Çıt çıkarmadan, küçük insan yavrusunun dışarı çıkmasını bekliyorlardı. Cinlerden biri genç
kadının sol ayağına, öteki de sağ ayağına oturmuştu. Ortalık zifiri karanlık olduğu için Yaşlı'dan
başkasının onları görmesine imkân yoktu. Birden, her ikisi de aynı anda eğilip içerideki bebeği
görmeye kalkışınca kafaları tokuştu. Öfkeyle yüzlerini buruşturup birbirlerine tehditkâr bakışlar
savurdular. Yaşlı'ya gelince, o, cinlerin yaptıklarıyla alakadar değildi. Zira senelerdir bunca
bebeği dünyaya getiren maharetli ellerine çok yorulacaklarını, bunun zor bir doğum olacağını
anlatmakla meşguldü. Bebek, ters geliyordu.
Yaşlı derin bir soluk alıp odadaki herkesi susturdu. Hâlâ kırkı tamamlayamayan kadınlar
elleriyle ağızlarını kapattılar; Eceg ve Gündüz birbirlerini görmemek için başlarını çevirdiler;
kaval şarkısını yarıda kesti. Bebek ters gelmekte inat ettiğine göre, Yaşlı bu işe bizzat müdahale
etmeye karar vermişti. Hiç vakit kaybetmeden, ellerini içeri sokup bebeği ters çevirdi. Her şey o
kadar hızlı olmuştu ki, bebek neye uğradığını şaşırmış, direnmeye fırsat bile bulamamıştı. Yaşlı,
küçük, kanlı gövdeyi çekip çıkardığında, heyecanlarını bastıramayan Eceg ve Gündüz aynı anda
çığlık attılar. Odadaki kadınlar sesin bebekten geldiğini zannederken, kendi çığlığından evvel
başka bir çığlık işiten bebeğin aklı karıştı. Gözucuyla cinlerini süzen Yaşlı, gülmemek için
kendini zor tuttu.
Kırkı tamamlamaktan çoktan vazgeçen kadınlardan biri bebeği sarıp sarmalarken, Eceg ve
Gündüz dokunamadıkları bu küçük yaratığı uzaktan süzerken, Yaşlı taburesinden kalkmaya,
kaval çalan genç kız neşeli bir nağme tutturmaya hazırlanırken, anneden yükselen ses, herkesi
olduğu yere çiviledi. Açık duran kapıdan uzanan kanlı bir baş daha vardı.
Yaşlı, ikinci bebeği ayaklarından tuttuğunda odadaki herkesin heyecandan soluğu kesilmişti.
Bilhassa, bu beklenmedik durumdan istifade edip bebeğe dokunabileceklerini zanneden Eceg ve
Gündüz heyecanlanmıştı. Fakat Yaşlı ikinci bebeği de odadaki kadınlardan birine teslim edip
hızla onlardan uzaklaştırdı. Cinlerse ağlamaklı bir halde öylece kalakaldılar. Garip bir sessizlik
çöktü odaya. İkinci bebek bu sessizlikten faydalanmaya karar vermiş olmalıydı ki, hemen çığlığı
bastı. Az evvel cinlerin çığlığıyla aklı karıştığı için dünyayı selamlamayı unutan birinci bebek de
telaşla ağlamaya başladı. Ne yazık ki bir hayli geç kalmıştı. Kardeşinden önce doğduğu halde,
hayata ondan bir adım arkada başlamıştı.
Yaşlı, ılık suyla ellerini yıkadı. Sonra, gümüş bir kabın içindeki beyaz sıvıya işaretparmağını
batırdı. Saatler evvel, genç kadının alnına yazdığı üç harfi tersten çizerek o kelimeyi ortadan
kaldırdı. Harfler tamamen silindiğinde, eğilip kadını alnından öptü. Kadın bitkindi ama
mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Uykuya dalmadan evvel son bir gayret gösterek, Yaşlı'nın
kemikli ellerini tuttu.
Dış kapının açılmasıyla birlikte, gün ışığında bir yarasa kadar kör olan Yaşlı, peşinde cinleri,
kolunda küçük bir kız çocuğuyla evinin yolunu tuttu. Plasencia del Monte köyünün sakinleri
saygıyla kenara çekilip onu selamladılar. Yaşlı, her seferinde, kendisine kimin selam verdiğini
biliyor; bazen de durup hal hatır soruyordu. Hepsini yakından tanıyordu. Gündüzleri gözlerine
inen perde, dünyaya getirdiği çocukların hızla büyüyüp serpildiğini, gizlice sünnet ettiği
oğlanların büyüyüp sakal bırakacak yaşa geldiğini, okuma yazma öğrettiği genç kızların
gözlerindeki hınzır ışıltıları, köyde yediden yetmişe herkesin hazırladığı muskaları taşıdığını ve
hiç görmedikleri Kuran'dan okuduğu ayetlerin herbirinin hafızasında ve yüreğinde nasıl yer
ettiğini görmesine mâni olamıyordu. Onları seviyordu. Gene de, yüreğinin bir parçası, Plasencia
del Monte köyünden çok uzaklarda çarpıyordu. Onu düşünüyordu. Onu düşünüyor ve özlüyordu.
İlk karşılaşmalarında Isabel küçücük bir kızdı henüz. Küçük ve hasta. Ateşler içinde
getirilmişti Yaşlı'nın kapısına. Yaşlı, kucağında sımsıkı tuttuğu küçük kızını iyileştirmesi için
yalvaran, iri ve heybetli adamın bir converso olduğunu hemen anlamıştı; onun son çare olarak
biricik kızını bu ücra köye getirdiğini de. Hasta çocuğu Yaşlı'nın yatağına yatırmışlardı. "Şimdi
git" demişti Yaşlı, ağlamaktan gözleri kızarmış adama.
"Şimdi git. Otuz gün sonra, yüreğini geri almak için dönersin!"
Geceleri Isabel'in başında beklemiş; onun gencecik vücudunda, güzel yüzünde kol gezen
ölümle uzun uzun konuşmuştu. Dertli ve yalnızdı ölüm. Sevilmemekten şikâyetçiydi. Isabel'le bir
alıp veremediği yoktu; sadece yalnızlıktan kurtulmak istiyordu o kadar. Vurdumduymazlıktan
gelse de, aslında, insanların onu böylesine çirkin, böylesine korkunç tasvir edip kendilerinden
uzaklaştırmaya çalışmaları ağırına gidiyordu. Ne yazık ki, kendi varlığı başkalarının yokluğunu
gerektiriyordu. Var olabilmek için yok etmeye mahkûmdu. Bu kısırdöngüden kurtulabilmek için
belki de kendini ortadan kaldırması gerektiğini düşünüyor ama buna bir türlü cesaret
edemiyordu. Her ne olursa olsun, hayatı seviyordu ölüm.
Günler, geceler sonra nihayet bir sabah, açık duran pencereden çıkıp gitmişti. O eski kederli
halinden eser kalmamış gibiydi. Fakat Yaşlı, onun çok geçmeden gene sıkılacağını, sıkıntısından
kurtulmak için gidip kendine başka bir arkadaş arayacağını bildiğinden, hüzünle bakmıştı
ardından.
Ölümün pencereden çıktığı sabah, çocuk birden gözlerini açmış ve ona bakmıştı. Sonra her
bir heceyi, her bir harfi tel tel ayırarak seslenmişti: "Y-a-ş-l-ı!"
"Sen benim ismimi nereden biliyorsun?"
Günlerdir ateşler içinde yatan küçük kız soruya soruyla cevap vermişti.
"Niçin Yaşlı diyorlar sana? Çocukken de yaşlı mıydın?"
Dostları ilə paylaş: |