Şehrin Aynaları



Yüklə 1,04 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə71/71
tarix30.10.2018
ölçüsü1,04 Mb.
#76334
növüYazı
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   71

   "Kimdim ben?"


            İsak Pereira


                     Akdeniz'in öteki yakasında.
"Kimdim ben?"
Katil ve kurban. Ellerimde başkalarının kanı var, başkalarının ellerinde de benim kanım. Bir
cinayet işledim; belki de pek çok cinayet işledim. Nasıl olsa bütün ipuçlarını temizledi hafızam.
Bir  cinayete  kurban  gidiyorum.  Belki  de  pek  çok  cinayete  kurban  gidiyorum.  Nasıl  olsa
inanmıyorum  ardımdan  tutulacak  mateme.  Katillerimin  yüzlerini  seçemiyorum;  isimlerindense
geride  harfler  kalacak  sadece.  Binlerce  kelime,  onlarca  hikâye  var  boğazımda  düğümlenmiş.
Susuyorum  konuşmam  gereken  yerlerde;  dilimi  tutamıyorum  ne  zaman  susmam  gerekse.
Anlatacak çok şeyim olsa da, emin değilim anlaşılmak istediğimden.
"Kimdim ben?"
Söylesem bile, hatırlanır mıyım sayfa bittiğinde?


Taşlar
Akdeniz, yollardır.
 
                    Lucien Febvre
 
Döner durur Akdeniz.
Döndükçe başımızı döndürdüğünden habersiz.
 
Kocaman ve küçücük, ebedi ve ehemmiyetsiz,
 
Islak ve bereketli bir afet-i devran,
Kıskanç ve öfkeli bir acûze
Gider geliriz üzerinde
Bir uçtan bir uca yazılır hikâyeler
Sonra,
Geç kalmanın telaşıyla,
                     yazdıklarını unutur hafızalar
 
Batık gemilerle doludur Akdeniz
Oysa,
Nedense hep ufka
                     bakar bütün yolcular
Taşlar uçuşur havada; bir demirci örsünden saçılan şerareler misali. Hedefi ıskalayan, aslını
tanımayan, ne bir sona ne de başlangıca inanan, dili dağdar, zihni tarûmar edilmiş taşlar; hiçbir
yerde barınamayan, yerleşiklere meramlarını anlatmaya çabalayan nadide, göçebe taşlar...
Gidip  gelen  taşlar,  çemberler  çizer  Akdeniz'de.  Zaten,  haritaların  sandığının  aksine,  devasa
bir  çemberdir  Akdeniz;  döner  durur  kocamış  taravetiyle,  meymenetsiz  güzelliğiyle.  Delinmiştir
bir yerinden. Taşlar kapatır deliğini, güle öykünen ağzına sular dolmasın diye.
...Heccavın başsız cesedi Boğaz'ın sularına atılır. Sol avucunda bir inci... Cezayirli korsanlar
yağmalar  geçmişini.  Güvertede  bir  inci...  Kuzey  Afrikalı  bir  köle  kadın  azat  edilir.  Saçlarının
arasında bir inci... Amet Zambarel sırra kadem basar. Muskasında bir inci... Kilerden çıkar küçük
kız. Camgöbeği gözlerinde bir inci... Kabarır Duero Nehri'nin suları. Kadının umursamazlığında
bir inci... Tek bir sevişme iz bırakır geride. Erkeğin boynunda bir inci... Gemiler geçer Akdeniz'i.
Yarı tırtıl, yarı kelebek bir mahlûkun hayallerinde bir inci...
 
Oburdu  şehir  ve  pek  de  meraklı.  Bazen  o  kadar  çok  yerdi  ki,  mide  fesadına  uğrardı.  İşte  o
zaman kusardı şehir. Hapur hupur, tıka basa yediklerini öğüre öğüre kusardı.
Onlarsa, dört yüz neferdiler takriben. İnciyi bulan sadece biri oldu içlerinden. Deniz kenarına


gidip suda yıkadı taşı. Baktı, sevindi.
Yalnız insanlar ve yapayalnız taşlar ve yalnızlık hikâyeleri yüzer Akdeniz'in sularında; bata-
çıka-bata-çıka.
 
Çemberdir Akdeniz.
Döner, döner, döner.


Tesadüf
Ey, ötesi?
Ötesi hiç.
 
                    Beşir Fuad
 
Kıpırdamaya  çalıştığında,  göğsündeki  yaradan  kopan  canhıraş  feryat  kulaklarını  tırmaladı.
Yara ne kadar derin, acı ne kadar keskin olsa da, hâlâ yaşıyor olmanın verdiği şaşkınlık her şeyi
unutturdu.  Hayatını  borçlu  olduğu  insan  tam  karşısında  duruyordu;  iki  renkli  bir  maske,  hem
cenneti  hem  de  cehennemi  taşıyordu  yüzünde.  Ona  bakar  bakmaz,  aynada  kendine  baktığını
anladı. Ona dokunur dokunmaz, kasıklarında küllenmiş ateş canlandı.
 
Dönecek bir tavanarası yoktur bazen, ne de gidecek bir şehir. Her yer aynıdır aslında, hiçbir
yer  aynı  değil.  Gidebilmek  sadece  bir  özlemdir  kimilerinin  dilinde,  olmayacak  duaya  amin
diyenler de çıkabilir. Firar ederken kök salar kimileri; kök salarken firar edenler de olabilir. Her
merhalenin bir arpa boyu yol olması, telaşı olup da huzuru olmayanlara pek ağır gelebilir. Öfkeli
ruhlar nedense hep aynı tohumla rahme düşüp, hep aynı rüzgârla dehre gelir. Bir bedçehre, başka
bir  bedçehrenin  daha  ilk  bakışta  okur  seceresini.  O  kadar  azdırlar  ki,  kaybetmek  istemezler
birbirlerini.  Sevişirler;  sevişmek  iyi  gelir  bazen.  Taammüden  öldürmek  için  hafızalarını,  dar-ı
dünyadaki  en  münasip  cinayet  mekânını  bulabilmek  ümidiyle  yollara  düşerler.  Hep  Doğu'yu
gösterir  pusulaları;  gerçi  dünya  yuvarlaktır.  Sılasızdır  kaçaklar,  dolayısıyla  gurbetsiz.  Hangi
demde  olursa  olsun,  onlar  sadece  birbirlerine  aittir.  Aşk  sonradan  gelmez  hiçbir  zaman.  Varsa
vardır, o kadar.
El  ele  tutuştular.  Gökyüzünün  karanlığında,  birbirlerinin  yalnızlığında,  aynaların  sırlarında
çoğalarak birbirlerine kavuştular. Tesadüfen yan yana düşerdi rakamlar.
Rakamlar...
İsak,  Zülfe'yi  kucakladığında,  bambaşka  hikâyelerden  damıtılmış  iki  ayrı  yarım  birbirine
kavuştuğunda, çember tamamlandı. Zülfe, kuzgunî siyah, kıvır kıvır saçlardan yükselen kokuyu
içine  çekip  gülümsedi.  Biliyordu  zaten.  Hiç  şüphe  etmemişti  birken  iki  olanın,  ikiyken  sıfır
olabileceğinden.


Çınar
Bu ağacı ellerimle sallamak istesem, sallayamam.
Oysa bizim görmediğimiz yel, onu dilediği gibi üzer
ve eğer. Bizi en çok, görünmeyen eller eğer ve üzer.
 
                    Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt
 
 


   Yaşlıydı çınar; yaşlı ve yorgun.


   Kanlıydı çınar; kanlı ve kırgın.
 
Sular  durulduğunda,  bir  esre  bile  bırakmadan  geçip  giden  günlerin  serbaz  gölgeleri,
kimselere  görünmeden  yaklaşmışlardı  asırlık  çınar  ağacına.  Yere  yamalı  bir  bez  serip,  dallarını
silkelediklerinde  çınarın,  sapır  sapır  dökülmüştü  cesetlerden  artakalanlar.  Ağacın  meyveleriydi
onlar;  kurumuş,  kokuşmuş  koçanlar.  Gölgeler  burunlarını  tıkamak  zorunda  kalmışlardı  çünkü
iğrenç kokuyordu çınar. Rüzgâr ve zulüm, yağmur ve ölüm kokuyordu.
Çırılçıplaktı  çınar.  Derisi  yüzülen  her  kurbanla  birlikte  biraz  daha  dökülmüştü  yaprakları,
kalkmıştı  kabukları,  kırılmıştı  dalları  ve  şimdi,  sabahın  alacasında,  utancını  örtebilmek  için  bir
incir yaprağından medet umacak kadar çıplak, çırılçıplaktı.
Zülfe  ve  İsak,  çemberler  içinde  bir  çember  olup,  İstanbul  şehrinin  dolambaçlı,  daracık,
çıkmaz  sokaklarında  el  ele,  göz  göze,  yuvarlana  yuvarlana  sırra  kadem  bastıklarında,  geride
kalanlar için görecek günler vardı daha.
Sekiz ağustos bin altı yüz kırk sekizde yeniçeriler ayaklandı. İbrahim'in yerine, altı yaşındaki
Mehmed'i tahtta görmeyi istiyorlardı. İbrahim, isminden ve ayak seslerinden köşe bucak kaçtığı
ölümle karşılaştığında, fazla zorluk çıkartmadı. Kuş gibi çırpınırken, pençelerini geçirecek bir et
bulamadı.
Üç eylül bin altı yüz elli birde Kösem ölümle kucaklaştı. Sevmedi onu. Kaçmaya çalıştı. Ah
etti boynu, ahını aldıklarını hatırladı.
Dört  mart  bin  altı  yüz  elli  altıda  huzursuzluk  had  safhadaydı.  İstanbul'un  avuçlarına  ismini
kazıdı Çınar Vak'ası.
Girit seferinden yeni dönen yeniçeriler, halis akçe yerine meyhane akçesi alınca, Rum Hasan
Ağa'nın  ve  Galata  Voyvodası  Karakaş  Mehmed'in  önderliğinde  isyan  ettiler.  Tek  başlarına
kaldıklarında  ne  denli  naçar  iseler,  bir  araya  geldiklerinde  o  kadar  tehditkârdılar.  Mevkufatçı
Kara Abdullah, padişah ile asiler arasında elçilik yapacaktı. Elçiye zeval olmaz sandığından, bir
anlık gafleti canıyla ödedi. Asiler onu parçalarken, padişah pencereden seyrediyordu olan biteni.
Rivayete göre, sol gözü seyiriyordu. Bunca öfkeye tek bir kurban az gelince, asiler bakır akçeleri
peştemallara  doldurup  ayaklar  altına  attılar.  Kızıl  akçeye  karşılık,  kızıl  ölüm  istediler.  Otuz  bir
isim vardı listelerinde.
Kızlarağası  ile  kapıağasının  cansız  vücutları  Sur-ı  Sultani'den  aşağı  atıldı.  İsyankârlar,
cesetlerin  ayaklarına  ip  bağlayıp,  avlarını  Atmeydanı'na  kadar  sürüklediler.  Meydana
vardıklarında onları bekliyordu çınar. Beklerken, gitmek isteyip de gidemeyen, kaçmayı düşleyip
de  kaçamayan  herkes  ve  her  şey  gibi  lanet  okuyordu  köklerine.  Ertesi  gün,  padişah  iki  zenci
ağayı ve hasodabaşını da boğdurtup asilerin önüne attı. Bunların da cesetleri yerlerde sürüklenip
çınara  asıldı.  Doydukça  acıkan,  mahrumiyetin  acısını  mahremiyete  saldırarak  çıkaran  asiler
şimdi de valide kethüdasının, Melekî Kadın'ın, Musahip Yusuf Ağa'nın ve diğerlerinin başlarını
istediler.  Listedeki  isimler  birer  birer  azalırken,  kapandı  dükkânlar,  boşaldı  sokaklar,  karardı
aynalar.  Ölüm  kol  geziyordu  şehr-i  şehirin  sokaklarında.  Martın  sekizinde  çavuşbaşının  cesedi
asıldı  çınarın  dallarına.  Tellallar  dolaşmaya  başladı  İstanbul'da;  firarilerin  yerlerini  bildirenlere
zeametler  verileceğini  duyurdular.  Ertesi  gün,  Melekî  Kadın  ile  dört  has  adamı  da  aynı  melûn
âkıbete duçar oldular. Çınara asılanların derileri yüzüldü, karınları deşildi. Etleri ve yağları kapış
kapış kapışıldı, türlü hastalıklara şifa niyetine.
 


İşte  o  zaman  hançer  dedi  ki,  bir  canlıyı  öldürmek  başka  bir  şeydir,  bir  ölüyü  öldürmekse
bambaşka.  Gün  gelir,  yani  öyle  bir  an  çıkagelir  ki,  istisnasız  herkes  bir  canlıyı  öldürebilir.
Velhasıl,  karıncayı  bile  incitmeyen,  bir  cana  kastedebilir.  Fakat  bir  ölüyü  öldürmek,  bir  cesedi
pâre pâre etmek...
Martın  onunda,  sipahilere  ve  yeniçerilere  ulufeleri  gümüş  akçe  olarak  dağıtıldı.  Şehirdeki
bütün kızıl akçeler toplatılıp, torbalarla denize atıldı.
Dokuz mayıs bin altı yüz elli altıda asilerin elebaşları birer bahaneyle saraya alınıp öldürüldü.
Şehrin  altı  üstüne  getirildi;  yakalanan  yirmi  kişi  daha  asıldı.  Sultan  Murad'ın  bir  enfiye
kutusunda  esir  tutulan  iki  parça  gölgesini  zerre  şaşırtmadı  bu  serencam,  bunca  buhran.
Merhumsa kıpır kıpırdı mezarında; "Benden sonra tufan". Bir yanı sefahat'tı memleketin, bir yanı
cerahat. Ölüm kokuyordu ortalık, ölüm soluyordu payitaht.
Çırılçıplaktı  çınar.  Derisi  yüzülen  her  kurbanla  birlikte  biraz  daha  dökülmüştü  yaprakları,
kalkmıştı  kabukları,  kırılmıştı  dalları  ve  şimdi,  sabahın  alacasında,  utancını  örtebilmek  için  bir
incir yaprağından medet umacak kadar çıplak, çırılçıplaktı.
Çınarın akıttığı gözyaşları Doğu'dan, Fortuna Sokağı'nın akıttığı gözyaşları Batı'dan döküldü
Akdeniz'e. Kabardıkça kabardı dalgalar, coştukça coştu sular. Batık gemiler, yitik hazineler vardı
altlarında ama nedense hep ufka bakmaktaydı bütün yolcular.


 
 
 
 
Modern insanın geri dönülmez biçimde tarih
ve ilerlemeyle özdeşleştiği ... ölçüde, arketipler
ve tekerrür cennetinin nihai olarak terk edilmesi
anlamına gelmektedir bu.
 
                    Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu


 
 
 
Artık bu şehre niçin geldiğimin hiçbir önemi kalmadı. Aynalar şehrinde görmek istediğim tek
bir sûret, izini sürmek istediğim tek bir hikâye bile yok. Zişan Kadın öldü. Onunla birlikte bütün
şehir öldü benim için.
Zişan  Kadın'ın,  yüzünde  parçalanmış  bir  tebessümle  öldüğü  gece  garip  bir  şey  oldu.  Un
çuvalına  batmış  gibi  tepeden  tırnağa  beyaza  kesmiş  bir...  bir  yaratık  ortaya  çıkıverdi.  Karşıma
geçip  boynunu  sola  yatırdı  ve  sol  elinin  iki  parmağını  önce  yanağına,  sonra  şakağına  değdirdi.
Korktum,  yüreğim  ağzıma  geldi.  Öylece  karşılıklı  durup  birbirimize  baktık.  Oldukça  mahzun
görünüyordu.  Sanki...  sanki  bir  derdi  vardı.  Sabaha  kadar  karşımda  oturdu.  Gün  ağarırken,
isminin  Maggid  olduğunu  ve  bana  bir  hikâye  anlatmak  istediğini  söyledi.  İlgilenmediğimi
söyledim  ben  de.  "Fakat  Andresillo!"  diye  itiraz  etti.  İrkildim.  Meğer  birileri  bana  böyle  hitap
etmeyeli ne kadar uzun zaman olmuş. Meğer nasıl da kopmuşum ismimden.
"Andres!"  diye  üsteledi.  "Senden  evvel  yazılmış  bir  hikâyenin  içindesin.  Bilmek  istemez
misin?"
Dinlemedim.  Beni  rahat  bırakmasını  söyledim.  Israr  etmedi.  Alıcısı  olmayan  hikâyesini
koltuğunun altına sıkıştırıp, nakledilenin çift mânâsı hakkında bir şeyler geveleyerek, bir duman
gibi tüte tüte, beyazı delip geçen zeytin karası bakışlarını peşi sıra sürükleye sürükleye kayboldu
gitti.
Getirdiğim  altınlar  bitmedi  hâlâ.  Fakat  onları  nereye  harcayacağımı  bilemiyorum.  Zişan
Kadın  gidince  bütün  harcamalar  durdu,  dünya  durdu.  Mutfaktaki  erzakla  idare  ediyorum
şimdilik. O da bitince ne yaparım bilemiyorum. Ne olursa olsun, dışarı çıkmamakta kararlıyım.
Bu  şehir  ürkütüyor  beni.  İnsanları  pürtelaş,  daracık  sokakları  pürvelvele.  Bense,  ne  olduğunu
bilen her korkak gibi sırrımı saklıyorum kendime.
Burada,  bu  evde,  bu  odada  kalıp,  kök  salacağım  inançsızlığıma.  Haham  Yakup'la  açık  açık
konuştum  nihayet.  O  da,  tıpkı  Maggid  gibi  kırgın  ayrıldı  yanımdan.  Peşinden  koşacak  kimsem
yok. Peşimden koşacak kimsem yok. Bu ev benim sığınağım. Burada kalacağım.
 
Damarlarımda  taşıdığım  kana  ihanet  edebilmek  için  ben,  gidenlerden  değil  kalanlardan
olacağım.  Ve  ömrüm  vefa  ettikçe  evliyanın  türbesine  yağmurun  nasıl  yağdığını  seyredeceğim.
Yağmur  yağdığı  vakit,  ayaklanıp  dolaşan  evliyayı  değil,  oraya  buraya  saçılan  ve  her  yağmur
damlasıyla birlikte biraz daha toprağa gömülen darı tanelerini düşüneceğim; ismimi benden alan,
ismini benden alan darı tanelerini.
Darı taneleri gibi saçılan hikâyeleri...



[
1
]
 Conversos: Din değiştirerek Hıristiyan olan Yahudiler.


[
2
]
 Loca: Deli, kaçık kadın.


[
3
]
 Agua va: Su geliyor.


[
4
]
 Oro Azul: Mavi Altın.


[
5
]
 La Barbuda: Sakallı (dişi).


[
6
]
 Gigantes: Devler.


[
7
]
 Mudejares: Hıristiyan topraklarında yaşayan Müslümanlar.


[
8
]
 Familiares: Engizisyon görevlileri.


[
9
]
 El Toro Azul: Mavi Boğa.


[
10
]
 Lengua vulgar: Umumi, halka ait dil.


[
11
]
 Maggid: Anlatıcı.


[
12
]
 Hayvanların vücudundaki kan çember çizerek hareket eder.


[
13
]
 İnanıyorum, çünkü mantıksız.


[
14
]
 Auto de fé: Ateşte yakma cezası.


[
15
]
 Rey Planeta: Gezegen Kral.


[
16
]
 Cruz Verde: Yeşil Haç.


[
17
]
 Coroza: Kâğıttan külah.


[
18
]
 Los Inocentes: Masumlar.


[
19
]
 Mal de Ojo: Kötü göz, nazar.


[
20
]
 Luna: Ay.


[
21
]
 Harik-i Azim: Büyük yangın.


[
22
]
 İşte Mesih geliyor, yüce göklerden. Elinde altın bir shofar, onu çalarak geliyor.


[
23
]
 Dul kadının kocasının erkek kardeşi.

Document Outline

  • Sırlar
    • Kadeh
    • Kuyu
    • İmtihan
    • İkizler
    • Sokak
    • Yokuş
    • Büyü
    • Dönemeç
    • Canavar
    • İsyan
    • Akıntı
    • Bela
    • Güller
    • Dehliz
    • İnci
  • Yollar
    • Bahar
    • Çember
    • Rüya
    • Saklambaç
    • Casa Santa
    • Korku Böceği
    • Kadınlar ve Hayvanlar
    • Utanç
    • Kara Yel
    • Balıklar
    • Çemberde Gerisingeri
    • Firar
    • Neşter
    • Aynalı Sahneler
    • Sesler
    • Ateş
    • Manastır
    • Veda
    • Umut
    • Tehlike
    • Kubbeler
    • Aynalar
    • Şehir
    • Tufandan Sonra
    • Yabancı
    • Kitap
    • Yaratık
    • Pervane
    • Heccavın Harfleri
    • Kitaptaki Leke
    • Vasiyet
    • Öfke
    • Luna[20]
    • Bedel
    • Güneş Batarken
    • Tırtıl
    • Dönemeç
    • Sır
    • Dışarısı
    • Kimim Ben?
    • Ben
    • Taşlar
    • Tesadüf
    • Çınar

Yüklə 1,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   71




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə