşta aktarma yapıp uçak değiştirdiğini düşünebilirdi.)

Hostes Susy mırıldandı, "Karşımızda Delta Havayollarının büyük jetleriyle olasılıkla bir kez daha uçamayacak yaşlı bir kadın var."

McDonald, "Lanet olası yaşlı kadın Supermen giysileri giyinip uçsa bile şu anda beni ilgilendirmiyor" diyerek sordu, "Bu kadın sonuncu yolcu muydu?"

Jane Dorning hızla harekete geçip ekonomi sınıfı tarafına geçti. Sonra geriye dönüp haber verdi: Uçak boşalmıştı.

McDonald ön kapıdan eğilip körüklü yola baktı. Ve kalabalık arasında iki üniformalı gümrük memurunun özür dileyerek insanları yarıp uçağa doğru geldiklerini ve rahatsız ettikleri insan kütlesine dönüp bakmadıklarını bile gördü. Böylece rahatsız edilen kişilerden biri gümrükçülerin eline çarpıp bilet zarfını düşürdükleri yaşlı kadıncağızdı. Kağıtlar yerlere saçılmıştı. Yaşlı kadın şimdi gümrükçülerin arkasından öfkeli bir karga gibi acı ve tiz sesle çığlıklar atıyordu.

Gümrükçüler uçağa varınca Kaptan McDonald "Tamam," diyerek ekledi, "Siz, beyler şurada durun!"

"Efendim, biz Federal Gümrük görevlileriyiz."

"Bu doğru. Ve ben sizlerin gelmesi için rica ettim. Bu denli çabuk geldiğiniz için sevinçliyim. Şimdi sizler orada durun çünkü uçak benim ve oradaki adam da kazlarımdan biri. O adam ne zaman körüklü yola çıkarsa, işte o anda sizin kazımız olur ve adamı istediğiniz gibi pişirebilirsiniz." diyerek yardımcısı Deere'e doğru başını sallayıp sözünü sürdürdü, "O orospu çocuğuna (!) bir şans daha vereceğim ve sonra içeri girmek üzere şu kapıyı kıracağız."

Deere, "Tamam. Bence hava hoş" dedi. McDonald elinin tabanıyla tuvalet kapısını vurdu ve bağırdı; "Dışarı çık, arkadaş! Senden bunu istiyorum!" Yanıt gelmedi. "Tamam!" diyen McDonald ekledi, "Kapıyı kıralım."


17
Eddie, yaşlı kadının, "İyi. Yaşadığım için beni bağışlayın! Sanırım biraz önce cenaze arabasından düştüm!" şeklindeki sözlerini belli belirsiz duyar gibi olmuştu.

Bantlar yarı yarıya sökmüş durumdaydı. Yaşlı kadının sözlerini işitince eli biraz titredi ve karnına doğru bir damla kanın aktığını gördü.

"Bok (!)" diyerek küfretti.

"Küfretmek şimdi sana yardımcı olamaz" diyen Silahşor boğuk bir sesle konuşuyordu. "Şu işi bitir. Yoksa bir parça kan görmek seni hasta mı ediyor?"

Eddie, "Ben yalnızca kendi kanımı görünce fena olurum" diye yanıtladı. Bedenindeki bantlar karnının üzerinden başlıyordu. Bant sıraları yükseldikçe görülmeleri güçleşiyordu. Eddie yedi, sekiz santim daha yukarı çıkınca az kalsın kendi bedenini kesiyordu. O anda kaptanın gümrükçülere şöyle seslenişini duymuştu; "Tamam! Siz, beyler şurada durun!"

Eddie ölü yüzlü adama, "Ben bu işi bitiririm ama kendimi kesip iyice yaralarım. Ya da sen bu işi yaparsın" diyerek ekledi, "Çünkü, ne yaptığımı iyi göremiyorum. Lanet olası çenem görüşümü kapıyor."

Silahşor sol eliyle bıçağı aldı Eli titriyordu. Bıçağın pek keskin oluşu ve adamın elinin titreyişi Eddie'nin asabını bozmuştu. Karar değiştirdi.

"Belki de şansımı kendim denesem daha iyi olacak" dedi.

"Bekle!"

Roland sabit bakışlarla sol eline bakıyordu. Eddie hiçbir zaman tam olarak telepatiye inanmazlık etmemiş, ama bu kavrama tam olarak da inanmamıştı. Gene de şimdi yeni bir şey, bir fırından yeni pişip de çıkmış gibi kızgın sıcak, gerçek ve dokunarak duyulan açık seçik bir hissi duyumsuyordu. Birkaç saniye sonra ne olduğunu sezinledi: Bu, ölmekte olan tuhaf bir adamın tüm niyet ve iradesini bir araya getirme çabasıydı.

Lanet olsun! Eğer ben ondaki gücü bu denli canlı biçimde duyumsarsam adam nasıl ölüyor olabilir?

Şimdi o sol elin titremesi azalmıştı. Bir süre sonra hiç titremez olacaktı. Çok değil on saniye sonra, bir kaya gibi titremesiz kalacaktı.

"İşe şimdi başlayalım" diyen Silahşor bir adam ileri atıp bıçağı kaldırdı ve Eddie adamdan başka bir şeyin, ekşimiş ve küflenmiş bir ateşliliğin kokusunun çevreye yayıldığını duyumsadı.

"Sen solak mısın?" diye sordu.

"Hayır."

"Oh Tanrı'm!" diyen Eddie bir süre gözlerini kapasa kendisini daha iyi duyumsayacağına karar verdi. Bu arada bedenini bir maske gibi saran bantların birbirinden ayrılırken çıkardığı fısıltıya benzeyen sesi işitti.

Geriye doğru çekilen Silahşor, "Oradan... Şimdi oradan tut ve olabildiğince uzağa doğru hızla çek. Geri kalan bantları ben alırım" dedi.

Artık tuvaletin kapısı incelikle tıklatılmıyor, yumruklanıyordu. Eddie, yolcular uçaktan indiler. Şu anda Bay Nazik yok artık. Oh, pis herifler! diye düşündü.

O anda, "Dışarı çık arkadaş! Senden bunu istiyorum!" uyarısı geldi.

Silahşor, "Bantları olabildiğince hızlı çek!" derken homurdanır gibi konuşuyordu.

Eddie bantların ucunu iki eliyle tutup tüm gücüyle çekti.

Kahrolsun! Canı çok yanmıştı. Kendi kendine konuştu: Sızlanmayı, yakınmayı bırak. Her şey çok daha kötü, sözgelişi, göğsün Henry gibi bol kıllı da olabilirdi.

Aşağı doğru baktı ve göğüs kemiğinin üzerinde yirmi santim kadar genişliğinde kıpkırmızı renkte tahriş olmuş deri yüzeyini gördü. Bedeninin orta çizgisi üzerinde ve güneş sinirağının bulunduğu yerin hemen üstünde kendi kendini yaraladığı yerden kan çıkıyor ve kızıl bir derecik gibi göbeğine doğru akıyordu Koltukaltlarındaki uyuşturucu paketleri şimdi kötü bağlanmış heybeler gibi sallanıyordu.

Tuvalet kapısının arkasından sesi boğulmuş bir buyruk işitildi, "Tamam! Kapıyı kıralım"

Eddie, hiçbir törene gerek görmeden kendisinde büyük bir acı seline neden olarak kalan bantları sırtından çekip ayıran Silahşor sayesinde tüm bantlardan ve uyuşturucu paketlerinden kurtulmuştu.

Duyduğu acı yüzünden haykırmamak için dudaklarını kemirdi.

Silahşor, "Gömleğini giy" derken yüzü yaşayan bir kişi için düşünülebilecek en soluk renkteydi Teni eski küllerin rengine dönüşmüştü. Kesik bantlardan oluşan korseyi sol eliyle tutup bir kenara fırlattı (bu korse şimdi anlamsız bir bant yumağına dönüşmüştü ve beyaz renkli uyuşturucu paketleri tuhaf kozalara benziyordu.) Eddie, Silahşor’un sağ elindeki uyduruk sargıdan şimdi taze kanın sızmakta olduğunu gördü.

Kapıya gümbürtüyle vuruluyordu. Bu, içeri girmek için izin isteyen bir kişinin çıkaracağı ses değildi. Eddie kapının ve tavandaki ışığın titrediğini farketti. Adamlar kapıyı kırmaya çalışıyorlardı.

Birdenbire kendisine pek irileşmiş ve hantallaşmış gibi görünen parmaklarıyla gömleğini yerden aldı. Gömleğinin sol kolunun içi dışına çıkmıştı. Gömlek kolunu içine sokmaya çalıştı ama bir an eli orda takılı kaldı. Sonra da hızla çektiği halde gömlek kolu bir türlü düzelmedi.

Gümmm! Tuvalet kapısı bir kez daha sarsıldı.

"Tanrılar! Sen nasıl bu denli hantal olabiliyorsun" diye soran Silahşor inler gibi konuşuyordu. Yumruğuyla Eddie'nin gömleğinin sol koluna vurdu. Eddie de gömleğin sol kolunun manşetini yakalayıp çekti. Şimdi Silahşor gömleği bir uşağını efendisine tutuşu gibi giyinmesi için Eddie'ye tutuyordu. Genç adam gömleği giyindi ve alttaki düğmeyi iliklemek üzere arandı.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə