İslam’da Helal ve Haram’ın Yeri ve Fıkıh Usulü Açısından Temellendirilmesi
|
45
Peygamberleri aracılığıyla helâl (meşru) ve haram (gayri meşru) konusunda bir
takım açık hükümler koymuş ve bunların nitelik ve kapsamları İslâmiyet’le son
şeklini almıştır. Helâl ve haram şeklinde nitelendirilen ve bazen de “hudûdullah”
diye anılan bu sınırların değiştirilerek haramların helâl ya da helâllerin haram ka-
bul edilmesi, imanı ortadan kaldırıcı bir hareket olarak kabul edilmiştir
8
.
İslam’dan önce Araplar arasında yiyecek ve içeceklerin hiçbirinden sakınma
yoktu. Hepsi mubah görülüyordu. Leşlere ve böceklere varıncaya kadar her şeyi
yemek serbestti. İsteyenin bunları yemesinde sakınca görülmüyordu. Sadece put-
lara adanmış olan bazı hayvanları yemiyor, onları kesmeyi mubah kabul ediyor-
lardı. Bazı hayvanları erkekler yiyebilir, kadınlar yiyemez diye adıyorlar, çocuk ölü
doğarsa kadın-erkek her ikisi de yiyebiliyor, canlı doğarsa sadece erkek yiyebili-
yordu. Buna benzer daha pek çok putperest adet vardı. Düzeltilmesi gereken bu
âcil durum sebebiyle helal-haramla ilgili âyetler Mekke’de inmeye başlamıştı
9
. Ni-
tekim Mekke’de nâzil olan En’am suresinde bu câhilî âdetler genişçe anlatılmıştır.
Bu noktada müşriklerin en çok hayret ettiği şey, kendiliğinden ölen hayvanın ha-
ram kılınması, insanın eliyle boğazladığının ise helal kılınması idi. Çünkü onlara
göre bu ikisi arasında fark yoktu. İslam’ın hükümlerin inzalinde gözettiği tedricilik
prensibi haramlar konusunda da geçerli olmuştur
10
.
İslam, helal ve haram konusunda orta ve dengeli bir yol izlemiştir. İslam’ın
bu konudaki hükümleri, Brahmanizm ve Hıristiyan ruhbanlığındaki gibi, beden
işkence, temiz, güzel ve insana faydası zararından çok olanları haram kılma şeklin-
de bir aşırılık ve olumsuzluk içermez. Aynı zamanda bu hükümler, İran’da ortaya
çıkan “mazdekizm” dini gibi, bütün değerleri yıkan, aşırı ibâhiyecilik içeren ve ha-
ram diye bir şey tanımayan bir anlayış tarzında da değildir
11
.
Sünnî geleneğin iman-amel arasında kurduğu münasebet, bazı mükellefler
açısından haram anlayışının ve harama direnç gösterme gücünün örselenmesi
noktasında olumsuzluklar taşımaktadır. Günümüzde de bu anlayışın bazı olum-
suz tezahürlerine şahit olunmaktadır. Amelin imandan bir cüz olmadığına ya-
pılan vurgular, büyük günahları işleme noktasında bir gevşeklik doğurmaktadır.
Haramları işlemeye alışan anlayış, haram sınırını daha fazla zorlamak istemekte
böylece değer yargıları gittikçe örselenmektedir. Mesela, sütkardeşiyle evlenmek
isteyen bir kimse medeni kanuna göre bunun yasak olmadığından cesaret alarak
mezheplerden esnek yaklaşan görüşün olup olmadığını sorabilmektedir.
8
Mâtürîdî, Ebû Mansur Muhammed b. Mahmud, Kitâbü’t-Tevhîd (neşreden, Fethullah Huleyf), İstanbul 1979, 332,
334; Koca, Ferhat, “Helâl”md., DİA, XVII, 176-177.
9 Karaman,
Hayreddin,
İslam Hukuk Tarihi, İstanbul 1989, 78. Âyetler için bk. En’âm, 6/118-119, 121, 145, 151-152.
10 Numanî, Mevlânâ Şiblî, Son Peygamber Hz. Muhammed (çev. Yusuf Karaca), İstanbul
2010, 473-474vd.
11 Karadavî,
Yusuf,
el-Helâlü ve’l-harâmu fi’l-İslâm, Beyrut 1985, 19; Erdoğan, Mehmet, İslam Hukukunda Ahkâmın
Değişmesi, İstanbul 1994, 130.
46 | Prof. Dr. Abdullah Kahraman
II. Helal ve Haramın Usul Yönünden Temellendirilmesi
Fıkıh kavramlarının Hicrî II. asırda ortaya çıktığı malumdur. Kur’ân, yapıl-
masını, yapılmamasını ve serbest kılmayı dilediği hususları belli üslûplarla ister.
Sünnet de Kur’ân gibi değişik üsluplarla bu hususları düzenler. Fıkıhçılar gerek
Kur’ân ve gerekse sünnet ile yapılan emirleri kuvvet ve değer bakımından sınıfla-
ra ayırma görüşüne varınca, her emrin taşıdığı değeri belirtmek üzere bir takım
adlar vererek ıstılâhî tabirler kullanmışlardır. Emre ait kullandıkları ıstılahlar farz,
vacib, sünnet, mendub ve müstahab kelimeleridir. Fıkıhçılar sakınılması Şâri’ tara-
fından emredilen şeylere, haram, yapılması hoş karşılanmayan veya yapılmaması
yapılmasına tercih edilen şeylere mekruh ismini vermişlerdir. Yapılmasına veya sa-
kınılmasına dair Şâri’in bir talebi olmayan ve mükellefin yapıp yapmamakta ser-
best bırakıldığı hususlara da helal ve mubah ismini vermişlerdir
12
.
A. Helalin Tanımı, Çeşitleri, Çerçevesi, Bilinme Yolları Ve Hükmü (Yorumu)
1. Nasslarda Helal Kavramı
Helâl kelimesi ve çeşitli türevleri Kur’ân-ı Kerîm’de elli yerde geçmektedir
13
.
Bu âyetlerde kelime hem sözlük hem de terim anlamında kullanılmıştır. Helal ke-
limesinin Kur’ân’da kullanıldığı mânalar arasında şunlar sayılabilir: “Çözmek”
14
,
“ihramdan çıkmak”
15
, “inmek”
16
, “çıkmak”
17
, “mubah ve serbest olmak”
18
, “helâl
kılmak”
19
.
Kur’ân’da “helal” kelimesi birçok türevi ile birlikte geçmekte ise de, Kur’ân’ın
hedefi helal olan bütün şeyleri teker teker sayıp dökmek değildir. Esas hedef, ha-
ram olan temel hususların belirlenmesi, bu konuda gerekli ilkelerin örnek kabilin-
den bile olsa sunulması ve aslında helal olduğu halde insanların yanlış inançlar se-
bebiyle kendilerine haram kıldıkları şeylerin helalliğinin yeniden hatırlatılmasıdır.
Bunun dışında kalan hususlar “eşyada aslolan ibahadır” prensibi gereğince zaten
helalin kapsamına dahildir. Ancak Kur’ân’ın bazı şeylerin helal olduğunu açıkça
ifade etmesi bazı sebeplere mebnidir. Bunların başında helal-haram mukayesesi
yapmak, daha önce yasak olan bazı hususların helal olduğunu bildirmek, helal kıl-
manın bir nimet olduğunu açıklamak gelmektedir. Şunu da ifade etmek gerekir ki,
bir şeyin helal olduğu sadece “helal” kelimesi kullanılarak ifade edilmez. Bir fiilin
12
Lâmişî, Ebu’s-Senâ Mahmûd b. Zeyd, Kitâbun fî usûli’l-fıkh, Beyrut 1995, 61; Semerkandî, Alâuddin, Mîzânu’lusûl,
Kâhire 1997, 44; Sadruşşeria, Ubeydullah b. Mesud, et-Tevzîh (Telvih ile birlikte, thk. Adnan Derviş), Beyrut ts., II,
271; Hudarî, Muhammed, Târîhu’t-teşrî’i’l-İslâmî, Beyrut 1988, 151; Koca, “Mekrûh”md., DİA, XXVIII, 581-582.
13
Bk. M. F. Abdülbâki, el-Mu’cemü’l-müfehres li elfâzi’l-Kur’ân’il- Kerîm, “hll” md.
14 Tâhâ,
20/27.
15 Mâide,
5/2.
16
Hûd, 11/39; Ra’d, 13/ 31; Tâhâ, 20/81.
17
Mâide, 5/ 2.
18
Bakara, 2/ 196, 228, 229; Mâide, 5/5, 88; Nahl, 16/116; Hac, 22/30; Ahzâb, 33/52.
19
Bakara, 2/275; Arâf, 7/157; Tahrîm, 66/11.