Şehrin Aynaları



Yüklə 1,04 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə12/71
tarix30.10.2018
ölçüsü1,04 Mb.
#76334
növüYazı
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   71

Sokak
Kardeşim için bunun tersi geçerliydi.
... Onun için her şey bir hırçın
savaş nedeniydi.
 
                    Amin Maalouf, Doğunun Limanları
 
"Miguel... Miguel Pereira!"
Kıvırcık saçlı esmer adam arkasına bakıp, kendisine sesleneni görünce gülümsedi. Arkadaşı
Rodrigo  yuvarlana  yuvarlana,  nefes  nefese  ona  doğru  geliyordu.  Eni  boyuna  eşit  olan  ender
insanlardandı Rodrigo. Koca cüssesine bakmadan öyle hızlı koşmuştu ki, kendine gelmesi epey
vakit  aldı.  Tombul  yanakları  kızarmış,  alnında  boncuk  boncuk  ter  birikmişti.  Miguel'se
gülümseyerek  bakıyordu  arkadaşının  telaşına.  Nihayet  Rodrigo,  derin  derin  solumaktan  fırsat
bulup iki lafı bir araya getirebildi.
"Nereye gidiyorsun? Bugün sonuçlar açıklanacak."
"Biliyorum" dedi Miguel. "Gidip bakmama lüzum yok ki. Tek bir sınavı bile veremedim."
Arkadaşının, sanki ağır bir hakaret işitmiş gibi suratını buruşturduğunu gören Miguel Pereira,
onu teselli etme ihtiyacı duydu.
"Hadi  Rodrigo.  Sen  de  biliyorsun  ki  benden  hekim  mekim  olmaz.  Meşhur  Pereira  ailesinin
yüz  karasıyım  ben.  Neyse  ki  Antonio  var,  öyle  değil  mi?  Birilerinin  bu  kutsal  aile  mesleğini
sürdürmesi  gerekiyordu.  Sevgili  abim  de  kendini  feda  ediyor  bu  uğurda.  Sülalecek  ona
müteşekkiriz."
Rodrigo Mendez Silva, arkadaşının söylediklerini başı önünde dinliyordu. Bütün sınavları iyi
geçmişti  ve  şimdi,  sanki  bu  başarısından  dolayı  utanıyordu.  Miguel  onun  burukluğunu  çoktan
fark etmişti. Bu sıkıntılı sohbeti daha fazla uzatmamak için münasip bir bahane bulup, ertesi gün
buluşma  sözü  vererek  ondan  kurtuldu.  Avare  avare  sokaklarda  dolaşmaya,  geleni  geçeni
kesmeye, oraya buraya takılmaya devam etti. Sokaklarda olmayı severdi. İnsanların nasıl olup da
evlerine  kapandıklarını,  o  daracık  loş  mekânlarda  bir  ömür  tükettiklerini  aklı  almıyordu.  Kendi
kendine homurdandı.
"Ne  garip  bir  tesadüf!  Bugün  iki  mühim  sonuç  birden  açıklanıyor.  Ben  sınavlardan
çakıyorum  ve  Antonio  felsefe  kürsüsünün  başına  geliyor.  İki  mutlu  haber  birden.  Bunu  derhal
kutlamalı!"
 
Tavernadan  çıktığında  ayakta  duracak  hali  yoktu.  Ne  zaman  içmeye  koyulsa,  hep  aynı  şey
başına geliyordu. İlk kadehleri mutlu mesut mideye indiriyor, etrafına neşe saçıyordu. Fakat çok
geçmeden,  önünü  alamadığı  bir  hüzün  nazlı  nazlı  salınarak  arz-ı  endam  ediyor;  omuzlarına
çöreklenerek  bütün  akşam  oradan  kalkmıyordu.  Ve  hüzün  çıkıp  geldiğinde,  Miguel  onu
düşünmekten kendini alamıyordu. İlk başlarda öylesine bir oyundu bu. Masum bir oyun. Belki de
senelerin  birikmiş  öfkesi;  küçük,  küçücük  bir  intikam.  Fakat  iş  çığırından  çıkmış,  hiç
düşünemeyeceği bir hal almıştı o hiç farkında olmadan. Âşık olmuştu ve aşk hiç hesapta yoktu.


Senelerdir,  ne  zaman  içmeye  koyulsa,  üçüncü  kadehi  ona  adardı.  Üçüncü  kadeh  onun
kadehiydi;  onun  şerefine  inerdi  mideye.  Daha  ilk  yudumda  kırmızı  şarabın  buruk  tadı  onun
dudaklarının  tadını  alır,  hızla  dibini  bulan  kadehin  kokusu  onun  saçlarının  kokusuna
dönüşüverirdi. Ve üçüncü kadehten sonrası sadece onu düşünerek, onu özleyerek geçerdi.
Bugünse  ona  olan  özlemi  dayanılmaz  bir  hal  almıştı.  Aslında  şimdi  bir  yolunu  bulup  onu
görebilirdi.  Görebilirdi  ama,  bu  sarhoş  ve  zavallı  haliyle  mi?  Gözlerinin  içine  dosdoğru  bakıp
gene  başaramadığını  söylemek  için  mi?  O  gözlerde  vaktiyle  yanıp  sönen  tutkulardan  artık  eser
kalmadığını bir kez daha anlayıp acı çekmek için mi? Anlayamıyordu. Anlamaktan korkuyordu.
Bir  zamanlar  tepeden  tırnağa  tutku,  tepeden  tırnağa  aşk  ve  tepeden  tırnağa  ona  ait  olan  bir
kadının  şimdi  nasıl  bu  kadar  uzak,  bu  kadar  soğuk  ve  ulaşılmaz  olabildiğini  anlayamıyordu.
Sevdiğinin  aniden  bir  yabancıya  dönüşmesini  içine  sindiremiyordu.  İlerde,  sadece  bir  adım
ötede,  sokaklarını  karış  karış  gezdiği;  bütün  gizli  geçitlerini,  sapa  yollarını,  çıkmaz  sokaklarını
avucunun  içi  gibi  bildiği  bir  şehir  duruyordu.  Bir  ömür  boyu  orada  yaşamak,  ona  ait  olmak
istiyordu.  Ne  zaman  o  şehrin  dışına  itildiğini,  hangi  suçtan  ötürü  bir  daha  geri  dönememekle
cezalandırıldığını kavrayamıyordu. Bazen ümitsizliği dayanılmaz bir hal aldığında koçbaşlarıyla
saldırıyordu şehrin kapısına. Kıramıyordu. Bazen de gururundan artakalanları ayaklar altına alıp
dizlerinin üzerinde sürünerek yaklaşıyordu şehrin kapısına. Aralayamıyordu. Ne yaparsa yapsın,
o  kadını,  sütbeyaz  memelerinin  arasına  sıkıştırdığı  altın  anahtarı  çıkartması  için  ikna
edemiyordu.
 
İnsan  bazen  bir  haritaya  ihtiyaç  duyar.  Hiç  gitmediği  ya  da  hep  gittiği  bir  yerin  haritasına
değil; bir daha asla gidemeyeceği bir yerin haritasına. Geçmişi bir rüya olmaktan çıkartıp oranın
hep  var  olduğuna  ve  geleceği  ümitsizlikten  kurtarıp  oranın  hep  öyle  kalacağına  inandıracak  bir
haritaya.  İnsan  bazen  sevgilisinin  haritasını  çıkarmaya  ihtiyaç  duyar.  Terk  edilmenin  acısını
unutturup acısını çoğaltacak bir haritaya.
Elinde  haritası  yalpalaya  yalpalaya  yürüyordu  Madrid  sokaklarında.  Fortuna  Sokağı'na
dönmekten  çoktan  vazgeçmişti.  Şimdi,  canı  bir  kadın  istiyordu.  Hayatta  Antonio'dan  daha  iyi
yapabildiği tek şeyi yapmak, gidip bir kadını baştan çıkarmak istiyordu. Antonio'yu düşünürken,
küstah  bir  gülümseme  yerleşti  dudaklarına.  Antonio  ve  kadınlar...  Haritasını  göğsüne  bastırıp
zoraki bir kahkaha attı. Zavallı Antonio! Güzel bir kadınla karşılaştığında, hele hele bir kadının
ilgisini  fark  ettiğinde,  elini  ayağını  nereye  koyacağını  şaşırır,  birkaç  kelimeyi  zar  zor  bir  araya
getirir,  en  nihayetinde  pes  edip  suskunluğa  gömülürdü.  Oysa  o  böyle  durumlarda  bütün
hünerlerini  sergiler  ve  karşısındakini  kendine  hayran  bırakmış  olurdu  çok  geçmeden.  Kadınlar,
onun en çok kıvırcık, gür, kuzgunî siyah saçlarına tav olurlardı.
Elini  gayriihtiyari  kafasına  götürüp,  dalgın  dalgın  saçlarını  okşarken,  Lucrecia  geldi  aklına.
Lakabı "La Loca"
[2]
 olan bu kadın, gezici bir kumpanyada baş aktristi. Fakat şöhretini oyunculuk
kabiliyetinden  çok,  kırdığı  cevizlere  borçlu  olduğu  rahatlıkla  söylenebilirdi.  Lucrecia,  gamsız,
işvebaz,  ateşîn  bir  kadındı.  Güzel  olduğu  söylenemezdi  ama  gayet  iyi  bilirdi  canının  çektiği
erkeğin  aklını  başından  almanın  ince,  usturuplu  yollarını.  Ve  daha  ilk  görüşte  bu  kıvırcık  saçlı
genç  adama  kancayı  takmıştı.  Yaz  mevsiminin  ilk  günlerinde  tanışıp  kısa  zamanda
yakınlaşmışlardı. Sık sık birlikte olmuşlar; birbirlerinin ruhunu okuyup, rızaları dışında yüzlerine
tutulan  aynada  kendilerini  seyredalmışlardı.  Sevmişti  Miguel  bu  hoppa  kadını.  Onun  yanında
alabildiğine huzurlu ve rahattı. Ne yazık ki şimdi turnedeydi Lucrecia. Ülkenin pek çok şehrini
dolaşacaklardı. Ve Miguel, Lucrecia'nın gittiği her yerde birilerini çatır çatır götürdüğünden adı
gibi emindi. Gülümsedi. Lucrecia döndüğünde o kaçık kahkahalarını atarak, bir hayli kabarık aşk
defterinden birkaç sayfa okurdu nasıl olsa.


Yüklə 1,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   71




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə