Uygarlik tariHİ Server Tardlli



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə41/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   46

Çoksesli müziğin Cumhuriyet dönemindeki ilk öncüleri olarak kabul edilen beş bestecimiz (Cemal Reşit Rey, Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Haşan Ferit Alnar, Necil Kâzım Akses), yetiştikleri ortamlarda, çağlan için geçerli ve önemli bazı akımların etkisini sürdürürken, ulusal kaynaklardan da yararlanma yolunda denemeler yapmışlar; bu tür öğeleri sayılı örneklerde başarıyla kullanmışlardır.

Ayrıca, yetiştirdikleri yetenekli gençler, Cumhuriyet döneminin ikinci besteciler kuşağım oluşturur. Bunlar arasında Ekrem Zeki Ün, Mithat Akaltan, Sabahattin Kalender, Ferit Tüzün, Bülent Tarcan, İlhan Usmanbaş ile Bülend Arel, ilk akla gelen adlar.

Bu zenginleniş, daha yeni adlarla gelişmesini sürdürüyor.

Sonuç olarak, çoksesli müziğin son elli yıl boyunca gösterdiği gelişme, aslında ilgi çekicidir. Türk bestecileri, genellikle çağlarının gerisine düşmemek için çaba harcarlarken, geçmişten kalan teksesli müzikle, zengin ve renkli folklora da eğilmişlerdir. Batı tekniğini ve ulusal kaynakları birleştiren müzik çalışmaları, müzik sanatının gelişmesi bakımından olumlu bir bireşimin simgesi olmuştur. Ne var ki, bu bireşim, halka ulaşan, halkın malı haline gelen bir müzik yaratılmasını sağlayamadı; ancak mutlu bir azınlığın sanat gereksinmesini karşıladı. Çoksesli müziğin halka götürülmesi, halkça benimsenmesi -yüz ağartıcı bütün başarılara karşın- Cumhuriyetin yarım yüzyılda gerçekleştiremediği adımlardan biri olmuştur.



Türkiye'de "müzik politikası"tu nasıl ayarlamalı?

Her alanda olduğu gibi, müziğimiz de bir kargaşa içinde.

Önce bir olaydan bahsedelim: Son yıllarda, "Arap taklidi" bile değil, düpedüz "Arap kopyası" olan bir müzik türünün örnekleri çevremizi sarmıştır. Uzmanların dilinde "arabesk" diye geçer bu müziğin adı.

"Dolmuş müziği" dendiği de olur.

Doğu kaynaklı ezgilerin, yalvarıp yakarma, inleme, acı çekme gibi duyguları dile getirecek biçimde kullanılması bu.

Bir "tür" değil, bir "üslup" açıkça.I

Dikkati çeken bir nokta da, dışa bağımlı kapitalistleş- meye koşut olarak yaygınlık kazanmış olması. Hiçbir kültürel değer yaratmayan burjuvazinin, önüne gelen en yoz, en geri, en yetersiz değerleri benimseyip, benimsetmekteki ustalığının bir örneği bu da. Burjuvazi, bir yandan Ba- tı'daki disko müziğine ve hafif müzik ürünlerine Türkçe söz döşeyip "aranjman" soytarılığına yol açarken; halkın belli bir kesimine de "arabesk"i götürmüştür.

Biri, içkili gazino ve tavernalarda mezelik; öteki afyon!

Mümtaz Soysal'ın dediği gibi, aslında küçümsenmemesi ve üzerinde titizlikle durulması gereken bir olayla karşı karşıyayız.

"Arabesk" dediğimiz şey, müzik alanındaki "tarihsel yamlgı"nın bir sonucu değil mi acaba?

Yasaklarla, zorlama yayınlarla bir müziği ortadan kaldırabileceğimizi sandık, ortaya "arabesk" çıktı.

Tıpkı gizli Kuran kursları, sıkmabaş modalar gibi...

Hemen bütün tarihsel yanılgılar kadar bunun da üzerine bilinçli, akıllı ve dikkatli bir biçimde eğilmek gerekiyor. Halkı "arabesk" müziğine iten etkenler nelerdir? Eksik kalan nedir? O yığınlara nasıl yaklaşmak doğrudur? İtici bir "kültür patronluğu"na sapmadan müzik zevki nasıl geliştirilebilir?

Bütün bunlar, uzmanlık ve ustalık isteyen konulardır.

Ama, herhalde, Türk toplumunu, her alanda olduğu gibi, müzikte de yaşadığı "keşmekeş"ten kurtarıp, bir "bütünlüğe" varmak için hayli dikkatli çabalar harcamak gerekiyor.

Müzikte ulusal bir bileşime de bu çabalar sonunda varılacak.I

DAHA ÇOK BİLGİ

"Atatürk Devrimleri İdeolojisinin Türk Müzik Kültürüne Doğrudan ve Dolaylı Etkileri" (Açık oturum, 8.11.1978), Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü Yayınları, İstanbul, 1980.

Muammer Sun, Türkiye'nin Kültür-Müzik-Tiyatro Sorunları, Ajans Türk Kültür Yayınları, İstanbul, 1969.

OKUMA


TÜRK SAZI VE RUHİ SU

Saz, bu üç telli Türk çalgısı, kendisine söz geçiren kişiyle, Âşık'la özdeştir. Saz her şeyi bilir, duyar, canlıdır, falcıdır. Duvardaki bir çiviye asılı bekler. Âşık uzaklarda olsa bile onun titreşimlerini yansıtır.

Şimdi bana söylenenleri aktarıyorum:

"Sazın kopan tellerinin inilemesi, kimi zaman, yer yer geceyi böler, uyuyanları hoplatır, köpekleri ulutur, atlara çifte attırır, öküzleri böğürtür, sanki yer yerinden oynamıştır; çünkü bilmem nerede kötü bir şey olmuş, ya âşık, ya dostu ya da sevgilisi ölmüştür..."

Saz yalnız ve ancak âşık aracılığıyla, ondan yaşadığından, onun özelliklerini, kişiliğini, alışkanlıklarını kazanır; "layık ol- mayan"m elinde ses vermez, hatta kendisine dokunmasından bile hoşlanmaz.

Âşığa gelince, büyülü sözün etkisine kapılmış, düzene baş- kaldırmış bir köylüdür.

Gerçek âşık için "çok yanık söylüyor" denir. Âşık "yanık yanık" söyler ve artık durduğu yerde duramaz, köy köy dolaşır, ilden ile göçer, türkü onu geçici bir süre yatıştırır. Bütün Türkiye'yi dolaşır, bununla yetinmez, daha uzaklara, başını alıp yaban illere gider.

Âşıklar kimi zaman Fransa'da Citroen fabrikasına bitişik bir

biraevinde, kimi zaman da Batı Almanya'daki B.G. Farben yakınlarındaki biraevlerinde boy gösterirler. Yurt sazıdır, her şey yitip gitmemiştir. Âşık, Almanya'ya göç eden 700.000 işçiye eşlik eder. Zaten âşıklar öteden beri, Orta Asya'dan tutun da Anadolu'ya, Balkanlar'a dek uzanan bütün büyük Türk göçlerine öncülük etmiştir.

Âşıkların müziği, şiiri, bir rastlaşmanın ürünüdür: Önce Şaman dinine bağlı olup sonradan Müslümanlığı benimseyen ve Orta Asya'dan kalıp Anadolu'ya gelen büyük insan seliyle ilkin Dionisos'a tapan, sonra Hıristiyan olan yerli halkın rastlaşmasının ürünü.

Birincilerin İslamlığıyla İkincilerin Hıristiyanlığı, bütün katı gelenekçilerin, bütün yöneticilerin saçlarını diken diken edecek nitelikteydi!

Yönetenlerle yönetilenler arasındaki çatışmalar çok korkunç oldu. Bizans ordularıyla Sultan orduları sınırsız Hıristiyan ve Müslüman kanı akıttı. Saldırıya uğrayan halk da şöyle türküler yaktı:

Bir Allah'ı tanıyalım Aı/n gayrı bu din nedir?

Senlik benliği nidelim,

Bu kavga döğüş, kin nedir?

Bursa'da XV. yüzyılda, Papa'nın başkanlığında yapılan bir toplantıda İslamlıkla Hıristiyanlık birleştirilmek, birbirinin içinde eritilmek istendi. İznik'in Simavna kasabasında kadılık eden bir beyin oğlu bilgin Şeyh Bedreddin'in yönettiği, sonra Balkanlar'a, Bulgaristan'daki Ağaç Denizi'ne sıçrayan büyük halk ayaklanması da XV. yüzyıldadır. Anadolu'nun yoksul Türk, Yunan, Yahudi ve Ermeni köylülerini aynı sancak, aynı kardeşlikte toplayan ilke: "Yârin dudağından gayri her şeyde ortak" olma özlemiydi.

Bilginler olsa, ilkel toplumculuk derdi... Bana sorarsanız, hiç de o kadar ilkel değil. Daha yalın terimlerle söylersek, bu, bütün emekçilerin, tarih boyunca kardeşçe, özgür yaşama duydukları özlemdir.

Türk âşıkları, daha Anadolu'ya ayak basar basmaz, bu umudun taşıyıcıları olmuşlardır. XIII. yüzyıldaki büyük "Babai" ayaklanması, lal renkli çııha külahlar giymiş, sırtlarına dikişsiz cüppeler geçirmiş, yanlarında kocaman gözlü evcil geyikler gezdiren insanların istilacı Moğollarla işbirliği yapan Selçuklulara başkaldırmasıdır.

"Baha' lar başkaldırılarını türküye dökmüşler, saz da onlara eşlik etmiştir.

Çok iyi tanırım bu savaş erlerini.

Homeros'un doğduğu, yaşadığı yerlerde yaşayan bu yiğitler, Homeros gibi yalnız gönül gözüyle görür, aydınlanırlar, kapalı gözle her şeyi görür, her şeyi, hatta geleceği bile bilirler.

Gözü görmeyen köylü âşık Senem Bacı'ya Çorum'un köylerinden Dağ Saray'da rastlamıştım. Bana hem o günkü halimi, hem de geleceğimi anlatan bir hoşgeldin türküsü söylemişti. Köyde anlatılanlara bakılırsa, böyle türkülü falcılığın ustasıymış.

Daha başka âşıklarla karşılaştım. Örneğin, kendi adını verdiği küçük Veysel'e yaslanarak yürüyen büyük ozan Âşık Veysel'le tanıştım; şöyle diyordu toprak için:

"Benim sadık yârim kara topraktır..."

Geliyorum Ruhi Su'ya. O, ömrünü âşıklara ve türkülere adamış insandır. Yitik dizeyi şurada, başka birini ötede bulur; bir ezgiyi şu bölgede saptar; sazdaki bir iniş çıkışı başka bir yerde. Bir müzik bilgini gibi değil, bir müzik vurgunu, kendine özgü bir âşık gibi çalışır; bir "türkü devşiricisi"dir o. Galiba Toros eteklerinde işittim bu lafı, durmadan türkü aradığını, zamanın yıkıntıları arasından türkü bulup çıkardığını anlatmak istiyorlardı besbelli.

Ama Ruhi Su kelebek avcısı değildir. Kelebeklerin karnına iğne batırıp cam altına yerleştirmez, okur onları, yüzyıllarca deniz altında kalmış Eski Çağ yontularına yapıldığı gibi, üstlerindeki zaman köpüklerini temizleyerek o güzelim sesiyle söyler; yaşar; altta yatan başyapıtı ortaya çıkarabilmek için, üstteki yosunlarla kabuklu hayvanları büyük bir dikkatle kazımak gerekir. Ruhi Su, eşsiz bir sabırla başarır bu işi.

Onun sayesinde canlanan türkülerin aralıksız yetkinleşmesini, bu titiz yaratıcının çalışmasını kuşaklar (bir mi, iki mi, üç mü?) izleyegelmiştir.

Yirmi yıllık aradan, yurdumdan ayrı geçirilen yirmi yıldan sonra, yeniden dinledim bu türküleri, -deyim yerindeyse- daha bir güzelleşmiş, billurlaşmışlardı. Her aşaması insana sönmüş gibi gözüken bu yetkinleştirme araştırısının sonu yoktur.

Ruhi Su, bu yapıtı, belirli zaman aralıklarıyla gözaltına alınarak, izlenerek, köşelere kıstırılarak, hapse atılarak yaratmıştır. Neden mi? Yozlaşmaz saygınlığıyla direngenliğini simgelediği Anadolu Türk köylüsünün büyük başkaldırı dizisinin bir halkası olduğu için belki.

Ruhi Su yakışıklıdır, saygındır. Bir Hitit yontusu gibi genç ve ölümsüzdür.

Üç telli saz, Ruhi Su'nun elinde, en güzel gitarların beş teline denktir.

Ruhi Su'nun sazında, çeyrek tonlar, hem kesik kesik, hem de birbirine bağlı bir deyişe eşlik eder; ansızın çok özel bir titreşim işitilir, müziğin doruğuna çıkan çalgıyla insanın sarmaş dolaş olduğu görülür, dünyanın olumsuzluğuna karşı açılmış bir savaş, bir öç almadır bu.

Üstelik iş bu kadarla da kalmaz, Ruhi Su yeni ezgiler bestelemiştir. Ne olursa olsun, her kuşakta söylenecektir bunlar; bu ezgiler, çağımıza tanıklık edecektir.

(Abidin Dino, "Saz ve Ruhi Su Üstüne Notlar", Guitare et Musique Dergisi, Çev. Bertan Onaran)

SORULAR


  1. Türklerin, tarihleri boyunca müziğe verdikleri önemi belirtiniz.

  2. Günümüzde, Türk müziği denilince ne anlaşılır?

  3. Türk halk müziğinin özelliklerini belirtiniz. Bizde, halk müziği üstüne çalışmalar ne zaman başlamış, nasıl bir gelişim izlemiştir? Türkiye'de "âşıklar müziği", sosyal planda neyi dile getirir? Ruhi Su'nun, Türk halk müziğinde, giderek müziğimizdeki yeri nedir? (Okuma parçasını okuyunuz.)

  4. Klasik Türk müziğinin nitelikleri nelerdir? Bu müzik hangi aşamalardan geçmiştir? Bu aşamaların özellikleri nelerdir? Dede Efendi, bu aşamalardan hangisinde yer alır ve ne gibi bir rol oynamıştır?

  5. Tek sesli müzik, Cumhuriyet döneminde, devletçe niçin horlanmıştır? Bu müziğin bugünkü sorunları nelerdir? Müziğimizdeki "Arabesk" olayı hakkında ııc düşünüyorsunuz?

  6. Batılı "çoksesli" müzik, Türkiye'ye ne zaman ve nasıl girer?

7 Çoksesli müzik, Türkiye'de, bugün başlıca kaç yönden gelişmektedir?

  1. Çoksesli müzikte, ilk "Türk beşleri"nin içine hangi besteciler girmektedir? Bunların katkıları ne olmuştur? Bunlardan Adnan Saygun'un eserleri ve görüşleri hakkında bilgi veriniz. "İkinci Kuşak" bestecileri içinde kimler yer alır? Her birinin eğilimlerini belirtiniz.

Çoksesli müziğin, Türkiye'de, bugüne değin gelişiminden çıkarılacak genel sonuç nedir? Gelecek için ne yapmalı, nasıl bir "kültür politikası" izlemelidir?

BOLUM IX

MİZAH VE KARİKATÜR

Kültürümüzün en zengin alanları arasındadır mizah ve karikatür. Çok eski ve derin bir mizahımız var. Karikatürümüz ise, özellikle son yıllarda büyük gelişmeler kaydetmiştir. Mizahçımız gibi karikatüristlerimiz arasında da uluslararası şöhretler yaşıyor bugün.

MİZAH


Mizah deyince ne anlaşılır?

Tarihte, hemen her ülkede mizahın şahlandığı dönemler vardır. Örneğin eski Yunan'da güldürünün babası Aristófanes, Selçuklularda Nasrettin Hoca, Fransa'da Moliere, bizde Marko Paşa dönemleri, mizahın şahlandığı, doruğuna vardığı zamanlardır.

Nedir bu dönemlerin özellikleri?


  • Aristofanes'in yaşadığı ortama şöyle bir bakalım: Pe- rikles iktidarında Atina altın çağını yaşamıştı. Onun ölümünden sonra, yalnız kendi çıkarlarını düşünen şarlatanlar, şımarık soylular iktidara geçer. Atina halkı da yoksulluğa düşer onlar iktidardayken. Bir yandan İsparta'ya karşı savaş körükleniyor, Atina halkı aşırı ordu harcamaları yüzünden büyük sıkıntılara giriyor; öte yandan da halka baskı artıyordu. Halktaki, Perikles döneminin altın çağı anısı, gelecek için özlemi olup çıkar.

İşte, dünya güldürüsünün babası Aristófanes, böyle bir ortamda ölümsüz mizah eserlerini yarattı.

  • Nasrettin Hoca döneminin ortamını ele alalım: Selçuklu hükümdarı I. Alaettin Keykûbat zamanında (12201237) ülke zenginleşmiş, görkemli anıtlarla süslenmişti. Selçuklu Türkleri tarihlerinin en ileri aşamasına varmışlar, üstün bir uygarlık düzeyine yükselmişlerdi, i. Alaettin Keykûbat'tan sonra, o gücün birikiminin etkisiyle Selçuklular bir süre daha parlak yaşam sürdüler. Ama bu dönemde, gittikçe zenginleşen yönetici sınıfla yoksul halk arasındaki ayrım uçurumlaştı; bu arada amansız, kıyıcı Moğol akmları ülkeyi sarstı. Selçuk beyleri, karılarını, kızlarını bile, işgalci Moğol komutanlarına sunmaya başladılar. Bu çöküntü, bu kokuşmuşluk içinde halk, eski altın çağını geleceğin özlemi olarak duyuyordu.

Nasrettin Hoca, işte böyle bir ortamda yaşamış, Nasrettin Hoca fıkraları adı altında toplanan o büyük halk mizahı böyle bir ortamda oluşmuştur.

- Marko Paşa'mn çıktığı döneme gözlerimizi çevirelim: Bir Mustafa Kemal çıkıyor... Türk halkı, dünya tarihinde ilk kez, sömürücü emperyalistleri yurdundan kovup bağımsızlığına kavuşuyor. Kuruculuk ve yapıcılık başlıyor. Yoksulluk vardı, ama geleceğe de umut vardır. Bir bakıma Cumhuriyet'in altın çağıdır o yıllar. Sonra ne olur? II. Dünya Savaşı sonunda, savaşa girmemiş Türkiye'nin yoksulluğu, zorba yönetim, karaborsa zenginleri, halk kan ağlıyor. Ve dünyaya, emperyalizme karşı savaşta ilk zafer örneğini veren Türkiye, Truman doktriniyle Amerika'ya bağlanıyor. İstanbul'un işgalinde Yunan, Fransız, İngiliz, bayrakları asılan Beyoğlu'nda, bu kez "VVellcome U. S. Navy", "Fresh Beer", "Nice Giriş" levhaları asılmıştır.

İşte Marko Paşa mizahı, böyle bir dönemin ürünüdür.

Şimdi bu büyük mizah dönemlerini incelediğimiz zaman, ortaklaşa şu benzerliği görürüz: Halk, daha önce bir altın çağ yaşamıştır ya da yaşanmış bir altın çağın öyküsünü önceki kuşaklardan dinlemiştir. Bu altın çağı yaşamış ya da dinlemiş olan halk, yönetenlerin ağır baskısı altındadır ve sıkıntılarla kıvranmaktadır. Geçmişin bir tatlı düşü, güzel bir anısı olan o altın çağ, geleceğin de bir umudu, bir özlemi olur. Bu durumda halkın yapacağı iki şey vardır: O eski altın çağı yeniden gerçekleştirmek için, buna engel olan baskıcı, zorba iktidara başkaldırmak; buna olanak bulamazsa, silaha sarılıp deviremediği iktidarı içinden çürütüp yıkmak için, onunla alay etmek!

Silahın yerine mizahı kullanmak yani.

Mizah, daha doğrusu büyük mizah ve mizahçı, top- lumlarda işte böyle ortamlarda doğar ve çok önemli bir görev yüklenir.



Türkiye'de mizahın gelişimi

Türk halk edebiyatında, yazılı eserlerle birlikte sözlü gelenekte de, günümüze değin süren, zengin bir mizah birikimi vardır.

"Fıkralar", geniş yer tutar bunlar arasında.

Nasrettin Hoca başta olmak üzere, Bekri Mustafa'nın, İncili Çavuş'un fıkraları, hele hele Bektaşi fıkraları... Seyirlik oyunları da (Karagöz, Ortaoyunu), bütünüyle mizaha dayanan gösterilerdendir. Bunların hepsi de halkımızın, yaşam ve toplum koşulları karşısındaki alaycı tutumunu, yer yer öfkesini, giderek hıncını dile getirirler.

Güldüren, ama güldürürken de düşündüren şeylerdir bunlar.

Divan edebiyatı da, mizahta zengin örnekler ortaya koymuştur.

Bunlar incelik taşıyan güldürücü hikâyelerden, sövme biçimindeki yergilere değin çeşitlidir. İçlerinde ancak yer yer mizah öğesi taşıyanlar bulunduğu gibi, doğrudan doğruya mizah amacıyla yazılmış manzum (Şeyhi'nin Harname’si, Delbirader'in Cernanıe'si, Nef'i'nin Sihamı Kaza’sı, Galip Paşa'nm Mutayebatı Türkiye’si vb.), mensur (Lâmi'nin Nefsülemrname’si, Tıfli'nin Sansar Mustafa'sı, Ebubekir Kâni'nin Hırrename'si ve mizahi mektupları vb.) eserlerle, halk fıkralarını toplayan derlemeler (Nasrettin Hoca fıkraları, tiryaki ve sarhoş hikâyeleri, esnaf hikâyeleri, vb.) yer alıyordu.

Tanzimat'la beraber, Batı etkisindeki edebiyatın gelişmesine ayak uydurur mizahtaki gelişme de. Siyasal olayları (Ziya Paşa'nm Zafername ve Şerhi adlı eseri), töre ve dav-



ramşları (Ali Bey'in Lehcetül Hakayık'ı) yergi konusu yapan eserler, bu gelişmeyi hazırlar. Diyojen dergisinden başlayarak, mizah dergileri de bu gelişmeye yardımcı olur.

Ne var ki, çağdaş Türkiye, bunalımlarla doludur ve mizah da iktidarların gözünde korkutucu bir silahtır. Öyle olduğu içindir ki, istibdat dönemi, savaş yılları, Cumhuri- yet'in ilanından sonra İstiklâl Mahkemelerinin faaliyette bulunduğu yıllar, sıkıyönetim yılları, tek parti baskısının yoğunlaştığı dönemler boyunca mizah, baskı altında tutuldu. Öyle de olsa mizah, Türkiye'de, çevresini ve içeriğini genişleterek ve zenginleştirerek, dar çevrelerden geniş kitlelere, kişiselden sosyale, eğlendirici olmaktan uyarıcı, bilinçlendirici olmaya doğru gelişti.

Bu gelişmeyi bugün de sürdürmekte...

Mizah hikâyesi, mizah romanı, yergi ve taşlama

- Mizah hikâyesi, mizahın en yaygın türlerinden biridir. Geleneksel Türk mizahında fıkraların bazılarıyla, meddah hikâyeleri bu türe girerler.

Modern Türk edebiyatında bu türün ilk başarılı örneklerini, Hüseyin Rahmi Gürpınar ile Ahmet Rasim vermiştir.

Bu iki yazar, yerel yaşamı gerçekçi çizgilerle dile getirirken, gülünç tiplerin, güldürücü durumların zengin örneklerini de ortaya koyuyorlardı. Mizahları -geniş ölçüde- töre ve geleneklerin eleştirisiyle boş inançların yergisine yönelmiştir. Ömer Seyfettin'in, sosyal eleştiri niteliği taşıyan mizahi nitelikteki hikâyeleri, özellikle şaşırtıcı sonuçlara bağlanarak sonuçlanmaktaydı.

Daha sonra bir başka kuşak yetişecektir mizahta: Ser- met Muhtar Alus, Ercüment Ekrem Talu, Osmanlı İmpa- ratorluğu'nun son günlerindeki yaşam ve geleneksel mizaha giren taklit öğelerini; Osman Cemal Kaygılı kendi çevresine yönelen canlı gözlemlerini mizah hikâyelerinde kullandılar. Bu arada Refik Halit Karay, "hafif mizah hikâyesi" tipinin yerli örneklerini verir.

Birçok mizahçılar onu izlemiştir.

II. Dünya Savaşı sonunda, gerçekçi ve toplumcu yeni bir mizah hikâyesi tipi gelişmeye başlar: Bu hikâyede sosyal olaylar ele almıyor, köşklerde geçen hayalî serüvenlerin yerini, halkın gerçek yaşamı alıyordu. Sabahattin Ali'nin örneklerini verdiği gerçekçi hikâye anlayışını, Aziz Nesin ve Rıfat İlgaz mizah alanına uyguladılar.

Bizde, gerçekçi ve toplumcu mizahın kurucuları bu ikisidir aslında.

Hele, Aziz Nesinde, Türk mizahı uluslararası bir değer kazanır.

Onları, aynı anlayışı geliştirerek, Hüseyin Korkmazgil, Vedat Saygel, Muzaffer İzgü gibi yazarlar izledi. Adnan Veli Kanık, Bülent Oran, Yalçın Kaya, Oktay Verel... Mizah hikâyesi geleneğindeki değişik kaynaklara uzanan etkilerle hikâyeler yazdılar. Suavi Süalp'in Karagöz sanatı geleneğine bağlanabilecek bir anlatımı kullanan, anlamsızın, saçmanın mizahını veren hikâyeleri de dikkate değer ürünler arasındadır.

-Mizah hikâyeleri, giderek daha geniş çaplı ve sürekli bir türü geliştirir: Mizah romanı ortaya çıkar.

Türk romanının büyük temsilcilerinden Hüseyin Rahmi Gürpınar, mizah öğesine geniş yer verdiği romanlarında, türün ilk ve en başarılı örneklerini ortaya koyar. Daha sonra, mizah yazarlarının büyük çoğunluğu bu türde eserler vereceklerdir.

- Mizahın manzum türü olan yergi ve taşlama'nın ilk akla gelen temsilcisi, kuşkusuz Şair Eşref'tir.

Türün, Cumhuriyet dönemindeki başlıca temsilcileri arasında Neyzen Tevfik, Fazıl Ahmet Aykaç, Halil Nihat Boztepe, Necdet Rüştü Efe, Ümit Yaşar Oğuzcan, vb. sayılabilir.

DAHA ÇOK BİLGİ

Semih Balcıoğlu - Ferit Öngören, 50 Yılın Türk Mizah ve Karikatürü, İstanbul, 1973.



Aziz Nesin, Cumhuriyet Döneminde Türk Mizahı, İstanbul, 1973. Türkiye Ansiklopedisi (1923-1973), "Mizah" maddesi.

OKUMA


AZİZ NESİN İN MİZAH ANLAYIŞI

- Dünyanın en ünlü mizah yazarlarından birisiniz. Sizi mizaha yönelten iç ve dış etkenler nelerdir? Mizah yazarları hangi ortamda yetişir?

Otuz yıldan beri mizah yazmaktayım. Beni mizaha yönelten iç ve dış etkenlerin neler olduğu konusunda, ancak Nasrettin Hoca'yı incelemeye giriştiğim 1958 yılından bu yana düşünmeye başladım.

Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə