anlatırken bir şeylerin değişebileceğine dair hâlâ umudu vardı. Zira yapılan teklif oldukça
cazipti. Bir süre için İtalya'ya gidecek, çeşitli üniversitelerdeki teşrih derslerine katılacak ve
döndüğünde, hem itibarını artırmış olacak hem de orada öğrendiklerini İspanyol öğrencilere
aktarma fırsatı bulacaktı. Bu zaman zarfında kendisinin ve ailesinin bütün masrafları, gerek
hekimlikteki gerekse felsefedeki gelişmeleri yakından takip etmek gerektiğine yürekten inanan,
İspanyol üniversitelerinin bağnaz hocaların ellerinde gerilemesine mâni olmaya ahdetmiş Alonso
Franco de Leon tarafından karşılanacaktı. Üstelik bu kudretli ve inatçı asilzade, Antonio
Pereira'nın yazdığı ve yazacağı bütün kitapların hamisi olmak istediğini de defalarca dile
getirmişti.
"Niçin Isabel? Niçin benim dünyam sana bu kadar uzak? Benimle ilgili olan her şeyden
neden böylesine kaçıyorsun? Sen... hiçbir zaman davetlere katılmıyorsun, dostlarımla yan yana
gelmekten bile kaçınıyorsun. Bazen sırf beni incitmek için böyle davrandığını düşünüyorum."
Antonio Pereira kendi sesinden öylesine rahatsız olmuştu ki, bir türlü lafını tamamlayamadı.
Hıçkırığı andıran bir iki ses daha çıkardıktan sonra tamamen sustu, başını önüne eğdi. Balıkların
gözlerini üzerinde hissediyordu. Bo-ğu-lu-yor-du.
"Senden tek bir şey istiyorum" dedi Isabel, nihayet sükûnetini bozduğunda. Alabildiğine
şefkatli ve dikkatliydi, küçük bir çocukla konuşurcasına. "Gördüğüm kadarıyla uzun zaman
burada olmayacaksın. Bunun için Yaşlı'yı çağırmanı istiyorum."
Antonio Pereira şaşkınla baktı karısına.
"Bu bahsi çoktan kapattığımızı sanıyordum."
"Sanmak istiyordun" diye atıldı Isabel. "Ben Yaşlı'dan vazgeçmem. Bunu biliyorsun."
"Sen de bunun tehlikeli olduğunu biliyorsun. Böyle bir zamanda... Dışarıdaki hayatın
farkında değilsin Isabel. İnsanların nasıl sudan sebeplerden ötürü yargılandıklarını bilmiyorsun.
Yaşlı gibi biri bize ancak tehlike getirir."
"Umurumda değil" dedi Isabel. "Onu özledim. İkiniz iyi geçinemezsiniz biliyorum. Fakat sen
yokken burada kalmasında bir sakınca olduğunu sanmıyorum. Yaşlı'ya ihtiyacım var. Söylesene
Antonio, birine ihtiyaç duymanın ne demek olduğunu biliyor musun?"
Antonio Pereira yıkılmış görünüyordu.
"Nasıl istersen" dedi kısık bir sesle. "Yarın, onu alması için birini göndereceğim."
"Lütfen bunu yapma" dedi Isabel. "Sen sadece haber gönder. O istediği yoldan, istediği
zaman gelir."
Canavar
"Bırakın gelsin" dedi Maui.
Sonra sordu: "Nasıl bir yaratık bu?"
"Aman" dediler, "dev gibi bir
canavar!"
Joseph Campbell, İlkel Mitoloji
Hani bazen her taraf, hayal gücü hudutsuz bir çocuğun boyalarıyla boyanmış gibi rengârenk,
cıvıl cıvılken, resmin ister ortasında, ister kıyısında köşesinde olsun tek bir şey siyahlıkta ayak
diretir ya, işte bu küçük oğlan ile onun elini sımsıkı tutan kadın da bu resmin tek siyah noktasını
teşkil etmekteydiler. Ya sırf resmi yapan çocuğun dikkatinden kaçtıkları için böyle kalmışlardı;
ya kalın, kapkalın bir zırhla çevrildiklerinden, etraflarını kuşatan renk demeti bir türlü yolunu
bulup da onlara ulaşamamıştı; ya da başka, bambaşka bir resimden buraya tesadüfen
düşüvermişlerdi. Her halükârda, karşılarına çıkanlardan hiçbiri onlardaki garipliği fark
etmemişti. Sadece uyuz bir sokak köpeği yanlarına yaklaşıp her ikisini de uzun uzun koklamıştı.
Aldığı koku köpeğin merakını artırmış olmalıydı ki, peşlerine düşüp uzun müddet onları adım
adım takip etmişti. Oğlan bir ara durup köpeği sevmek istemiş ama buna cesaret edememişti.
Hem gayet iyi biliyordu ki, köpeğe dokunduğu takdirde, kadın kaşlarını çatıp pisliklerden uzak
durması gerektiğini tembih edecek, sonra da dantelli, karbeyaz mendilini çıkartıp hem kendi
ellerini hem de çocuğunkileri paralarcasına silecekti.
Zaten Elena Rodriguez, olur olmaz yerde mendilini çıkarıp, ufaklığın pembe yanaklarını,
yumuk ellerini, minik ağzını silmeyi huy edinmişti. Kimi zaman hızını alamayıp, onun
ayakkabılarını parlatıyor, saçlarını didik didik ederek ayıklayacak toz toprak arıyor ya da
tırnaklarına doluşan kirleri çıkarmak için saatler harcıyordu. Çocuksa, bitip tükenmeyen bu
temizlik merasimlerinden hiç mi hiç hoşlanmamakla birlikte, aslında, kadınla beraber olmaktan
şikâyetçi değildi. Babasından zaten hiç görmediği sevecenliği, annesinin nicedir esirgediği
alakayı ondan görüyor; karşılığında, bu soğuk kadına sevgi göstererek onu böylesine ihmal
edenlere varlığını hatırlatmaya çalışıyordu. Onun vasıtasıyla ailesinin canını yakmak istiyordu.
Bu sebepten, sadece başkalarının, bilhassa da annesinin yanındayken komşu kadına yakınlık
gösteriyor, ama onunla baş başa kaldığında hızla kendi kabuğuna çekiliyordu. Zaman zaman,
annesinin çehresine düşen gölgelerden, onu incitmeyi, belki de kıskandırmayı başardığını
anlıyor, ama gene de hiçbir şeyin düzelmemesine bir anlam veremiyordu. Babasına gelince o
zaten her zaman uzaktaydı. Belki sarp yollarla, engin denizlerle değil ama sarı, sapsarı kitap
sayfalarıyla ayrılmıştı dünyaları. Çocuk, ne yaparsa yapsın, aralarındaki sınırı bir türlü
aşamıyordu.
Bazen babasının çalışma odasına gizlice süzülüp oradaki âlemi keşfetmeye çalışıyordu. Üst
üste dizilmiş kitapları, elyazmalarını, mürekkep hokkasını, evrene ve insana dair çizimleri,
kaztüyü kalemleri teker teker, tıpkı aç bir hayvan gibi kokluyor; her seferinde, içlerinden bir
tanesi bile hoş kokmadığı için yüzünü buruşturuyordu. Ellerini kitapların süslü, resimli,
Dostları ilə paylaş: |