16
o ayarda bir dönüşümün adıdır. Nasıl
ki CHP
Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet ve Ulu-
sal Kurtuluş sürecinin merkezî devlet partisiy-
se, AKP de aynı süreçlerde çoğunlukla muhalif
kalmış, Abdülhamit rejimiyle uzlaşmış, Alman
hegemonyasına karşı İngiltere hegemonyasını
esas almış, laik ulusçuluğa karşı İslâmî milli-
yetçiliği geliştirmiş, Siyonist milliyetçiliğe karşı
Karaim Yahudi evrenselciliğiyle ittifak kur-
muş, ordunun 12 Eylül darbesinde desteklediği
Türk-İslâm ideolojisini kendine destek yapmış,
bizzat ordunun 28 Şubat süreciyle radikal mil-
lici Necmettin Erbakan’ın partisini parçalaması
sonucu hayat bulmuş uzun bir sürecin merkezî
ulus-devlet partisidir. Deniz Baykal önderliğin-
deki CHP’nin ana muhalefet partisi olması kar-
şılığında, R. Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde ku-
rulmuş stratejik hegemonik bir parti kimliğiyle,
yeni dönem Yeşil Türk faşizminin inşa edici ve
yürütücü gücü olarak, uzun bir tarihî
geçmişe
dayanan, hegemonik iç ve dış güçlerin desteğini
arkasına alarak iktidara oturmuş bir partidir.
AKP önderliğinde somutlaştırılmaya çalışı-
lan rejime İkinci Cumhuriyet veya Ilımlı İslâm
Cumhuriyeti demek erken bir yorum olacaktır.
Esas karakteri idea edilmesine ve anayasada ifa-
desini bulmasına rağmen, rejim hiçbir zaman
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti
haline gelememiş, kuruluşundan beri oligarşik
faşist karakterini hep korumuştur. Cumhuriyet
rejimi klasik anlamda hep bir ad olarak kalmış-
tır. Özellikle demokratik cumhuriyet haline
gelememiştir. Tıpkı CHP hegemonyasına karşı
olduğu gibi, AKP hegemonyasına karşı da de-
mokratik cumhuriyet ve anayasası mücadelesi
gündemde olacaktır. Dolayısıyla yaşanan bu sü-
rece oligarşik dikta ile ona karşı verilen demok-
ratik cumhuriyet mücadelesi dönemi demek
daha doğru olacaktır. ...
AKP iktidarının ilk sekiz yılı CHP’nin ilk
sekiz yılına (1923-1931) çok benzemektedir.
İkisinde de tek partili rejim egemendir. Tıpkı
1931’den itibaren (M. Kemal’in Serbest Fırka
denemesine rağmen) ağırlaşan İsmet İnönü ve
Recep Peker faşizmi gibi, AKP’nin de 2011 se-
çimlerinden itibaren (Hitler’in 1933 seçimlerin-
deki konumuna oldukça benzemektedir) dikta-
toryasını yoğunlaştırma ve kendi anayasasıyla
pekiştirme olasılığı yüksektir. Yine tıpkı döne-
min CHP’sinde olduğu gibi sürecin sancılı geç-
mesi ve iç çelişkilerin artması (Mustafa Kemal
ile İsmet İnönü arasında olduğu gibi) AKP’yi
farklı rotalara saptırabilir. R.
Tayyip Erdoğan ile
Abdullah Gül çekişmesi gelişebilir. Demokratik
uzlaşıya yatan bir kesim ayrışabilir. Demokra-
tik Türkiye ve Demokratik Anayasa olasılığı da
ciddi bir seçenek olarak gündemde ağırlığını
hissettirebilir. Her iki olasılıktan hangisinin
kesinlik kazanabileceğini hegemonik güçlerle
Türkiye’nin demokratik, sosyalist ve Kürdis-
tan’ın demokratik özerklik mücadelesinin du-
rumu belirleyecektir.
Yeni hegemonik iktidar döneminde Kürt
varlığı ve özgürlüğünü tasfiye amaçlı özel savaş
rejimi daha da güçlendirilerek yürütülecektir.
Zaten AKP’nin ordu şahsında rejimin eski ik-
tidar sahipleriyle yaptığı uzlaşmanın temelinde
Kürt varlığının (ontolojik gerçeklik) ve özgür-
lüğünün (bilinç ve örgütlülük) tasfiyesi ve kül-
türel soykırımın sürdürülmesi yatmaktadır.
İktidar başka türlü AKP’ye teslim edilemezdi.
1925’teki Siyonist milliyetçilik ve Türk ulusçu-
luğu arasındaki uzlaşmanın temelinde de Kürt
varlığının inkârı ve isyancı
güçlerin şiddetle
tasfiye edilmesi yatmaktaydı. Bu uzlaşma AKP
döneminde sadece olduğu gibi kabullenilmekle
kalmamış, İslâmî argümanlarla daha da güçlen-
dirilerek devam ettirilmiştir. Özcesi, her üç ana
akım milliyetçilik diğer tüm konularda birbirle-
rine karşı darbe yapıp kanlı mücadelelere girse-
ler de, Kürt gerçekliği karşısında hep ortak tavır
alırlar. Faşist rejimin ‘tunç yasası’ denen olgu
budur. Bu yasayı tanımayan hiçbir güce sistem
içinde yaşama ve siyaset yapma hakkı tanınmaz.
AKP hegemonyasının daha değişik taktik
uygulamaları ortak stratejiye (Kürt varlığı ve
Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi) ters düşmediği
gibi, bu stratejiyi daha yaratıcı biçimde başarıy-
la uygulamak için giriştiği taktik manevralar
olmaktadır. Örneğin R. Tayyip Erdoğan 2005’te
Diyarbakır’da önce “Kürt sorunu bizim de soru-
numuzdur” diyerek Kürt halkının önemli deste-
ğini arkasına aldıktan sonra, 2006’da çocuklar
ve kadınları kapsamına alıp daha da geliştirilen
TMK’ yı (Terörle Mücadele Kanunu’nu, tüm
Cumhuriyet dönemlerinin anti-Kürt yasaları-
nın en şiddetlisini) sinsice çıkarmaktan çekin-
medi. Çocukların ilk defa yaygın
olarak tutuk-
lanmaları, KCK operasyonları, hava saldırıları
bu stratejinin gereğidir. Psikolojik savaşın her
türlüsü, işbirlikçi bir Kürt sermaye grubunun
hem Güney hem de Kuzey Kürdistan’ın önemli
17
kentlerinde çekim merkezi olarak oluşturulma-
ya çalışılması ve sahte Kürtçü sivil toplum ör-
gütlerinin kuruluşu da bu yeni stratejiyle yakın-
dan ilgilidir. Buna işbirlikçi Kürt medyasını da
(psikolojik savaş araçları) eklemek gerekir. Spor
ve sanatın birçok dalı da benzer stratejik amaç-
larla kullanıma açılmıştır. Belki de en vahim
uygulama, Hizbul-kontra yerine Kürt Hamas’
ının oluşturulması deneyimleridir. Dinci yayın
ve örgütlenmelerin temel hedefi, son aşamada
KCK’ ye karşı kendi Kürtçü Hamas’ ını kurup
harekete geçirme ve başat kılmadır. Örneğin
Filistin’de mücadeleyle hiçbir ilgisi olmayan,
MOSSAD’ın FKÖ’yü zayıf düşürmek için kur-
durduğu Hamas, bugün FKÖ’yü ve özellikle te-
mel güç olan El Fetih’i
tasfiyenin eşiğine kadar
getirmiştir. Aynı model Kürdistan’da KCK’ ye
karşı geliştirilmeye çalışılmaktadır. Yeni dinci
liseler ve Kuran kursları da bizzat açıklandığı
gibi bu amaçla aceleyle tesis edilmektedir. Diya-
net İşleri Başkanlığı tüm camileri kültürel tas-
fiyeciliğin hizmetine sokmuştur. Din tamamen
politize edilip Kürt varlığının inkârında ve öz-
gürlük mücadelesinin karalanmasında kullanı-
lan bir araç durumuna indirgenmiştir.
Benzer yüzlerce uygulama yeni hegemonik
gücün sadece niyet ve politikalarını değil, çok
tehlikeli tasfiyeci planlarını da açıkça ortaya
koymaktadır. Nasıl ki CHP 1925-1940 dönemin-
de Kürt direnmesi ve varlığının kanlı tasfiyeci
ulus-devlet partisiyse, 2000’li yıllardan itibaren
AKP de aynen ve daha da ağırlaştırılmış ko-
şullar temelinde Kürt gerçekliğini ve Özgürlük
Hareketi’ni tasfiye etmeyi amaçlayan ulus-dev-
let partisidir. Şüphesiz içindeki bazı aykırı sesler
ve farklı dönemsel
uygulamalar stratejik ama-
cını değiştirmemekte, bilakis doğrulamakta-
dır. AKP’nin 2002 yılının sonundan itibaren el
altından PKK içinde yürüttüğü tasfiye hareke-
ti (ABD, Güney Kürdistan otoritesi ve PKK’ li
işbirlikçi tasfiyeci unsurlarla yürütülen tasfiye
girişimi), 2006’dan beri diyalog adı altında DTP
ve Avrupa’daki KCK temsilcileriyle sürdürülen
ve Abdullah Öcalan’a kadar yansıyan görüşme-
ler, aynı stratejinin duvarlarına çarparak boşa
çıkarılmıştır. Açık ki, bu barış düşmanı tasfi-
yeci strateji terk edilmedikçe, yeni AKP hege-
monyası altında özel savaş yoğunlaşarak devam
edecektir. AKP ve dayandığı iç ve dış güçler ba-
rış konusunda stratejik bir yaklaşımı
kamuoyu-
na açıkça deklare etmedikçe ve demokratik bir
anayasa için bağlayıcı kararlar almadıkça, Kürt
gerçekliğine ve Özgürlük Hareketi’ne yönelik
sergilenecek her tutum, eylem ve söylem tasfi-
yecilikten öteye bir anlam ifade etmeyecektir.
Sonuç olarak, çağdaş Kürt gerçekliğine
ve Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen son
iki yüz yıllık savaş giderek daha da ağırlaşan
bir kültürel soykırıma dönüşmüştür. Kürtler
amansız soykırım hamleleri altında varlıklarını
ve özgür yaşam tutkularını sürdürmeye çalış-
mışlardır. Çağdaşlaşan (modernleşen) Osmanlı
İmparatorluğu döneminde başlatılan Kürdis-
tan beylik, aşiret şefliği ve şeyhlik otoritelerini
tasfiye etme hareketleri, giderek Kürt kültürel
gerçekliğinin tasfiyesine yönelmiştir. Cumhu-
riyet’in ilk döneminde Beyaz Türk faşizmi bu
politikayı daha da
derinleştirerek tüm topluma
yaymış, Kürtleri ulus-devletin içinde eriterek
yok etmenin eşiğine kadar getirmiştir. Buna
karşı gelişen direnmeler, dayandıkları sosyal
temel ve önderliklerinin karakteri nedeniyle
tasfiyeyi daha da derinleştirmekten öteye so-
nuç vermemiştir. Cumhuriyet’in olgunluk dö-
neminde Kürt gerçeğini inkâr etme temelinde
varlıklarına izin verilen işbirlikçi katmanlar
daha da geliştirilerek kültürel soykırım derin-
leştirilmiştir. 1980’lerden itibaren içine girilen
çöküş döneminde, ABD’nin kendi çıkarları te-
melinde sağladığı destekle eşi görülmedik özel
savaş yöntemlerine başvurularak, Kürtlük sa-
dece Özgürlük Hareketi olarak değil, bizatihi
varlık (dil yasağında görüldüğü gibi ontolojik
varlık olarak da) olarak sona erdirilmeye çalışıl-
mıştır. Bu eşi görülmemiş kırım hareketlerine
karşı PKK öncülüğünde
geliştirilen Özgürlük
Hareketi, birçok eksikliğine ve yanlışlıklarına
rağmen, sadece Kürt kültürel varlığını kesinleş-
tirmekle kalmamış, özgürleşen varlık olarak da
önemli bir aşamaya taşımıştır.
Türk hegemonik güçlerinin KCK’ ye karşı
tasfiyeci özel savaşının önümüzdeki dönemde
stratejik, politik ve toplumsal açıdan önemi bü-
yük olan gelişmelere yol açacağı kesindir. Stra-
tejik barış kararı verilmezse, Kürdistan somu-
tunda ve giderek komşu coğrafyalarda gelişecek
olan en önemli bir olasılık da demokratik mo-
dernite perspektifli devrimci halk savaşının üst
boyutlarda gelişimidir; öz savunma savaşıyla iç
içe demokratik özerk yönetimlerin ekonomik,
sosyal, kültürel, hukuksal ve diplomatik boyut-
larda geliştirilmesidir.