Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə17/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   33

O geceden sonra Odetta birkaç kez daha annesini konuşturmak istemiş ama bir sonuç elde edememişti. Daha önceleri denemiş olsa, belki de annesini konuşturabilecekti. Oysa, babası konuşmadığı için annesi de konuşmuyordu. Böylece Odetta geçmişinin, akrabalarının, o kırmızı toprak yolların, o mağazaların o tabanı toprak odaların, o pencereleri paçavralarla perdelenmiş olan camsız odacıkların, insanı inciten ve tedirgin eden olayların bir ölü dişin mükemmel kaplanışının sağladığı olanaklarla ortadan yok oluşu gibi gömülüp unutulduklarını sezinlemişti. Babası o konuda konuşmuyor, belki de konuşamıyordu. Olasılıkla bu konulardaki unutkanlığını babası bir amnezi gibi kendisi için seçmişti. Kaplama diş buluşu onlara New York'ta Merkez Parkının güney ucunda Greymarl apartmanlarındaki konforlu yaşamlarını sağlamıştı. Böylece su ve hava geçirmez dış kaplamasının altında sanki her şey kapanıp gizlenmiş gibiydi. Babası geçmişlerini o denli iyi gizleyip örtmüştü ki, kendileriyle geçmişleri arasına herhangi bir şeyin geçmesine olanak sağlayacak bir aralık kalmamış, mükemmel kaplamalı engel, geçmişe nüfuz etmeyi olanaksızlaştırmıştı.

Öte yandan Detta Walker bazı şeyleri biliyor ama Odetta'yı tanımıyordu. Odetta da onu tanımıyordu. Burada da bir diş kaplaması sanki pürüzsüz bir biçimde aralarında yer alıyor ve bir istihkam siperi gibi iki kişiyi birbirlerinden ayırıyordu.

Odetta kanında annesinin utangaçlığını ve babasının göz kırpmayan (ya da konuşmayan) dayanıklılığını taşıyordu, yıllar sonra konuyu izlemek üzere bir kez daha babasının çalışma odasına giderek ona geçmişini sormuştu. Babası okuduğu Wall Street Journal adlı gazeteyi hışırdatıp dikkatle katlayarak çalışma masasının üzerindeki lambanın yanına koymuş, çerçevesiz gözlüklerini çıkarıp gazetenin üzerine bırakmış ve Odetta'ya bakmıştı. Danny Holmes zayıf bedenli, saçları kırlaşmış bir zenciydi. O anda şakaklarında belirginleşen damarlar bir nabız gibi atıyorlardı. Adam biraz düşündükten sonra yalnızca şu sözleri söylemişti: Yaşamımın o bölümü hakkında konuşmayı ve düşünmeyi istemiyorum, Odetta. Bunun bir yararı yok. O günlerden beri dünya çok döndü, köprülerin altında öyle çok sular aktı ki...

Roland bunu anlayabilirdi.
7
Silahşor üzerinde GÖLGELERİN KADINI yazısı bulunan kapıyı açınca tümüyle tanımadığı şeyleri gördü. Ancak gördüklerinin önemi olmadığını da düşündü.

Çünkü gördükleri Eddie'nin dünyasındandı. Bunun da ötesinde gördüğü ışıklar, insanlar ve eşyalar birbirlerine karışıyordu. Burada, tüm yaşamında gördüklerinden çok daha fazla eşya bulunuyordu. Görünüşlerinden bayanlara ilişkin şeyler oldukları ve belli ki satıldıkları anlaşılıyordu. Bazıları vitrin altındaydı. Ötekiler, insanı satın almaya kışkırtan kümeler ve sergiler haline sokulmuştu. Kapı girişi bir kadının gözleri biçimindeydi. Roland, kapı girişine bakarken Eddie'nin oraya doğru hareketlendiğini gördü.

Öte yandan Eddie Dean yıldırımla çarpılmış gibiydi. Genç adamın elindeki silah titremiş ve elinden düşecek gibi çarpılmıştı. Silahşor tabancasını Eddie'nin elinden kolayca alabilirdi ama almadı. Orada sessizce dikildi. Bu da onun uzun süreler önce öğrenmiş olduğu bir hileydi.

Şimdi kapı girişi Silahşor’un başını döndürecek bir görünüm kazanmıştı. Oysa Eddie bu ani değişimi tuhaf biçimde rahatlatıcı buluyordu. Roland şimdiye dek hiç film seyretmemişti. Ama Eddie binlerce film görmüştü. Hortlak Gecesi (Halloween) ile parıltı (The Shining) adlı filmlerdeki gibi bakış açısı hareketli sahnelere pek alışkındı. Bunu sağlayan aygıtın adını bile biliyordu: Sabit kamera. Evet öyleydi.

Genç adam, "Yıldız Savaşları'nda da bu vardı." diye mırıldandı, "Ölü yıldızda. O kahrolası saçmalıkta. Anımsıyor musun?"

Roland ona baktı ama bir şey demedi.

Kapı girişinde eller (koyu kahverengi eller) göründüler. Eddie daha şimdiden gördüklerini büyülü bir sinema perdesi gibi düşünmeye başlamıştı.... Bu sinema perdesinde siz de Kahire'nin Mor Gülü adlı fantastik filmdeki gibi perdeden çıkıp gerçek dünyaya geçebilirdiniz.

Eddie o filmin ne denli büyüleyici olduğunu şimdiye değin sezinleyememişti.

Buradaki sinema perdesinde genç adamın baktığı kapı girişinin öte yanı görülemiyordu. Orası New York kenti olmalıydı. Tamam. Ancak taksi klaksiyonlarının alışılmış yüksek sesi duyulmuyordu. Şimdi yalnızca şu ya da bu zamanda New York kentinin bir büyük mağazasının içini görüyorlardı. Ancak...ancak burada bir tuhaflık vardı...

Eddie, "Bu eski bir mağaza" diye mırıldandı.

Silahşor, "Senin zamanından eski mi?" diye sordu.

Eddie ona dönüp bakarken güldü "Evet. Öyle demek istiyorsan evet, öyle" dedi.

Bu arada deneme yapar gibi konuşan bir ses duyuldu: "Merhaba, Bayan Walker." Kapı girişindeki görüntü o denli hızla kalktı ki, Eddie bile kendisini biraz başı döner gibi duyumsadı.

Satıcı kadın belli ki koyu kahverengi ellerin sahibesini tanıyor, ondan korkuyor ya da hoşlanmıyor veya ondan hem hoşlanmıyor hem de korkuyordu. Satıcı kadın, "Size yardımcı olabilir miyim?" diye sordu.

Koyu kahverengi ellerin sahibi, beyaz renkli kenarlarında mavi bir çizgi bulunan eşarbı göstererek, "Şunu istiyorum" dedi ve ekledi. "Paketlemek için uğraşma. Onu kağıt torbaya koy yeter."

"Parayla mı çekle mi ödeyeceksiniz?"

"Parayla. Her zamanki gibi. Öyle değil miydi?"

"Evet. Çok iyi olur, Bayan Walker."

"Kabul ettiğiniz için öyle memnunum ki, sevgilim."

Satıcı kadının yüzü asıktı. Eddie bunu kadın uzaklaşırken fark etmişti. Belki de satıcı kadının müşterisini, "Küstah bir zenci" olarak benimsemesi yüzündendi. (Eddie'nin böyle düşünmesi tarih bilgisi ya da caddelerde öğrendiklerinden değil; gene sinema salonlarında filmlerden öğrendikleriyle gerçekleşmişti. Çünkü bu sahne 60'lı yıllarda çevrilmiş filmlerdekilere, sözgelişi Gecenin Sıcağında'kilere pek benziyordu.) Ama, daha yakın tarihte gerçekleşmiş bir şey da olabilirdi: Roland'ın GÖLGELERİN KADINI olan zenci ya da beyaz kaba bir orospu (!) gibi...

Ve bu, şimdi de bir sorun yaratmıyordu. Öyle değil mi? Hiçbir lanet olası farkı yaratmıyordu. Eddie yalnızca bir şeye dikkat ediyordu.

Kapı girişinde görülen New York kentiydi.

Genç adam neredeyse New York kentinin kokusunu duyumsayacaktı.

New York kenti eroin demekti.

Eddie eroin kokusunu da duyumsayabiliyordu artık.

Ancak ortalıkta kendisine engel olan bir şey vardı değil mi?

Evet. Orada anasını beceren (!) birisi ya da başka bir engel vardı.
8
Roland dikkatle Eddie'yi gözetliyordu. İstese genç adamı en az altı seferinde öldürebileceği halde sessiz ve hareketsiz kalarak onun bulunduğu durumla kendisinin uğraşmasını istemişti. Eddie'nin pek çok özelliği vardı ve bunlardan birçoğu hoş nitelikler değildi. (Yeri geldiğinde bir çocuğun düşüp ölmesine bilinçli olarak izin vermiş kişi olarak Silahşor hoş ile tam iyi olmayan nitelikler arasındaki farkı iyi biliyordu.) Ancak bu noktada söylenecek bir şey vardı: Eddie salak değildi.

O, akıllı bir çocuktu.

Durumu kendisi anlayabilirdi.

Öyle de yapıyordu.

Dönüp Roland'a bakan Eddie dişlerini göstermeden gülümsedi. Roland'ın tabancasını beceriksiz hareketlerle tek parmağında döndürdü. Davranışını komik bir gösteriye dönüştürüp tabancayı önce kabzasını göstermek üzere Roland'da doğrulttu.

"Tabanca denilen pislik bana yararlı olduğu ölçüde zarar da verebilir, öyle değil mi?" diye sordu.

Roland şöyle düşündü: İstediğin zaman ne kadar da açık biçimde düşünebiliyorsun. Şu halde neden öyle aptalca konuşmaları yeğliyorsun, Eddie? Ağabeyinin son olarak bulunduğu o yerde insanlar hep salakça konuşuyorlar diye mi?

Eddie, "Öyle değil mi?" diyerek sorusunu yineledi.

Roland başını öne eğerek onayladı.

"O Kapı girişinde sana ateş etseydim kapıya ne olurdu?"

"Bilmiyorum. Sanırım öğrenmenin tek yolu deneyip ne olacağını görmektir."

"İyi. Sen ne olacağını düşünebilirdin."

"Kapı'nın ortadan yok olacağını düşünürdüm."

Eddie başını öne eğerek onayladı. Kendisi de öyle düşünmüştü. Pufff! Bir büyü gibi Kapı yok olacaktı. Şimdi onu görüyorsunuz, arkadaşlarım. Bu aynen bir salondaki projeksiyon makinesi operatörünün makineye altı el ateş etmesi gibi bir şey olurdu.

Eğer operatör makineye ateş ederse film dururdu.

Genç adam filmin durmasını istemiyordu

Eddie ödediği paranın karşılığını görmeyi diliyordu

"Sen kapıdan yalnız başına geçebilir misin?" diye sordu.

"Evet."

"Ya da benzeri bir şeyi yapar mısın, ha?"



"Evet."

"Sen, o zenci kadının kafasının içine de kurulabilirsin. Aynen benim kafama kurulduğun gibi..."

"Evet."

"Böylece benim dünyama otostop yaparsın. Ama, hepsi o kadar.."



Roland bir şey demedi. Otostop yapmak kimi zaman Eddie'nin söz arasında kullandığı ama kendisinin tam olarak anlamadığı laflardan birisiydi... Ancak sözün gidişinden genç adamın ne demek istediğini sezinlemişti.

"Ama, sen kendi bedeninle de o Kapı'dan geçebilirsin. Balazar'ın barına geldiğin gibi" diyen Eddie yüksek sesle ancak kendi kendisiyle konuşuyordu "Gene de orada bana gereksinmiştin, değil mi?"

"Evet."

"Şu halde beni de yanında götür."



Silahşor konuşmak üzere ağzını açtı ancak Eddie acele eder gibi ondan önce konuşmaya başladı.

"Şimdi değil, hemen gidelim demiyorum" diyerek ekledi. "Eğer ben o tarafa geçersem bir başkaldırı ya da başka lanet olası bir şey gerçekleşir mi, bilmiyorum?" Kahkahalarla gülmeye başlayan genç adam sonra sözlerini şöyle sürdürdü, "Bir hokkabaz çantasından tavşan çıkarır gibi. Ama, burada bir şapka yok. Buna eminim. Bekleyelim, zenci kadın yalnız kalınca ne olacak?"

"Hayır. Oraya gitmeyeceksin."

"Oraya geçip sana geri geleceğim" diyen Eddie konuşmasına şöyle devam etti; "Geriye geleceğim, yemin ediyorum, Roland. Senin yapmak zorunda olduğun bir işin var, biliyorum. Ben de o işin bir parçasıyım. Gümrükte senin kıçımı (!) kurtardığını biliyorum. Ancak, ben de seninkini Balazar'ın yerinde kurtardım sanıyorum. Şimdi ne düşünüyorsun?"

"Sanırım orada beni kurtardın" diyen Roland genç adamın barda tehlikeye aldırış etmeden çalışma masasının ardından doğrulduğunu ama bir an duraksadığını da düşündü.

Ancak o bir anlık duraksamaydı.

"Şu halde, Peter Paul'e borçlarını ödüyor. Bir el ötekini yıkıyor. Benim tüm istediğim birkaç saatliğine geriye gidebilmem. Bir porsiyon tavuk eti ile bir kutu gözleme alabilmem" diyen Eddie başını görüntüsü yeniden değişmeye başlayan kapı girişine doğru eğerek sordu, "Şu halde ne diyorsun gitmeme?"

"Hayır, olmaz" diye yanıtlayan Roland bir an yoğun biçimde Eddie'yi düşündü. Kapı girişindeki zenci bayan (her kimse?) .sıradan bir insan gibi davranmıyordu. Sözgelişi, Roland Eddie'nin gözlerinden bakarken genç adamın davrandığı gibi hareket etmiyordu kadın. (Şimdi Silahşor daha önceleri hiç yapmadığı şekilde düşünmesini yarıda kesti. Çevresel görüntüde, alt yarıda kendi burnunun sürekli göründüğüne dikkat etmişti.) Eskiden görüntüde biri yürüdüğünde görüntü yumuşak hareketli bir sarkaç gibi sallanırdı: Sol bacak, sağ bacak, sol bacak, sağ bacak. Dünya da ileri geri öyle yumuşak bir biçimde sallanırdı ki, bir süre sonra siz de yürümeye başlayınca görüntünün sallanışına dikkat bile etmezdiniz. Şimdi görüntüdeki zenci kadının yürüyüşünde böyle bir sarkaç hareketi bulunmuyordu. Kadın orada tezgahlar arasındaki geçitte yumuşak bir biçimde, sanki bir yarış kulvarında koşar gibi yürüyordu. Ne tuhaftır ki Eddie de şu anda aynı algılamayı yapmıştı... Ancak bunlar Eddie'ye göre sabit kamera ile film çekilişine benziyordu. Genç adam algılanmasını rahatlatıcı buluyordu çünkü aşinası olduğu bir şeydi bu.

Roland'a algılaması tuhaf gelmişti... Ama, Eddie'nin tiz sesi Silahşor'un düşünmesini yarıda kesti.

"Şu halde neden olmasın?" Lanet olan savunmanı yap bakalım, neden olmasın?"

"Çünkü sen tavuk eti filan istemiyorsun" Roland ekledi, "Senin isteklerine ne ad verdiğini biliyorum Eddie: "Uyuşturucu almak ve 'tadına bakmak' istediğinden eminim."

Öyle olsa bile ne fark eder?" diye soran Eddie feryat figan eder gibi bağırarak konuştu, "Eğer öyle olsa bile ne sakınca yaratabilir? Sana, geriye geleceğimi söyledim! Sana söz verdim. Sana lanet olası bir VAATTE BULUNDUM! Başka ne istiyorsun? Annemin adına yemin etmemi ister misin? Tamam, annemin adına yemin ediyorum! Ağabeyim Henry adına yemin etmeli miyim? Tamam, yemin ediyorum! yemin ediyorum! YEMİN EDİYORUM!"

Enrico Balazar da bunu söylerdi; Ancak, Silahşor Balazar gibilerinin yaşamın gerçeklerini kendisine söylemesine muhtaç değildi: Hiç bir zaman uyuşturucu düşkünlerine güvenmeyin sloganı bir yaşam gerçeğiydi.

Roland kapıya doğru başını eğerek konuştu, "Senin Kule'ye kadar olan yaşam dilimin düzenlendi. Ondan sonrasına ben aldırış bile etmiyorum. Ondan sonra kendi bildiğin yoldan cehenneme bile gitmekte özgürsün. O ana değin ben sana muhtacım."

Eddie yumuşak bir sesle söylendi, "Seni siktirici (!) kokuşmuş yalancı seni!" Genç adamın sesinde kolayca ayırt edilecek bir duygusallık bulunmuyordu. Ancak Silahşor onun gözlerinde yaşların parıldadığını gördü. O bir şey demeyince Eddie ekledi,

"Kule'den sonra ben olmayacağım. Benim için, o zenci kadın için ya da üçüncü kişi Tanrı bilir her kim ise onun için Kule'den sonrasında bizlerin olmayacağımızı sen biliyorsun. Oraya varınca bizler öleceksek sen neden yalan söylüyorsun?"

Silahşor bir parça utanır gibi oldu ama gene de kararlı bir sesle yineledi, "Hiç değilse şimdilik senin yaşamının Kule'ye kadar olan dilimi düzenlendi."

"Eveettt!" diyen Eddie şöyle konuştu, "İyi. Benim de sana bir haberim var, Roland. Sen oraya geçip zenci kadının bedenine girdiğinde ne olacağını biliyorum. Biliyorum, çünkü daha önce onu gördüm. Ben senin silahlarına gereksinmiyorum. Senin o masal ülkeni gördüm, arkadaşım! Sen o kara derili kadının da başını da benim başım gibi döndürebilir ve lanet olası ka'dan başka bir şey bulunmayan o yeri kadına gösterebilirsin. Ben, akşam oluşunu bekleyeceğim. O zaman seni suyun kıyısına kadar sürükleyeceğim. Sonra sen, bedeninin geri kalanının ıstakoza benzer yaratıklar tarafından parçalanışını göreceksin. Ancak, bunun için acelen olmayabilir."

Eddie duraladı. Geri planda dalgaların çatlayarak kıyıyı oyuşu ve rüzgârın bir deniz kabuğundan sürekli üflenirmiş gibi esişinin çıkardığı ses yüksek tonda duyuluyordu.

Genç adam, "Şu halde sanırım senin bıçağını, boğazını kesmekte kullanacağım" dedi.

"Ve böylece Kapı'yı sonsuza değin kapatmış olacaksın."

"Sen, benim yaşamımın bundan sonraki diliminin düzenlenmiş olduğunu söyledin. Bu sözlerinde eroini kast etmedin. Sen, New York kentini, Amerika'yı, benim zamanımı ve her şeyi kast ettin. Eğer öyleyse ben yaşamımın o bölümünün düzenlenmesini de istiyorum. Buradaki tekdüze görüntü insanı içine çekiyor ve çevredeki yaratıklar kötü kokuyorlar. Senin, Jimmy Swaggart denilen adamın bile aklını başına getireceğin zamanlar olabilir."

"İlerde çok görkemli şeyler ve büyük serüvenler bizi bekliyor" diyen Roland ekledi, "Bunun da ötesinde, senin kendi saygınlığını canlandırabilmek üzere bir soruşturma olacak. Sen de bir Silahşor olabilirsin. Ben sonuncu Silahşor olmayı istemiyorum. Ama sen son Silahşor olabilirsin, Eddie. Bunu görüyor ve duyumsuyorum."

Yanaklarından gözyaşları süzülmesine karşın genç adam gülmeyi başardı ve, "Oh, ne muazzam! Muazzam! Tam gereksindiğim şeydi bu! Ağabeyim Henry de bir Silahşordu, Vietnam denilen cehennemde o bir Silahşordu. Bu, onun için pek muazzam bir şey olmuştu, biliyorum. Ağabeyimi ciddi olduğu zamanlar görmeliydin, Roland. Ama sonra, lanet olası tuvaletini bile yardımsız yapamaz oldu. Eğer bir yardımcı bulamazsa bulunduğu yere çöküp TV'de Büyük Güreş Maçları programını izliyor ve işi külotuna beceriyordu. Silahşor olabilmek gerçekten pek muazzam bir şey bunu görebiliyorum. Ağabeyim bir uyuşturucu düşkünüydü. Ve sen de bana göre Su kabağından çıkmış biri gibisin!"

"Senin ağabeyinin belki de saygınlığa ilişkin hiçbir ciddi fikri bulunmuyordu?..."

Eddie şimdi yüksek sesle ağlıyor ama aynı zamanda gülüyordu. "Haydi, senin arkadaşlarından konuşalım Roland. Sözgelişi, uykunda hep sözünü ettiğin züppe Cuthbert'ten konuşalım," dedi.

Silahşor onun sözlerine karşı kendini tutamayıp konuştu. Oysa bunca yıllık yorucu deneyimlerden sonra kendini tutabilmesi gerekirdi.

"Benim silah arkadaşlarım saygınlığı bilirlerdi" derken aslında başka bir şeyi düşünmeye başlamıştı.

"Onlar, benim ağabeyim Henry'i Silahşor olarak aralarına almazlar mıydı?"

Roland bu soruya yanıt vermedi.

"Seni çok iyi tanıyorum" diyen Eddie sözlerini şöyle sürdürdü "Sana benzeyen pek çok kişi gördüm. Sen de, bir elinde sancak, bir elinde silah tutan ve 'İleri, Hıristiyan Askerler' marşını söyleyen mankafa heriflerden birisin. Ben, saygınlık filan istemiyorum. Şu an tek istediğim tavuk eti yemek ve bir uyuşturucu almak. Hem de aynen bu sırayla... Şu halde, sana söylüyorum sen, istediğini yapabilirsin. Ama, için geçtiği anda, bedenin gerisini de ben haklayacağım."

Roland gene ağzını açıp bir şey demedi.

Eddie namussuzlar gibi sırıtarak yanaklarındaki gözyaşlarını elinin tersiyle kuruladı. "Seninkine bizim oralarda ne denir. Öğrenmek ister misin?" diye sordu.

"Ne?"


"Meksikalı soğukluğu."

Bir an hiçbir şey yapmadan birbirlerine baktılar. Ve sonra Roland dönüp sert bakışlarla Kapı girişini gözledi. Her ikisi de, (ama daha çok Roland) görüntünün sol tarafında bir sapma olduğunu fark etmişlerdi. Orada parıldayan takılar sergilenmekteydi. Bazıları koruyucu cam vitrinlerin altındaydı; ancak, çoğu takı açıkta duruyordu. Bunlar için, Roland gösterişli ama değersiz taşlar: Eddie ise, giysilerin üzerine takılan taklit takılar diyebilirdi. Koyu kahverengi bir çift el taşları dikkatsizce, gelişigüzel yokladı ve o anda bir başka satıcı kadın göründü. İki kadın arasında Eddie ile Silahşor’un gerçekte ilgilenmedikleri bir konuşma geçti ve bayan (Eddie, Ama ne Bayan? diye düşündü), satıcı kadına başka bir şey sordu. Satıcı kadın kendisinden isteneni çıkarmak üzere görüntüden uzaklaştı. Ve o anda Roland'ın gözleri dönüp sertçe geriye baktılar.

Koyu kahverengi eller yeniden göründü. Bu kez bir el çantasını tutuyorlardı. Çantanın kapağı açıldı ve birdenbire kara eller takılan kapıp görünüşte rasgele ama yaptığını bilen hareketlerle el çantasına doldurdular.

"Çok iyi, amma ekibi çevrene topluyorsun, Roland!" diyen Eddie acı bir sesle, ancak eğlenir gibi konuşuyordu. "Önce uyuşturucu düşkünü bir beyazı, şimdi de dükkan soyguncusu bir zenci kadını kadrona alıyorsun."

Oysa Roland genç adamı dinlemiyor, ona bakmadan dünyayı birbirinden ayıran Kapı'ya doğru ilerliyordu.

Eddie, Silahşor’un arkasından bağırdı; "Sen oraya geçtiğin zaman! Ben de burada kalan bedeninde boğazını keseceğim, lanet olası boğazını kesece.."

Oysa, genç adam sözünü tamamlayamadan Roland gitmişti Geriye kalan yalnızca soluk alan bitkin bir bedendi.

Bir an için Eddie, Silahşor’un bunu yaptığına, kendi vaatlerine ve verdiği aptalca garantilere inanmadan, ortaya çıkacak sonuçlan da düşünmeden çıkıp gidişine bakakaldı.

Gökgürültülü bir fırtınanın başlayışıyla korkan bir atın gözlerini devirerek çevreye bakışı gibi kendisi de etrafına bakındı... Orada, kendi kafasının içinde kopacak olandan gayrı bir fırtına bulunmuyordu.

Pekiyi, pekiyi, Tanrı cezasını versin!

Silahşor’un kendisine tanıdığı bir süre olabilirdi. Eddie bunu çok iyi biliyordu. Genç adam kapı girişine baktı ve yarısı el çantasının içinde yarısı dışarda olan, bir korsanın gizli hazinesindekilere benzeyen taklit altın bir gerdanlığın üzerindeki kara ellerin donmuş gibi durduklarını gördü. Sesini duyumsamasa bile Eddie Roland'ın kara ellerin sahibesiyle konuştuğunu duyumsar gibi oldu.

Bıçağı Silahşor’un torbasından çıkardı. Sonra Kapı girişinin önünde yatan ve soluk alan bitkin bedeni sırtüstü yatacak şekilde yerde döndürdü. Adamın gözleri açıktı. Daha çok akları görünmek üzere boş bakışlarla bakıyorlardı.

Eddie, "Bak, Roland!" diye bağırdı. O tekdüze, aptalca, sonu hiç gelmeyecekmiş gibi olan rüzgâr kulaklarında uğulduyordu. Tanrı'm! Yalnızca bu rüzgâr bile herhangi bir kişiyi bokböceği (!) haline çevirmeye yeterliydi. "Pek dikkatle bak, Roland! senin şu lanet olası öğrenimini tamamlamanı istiyorum! Dean kardeşleri atlatmaya çalışırken neler olacağını sana göstermek istiyorum!" diye ekledi.

Genç adam bıçağı yerde yatan Roland'ın boğazını dayadı.

İKİNCİ BÖLÜM
DEĞİŞİMİN ÇAN SESLERİ
1
1959 yılı ağustos ayındaydı.

Stajyer tıp öğrencisi George içeri girişinden yarım saat sonra dışarı çıktığında, 23. Sokaktaki Sisters Of Mercy Hastahanesinin ilkyardım bölümünün önünde şimdi de park etmiş olan cankurtaran arabasına Julio'yu yaslanmış durumda buldu. Julio sivri uçlu çizmelerinden birinin topuğunu arabanın ön çamurluğunun üzerine koymuştu. Julio giysilerini değiştirmiş, pembe renkli yanar döner pantolon ile sol göğüs cebi üzerine altın renkli iplikle adı işlenmiş mavi renkli gömlek giyinmişti. Bu giysi, genç adamın bowling takımının formasıydı. George saatine baktı ve Julio'nun bowling takımının (adları, Üstün Atakçılar'dı) şimdiden yola çıkmış olduklarını gördü.

George Shavers, "Seni de gitmiştir diye düşünmüştüm" diyerek ekledi, "Harika Çengel olmazsa oyunu nasıl kazanacaklar ki?"

"Benim yerime takıma Miguel Basale'i aldılar. Çocuk her zaman değil ama kimi zaman formda oluyor. Takım iyi oynayacaktır" diyen Julio biraz duralayıp sözlerini sürdürdü, "işin nasıl sonuçlanacağını merak ettim de." Julio espri yeteneği olan, Küba asıllı bir sürücüydü. George onun yeteneğinden haberli olup olmadığından emin değildi. Oysa Julio, yeteneğinin farkındaydı. George çevresine bakındı. İkisiyle birlikte cankurtaran arabasında bulunan sağlık görevlilerinden hiçbiri ortalıkta görünmüyordu.

"Arkadaşlar neredeler?" diye sordu.

"Kimler? Kahrolası Bobsey İkizleri mi?" diye soran Julio ekledi, "Onların nerede olduklarını düşünürsün ki? Village semtinde Minnesota'lı dilberi izliyorlardır. Senin bir fikrin var mı, getirdiğimiz kadın paçayı kurtarabilecek mi?"

"Bilmiyorum."

George hikmet sahibi gibi konuşmak ve bilinmezi bilirmiş gibi görünmek istedi. Oysa, bu olay onun nöbetinde karşılaştığı ilk önemli durumdu. Ve o Kutsal Bakire Meryem'e kendisine yardım etmesi için dua etmek üzere ağzını açarken cerrahlar gelip zenci kadını alarak kendisinden uzaklaştırmışlardı. (George'a göre, kara tenli bayan pek uzun süre yaşayacağa benzemiyordu.)

Yeniden konuşup, "Kadın çok fazla kan kaybetmiş" dedi.

"Lanet olsun!"

George, hastahanedeki on altı stajyer tıp öğrencisinden biriydi. Yeni uygulanan program gereği her sekiz stajyer öğrenciden biri ilkyardım bölümünde staj yapıyordu. Bunlardan birinin iki sağlık görevlisi ile birlikte cankurtaran arabasında bulunmasında istenen, görevlilerin pek ivedi durumlarda ölümle kalım arasındaki farkı ayırt etmelerini sağlamaktı. George cankurtaran sürücüleri ile arabadaki sağlık görevlilerinin kanlar içindeki bir yaralı ya da ağır durumdaki bir hastayı öğrencilerin deneyimsizlikleri nedeniyle öldürebileceğini düşündüklerini biliyor.

Oysa gene de, varlığının kimi zaman yararlı olabileceğini biliyordu.

Evet, kimi zaman.

Öyle olmasa bile, durum hastahanenin halkla ilişkilerini olumlu yönde etkiliyordu Ve bu programdaki tıp öğrencileri haftada sekiz saat süreyle kendilerine hiçbir ek ödeme yapılmaksızın acemice çalıştırıldıkları için yakınırken George bu işte çalıştığı için kendini gururlu, dayanıklı, yetenekli ve çizdiği yolda azimli buluyordu.

Daha önce, Trans World Havayollarının Tri-Star modeli uçağı bir gece Idlewild'da kaza yapmıştı. Uçakta altmış beş kişi vardı. Bunlardan altmışı için Julio Estevez hemen kaza anında ölmüşler demişti. Kalan beş kişiden üçü yanan bir kömür ocağından çıkarılmış kalıntılara benziyordu. Tek farkla ki, bunlar öldürülmeleri ya da kendilerine morfin verilmesi için çığlıklar atıyordu. George kaza yerinde parçalanmış koltuklar arasında gördüğü kesik kol ve bacakları, ezilmiş bir çocuk bacağının yanındaki oyuncak ayıyı anımsıyordu. Orada, Bunu alabilirsen, her şeyi alabilirsin diye düşünmüş ve rahatlıkla oyuncak ayıyı almıştı. Onu evine kadar götürmüş, geç saatte, yediği hindi yemeği boyunca oyuncak ayıya bakmıştı. O gece hiçbir sorun yaşamadan uykuya dalmıştı. Bu da, hiçbir kuşkuya yer bırakmadan olayı alabildiğini, kabullendiğini kanıtlıyordu. Daha sonra, sabaha karşı henüz ortalığın karanlık olduğu saatte, uçaktaki o şeyi oyuncak ayı değil de annesinin kesik başı olarak gördüğü korkunç bir karabasanı yaşayarak uyanmıştı. Karabasanda annesi ona şöyle fısıldamıştı: Sen beni kurtaramazsın, George. Biz, senin için aşırı tutumlu davrandık. Senin için her zaman para biriktirdik. Senin yüzünden gezmedik, eğlenmedik. Baban senin için nelere katlanmadı ki? GENE DE BENİ KURTARAMADIN! LANET OLSUN SANA!


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə