Şehrin Aynaları



Yüklə 1,04 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə7/71
tarix30.10.2018
ölçüsü1,04 Mb.
#76334
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   71

bürünen  gözlerine  şimdi  sevecen  parıltılar  yerleşmişti.  İki  kadın,  bir  hayli  garipsedikleri  bu
yakınlığı  bozmamaya  özen  göstererek,  hem  mesafeli  hem  de  her  zamankinden  sıcak  bakışlarla
süzüyorlardı birbirlerini. Tam o esnada Andres içeri girdi. Kadınlar bir müddet ne yapacaklarını
bilememiş gibi öylece kalakaldılar. Sonunda bu kıpırtısızlığı bozan Andres oldu. Annesinin uzun
eteklerine yaslanıp, güzel gözlerini Elena Rodriguez'e çevirdi. Bu haliyle sırtını yasladığı kadını
da,  yüzüne  baktığı  kadını  da  memnun  etmişti.  Sessizce  giydirdiler  onu.  Sonra  Isabel  soluğunu
tutup  komşu  kadının,  oğlunun  elinden  tutarak  kapıdan  çıkışını  seyretti.  Andres'in  minik  elinin
kadının  uzun,  kemikli  parmaklarının  arasında  kayboluşunu  seyretti.  Ve  bir  kez  daha,  limanda
öylece durup, uzaklaşan geminin ardından sessizce bakmakta olduğunu fark etti.
Elena Rodriguez tam kapıdan çıkmak üzereyken durakladı.
"Ah, az kalsın unutuyordum. Size kırt-kırt tatlısı pişirmiştim."
Elena  Rodriguez,  alçakgönüllüğünden  memnun  bir  kral  edasıyla,  teşekkür  beklemediğini
gösteren  bir  el  hareketi  yaptıktan  sonra  yapışkan  bir  tebessümle  çıktı  gitti.  Isabel'se,  kırt-kırt
tatlısı  lafını  duyunca  irkilmişti.  Bu  tatlı,  komşu  kadının  ölen  oğlunun  en  çok  sevdiği  tatlıydı.
Elena  Rodriguez,  bembeyaz  bir  halka  elde  edinceye  kadar  yoğurup  şekillendirdiği  hamurun
orasına  burasına,  dışarıdan  bakınca  asla  fark  edilmeyen,  ancak  ağızda  çiğnerken  ortaya  çıkan
boncuklar  yerleştirirdi.  Küçük  Diego  bu  tatlıyı  yerken  bir  boncuğa  rastladığında  sevinçle  onu
ağzından çıkartır, ganimetini herkese gösterirdi. Boncukları, ileride sevgilisine armağan edeceği
bir kolye yapabilmek için biriktirirdi. Ne yazık ki, ömrü buna yetmemiş, biriktirebildiği bir avuç
boncuğu da o öldükten sonra annesi feryat figan pencereden fırlatmıştı. Elena Rodriguez oğlunun
kırt-kırt diye isimlendirdiği ve onun ölümünden sonra bir daha ağzına koymamaya yemin ettiği
bu  tatlıyı  son  zamanlarda  tekrar  pişirmeye  başlamıştı.  Isabel  önünü  alamadığı  bir  ürpertiyle
tatlıyı  aradı,  bulamadı.  Kırt-kırt  tatlısının  evin  bir  yerlerinde  olduğunu  bilmek  hiç  hoşuna
gitmemişti.  Uzaktan  görünmeyen  ve  ancak  ağızda  çiğnerken  fark  edilen  o  boncukları
sevmiyordu. Bu tatlı, küçük çocukları mutlu edecek bir eğlence olmaktan çok, masum ve masum
olduğu ölçüde de tehlikeli bir oyun, korkunç bir tuzaktı onun gözünde.
Isabel  Nuñez  Alvarez,  komşu  kadından  hiç  hoşlanmayan  hizmetçi  kızın  tatlıyı  getirip
göstermesiyle  endişelerinden  sıyrıldı.  Zira,  Ana'nın  kırt-kırt  tatlısını  hemen  evden  uzaklaştırıp,
bu  sinsi  tuzağı  bozacağından  emindi.  Nihayet  rahatlamış,  yalnız  kalabilmişti.  Evin  içinde  biraz
dolandıktan  sonra,  Antonio'nun  çalışma  odasına  girdi.  Kitap  bıraktığı  yerdeydi.  Beyaz  bir  saç
teliyle  işaretlediği  sayfayı  açıp,  gülümsedi.  Isabel  Nuñez  Alvarez,  kitapların  verebileceği  o
emsalsiz  keyfi  küçük  yaşta  keşfetmişti.  Babası,  tek  kız  çocuğunun  okuma  yazma  öğrenmesi,
öğrenip  de  kendi  dünyasına  dahil  olması  için  elinden  geleni  yapmıştı.  Isabel  de  babasının  bu
ısrarlı arzusuna kayıtsız kalmamış, kendisine verilen kitapları büyük bir iştahla okumuştu. Ne var
ki,  küçük  kız  çocuğu  büyüyüp  serpildikçe  babasının  pek  de  tasvip  etmediği  huylar  edinmişti.
Zira  Isabel  evin  iki  farklı  odasında,  iki  farklı  dünya  keşfetmişti.  Bir  odada  babasının  ciddi,
oturaklı  kitapları  diziliydi.  Cicero'dan  De  officiis,  Boethius'dan  De  Consolatione  philosophiae,
Seneca'dan Meseller ve Juan Padilla'dan Retablo de la vida de Cristo. Öbür odada ise Isabel'in
annesinin kitapları sıralıydı. Ötekilerden tamamen farklı olan bu kitaplar, aşkın verdiği cesaret ve
tutkunun getirdiği esaret hakkındaydı. Isabel işte bu kitaplarla keşfetmişti gözükara şövalyelerin,
mağrur devlerin, asil ve bedbaht kadınların içli, karmaşık hayatlarını. Önceleri sadece meraktan,
sonra giderek artan bir sevgiyle okumuştu onların maceralarını. Babası kızının böylesine basit ve
kafa  bulandırıcı  kitaplara  meyletmesini  şiddetle  yasakladığı  halde,  Isabel  her  iki  kitaplığı  da
büyük  bir  açlıkla  silip  süpürmüş;  yan  yana  geldiklerinde  tam  bir  tezat  teşkil  eden  harfleri,
heceleri, kelimeleri ve cümleleri zihninde harmanlamaya çalışmıştı.
Güzeldi  Isabel'in  çocukluğunun  geçtiği  köy.  İsmi  Tordesillas  idi.  Köydeki  her  ev  gece


gündüz,  yaz  kış  Duero  Nehri'nin  söylediği  şarkıları  dinlerdi.  Kıpır  kıpırdı  nehir;  ele  avuca
sığmayan yaramaz ve mutsuz bir çocuk gibiydi. Nehrin üzerindeki taş köprü, tanıdık olsun ya da
olmasın  herkesi  buyur  eden  güleç  bir  ev  sahibine  benzerdi.  Altında  hızla  akmakta  olan  suların
gürültücü huzursuzluğuna inat, sükûnet ve saadet vaat eden bir gülümsemeyle karşılayıp, Santa
Clara Manastırı'na taşırdı misafirlerini. Duero Nehri sık sık omuzlarını silkip gözlerini kaçırırdı.
Huzurla  bir  alıp  veremediği  yoktu;  sadece  nasıl  huzurlu  olunabileceğini  bilemiyordu  o  kadar.
Hırçınlığını  beceriksizliğine  kılıf  yapıp  yüreğindeki  o  derin  yarayı  saklamak  istiyordu.  Ve  ne
zaman  sırrını  keşfedip  yüzüne  vurmaya  kalkan  biri  çıksa,  canhıraş  bir  feryatla  onu  boğuyordu.
Her  sene,  nehri  döven  yağmurların  dinip,  suların  alçaldığı  vakitlerde,  en  az  birkaç  ceset
kalıyordu  geride.  Bazen  de  nehir  hızını  alamayıp,  varlığına  tahammül  edemediği  taş  köprüyü
alttan alta oymaya, ısırıp parçalamaya çalışıyordu. Öfkesine öfkeyle karşılık görmediğinde, her
ne yaparsa yapsın köprünün yüzündeki o yapışkan gülümsemenin bir türlü yok olmadığını fark
ettiğinde,  dizlerinin  üzerine  düşüp  hıçkıra  hıçkıra  ağlıyordu.  Duero  Nehri  mutsuz  bir  çocuk,
huzursuz bir ruhtu. Ve küçük Isabel ile aynı hamurdan yoğrulmuştu.
Beli  ağrımıştı.  Kalktı,  odanın  içinde  biraz  dolandı.  Ara  sıra  kaçamak  bakışlarla  avluya
bakıyordu.  Kararsızdı.  Fakat,  kararsız  olduğu  kadar  sabırsızdı  da.  Daha  fazla  bekleyemedi.
Telaşlı  hareketlerle,  sanki  geciktiği  bir  buluşmaya  koşar  gibi  avluya  indi.  Önce,  ağır  ve  tasasız
bir  günün  en  uyuşuk  saatlerindeymişçesine  çiçeklerle  oyalandı;  avluya  hâkim  olan  o  baygın
kokuyu içine çekti. Bu çiçekler ona hep Yaşlı'yı hatırlatıyordu; şimdi çok uzaklarda olan Yaşlı'yı.
Ve ne vakit Yaşlı'yı düşünse gözlerinin dolmasına mâni olamıyordu. Derin bir nefes alıp, kendini
tuttu. Kuyu, sevecen kuyu, onu bekliyordu. Kuyunun bakracında sakladığı kutu, Duero Nehri'nin
hırçın  hatıralarından  sıyrılmaya  çalışan  küçük  bir  kız  çocuğunun  en  hafi  sırlarını,
anlatamadıklarını, yazma sevdasını taşıyordu.
 
Cennetten bir parçayı andıran avlu,
ve onun ortasındaki susuz kuyu,
ve onun bakracındaki yaldızlı kutu,
Isabel Nuñez Alvarez'in bölük pörçük ruhunu
bir arada tutuyordu.


Yüklə 1,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   71




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə