Canı bir kadınla yatmak istiyordu bugün. Şimdiye değin bu işi hiç para karşılığı yapmamıştı.
Gerçi bir ara bir kontesle kırıştırıp ondan pahalı hediyeler almakta bir sakınca görmemişti ama
bu hikâye çok eskilerde kalmıştı. Çalabileceği kapıları aklından geçirirken, birden hınzır bir
gülümseme yerleşti suratına. "Beatriz..." dedi her bir heceyi içine çekerek. "Tabii ya, ben
salağım. Tabii ki Beatriz!" Kim bilir nasıl şaşıracaktı Miguel'i karşısında bulunca? Uzun
zamandır bu kızıl saçlı âfetin kendisi için yanıp tutuştuğunun farkındaydı. Şimdi gidip o ateşi
söndürmekte hiçbir sakınca görmüyordu. Gerçi Beatriz, Miguel'in uzun süre tahammül
edebileceği bir kadın değildi ama ne gam. Miguel Pereira oldum olası böyleydi işte. Uzun
hesapların adamı olmak onun ruhuna aykırıydı.
Hava kararmıştı. Bu vakte kadar bir iki yerde daha demlenmekte hiç sakınca görmediğinden,
ayaklarının birbirine dolaşmasına mâni olamıyordu. Sallana sallana sokaklarda yürürken, "Agua
va!"
[3]
diye bir ses işitti. Son anda bu sözdeki kerameti çözüp kenara çekildi. Eğer biraz daha
gecikseydi, boşaltılan bir lâzımlığın hedefi olacaktı. Madrid sokaklarında sık sık olurdu böyle
şeyler. Bu tatsız kazalardan en çok nasibini alanlar da serenad yapmak için balkonların altında
dikilen acemi âşıklar olurdu. Sonunda, talihsiz âşıkların şikâyetleri ayyuka çıkınca, yeni kurallar
getirilmişti. Artık geceleri saat ondan önce lâzımlık boşaltmak kesinlikle yasaktı. Üstelik
lâzımlıkların balkonlardan ya da pencerelerden değil, dış kapıdan dökülmesi gerekiyordu.
Anlaşılan bu akşamki hadisenin faili, ya bu yeni kurallardan bîhaberdi ya da toplum nizamına
kulak asmıyordu. Miguel homurdandı. Neyse ki ucuz atlatmıştı. Harita ıslanmamıştı.
Yumruklarını sallayıp, hâlâ balkonda duran adama ağız dolusu küfretti. Adam da bu küfürlerin
altında kalmayacağını bir güzel ispat ettikten sonra lâzımlığını kucaklayıp içeri girdi. Miguel
Pereira hadisenin cereyan ettiği binayı dikkatle incelediğinde buranın küçük, köhne bir han
olduğunu fark etti. Muhtemelen lâzımlığı pervasızca boşaltan adam da hancının ta kendisiydi.
İleride tekrar hatırlamak üzere bu melûn mekânı hafızasına hızla kaydetti.
Beatriz genç adamı karşısında görünce şaşkınlıktan küçük dilini yutuyordu. Miguel'e gelince,
o bu kızıl saçlı genç kadının üzerinde bıraktığı tesirden epey hoşnuttu. Her şey aynı tahmin ettiği
gibi gelişiyordu. Beatriz hiç nazlanmadı. Miguel de onun vücudunun kusursuzluğunu hayranlıkla
seyretti. Güzel bir kadındı Beatriz. Vücudunun ve yüzünün hatları kusursuzdu. Ne var ki bu
hatları usul usul yoğurup şekillendirecek bir tılsımdan yoksundu. Bu yüzden de sadece güzeldi, o
kadar. Seyri keyifli ama yokluğu hasret çektirmeyen bir güzellikti onunkisi.
Miguel Pereira sabaha karşı ayrıldı Beatriz Blasquez'in yanından. Canı sıkılmıştı. Hoplaya
zıplaya Beatriz'in evinin yolunu tutarken, onun için ilk olabileceği aklının ucundan bile
geçmemişti. Fark ettiğinde ise artık çok geçti. Bakireleri sevmezdi. Beatriz uyandığında onun
yanında olmak istemediğinden, günün ilk ışıklarıyla birlikte parmaklarının ucuna basarak evden
ayrılmıştı.
Ağzının içi leş gibiydi. Gece Beatriz'in elinden içtiği şaraplar şimdi midesini deliyordu. Bir
müddet aylak aylak sokaklarda dolandı. İşe erken çıkmış bir dilenciyle karşılaştı. Miguel Pereira,
her tipten, her fıtrattan insanla sohbet etmeyi severdi. Severdi farklı kelimeler duymayı, farklı
yüzler görmeyi. Gidip hiç tereddüt etmeden dilencinin yanına çöküverdi. Ayaklarını uzattıktan
sonra yeni arkadaşına selam vermek için ondan yana baktı. Bakar bakmaz da donakaldı.
Dilencinin yüzünde korkunç yaralar vardı. Yaralardan bir tanesi tam burnunun ucunda çıkmıştı.
Kat kat açılan pembe dokunun altından burun kemiği görülebiliyordu. Miguel bir anlık şaşkınlığı
atlattıktan sonra, güzellikte yekta bir resmi seyreder gibi ona baktı uzun uzun. Dilenci derin ve
delici bakışlarını üzerine diken bu genç adamı yadırgamakla birlikte, bu dünyada hiçbir şeye
fazla kafa yormamayı huy edinmiş biriydi. Üzerinde durmadı. Miguel'se, yalnızca bir an için
hekimlik arzusuna kapılmıştı. Şimdi, başarılı bir hekim olup bu adamın derdine derman olsa. Şu
yaraları iyi etse... Hızla bu fikri savdı kafasından. Bir kere bu adamın iyileşmesi demek, artık
dilencilik yapamayıp iyice aç kalması demekti. Hem, ne için iyi bir hekim olmayı isteyebilirdi
ki? Kesesini doldurmak için mi ya da yükselip meşhur olmak için mi? Boğazına kadar içine
gömüldüğü günah batağında rahat nefes alabilmek için mi? Yoksa Antonio'yu kıskandığı için
mi? Hayır, hekimlik ona göre değildi. Dilenciyi rahat bırakmalıydı. Kendi kendisiyle kavga ede
ede kalktı, oradan hızla uzaklaştı. Dilenci bir müddet gözlerini kısarak bu garip, genç adamın
arkasından baktı. Sonra, sanki çok gülünç bir hadiseye tanık olmuş gibi, bembeyaz dişlerini açığa
çıkartarak uzun uzun güldü.
Oro Azul
[4]
Manastırı'nın yakınından geçerken, çorba dağıtımı için bekleşen insanlar gördü.
Her gün bu saatlerde manastırın kapıları açılır, devasa bir çorba kazanını taşıyan iki rahip ağır
adımlarla dışarı çıkardı. Arkalarında bir başka rahip elinde kocaman bir ekmek sepetiyle onları
takip ederdi. Sefaletin haritasını gözü kapalı çizebilenler, cüzamın ellerinde günbegün eriyenler,
sakat vücutlarını sürüyerek merhamet dilenen dilenciler, hiçbir işte dikiş tutturmayı
beceremeyenler, servetlerini son kuruşuna kadar çarçur eden asilzadeler, veda ettikleri toprağın
kokusunu peşleri sıra şehre getiren genç köylüler, payelerini harp meydanlarında ayaklar altına
alan askerler, hafızalarını yitirdikleri için kim olduklarını bilemeyenler ve kanatları altına
girebilecekleri zengin dulların özlemiyle yanıp tutuşan yoksul öğrenciler her sabah tekrarlanan
bu merasimi takdirle seyreder; çorbanın soğumasını beklemeye lüzum görmeden önlerindeki
kâselere yumulurlardı. Miguel Pereira, vakti zamanında buraya sık sık dadandığından, dağıtılan
çorbanın tadını da, günün ilerleyen saatlerinde midelere çektirdiği azapları da gayet iyi biliyordu.
Karnını nerede doyurabileceğini düşünürken, bir gün evvel Rodrigo ile sözleştiklerini
hatırladı. Şimdi Rodrigo ona mükellef bir kahvaltı hazırlamış olmalıydı. Adımlarını
hızlandırmadan önce, bir an için durup, gelip geçenlere ayna vazifesi görmeyi kanıksamış pis bir
su birikintisinde kendine baktı.
O sabah, o bulanık aynadan Miguel Pereira'yı süzen genç adam, kabına sığamayacak kadar
huzursuz ve hırçındı. Aynı gün bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, pis su birikintisini önüne
katıp en yakın denize doğru sürüklemeye başladı.
Dostları ilə paylaş: |