20
imha kültürünün içyüzünü açığa çıkarmak için
tarih çizgisini ısrarla sunmaya çalışmaktadır.
Hem sınıflı, kentli ve devletli uygarlık kül-
türü, hem de bu üçlüye karşı varlığını
koruyan
toplum kültürleri bir bütündür. Bütünlük hem
birbirlerine karşıtlık temelinde hem de kendi iç-
lerinde geçerlidir. Bu gerçeğe tarih boyunca en
çok Anadolu ve Mezopotamya kültürleri arasın-
da rastlamaktayız. Uygarlığın üst tabakaları için
geçerli olan iktidar ve devlet olguları, bu iki coğ-
rafya içinde hep iç içe olup bir bütünlük teşkil et-
miştir. Bütünlük her alanda geçerlidir. Özellikle
ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda kendini
hep belli eder. Sümer, Akad, Babil, Asur, Hitit,
Mitanni, Urartu, Med, Pers, Helen, Roma, Bi-
zans ve Osmanlılardan Türkiye Cumhuriyeti’ne
kadar ana nehir halinde bütünsellik arz eden
bir toplumsal kültür yaşanır. İster egemenler
ister boyun eğdirilmişler açısından olsun, bü-
tünlük esastır. Bütünlükle birlikte kavranması
gereken diğer husus yerel farklılıktır. Bütünlü-
ğün olabilmesi için farklılık gerekir. Farklılığa
dayanmayana bütünlük denmez; zoraki veya
günümüz deyişiyle faşist tek tip yaşam denir.
Tarih boyunca Kürt-Türk ilişkilerine bu ta-
rihsel bütünlük içinde bakmak gerekir. Bu ne-
denle ilgili bölümlerde 1071 Malazgirt Savaşın-
dan 1919-1922 Anadolu ve Mezopotamya’daki
Ulusal Kurtuluş Savaşlarına kadarki süreç ta-
nımlanmaya çalışıldı. Dikkat çekmekle yetiniyo-
rum. Bu hususa şunun için ısrarla değiniyorum:
Deniliyor ki, tarihte belirgin bir Kürt egemenli-
ği ve devlet sistemi oluşmamıştır. Bu zihniyete
karşı bütünsellik ve farklılık kavramını tanım-
lamaya çalıştım.
Sümerlerden günümüze kadar
Anadolu’da ve Mezopotamya’da oluşan tüm
uygarlıklarda, bu uygarlıklara yol açan iktidar
ve devletlerde hükümranlık ortaktır. Bütünlük
arz eder. Egemenliği ve devleti ulus-devlet gibi
düşünürsek büyük hatalara düşeriz. Ulus-dev-
let kapitalizmin son iki yüzyılını aşmayan ikti-
dar formudur. Binlerce yıllık iktidar formunda
ulus-devlet geçersizdir. Yaygın egemenlik for-
mu kent devleti ve evrensel imparatorluktur.
Bunlarda da kültürler ortaklaşa temsil edilirler.
Anadolu’daki ilk devlet olan Hitit devleti
Mezopotamyasız düşünülemez. Kaldı ki, tarih
Hitit prensleri ve prensesleri ile krallıklarının
Hurri kökenli yani Proto-Kürt olduğunu kanıt-
lamış bulunmaktadır. Yine komşusu ve akrabası
olan Mitanniler Kuzey Mezopotamya merkezli
ilk devlet olarak Hititlerle iç içedir. Birinin sı-
nırının nerede başladığı, diğerininkinin nerede
bittiği belli değildir. Asur ve Urartularda da aynı
gerçeklik söz konusudur. Med-Persler zaten iç
içe gelişip yaygınlaşmışlardır. Helen, Roma, Bi-
zans ve Osmanlı’da da Kürt gerçeği bağlamın-
da aynı gerçeğin yaşandığını iyi bilmekteyiz.
Sadece iktidar ve devlet kültüründe değil, tüm
toplumsal kültür alanlarında benzer ortaklıklar
yaşanır. İslâmiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik
aynı kökenli dinlerdir. Kültürel ortaklığın en
belirgin örneğini teşkil ederler. Batı
kapitalist
modernitesi Ortadoğu kültürlerinde ulus-dev-
let formunu bilinçli olarak egemen kıldı. Es-
kiden hep tek evrensel imparatorluk formuyla
temsil edilen iktidar ve devlet olgusu yerine,
halkların onlarca parçaya bölünüp birbirleri-
ne karşıtlaştırılması üzerinde inşa edilen zayıf
ulus-devletler temelinde Ortadoğu’nun kültürel
parçalanması ve yeni-sömürgeleştirilmesi sağ-
lanmıştır. Böylelikle bölge kapitalist sistemin
hegemonyası altına alınmıştır. Bir alt hegemo-
nik güç olarak inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti
bile, dayandığı temel olan Misak-ı Milli’nin en
önemli parçalarından biri olan Musul-Kerkük
yani Irak Kürdistan’ı kopartılarak, topal ördek
misali daha doğuşunda topal bir şekilde yaşa-
maya mahkûm edilmiştir. Geleneksel Anadolu
ve Mezopotamya bütünlüğü
bilinçli olarak, hem
de birbirlerini inkâr ve karşıtlık temelinde par-
çalanmıştır. Bütünlük faşist tek tip yaşama kur-
ban edilirken, bütün farklı kültürler de inkâr ve
imhaya yatırılarak yokluğa terk edilmişlerdir.
Kürt üst tabakası yani iktidar ve devlet mese-
lesiyle ilgilenen kesimler, Sultan Alparslan’dan
M. Kemal’e kadar ortak iktidar ve devlet kül-
türüyle hareket etmişler, bu tutumu halka da
benimsetmişlerdir. Kendi kültürel farklılıkları
için bir güvence ve statü geliştirmiş olamama-
ları sınıfsal yapılarıyla bağlantılı olsa da, halkın
kendisi de hem stratejik hem de tarihsel-top-
15 Şubat 1925 soykırım
komplosundan sonra, stratejik
olduğu kadar aynı ümmetten
olmaya dayalı dokuz yüz yıllık
tarihsel-toplumsal ilişkiler bir
günde yok sayıldı
21
lumsal açıdan ortak bir devlet kültürünü çıkar-
larına daha uygun bulmuştur. Uygun bulmuş-
tur diye de suçlanamaz. Suçlanması
gerekenler
halkların bu tarihsel beraberliğini hukuki sta-
tüye bağlamak ve demokratik yönetime kavuş-
turmak yerine, inkâra ve imhaya yeltenenlerdir.
Sonradan yanlışlığını kabul edip öz eleşti-
risel temelde aşsa da, PKK’nin doğuşunda bu
imha ve inkâr kültürüne karşı reel sosyalist
bir ulus-devletçi zihniyetle çıkış yapması an-
laşılır bir husustur. Sosyalist bakışla da olsa,
ayırıcı ve bölücü ulus-devletçiliğe karşı ayrı bir
ulus-devletçilikle karşılık vermek, kapitaliz-
min oyununa düşmek olur. Dünya halkları bu
temelde ‘böl-yönet’ politikasının tuzağına dü-
şürülmüşlerdir. Sosyalistler hiçbir koşul altın-
da ulus-devletçiliği savunamazlar. Kapitalizme
karşı olmanın en başta gelen ilkesi, ister ezen
ister ezilen uluslar veya halklar adına olsun,
ulus-devlet formunu kabul etmemektir. Genel-
de olduğu gibi, Kürt-Türk ilişkilerinde de tarih
boyunca ortak kültürel temellerde yaşanan bü-
tünselliği her koşul altında savunmak, sosyalist
olmanın ikinci başta gelen ilkesidir. Kaldı ki,
en son Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolda,
Misak-ı Milli ilanında,
Amasya Tamiminde ve
TBMM’de ortak bir strateji etrafında hareket
etme dışındaki her tavrın iki halkın da mah-
vına yol açacağı, başta M. Kemal olmak üzere,
sürecin tüm önemli simaları tarafından dile ge-
tirilmiş ve belgelenmiştir. Ortak bir statü hem
de çağdaşlık adına birlikte ve gönüllü olarak
kabul edilmiştir. Sonraki komplocu ve darbeci
yaklaşımlar, Cumhuriyet’in asli unsurları ola-
rak Türkler ve Kürtlerin gönüllü ortak statü
gerçeğini ortadan kaldıramaz. Cumhuriyet ta-
rihi boyunca aynı komplocu ve inkârcı zihniyet
tarafından dayatılan asimilasyonist, kültürel
soykırımcı yöntemler
de gönüllü olduğu kadar
belirleyici tarihî değeri olan ve ilk Anayasada
(1921) da belirlenen statüyü geçersiz kılamaz.
Bu gerçeklik Kürdistan’ın diğer bölgelerin-
deki Kürt toplumsal yaşamı için de geçerlidir.
Kürtler hiçbir devlet tarafından fethedilme-
mişlerdir. Kendilerine yönelik hiçbir fetih, işgal
ve ilhak statüsü yoktur. Yani siyasal ve hukuki
açıdan statüleri, içinde yaşadıkları devletlerle
gönüllü ortaklık temelinde oluşmuştur. Hem
tarihsel zihniyetleri hem de toplumsal kültürleri
açısından bu yönlü bir geleneği -modernitenin
ulus-devletçiliği tarafından kendilerine pahalı-
ya mal edilse de- yaşamayı esas almışlardır. Bu
gelenek halen varlığını sürdürmektedir. İlgili
ulus-devletlerin bu gerçeği çok doğru kavrayıp
dayattıkları inkâr ve imha siyasetini terk ede-
rek, tarih ve toplumla barışarak hakikate değer
vermeleri gerekir. Aksi halde çoktan anlaşıldığı
gibi sadece topal yürümekle kalmayacaklar, her
faşist ulus-devletin başına geldiği, yaşadığı gibi
kendi felaketlerini de bu imha ve inkâr siyaseti
ve uygulamalarında yaşayacaklardır.
KCK bu tarihsel ve toplumsal gerçeklerin
bilince çıkarılması ve ulus-devletçiliğin kapita-
lizmin bir tuzağı olduğunun anlaşılması sonu-
cunda, PKK tarafından halkın
kendi demokra-
tik yönetim sistemi olarak ilan edilmiştir. KCK
ulus-devletçiliğe karşılık Kürt ulus-devletçiliği
değildir. İlkesel olarak bunu reddeder. İster bir
ulus-devlet çatısı altında (eğer demokrasiye
bağlılığını kabul ediyorsa) ister kendi başına
bağımsız olsun, Kürt halkının kabul edeceği
siyasi otorite kendi demokratik özerk yönetimi-
dir. KCK bu modelin Kürtlerin payına düşeni-
dir. Türkçe karşılığı özce toplumun demokra-
tik olması anlamına gelir. Sistem olarak bütün
halkların ulusal şovenizme, sınır kavgalarına,
bürokrasiye, milliyetçiliğe ve ulus-devletçiliğe
düşmeden, ortaklaşa ve gönüllü siyasi otori-
telerini inşa etmeleri demektir. Ulus-devletle-
rin çatısı altında yaşamayı ancak demokratik
özerk yönetimlerinin tanınması şartıyla kabul
ederler. Bu yaşam tarzı devletlerin federal veya
konfederal temelde düzenlenmesi anlamına da
gelmemektedir. Devletlerle
bu temelde anayasal
uzlaşmaya gidilmemektedir. Toplumun demok-
ratik özerk yönetiminin tanınması temelinde
‘demokratik anayasal uzlaşma ‘ya gidilmekte-
dir. İkisi arasında köklü farklar vardır.
KCK Türkiye, İran, Irak ve Suriye ulus-dev-
letleri içinde, ayrıca Irak Kürt Federe Devleti
karşısında da demokratik özerk bir oluşum ola-
rak en ideal ortak, eşit ve özgür yaşam projesidir.
Tarihsel-toplumsal gerçekliğin de kanıtladığı
gibi, tüm bu devletlerle var olan sorunların an-
cak demokratik özerklik temelinde, barış içinde
ve demokratik siyasal yöntemlerle çözülebile-
ceğine inanmaktadır. Bunun bilinci, kararlılığı
ve hazırlıkları içindedir. Eğer ulus-devletler bu
gerçekleri ve demokratik anayasal çözümleri
kabul etmezlerse, kendini demokratik
özerk bir
siyasi otorite olarak yaşatabilecek ve savunabile-
cek güç ve kararlılıktadır.