Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə7/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   33

"Hemen düğmeleri ilikleme" diyen Silahşor yırtıla yırtıla tükenmekte olan kendi gömleğinden bir parça daha yırttı ve sözünü sürdürdü, "Önce karnındaki kanı temizle"

Eddie olabildiğince iyi bir şekilde biraz önce oluşan kesik yarasını ve sızan kanları temizledi. Bıçak çok keskin olduğu için derin bir yara açılmıştı ve şimdi de kanıyordu.

Daha sonra kanlı bezi kumun üzerine attı ve gömleğin düğmelerini ilikledi.

Gümmm! Bu kez kapı yalnızca sarsılmakla kalmamış çerçevesinden çıkar gibi olmuştu. Kumsaldaki kapı girişinden tuvalete bakan Eddie lavabonun üzerinde durmakta olan köpüklü sabun şişesinin kopup yere düşmüş olduğunu gördü. Şişe, kendisinin fermuarlı küçük çantasının yanına yuvarlanmıştı.

Eddie şimdi düğmeleri iliklenmiş (hem de şaşırtıcı şekilde doğru iliklenmiş olan) gömleğini pantolonunun içine sokmak istiyordu. Ansızın aklına daha iyi bir fikir geldi. Hemen pantolonun kemerini gevşetti.

Silahşor onun ne yapacağını sezinleyerek bağırmaya çalıştı ama başaramayıp yalnızca konuşma tonunda seslendi; "Buna zamanın kalmadı! Bir kez daha vururlarsa kapı yere inecek!"

"Ne yaptığımı biliyorum ben" diyen Eddie umarım öyledir diye düşündü. İki dünya arasındaki kapı girişine yaklaşıp kot pantolonunun ön düğmesini çözerek fermuarını alta kadar indirdi.

Bir an umarsızlıkla duralayan Silahşor her yanı acıdan kavrularak sonunda genç adamı izledi. Aslında şu anda yapmak istediği tek şey, Eddie'nin kafasına esaslı bir yumruk indirmek olacaktı.
18
Suratı asık kaptan McDonald, "Bir kez daha sıkı vuralım" dedi ve yardımcısı Deere başını eğerek onayladı. Şimdi tüm yolcular uçağın yanı sıra körüklü yoldan da çıkmış ve gümrük görevlileri silahlarını çekmiş bulunuyordu.

"Haydi, şimdi!"

İki pilot ileri doğru fırlayıp birlikte kapıyı omuzladılar. Kapı uçar gibi olup açıldı. Kilidin dili bir an kapıyı tuttu ama sonra düşmesine engel olamadı..

Ve orada, 3A numaralı yolcu kot pantolonu dizlerinin üzerinde ve şal desenli soluk gömleğinin uçları iyi kötü penisini gizleyerek klozetin üzerinde oturuyordu. Kaptan McDonald bitkin bir tavırla ona bakıp düşündü: iyi. belli ki onu bir eylem durumunda yakaladık. Yalnız sorun şu ki, şimdiye kadar işittiğim kadarıyla eylemi yasalara aykırı değil.. Ansızın omuzunda, kapıya vurduğu yerde bir zonklama duyumsadı. Omuzuyla kapıya kaç kez vurmuştu? Üç kez mi, yoksa dört kez mi?

Yüksek sesle sordu, "Orada ne halt işliyorsun, be adam?"

Utanmasızca, "Sıçmaya (!) çalışıyordum!" diyen 3A ekledi, "Eğer sizin hepinizin de kötü bir sorununuz varsa, ben kıçımı (!) terminalin tuvaletinde temizleyebilirdim!"

"Sanırım sen bizi hiç işitmedin. Öyle değil mi zeki çocuk?"

"İşittim amma kapıya uzanamadım" diyen 3A göstermek ister gibi oturduğu yerde elini uzattı. Kapı yerinde olmamasına karşın kaptan McDonald onun ne demek istediğini anlar gibiydi. 3A sözlerini şöyle sürdürdü, "Yerimden kalkmam gerekirdi sanıyorum ama ellerimde kötü bir sorunum vardı. Yalnız ellerimde de değil... Ellerimin üzerinde oturmuyordum. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz, değil mi?" Bunları söylerken genç adam zafer kazanmış kaçıklar gibi gülüyordu. Bu gülüşü de, kaptan McDonald'a dokuz dolarlık bir kağıt paranın varlığı kadar sahici görünüyordu. Genç yolcuyu dinlerseniz, ona kimsenin basit bir öne eğilme eylemini bile öğretmediğini düşünebilirdiniz.

McDonald, "Ayağa kalk" dedi..

"Çok mutlu olurum. Yalnız bayanları biraz geri çekerseniz kalkarım" diyen 3A çekici bir tavırla gülümseyerek ekledi, "Biliyorum. Bu denli utangaçlık şu günlerde tarihe karışmış durumda. Ama, benim elimden gelmiyor. Pek alçakgönüllüyüm. Aslında alçakgönüllü davrandığım pek çok niteliğim var benim." Başparmağı ile işaret parmağını kabaca üç santim aralık tutarak sol elini havaya kaldırdı ve Jane Dorning'e göz kırptı. Genç hostes kıpkırmızı kesilerek hemen körüklü yola geçip gözden kayboldu. Susy d e arkadaşını izledi.

Kaptan McDonald düşündü: Sen de pek alçakgönüllü görünmüyorsun ya. Kremayı kapıp kaçan kedilere benziyorsun. Görünüşün aynen öyle.

Hostesler gözden kaybolunca 3A klozetten kalkıp şortunu ve kot pantolonunu yukarı çekti. Sifonun düğmesine uzandı ve hemen kaptan onun elini vurup düğmeden uzağa itti. Genç adamı omuzlarından kavrayıp uçağın sıralar arasındaki geçiş yoluna çevirdi. Bu sırada Deere de yolcuyu kot pantolonunun arkasından engeller gibi yakalamıştı.

Eddie, "Fazla samimi olmayın bakalım" dedi. Sesi hafif ve tam uygun bir tonda çıkmıştı. Hiç değilse kendisi böyle düşünüyordu. Oysa, o anda içinde her şey özgürce kopup düşme halindeydi. Öteki adamı, Silahşor'u açık seçik duyumsuyordu. Adam, aklının içindeydi. Kendisini yakından gözlüyor, hazır bekliyor ve Eddie'nin başı derde girerse diye harekete hazır duruyordu. Tanrı'm, bütün bunlar bir düşte geçiyor olmalılar, değil mi? Öyle değil mi?

Pilot yardımcısı Deere, "Kıpırdanma, hareketsiz kal" dedi.

McDonald klozete bakıp, "Burada pislik yok" diye konuştu.

Bu sözler üzerine yardımcı pilot kendini tutamayıp gülünce kaptan ona yiyecek gibi bakışlarla baktı.

"İyi. Mideniz tuhaf olunca durumun nasıl olduğunu bilirsiniz" diyen Eddie ekledi, "Kimi zaman şanslı olur ve sahte alarm alırsınız. Gene de ben iki kez mükemmel çıkış yaptım. Yani, bataklık gazı koyverişimden söz ediyorum. Üç dakika önce burada bir kibrit çalsaydınız Şükran Günü hindinizi pişirebilirdiniz! Anlıyorsunuz, değil mi? Bütün bunlar uçağa binmeden önce yediğim yemekten ötürü sanırım!"

McDonald, "Bu herifi defedin!" dedi ve şimdi de Eddie'yi kot pantolonunun arkasından yakalamış olan Deere, genç yolcuyu körüklü yola doğru ilerletti. Orda gümrükçüler genç adamı iki kolundan yakaladılar.

Eddie, "Hey! diye bağırdı. "Çantamı isterim! Ceketimi de isterim!"

Gümrükçülerden biri, "Oh, biz senin tüm mallarına sahip olmanı isteriz." diye konuştu. Soluğu, Maalox'un ve mide asidinin ağır kokusu ile birlikte Eddie'nin yüzünü yalamıştı. Ekledi, "Biz senin tüm mallarınla ilgiliyiz. Şimdi gidelim, küçük arkadaş."

Eddie onlara sakin olmalarını, doğru düzgün yürüyeceğini söyleyerek sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama, daha sonra pabuçlarının körüklü yolda Boeing 727'den terminal çıkışına kadar ancak bir, iki kez yola değmiş olduğunu düşündü. Terminal kapısında yarım düzine polis ile yarım düzine havaalanı güvenlik görevlisi Eddie'yi bekliyor ve polisler onu görmek üzere çevrelerine toplanan küçük kalabalığı uzakta tutmaya çalışıyorlardı.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


KULE
1
Eddie Dean bir iskemlede oturuyordu. İskemle, beyaza boyanmış küçük bir odadaydı. Küçük beyaz odadaki tek iskemleydi bu. Beyaz oda kalabalıktı. Sigara dumanlıydı. Eddie yalnızca külotunu giyinmiş durumdaydı. Genç adamın canı bir sigara içmek istiyordu. Odadaki altı (hayır, yedi) kişi giyinikti. Adamlar Eddie'nin çevresinde ayakta ona iyice yakın duruyorlardı. Adamların üçü (hayır, dördü) sigara içiyordu.'

Genç adam, sinirli davranmak ve gevezelik etmek, bir iskemleye oturup bir ayağa kalkmak istiyordu.

Daha sonra iskemlenin üzerinde gevşemiş olarak hareketsiz kalıyor, çevresindeki adamlara eğlenerek, ilgiyle bakıyordu. Sanki uyuşturucu almak için çıldıran ve basit bir klostrofobi (kapalı yerlerde bulunma korkusu-Çeviren) hastası olan kendisi değil gibiydi.

Bunların nedeni kafasının içindeki öteki adamdı. Başlangıçta öteki adamdan korkmuştu. Şimdi öteki adam orada kendisiyle birlikte diye Tanrı'ya şükrediyordu.

Öteki adam, hastalanmış ya da ölüyor durumda olabilirdi, ama gene de yirmi bir yaşındaki bu uyuşturucu düşkünü, korkmuş gence ödünç verecek kadar çelik o adamın belkemiğinde vardı.

Gümrükçülerden biri Eddie'ye, "Göğsündeki şu kırmızı leke pek ilginç" dedi. Adamın ağzının kenarından bir sigara sarkıyordu. Gömleğinin cebinde de bir sigara paketi vardı. Eddie sanki bu paketten beş adet sigara alabileceğini, hepsini ağzına dizip yakabileceğini, dumanı iyice içine çekebileceğini ve o zaman daha rahat düşünebileceğini duyumsuyordu. Gümrükçü sözlerini şöyle sürdürdü; "Bu leke bir şeride benziyor. Sanki oraya bantla bir şey yapıştırılmış gibi, Eddie. Ansızın bandı söküp o şeyden kurtulmak iyi fikir gibi gelmiş olabilir sana..."

"Bahama Adaları'ndayken bir alerji kapmıştım" diye yanıtlayan Eddie ekledi, "Bunu sizlere anlatmıştım. Demek istiyorum ki, bütün bunları birkaç kez yineledik. Ben olayları esprili görme yeteneğimi yitirmemeye çalışıyorum ama işim giderek güçleşiyor."

Başka bir gümrükçü yabanıl bir sesle "Şimdi sen espri yeteneğini siktir et (!) diye çıkış yaptı. Ve Eddie hemen bu ses tonunu tanıdı. Kendisine bütün geceyi soğuk bir odada geçirten, "Bekle hemen geliyorum" diyip de gelmeyen adamın sesi de aynen böyleydi. Çünkü, bu adamlar da uyuşturucu tutkunu idiler. Ama, aradaki fark, adamların kendisi ve Henry gibi kişilere uyuşturucu gibi düşkün olmalarıydı.

"Pekiyi ya karnındaki yaraya ne diyelim? Bu yara oraya nereden geldi. Eddie? Yayıncıların Takas Odası'ndan mı?" diyen üçüncü gümrük memura Eddie'nin kendisini kesip yaraladığı yeri gösteriyordu. Oradaki kanama sonunda durmuştu ama şimdi de üzerinde en ufak bir zorlama ile kopup açılmaya hazır koyu mor renkli bir kabuk bulunuyordu.

Eddie bedeninde bantların yapıştırılmış olduğu yerdeki şerit şeklindeki izi göstererek, "Burası pek kaşınıyor" dedi. Yalan söylememişti. "Uçakta düşüp uyuya kalmışım. Eğer bana inanmıyorsanız hosteslere sorun" diyerek sözlerini sürdürdü.

"Sana neden inanmayalım, Eddie?"

"Ne bileyim ben" diyen Eddie ekledi, "Siz genellikle büyük uyuşturucu kaçakçılığı yapan kişileri yolda uykuya dalınca yakalarsınız, öyle değil mi?" Duraladı. Adamlara söylediğini düşünmeleri için bir dakika zaman tanıdı ve sonra ellerini uzattı. Bu ellerde bazı tırnaklar çarpık çurpuk, öbürleri çentikli idiler. Eddie soğuk hindi durumuna geçildiğinde insanın en sevdiği yiyeceğin kendi tırnakları haline geldiğini öğrenmişti. "Bu tırnaklarımla kendimi tırmalamıyordum; ama, alerjim nedeniyle uyurken kendimi fena halde kaşımış olabilirim."

"Ya da uykunda değil, uyuşturucu alırken oldu... Bu, bir iğne yarası olabilir."

Eddie bu adamların neleri iyi bildiğini çok iyi kestirebiliyordu: Sinir sisteminin anahtar tablosu durumundaki güneş sinirağı noktasının yakınına iğne yapıp oradan bedene uyuşturucu alırsanız, artık bir kez daha kendinize iğne yapamazdınız.

"Bana biraz dinlenme süresi tanıyın" diyen Eddie sözünü şöyle sürdürdü; "Yüzüme öyle yakın durup gözbebeklerime bakıyorsunuz ki, beni Fransız usûlü ağzı açık öpüşle öpeceğinizi bile düşündüm. Biliyorsunuz ben uyuşturucu almamıştım."

Üçüncü gümrük memuru bu sözler üzerine tiksinmiş gibi bakarak konuştu, "Masum bir kuzucuk olarak uyuşturucu denen şeyler hakkında ne çok şey biliyorsun sen, Eddie."

"Onları Miami Vice'den öğrenmediysem Reader's Digest dergisinde okuyup öğrenmiş bulunuyorum. Şimdi bana gerçeği söyleyin. Bunları daha kaç kez yineleyeceğiz?"

Dördüncü gümrükçü küçük bir plastik torbayı uzattı. Torbanın içinde birkaç lif vardı.

"Bunlar birtakım lifler... Laboratuvarda doğrulamasını da yaptıracağız, ancak biz ne olduklarını biliyoruz. Bunlar bir yapıştırıcı bantın lifleridir" dedi.

Eddie onlara dördüncü kez anlattı; "Otelden ayrılmadan önce duş yapmadım. Henüz havuzdan çıkmış ve biraz güneş banyosu yapmıştım. Bedenimdeki kaşıntıdan kurtulmayı istiyordum. Alerji kaşıntısından. Sonra uyuya kalmışım. Uçağı kaçırmadığım için şanslıyım. Ancak, cehennemden kaçar gibi koşmuştum. Rüzgâr da esiyordu. Bu arada derime nelerin yapıştığını nelerin de yapışmadığını bilemem."

Bir başka gümrük memuru uzandı ve Eddie'nin sol dirseğinin iç kesimindeki kasın üzerinde parmağını yedi, sekiz santimlik bölgede gezdirdi.

"Ve bunlar da iğne izleri değil, öyle mi?" diye sordu.

Eddie bu adamın elini itti. "Onlar sivrisinek ısırıkları. Size söylemiştim. Neredeyse iyileşir gibi oldular. Tanrı'm! Siz kendiniz de bunu görmüyor musunuz?" dedi.

Adamlar durumu görebiliyordu. Sorun son on beş gün içinde ortaya çıkmamıştı. Eddie bir ay kadar önce kolundan iğne yapıp uyuşturucu almayı bırakmıştı. Henry bunu yapamazdı. Eddie'yi Eddie yapan özelliklerinden biri de kararlılığıydı. Genç adam iğneyle uyuşturucu alması gerektiğinde, bunu kasığından, sol hayasının bacağına değdiği yere iğne yaparak alıyordu...Önceki gece de öyle olmuş ve soluk benizli adam sonunda işe yarar uyuşturucuyu getirdiğinde, Eddie gene oradan iğne yapmıştı. Eddie çoğu kez uyuşturucu maddeyi burnundan soluyarak içine çekerdi. Oysa Henry bu yöntemle uyuşturucu almaktan hoşnut olamıyordu. Bütün bunlar Eddie'nin tam olarak tanımlayamadığı... gurur ve utanç duyumsamalarına neden oluyordu. Gümrükçüler hayasını çekip kasığına baksalar başı derde girebilecekti. Bir kan testi yapsalar sorunları daha ciddileşecekti. Ancak bu da, ellerinde kanıt olmaksızın gümrük memurlarının atacağı bir ileri adım daha olacaktı. Adamlar her şeyi biliyor ama bir şeyi kanıtlayamıyordu. Bütün bunlar yaşlı anasının dediği gibi, gerçek dünya ile insanın istekleri, özlemleri arasındaki fark gibiydi.

"Bunlar sivrisinek ısırıkları mı?"

"Evet."


"Ve bu kırmızı leke de alerjik tepkime sonucu, öyle mi?"

"Evet, öyle. Bahama adalarına gittiğimde bir alerji derdi başıma gelmişti. Ama, o zaman durum bu denli kötü değildi.

Gümrük memurlarından biri ötekine, "Alerjiyi oraya gittiğinde kapmış! dedi.

İkinci gümrükçü, "Puh-puh! Sen de buna inanıyorsun, ha?" diye sorarak yanıtladı.

"Kuşkusuz inanıyorum!"

"Sen, Noel Baba'ya da inanırsın."

"Doğallıkla inanırım. Küçükken benim onunla çekilmiş bir fotoğrafım bile vardı" diyen adam Eddie'ye bakıp sözünü sürdürdü, "Sen de bu kısa yolculuğunda edindiğin kırmızı lekelerin resmini çektirdin mi, Eddie?"

Genç adam bu soruyu yanıtsız bıraktı.

Ağzının kenarından sigara sarkan ilk gümrükçü yeniden sora sordu, "Eğer temizsen neden kan testini yaptırmayı istemiyorsun?" Adamın sigarası ağzının kenarını yakacak kadar kısalmıştı.

Eddie birdenbire kızdı. Gerçekte kıpkızıl öfkelendi. Susmuş, içindeki sesi dinlemeye başlamıştı.

Kafasındaki ses hemen, Tamam dedi. Bırak, testleri yapsınlar, yalnız... Eddie bir anlaşmanın da ötesinde onaylamayı duyumsamıştı. Bu sanki ağabeyi Henry'nin kendisini kucakladığı, saçlarını karıştırdığı, omuzuna yumruk atıp, İyi yaptın çocuk, bundan ötürü başın dönmesin ama gerçekten iyi yaptın dediği zamanki duyumsamalarına benzemekteydi.

"Temiz olduğumu biliyorsunuz" diyen Eddie ansızın ayağa kaktı. O denli ani kalkmıştı ki, adamlar birden gerilediler. Genç adam kendisine en yakın duran ve ağzında şimdi fîlitresi de yanmakta olan sigarayı içen gümrükçüye bakarak öfkeyle konuştu; "Ve sana bir şey söyleyeyim mi bebek, eğer o tabut çivisini yüzümden çekmezsen yüzüne bir yumruk çakacağım ben de!"

Adam irkilip geri çekildi.

"Şimdiden uçağın pislik tankını boşalttınız. Tanrı'm! Olayı baştan aşağı en az üç kez dinlediniz. Tüm eşyalarımı gözden geçirdiniz. Beni domaltıp (!) dünyanın en uzun parmağını kıçıma (!) soktunuz. Söz konusu bir prostat muayenesi olsa canım yanmayacaktı. O durumdayken önüme bakmaktan bile korktum. Kıçımı (!) parmaklayan adamın tırnağını penisimin (!) ucunda göreceğimden korktum."

Bu sözleri söyleyen genç adam çevresindekilere yiyecekmiş gibi bakışlarla bakıyordu.

"Kıçımı (!) incelediniz. Eşyalarımı didik didik ettiniz. Şu anda suratıma sigara dumanı üflenirken yalnız külot giyinmiş durumda iskemlede oturmaya zorlanıyorum. Kan testi yapılsın mı istiyorsunuz? Tamam... Bu testi yapacak birini bulup buraya getirin."

Adamlar birbirlerine bakıp mırıldandılar. Şaşırmış, rahatsız olmuşlardı.

"Ama, o adamla birlikte bir de mahkeme kararı getirin," diyen Eddie ekledi, "Mahkeme kararını getirecek arkadaşınız fazladan iğneler ve şişeler de getirsin. Çünkü, tek başıma işemek (!) istemiyorum. Burada bir federal polis görevlisi bulunmasını ve bu lanet olası testleri hepinizin de yaptırmanızı isterim. Her şişenin üzerine kimlikleriniz yazılmalı ve şişeler federal polis tarafından saklanmalı. Benim için hangi test uygulanacaksa (kokain, eroin, anfetamin hapları ya da haşhaş; hangisi olursa olsun) aynı testlerin buradaki herkese uygulanmasını ve alınacak sonuçların avukatıma ulaştırılmasını istiyorum."

Adamlardan biri, "Oh, iyi be! Sonuçlar AVUKATINA verilecek ha?!..." diye bağırdı ve ekledi, "Böyle bir poz her zaman o pislik torbalarından edinilir, öyle değil mi Eddie? AVUKATIMDAN HABER ALACAKSINIZ! AVUKATIMI ÜZERİNİZE SALACAĞIM! Sizler her zaman böyle dersiniz. Bu türden sözler beni kusturuyor."

"Doğrusunu söylemek gerekirse ben de biraz önce kusmuştum" diyen Eddie gerçeği konuşuyordu, "Artık benim için kusmaya gerek bulunmuyor. Sizler benim fikrimi değiştirttiniz. Sizde bir şey yok çünkü bende bir şey yok. Ama bu sallan yuvarlan dansı bir türlü bitmiyor, öyle değil mi? Şu halde şimdi benim dans etmemi istiyorsunuz, ha? Tamam, çok iyi. Ben de dans edeceğim. Ama, yalnız başıma dans etmeyeceğim. Siz de benimle birlikte dans etmek zorunda kalacaksınız."

Odada salt sessizlik egemen oldu.

Adamlardan biri, "Bay Dean, sizin külotunuzu bir kez daha indirmenizi istiyorum" dedi. Bu adam ötekilerden daha yaşlıydı ve şu ana değin sessiz kalmıştı. Bu işten sorumlu oymuş gibi görünüyordu.

Eddie, sonunda bu adam yeni iğne izlerimin nerede olabileceğini sezinledi diye düşündü. Şu ana değin, orayı kontrol etmemişlerdi. Kollarına, omuzlarına ve bacaklarına bakmışlar...ama hayalarını kaldırıp altına, kasıklarına bakmayı akıl edememişlerdi. Şu anda bir şey bulamayıp top attıklarını anlamış bulunuyorlardı.

"Ben bu soyunmalardan, külotumu indirip kaldırmalardan ve her türlü benzeri bok yemelerden (!) bıktım" diyen Eddie ekledi, "Ya birisini getirin kan ve idrar testlerini yapsın ya da bırakın buradan çıkayım. Şimdi bu şıklardan hangisini istiyorsunuz?"

Yeniden sessizlik oldu. Adamlar ürkmüş gibi birbirlerinin yüzüne bakınca Eddie partiyi kazandığını anladı.

Sonra, BİZ kazandık diye kendi kendisini düzeltti. Senin adın ne arkadaş?

Roland. Seninki Eddie. Eddie Dean.

Sen, iyi kulak vermişsin.

Dinle ve gözetle.

Yaşlı adam bıkkın bir sesle, "Ona giysilerini verin" dedi. Eddie'ye bakarak sözlerini sürdürdü, "Sende ne olduğunu ve ondan nasıl kurtulduğunu bilmiyorum. Ama, bunları bulup öğreneceğimizi bilmeni isterim"

Şimdi yaşlı züppe Eddie'yi yokluyordu:

"Şu halde oraya otur. Otur ve istersen sırıt. Söylediklerin değil de yaptıkların beni kusturuyor."

"Ben, sizi kusturmak istedim."

"Bu doğru işte."

"Oh be!" diyen Eddie konuşmasını sürdürdü. "Bu hoşuma gitti. Burada, küçük bir odada oturuyorum. Üzerimde külottan başka giysi yok. Çevremde kıç (!) ceplerinde tabancaları bulunan yedi kişi var. Ve ben, sizi kusturmayı istiyorum. Be adamlar! Sizin kendi sorununuz mu var yoksa?"

Eddie yaşlı adama doğru bir adım attı. Yaşlı gümrükçü bir an olduğu yerde durdu. Ama, Eddie'nin gözlerindeki yarı kahverengi yarı mavi çılgın bir şey sonunda onu istencine karşıt olsa bile geriletti.

Genç adam kükrer gibi konuştu, "BEN BİR ŞEY TAŞIMIYORUM! VAZGEÇİN! BIRAKIN BUNLARI! BENİ DE YALNIZ BIRAKIN!"

Yeniden uzun bir sessizlik oldu. Sonunda yaşlı adam çevresine baktı ve adamlarından birine bağırdı, "Beni işitmedin mi? Şu adama giysilerini verin dedim!"

Ve olay kapandı.
2
Taksi sürücüsü, "İzlendiğimizi mi sanıyorsunuz?" diye sordu. Durumdan eğleniyormuş gibiydi.

Eddie önüne baktı, "Bunu neden söylediniz?" dedi.

"Sürekli arka camdan bakıyordunuz da."

"İzlendiğimizi kesinlikle düşünmemiştim" diyen Eddie salt gerçeği söylüyordu. Çevresine ilk bakışta peşinden gelen izleyiciler görmüştü. İzleyicisi olsun ya da olmasın, sürekli çevresine bakıp onların varlığını doğrulamak zorunda değildi. Akıl hastahanesinden çıkmış hastalar bile bu trafikte Eddie'nin bindiği taksiyi gözden kaybetmekte zorluğa düşerlerdi. Şu saatte Long Island'ın Doğu kesiminin caddelerinde trafik pek yoğun değildi.

"Ben trafik sorunları üzerinde öğrenimimi sürdürüyorum, hepsi bu kadar" dedi.

Taksi sürücüsü yalnızca, "Oh, öyle mi?" diyebildi.

Bazı çevrelerde Eddie'ninki gibi tuhaf sözler hemen başka soruları da beraberinde getirir. Oysa, New York taksi sürücüleri pek seyrek sorar, bunun yerine büyüklük taslayan pozlarla kendi görüşlerini ileri sürerler. Bu görüşlere çoğu kez, "Şu kent!" denilerek başlar ve sözcükler bir vaazın girizgahı gibidir. ....Aslında taksi sürücülerinin sözleri de vaaza benzer. Ancak sürücü şimdi şu sözleri söylüyordu, "Çünkü, eğer izlendiğimizi düşünüyorsanız, size izlenmiyoruz derim. Ben bu işi bilirim. Şu kent! Tanrı'm, yaşamım boyunca birçok arabayı izledim! Arabama atlayan ne çok kişinin 'Şu arabayı izle' dediğini bilseniz şaşardınız. Biliyorum, bu söz size yalnızca filmlerde işitilen bir şeymiş gibi gelir, doğru mu? Doğru. Oysa dedikleri gibi; sanat yaşamı, yaşam da sanatı taklit eder; birbirlerine öykünürler. Gerçekten böyledir! Ve sizi arabayla izleyen adamı da silkelemek pek kolaydır. Eğer siz arkanızdan gelen adamı başlangıçta görmüşseniz kuşkusuz. Siz..."

Eddie bundan sonra sürücünün sözlerini dinlemeyip kulak ardı etti. Yalnızca doğru yerlerde adamı onaylayacak kadar dinliyordu. Eğer düşünülürse sürücünün gevezeliği aslında eğlendiriciydi bile. Arkalarında kendilerini sürekli izleyen arabalardan biri dört kapılı, kapalı ve koyu renkli bir otomobildi. Eddie bunun bir gümrük arabası olduğunu kestiriyordu. Diğer araba, üzerinde GİNELLİ'NİN PİZZASI yazılı bir kamyonetti. Kamyonetin üzerinde bir pizza ile dudaklarını yalayan güler yüzlü bir erkek çocuğun resmi ve bunların altında HIMMMMMM! BU İYİ PİZZA" yazısı bulunuyordu. Ancak kentli bir sanatçı, kullandığı püskürtücü boya ile ve az gelişmiş mizah anlayışıyla PİZZA sözcüğünün üzerine bir çizgi çekip FERÇ sözcüğünü (Pek kabaca dişi insanın cinsel organı anlamına gelir-Çeviren) yazmıştı.

Ginelli. Eddie'nin tanıdığı tek bir Ginelli vardı. O da, Dört Babalar adlı bir lokantayı işletiyordu. Pizza yapıp satmak onun yan uğraşı, garantili tezgahı ve yaşamının melek tarafıydı. Ginelli ve Balazar. Bunlar birbirlerine sosisli sandviç ve hardal gibi uyarlardı

İşin başlangıcında yapılan özgün plana göre havaalanının dış hatlar terminal binasının önünde bir limuzin araba Eddie'yi bekleyecek ve sürücüsü genç adam gelir gelmez onu alıp Balazar'ın kentin merkezindeki işyeri olan bir meyhaneye götürecekti. Ama, kuşkusuz özgün plan beyazlara boyanmış küçük odadaki bir sürü gümrükçü tarafından yapılan iki saatlik sorgulamayı ve 901 numaralı uçuşun gerçekleştiği uçağın tuvalet tankının boşaltılıp incelenmesi işlemleri akla getirilmeden yapılmıştı.

Eddie dış hatlar terminal binasının dışına çıkağında doğallıkla ortalarda limuzin araba görülmüyordu. Çünkü arabanın sürücüsüne eğer katır (!) on beş dakika ya da tüm yolcular çıktıktan sonra görülmezse hemen son hızla yola çıkması talimatı verilmişti. Limuzin sürücüsü, dışardan bir radyo ile rahatlıkla dinlenebilecek olan araba telefonunu bu konuda kullanmaması yolunda kesin sözlerle uyarılmıştı. Balazar'ın adamları Eddie'nin başının derde girdiğini öğrenmiş ve patronun da bir soruna bulaşmaması için hazırlıklı davranmışlardı. Balazar, Eddie'nin karakterindeki çelik yanı öğrenmiş olabilirdi. Ancak bu özelliği genç adamın bir uyuşturucu düşkünü olduğu gerçeğini değiştiremezdi. Bir uyuşturucu düşkününe, ayakta iki ayağı üzerinde sağlam basan normal ve temiz kişi kadar güvenilemezdi.

Bunun anlamı da, pizza kamyonetinin karayolunda şimdi taksinin gittiği şeride yaklaşıp kamyonetteki bir kişinin pencereden otomatik silahını çıkararak ortalığı taraması ve bu durumda taksinin arka tarafının kanlı bir peynir rendesine benzemesi demek olacaktı. Eddie, gümrükçülerin kendisini iki saat yerine dört ya da altı saat tutarak sorgulamaları durumunda başına gelecekleri düşünüp endişeleniyordu. Oysa, yalnızca iki saat tutmuşlardı...Ve Balazar, kendisinin dudaklarını bu kadarlık bir süre için kapalı tutacağına güvenmeliydi. Balazar mallarını iyi tanımayı isterdi.

Eddie'yi bindiği takside sürekli arkaya baktıran neden, kapının görüntüsü idi.

Kapı genç adamı büyülüyordu.

Gümrük memurları kendisini yarı taşır yarı sürükler durumda Kennedy havalimanının yönetim binasına götürürlerken Eddie omuzunun üzerinden geriye bakmış; kapıyı orada olanaksız ama kuşku götürmez ve varlığından tartışılmaz biçimde bir, bir buçuk metre uzaklıkta havada yüzer gibi hareket ederek kendisini izler durumda görmüştü. Bu arada denizden sürekli dalgaların geldiğini, kumsala vurduğunu ve güneşin batıp orada havanın kararmaya başladığını görüyordu.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə