1. GİRİŞ Kuraklık bir bölge üzerinde su miktarında bir süre boyunca normal düzeye göre belli bir miktarı aşan bir eksiklik görülmesidir



Yüklə 47,33 Kb.
tarix23.01.2018
ölçüsü47,33 Kb.
#22211

1. GİRİŞ

Kuraklık bir bölge üzerinde su miktarında bir süre boyunca normal düzeye göre belli bir miktarı aşan bir eksiklik görülmesidir. Kuraklık için böyle bir tanım verilmekle birlikte, neredeki suyun göz önüne alınacağı (yağış, akış, zemin nemi, yer altı suyu, baraj haznelerindeki su), hangi sürenin seçileceğine, eksikliğin aşması gereken değer için yapılan kabule ve kuraklığın kaplaması gereken bölge için farklı tanımlara varılabilir. Öncelikle kuraklıkla bir bölgedeki iklimin kurak karakterde olması arasında bir fark olduğuna dikkat edilmelidir. Kurak bir bölgede normal zamanlarda bile su eksikliği vardır. Kuraklık ise bölgenin iklimine bağlı olmaksızın su miktarının normalin altına düşmesi halinde görülen ekstrem bir zaman-alan sürecidir (Bayazıt ve Önöz, 2008).

Kuraklıkların tanımlanması ve belirlenmesi çok sayıda çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Wilhite ve Glantz (1985) kuraklığın 150 den fazla ortaya çıkarılmış tanımı olduğunu belirtmişlerdir ve bu tanımları dört gruba ayırmışlardır: meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik kuraklıklar. Bununla birlikte Kömüşçü (2002) kuraklığı meteorolojik, klimatolojik, atmosferik, tarımsal, hidrolojik ve su kaynakları kuraklığı olarak altı gruba ayırmıştır. Tate ve Gustard (2000)’e göre araştırmacılar arasında kuraklığın evrensel bir tanımı olmadığına dair bir görüş birliği vardır. Son yıllardaki çalışmalara ve araştırmalara göre; kuraklığın, yağışın normalden daha az ve sürekli olmasından dolayı mevcut su kaynaklarının azalmasına neden olan doğal fakat geçici bir su dengesizliği olarak tanımlanması uygundur (Paolo ve Pereira, 2006; Pereira vd., 2002). Labedzki (2007)’e göre genel olarak kuraklık yağış rejiminin kesilmesi nedeniyle oluşmaktadır. Kuraklık üzerine yapılan gruplandırmalara bakarak en önemli kuraklık çeşitlerini meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve ekonomik kuraklıklar olarak sıralayabiliriz. Bu çalışmada meteorolojik ve hidrolojik kuraklıklar üzerinde durulacaktır.

Meteorolojik kuraklık; Yağışın belli bir zaman periyodu (en az 30 yıllık) içinde normal değerlerinden sapmasıdır. Yağıştaki azalma kuraklığın ilk belirtisidir. Bunun için meteorolojik kuraklık, kuraklık evrelerinin ilk aşamasını oluşturur. Devam eden bir meteorolojik kuraklık hızlı bir şekilde kuvvetlenebilir veya aniden sona erebilir. Meteorolojik kuraklığın nedeni belli bir zaman dilimi içinde yeterli miktarda ya da hiç yağmur yağmamasıdır.

Hidrolojik Kuraklık; Uzun süreli yağış azlığının yeraltı su seviyeleri, yüzey akışı ve toprak nemi gibi hidrolojik sistemin bileşenlerinde kendisini göstermesidir. Nehir, göl ve yeraltı su kaynaklarında Hidrolojik kuraklık, uzun süre devam eden yağış eksikliği neticesinde ortaya çıkan yeryüzü ve yer altı sularındaki azalma ve eksikliklerini ifade eder. Bu nedenle kuraklık, “su kaynaklarının (yağışlar, yeraltı ve yüzey suları) beklenen normal seviyelerin ve ortalamaların altında kalması olarak” da tanımlanabilir. Nehir akım ölçümleri ve göl, rezervuar, yeraltı su seviyesi ölçümleri ile takip edilebilir. Yağmur eksikliği ile akarsu, dere ve rezervuarlardaki su eksikliği arasında bir zaman aralığı olduğundan dolayı hidrolojik ölçümler kuraklığın ilk göstergelerinden değildir. Meteorolojik kuraklık sona erdikten uzun bir süre sonra dahi hidrolojik kuraklık varlığını sürdürebilir. Hidrolojik kuraklık yeraltı su kaynakları, yüzey suları veya yağış periyotlarının etkisi ile ilişkilidir. Meteorolojik kuraklığın uzaması durumunda hidrolojik kuraklıktan söz edilir. Hidrolojik kuraklığın ülkemiz açısından en büyük tesiri hidro-elektrik enerjisi üretimi ve tarım ürünleri üzerinde olmaktadır. Bu tür kuraklığın en doğrudan tesirleri su kaynakları üzerinedir. Mesela bir yüzeysel su akışından (nehir, dere, çay veya ırmak) su alınması ve buralara kullanılmış suların verilmesi için mutlaka en düşük müsade edilebilecek su seviyesi hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bir hidro-elektrik üreten baraja hidrolojik kuraklığın tesir etmesi durumunda ya bu baraja ilave suların temin edilmesi veya elektrik enerjisi kullanımının daha verimli hale getirilmesi ve gerektiğinde de azaltılması gündeme gelmektedir (Şen, 2009).

Kuraklığın ülke ekonomisi ve yaşam standartları üzerinde çok büyük etkileri olması bu konuda hidrolojik çalışmalara önem kazandırmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde kuraklığın etkileri çok hissedilir ve bunların zararlarını azaltıcı önlemler almak zor olur. Kuraklıkla ilgili hidrolojik çalışmaların sağlayacağı verilerle kuraklıkların etkilerini azaltacak su kaynakları çalışmaları planlanabilir. Biriktirme haznelerinin tasarımı ve işletilmesi, suyun en iyi şekilde kullanılması ve bölgeler arasında su transferi ile ilgili optimal kararlar bu çalışmaların sonuçlarına dayanarak verilebilir.

Son yıllarda dünya iklimini etkilediği öne sürülen ve geniş alanlarda, sürekli olmayan atmosfer hareketinin bir sonucu olan geniş ölçekli salınımların (basınç dalgalanmalarının), dönemsel karaktere sahip iklim anomalileri olduğu kabul edilmektedir. Bu salınımlar, birbirinden binlerce kilometre uzakta bulunan bölgelerde sıcaklık ve nemlilik bakımından zıt koşulların ortaya çıkmasını sağlar. Dünya'nın birbirinden uzak bölgelerinde meydana gelen iklimdeki bu eş zamanlı aynı zamanda zıt karakterli değişimler, meteoroloji literatüründe ‘‘teleconnections’’ olarak adlandırılmaktadır (Hurrell vd. 2003).

Geniş ölçekli bağlantı, Amerikan Meteoroloji Topluluğu (American Meteorological Society) tarafından da şu şekilde tanımlanmıştır:

1. Birbirinden ayrılmış geniş ölçekli alanlarda hava değişimindeki bağlantı.

2.Geniş ölçüde birbirinden ayrılmış noktaların etki alanlarındaki dalgalanmaların negatif ve pozitif korelasyonu (Çiftçioğlu 2006).

Salınımları incelerken daha çok aylık ve uzun zaman serilerindeki deniz yüzeyi anomalilerine bakmak gerekir. Geniş alanlar içerisinde etkili, aralarında pozitif ve negatif bağın bulunduğu salınım alanları içerisindeki bir bölgede, normalin üzerinde sıcaklık, yağış, rüzgâr gibi iklim parametreleri görülürken diğer bir bölgede ise ortalamanın üstünde yağış, sıcaklık durumları görülebilir (Hurrell vd. 2000). Bu da güneyde soğuk havayı, kuzeyde ılık havayı sınırlandırmıştır. Atmosferin belli bir durumda kararlı olmaması veya aynı koşulların uzun zaman geçerliliğini korumaması, çalışmaları zorlaştırmaktadır. Yapılan araştırmalar iklim elemanlarında görülen bu değişimin temelinde atmosferdeki dolaşım sistemlerinde zaman içinde düzenli dalgalanma şeklinde kendini gösteren geniş ölçekli bağlantı veya teleconnection olarak anılan olgularla ilgili olduğunu göstermiştir. İklim Tahmin Merkezi’ne (Climate Prediction Center) göre pek çok geniş ölçekli atmosfer dolaşım değişikliği belirlenmiştir. Fakat bunlardan on tanesi baskın olmakla birlikte sadece dokuz tanesi yılın her ayında görülmektedir. Bunlar, Kuzey Atlantik Salınımı, Güneyli Salınım (El Nino ve La Nino), Doğu Atlantik, Batı Pasifik, Doğu-Kuzey Pasifik, Doğu Atlantik- Batı Rusya, Tropikal Kuzey Yarım Küre Örneği, Kutup Avrasya, İskandinavya ve Pasifik Geçiş Salınımı’dır (Çiftçioğlu 2006). Bu geniş ölçekli salınımlardan Kuzey Atlantik Salınımı, Güneyli Salınım (El Nino ve La Nino), Doğu Atlantik-Batı Rusya Paterninin Türkiye’nin iklim değişiklikleri üzerinde önemli etkilerinin olduğu yurt içi ve yurt dışındaki birçok çalışmalarla vurgulanmıştır.

1.1. ÇALIŞMANIN AMACI

Türkiye su kaynakları potansiyeli ortalama 501 milyar m3/yıl olarak hesaplanmaktadır. Yağış, akış, yer altı suyu beslemesi ve komşu ülkelerden gelen miktarlar göz önüne alındığında, brüt toplam yenilenebilir yüzeysel su potansiyeli 234 milyar m3 olmaktadır. Ancak, mevcut teknolojik ve ekonomik şartlar altında bu değer, yılda toplam 112 milyar m3 mertebesinde değerlendirilmektedir. Bu miktarın 40,1 milyar m3 ü 2003 yılı itibariyle kullanılmaya açılmıştır. 40,1 milyar m3 suyun %74 ü sulama sektöründe, %15 i içme suyu sektöründe ve %11 ise sanayide kullanılmaktadır. Buna göre kişi başına düşen teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir yıllık su miktarı 1500-1735 m3 civarında kalmakta ve Türkiye su kıtlığı (azlığı) yaşayan bir ülke konumuna girmektedir. Yılda kişi başı 1000 m3 ün altında su kullanan ülkeler “su fakiri”, 1000-3000 m3 arasında su kullananlar “su kısıtı su stresi çeken ülke” 10000 m3 ün üzerinde su tüketenler ise “su zengini ülkeler olarak nitelendirilmektedir. Türkiye için 2030 yılı ve 100 milyon nüfus öngörüsüyle, bu değerin 1000 m3/kişi.yıl’ın altına düşebileceği ileri sürülmektedir (Aplaslan vd. 2008). Bu değerlendirmeler su kıtlığı çeken bir ülke durumunda bulunan Türkiye’deki kuraklık senaryoları (meteorolojik, hidrolojik, tarımsal vb.) üzerine yapılan bilimsel çalışmalara daha da fazla önem verilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

Çalışma kapsamında ilk olarak Türkiye’de bulunan 26 akarsu havzasındaki meteorolojik ve hidrolojik kuraklık analizlerinin yapılması planlanmaktadır. Daha sonrada, Türkiye iklimi üzerinde etkisi olduğu literatürdeki önceki çalışmalarla ispatlanan geniş ölçekli atmosferik sistemlerden Kuzey Atlantik Salınımı (NAO), Güneyli Salınım (SO) ve Doğu Atlantik- Batı Rusya Paterni’nin (EAWR) bu 26 akarsu havzasındaki tespit edilen meteorolojik ve hidrolojik kuraklıklar üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, çalışmanın ilk 6 aylık bölümünde belirlenen çalışma planına uygun olarak detaylı bir literatür çalışması yapılmıştır. Bununla birlikte, meteorolojik kuraklık analizleri için Türkiye’deki il ve ilçelerde bulunan meteoroloji istasyonlarına ait aylık ortalama veriler Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden istenmiştir. Hidrolojik kuraklık analizleri için de kullanılacak akım gözlem istasyonları verileri alımı için Bilimsel Araştırma Projesi yazılmıştır. Ayrıca, Çoruh havzasında 9 akım gözlem istasyonuna ait akım verileri daha önceki TÜBİTAK projesinden alınmış olup örnek havza olarak hidrolojik kuraklık analizleri yapılmıştır.

2. BÜYÜK ÖLÇEKLİ ATMOSFERİK SİSTEMLER

2.1. Kuzey Atlantik Salınımı (North Atlantic Oscillation, NAO)

Kuzey Atlantik Salınımı (NAO), Azor adaları üzerinde egemen yüksek basınç merkezi ile Grönland ve İzlanda üzerinde egemen alçak basınç merkezi arasındaki geniş ölçekli atmosferik basınç dalgalanması olarak tanımlanmaktadır (Şekil 2.1). Kuzey Atlantik Salınımı özellikle Aralık-Şubat aylarında Amerika’nın batı kıyılarından Sibirya’ya ve Arktik’ten Subtropikal Atlantik’e kadar Akdeniz havzasını da içine alan kesimde iklim mekanizmalarını kontrol eden önemli bir unsurdur (Hurrell vd. 2003). Etkili olduğu bölgelerde Kuzey Atlantik Salınımı nem ve sıcaklık naklini, fırtınaların sayısını, özelliklerini, yönünü, hava durumlarını belirler. İklim sosyo-ekonomik hayatın, gelecek için planlanan dünya politikalarının en önemli belirleyicilerindendir. Özellikle açlık, kuraklık, fırtınalar, seller gibi doğal afetler ve bunların ardından gelen salgın hastalıklar, gelecekte dünyanın şekillenmesinde etkin rol oynayacaktır. Bu çerçeveden bakılınca Kuzey Atlantik Salınımı, Kuzey Yarımküre’de etkili olduğu alanlarda, tarımsal üretim, su yönetimi, enerji ihtiyacı ve üretimi, balıkçılık, açık deniz petrol araştırmaları, tür popülâsyonlarını etkilemesi bakımından araştırılması gereken bilimsel konuların başında yer almaktadır (Hurrell vd. 2003).

Arktik ve subtropikal Atlantik arasındaki atmosfer kütlelerinin yeniden dağılımını gösteren Kuzey Atlantik Salınımı’nın etki alanı özellikle Aralık-Şubat aylarında en geniş boyutlara ulaşır. Geniş alanları etkileyen Kuzey Atlantik Salınımı, jet akımlarının yerinde ve şiddetinde, fırtına hatlarında, geniş ölçekli meridyonel ve zonal sıcaklık ve nem transferinde değişiklikler meydana getirir. Bu da Kuzey ve Batı Amerika’dan Batı ve Merkez Avrupa’ya ve Sibirya’ya, Arktik’ten subtropikal Atlantik’e uzanan yağış ve sıcaklık koşullarını yeniden yapılandırır (Hurrell vd. 2003). Bölgesel iklim parametreleri üzerindeki belirleyici etkisiyle Kuzey Atlantik Salınımı, su bilânçosu, tarımsal üretim, balıkçılık, enerji planlamaları gibi pek çok sosyo-ekonomik olayda doğrudan ve dolaylı etkiye sahiptir.

2.1.1. Kuzey Atlantik Salınım İndisi

Paleoklimatolojik araştırmalar Kuzey Atlantik Salınımı’nın varlığını 1000 yıl öncesine dayandıracak ispatlayacak deliller sunmaktadır. Fakat onu ilk olarak İzlanda’nın iki yanındaki sıcaklık farkına dikkat eden misyonerler fark etmiştir. Bir Kuzey Atlantik Salınım indisi, genellikle Azor Adaları’nda ve İzlanda’da bulunan iki ayrı istasyonda ölçülen deniz seviyesi basınçlarının standardize edilmiş değerleri arasındaki farka eşittir. İzlanda için Stykkisholmur İzlanda, Azor için ise Ponta Delgada-Azor Adaları, Lizbon-Portekiz ya da Cebelitarık istasyonlarının deniz seviyesine indirgenmiş basınç değerleri kullanılmaktadır. İndisler yıllık, mevsimlik veya aylık olarak hazırlanmaktadır. Fakat Kuzey Atlantik Salınımı’nın etkinliğinin en fazla olduğu dönem, Aralık-Mart ayları arasındaki zaman dilimini kapsadığından, bu dört ayı içine alan bir indis de hazırlanmaktadır Şekil 2.2.

Kuzey Atlantik Salınımı indis değeri +1’e eşit veya daha büyükse etkisi pozitif (kuvvetli), -1’e eşit veya daha küçük ise etkisi negatiftir (zayıf). Kuzey Atlantik Salınımı dönemler ve yıllar arasında değişiklikler sergiler ve bu özellikle kış aylarında belirginleşir. Geleneksel Kuzey Atlantik Salınımı indislerinin hepsi de genelde 1900’den 1930’a kadar 1916–1919 yılları hariç pozitif değerler alır (Hurrell vd. 2002). 1950’nin ortasından 1978-1979 kışına kadar hava dolaşımında negatif Kuzey Atlantik Salınımı dönemi etkindir. Fakat 1956–1957, 1960–1961, 1966–1967, kışlarında ise pozitif Kuzey Atlantik Salınımı dönemleri yaşanmıştır. Aslında art arda iki yıl içinde hiç gözükmeyen pozitif evrelere giriş boyunca mevsimler ortasında sadece üç zaman belirgindir. Bu da bize bir kıtadan diğerine büyük değişimler olabileceğini ve her mevsimin de kendi içinde önemli değişimler içerebileceğini gösterir. 1967-1978 kışlarında negatif Kuzey Atlantik Salınımı dönemi yaşanırken 1979–80 kışında ise Kuzey Atlantik Salınımı ani bir değişimle pozitif evreye dönüşmüş ve bu durum 1984–1985, 1985–1986 hariç 1994–1995 kışına kadar devam etmiştir.

2.1.2. Kuvvetli (pozitif) Kuzey Atlantik Salınım Evresi

Kuvvetli Kuzey Atlantik Salınım evrelerinde, kış aylarında Atlantik üzerindeki batı rüzgârları, basınç merkezleri arasındaki farka bağlı olarak daha meridyonel akım kazanır. Kuzey Avrupa ve Doğu Amerika’da normalin üstünde sıcaklık yaşanırken, Grönland, Güney-Orta Avrupa, Akdeniz, Kuzey Afrika’da ise Batı Rüzgârlarının taşıdığı nemli hava kütlelerinden yararlanamadığı için kurak ve soğuk hava koşulları görülür. Ayrıca Güney ve Orta Avrupa’da normalin altında yağış düşerken Kuzey Avrupa ve İskandinavya’da normalin üstünde yağış düşmektedir. Şekil 2.3, Şekil 2.4 Kuzey Atlantik Salınımı kuvvetli (pozitif) evresindeyken kuzey yarım kürede görülen basınç farklılıklarını ve iklimde meydana gelen değişiklikleri ifade etmektedir.

Kuzey Atlantik Salınımı pozitif evresindeyken, Azor antisiklon alanında basınç değerleri normalden daha yüksektir. Aynı anda İzlanda siklon alanında ise basınç değerleri normalin altında seyreder. Bu dönemde yer seviyesine yakın Batı Rüzgârları kuvvetlenir ve indisin negatif evresine oranla yaklaşık 8 m/s daha hızlı eser (Hurrell 1997). Kuvvetli Kuzey Atlantik Salınımı evrelerinde, kış aylarında Atlantik üzerindeki batı rüzgârları, basınç merkezleri arasındaki farka bağlı olarak daha meridyonel akım kazanır (Erlat, 2002). Pozitif Kuzey Atlantik Salınımı evresi, Kuzey Atlantik’in yüksek enlemleri boyunca normalin altındaki deniz seviyesi basıncı ve jeopotansiyel yükseklik değerleri ile kendisini gösterirken, orta-Kuzey Atlantik Amerika Birleşik Devletlerinin doğusu ve Batı Avrupa’da normalin üzerindeki deniz seviyesi basıncı ve jeopotansiyel yüksekliklerle tanımlanmaktadır. Pozitif Kuzey Atlantik Salınımı evresinde, Akdeniz Havzası’na ve dolayısıyla Türkiye ve bölgesine ulaşan cephesel depresyonların sıklığında bir azalma ve bununla ilişkili olarak da özellikle kış döneminde kurak koşullar ortaya çıkmaktadır (Erlat, 2002).

2.1.3. Zayıf (negatif) Kuzey Atlantik Salınım Evresi

Kuzey Atlantik Salınımı negatif fazındayken Azor ile İzlanda arasındaki basınç farkı azalmaktadır. Azor, normal basınç değerinin altında; İzlanda ise normal basınç değerinin üstündedir. Bu dönemde Batı Rüzgârları zayıflamaktadır. Böyle kış mevsimlerinde batı rüzgârları ılık ve nemli hava kütlelerini Akdeniz havzasına taşımaktadır. Bu nedenle Kuzey Avrupa ve İskandinavya’da kurak ve soğuk hava koşulları yaşanır (Hurrell vd. 2000). Negatif Kuzey Atlantik Salınımı evresinde deniz seviyesi basıncı ve jeopotansiyel yükseklik anomalilerinde zıt desenler oluşturmaktadır. Kuvvetli ve zayıf Kuzey Atlantik Salınım evrelerinde zıt sıcaklık ve yağış anomalisi desenleri de gözlenir. Her iki Kuzey Atlantik Salınım evresi de Kuzey Atlantik jet akımının ve depresyon yolunun şiddeti ve konumundaki havza ölçekli değişiklikler ile zonal ve meridyonel ısı ve nem taşınımının normal desenlerindeki geniş ölçekli bozulmalarla bağlantı arz eder (Hurrell vd. 1997).

Kuzey Atlantik Salınımı’nın oluşum nedeni henüz tam belirlenebilmiş değildir. Araştırmacıların bir kısmı, bunun atmosferin doğal değişkenliğinin bir sonucu olduğu, bir kısmıysa El Niño-Güneyli Salınım olayında olduğu gibi Kuzey Atlantik Salınımı’nın da dinamik bir okyanus atmosfer etkileşiminden doğduğunu belirtmektedir. Ayrıca yeryüzü ve stratosfere ait özelliklerle antropojenik etkilerle oluşan küresel ısınmanın, Kuzey Atlantik Salınımı’nın evre ve büyüklüğünü etkilediği düşünülmektedir.

2.2. Güneyli Salınım (Southern Oscillation, SO)

Güney Salınımı (Southern Oscillation: SO) tropik enlemlerde, batı ve doğu Pasifik okyanusu arasında atmosferik basıncın karşılıklı değişimini ifade eden büyük ölçekli bir salınımdır ve yıllar arası iklimsel değişimlerin en dikkate değer işareti olarak kabul edilir. Bu salınımın ekstrem fazları El Nino ve La Nino olayları adları ile bilinirler. El Nino olayları güneydoğu Pasifik’te normalden daha yüksek atmosfer basıncına karşılık gelir. La Nina olayları ise El Nino olaylarının tam tersi şartları ifade eder (Kahya vd. 2006).

Güneyli salınımın sayısal temsili için kullanılan indekslerin en yaygın olan Güney Salınım İndeksi (Southern Oscillation Index, SOI) basit olarak standardize edilmiş Tahiti’deki deniz seviyesi atmosfer basıncı ile Darwin’deki (Avustralya) deniz seviyesi atmosfer basınçları farkı olarak tanımlanır. SOI değerleri literatürde birkaç şekilde hesaplanmakla beraber temelde Doğu ve Batı Pasifik arasındaki basınç farklılığını ifade eder. Normal şartlar altında pozitif olan SOI değerinin negatif değerlere düştüğü zamanlarda Doğu Pasifik’teki atmosfer basıncı düşer ve doğulu alizeler zayıflar ya da 1982-1983 yıllarında olduğu gibi batıdan eserler. Tropik Pasifik’teki büyük sıcak su havuzu Peru ve Güney Ekvator kıyılarını yalayarak doğuya doğru uzanır. İşte bu bir El Nino olayının işaretidir (Kahya and Dracup, 1993).

El Nino olayları Güneydoğu pasifikteki anormal derecede düşük basınçlara ve doğal olarak düşük SOI değerlerine karşılık gelir. Bu durum normalde soğuk olan Peru kıyılarında ortaya çıkan akıntılarına atıfta bulunarak Güney Salınımı’nın ‘’sıcak fazı (warm phase)’’ olarak adlandırlır. El Nino olayları ekstrem negatif SOI değerlerine karşılık gelirken, ters olarak La Nina olayları da ekstrem pozitif SOI değerlerine karşılık gelir ve Güney Salınımı’nın ‘’soğuk fazı (cold phase)’’ olarak adlandırlır (Karabörk, 2000). Şekil 2.8 1950-1999 yılları arasında güney salınım indisinin değişimini göstermektedir. Bu şekildeki pozitif SOI değerleri La Nina olaylarını ifade ederken, negatif SOI değerleri ise El Nino olaylarını göstermektedir.

El Nino olaylarının sebep olduğu fiziksel olaylar dünyanın farklı bölgelerindeki orman yangınlarındaki sayı değişikliklerinden bulutluluk oranının değişmesine (Angell vd. 1987) kadar çok geniş bir spektrumda kendisini hissettirmektedir. Güney salınımın ekstrem fazların sebep olduğu iklim değişiklikleri dünyanın her bölgesini aynı şekilde etkilemez. Sebep oldukları anormalliklerin şiddeti bölgelere göre değiştiği gibi, El Nino ya da La Nina olayları bir bölgede ıslak sezonlara sebep olurken, aynı olay bir diğer bölgede kurak sezonlara sebep olabilir (Karabörk, 2000).

2.3. Doğu Atlantik-Batı Rusya Paterni (East Atlantic-West Russia Pattern, EAWR)

EAWR ilk olarak Avrasyalı patern tip-2 adı altında (EU2) Bornston ve Livezey’in 1987 yılındaki çalışmasında ortaya çıkmıştır. Bu paternin meydana geliş merkezi Hazar denizi ile Kuzey denizi bölgesi olarak bilinmektedir (Şekil 2.9). Bu sistem biri hazar denizde ve diğeri ise kuzey denizde olmak üzere, iki basınç sistemindeki anormal dalgalanmaların birbirlerini etkilemesinden meydana gelmektedir. Sistem pozitif fazda olduğu zaman Hazar denizinin merkezindeki negatif basınç saat yönünün aksine bir yönde harekete sebep olur ve buna karşın Kuzey denizin merkezindeki basınç ise saat yönünde bir harekete sebebiyet verir, bu iki hareketin sonucu olarak soğu ve kuru hava kütlesi Rusya’dan Doğu Akdeniz bölgesini etkisi altına almaktadır. Sistem negatif fazda olduğu zaman ise pozitif fazdaki durumun aksine sıcak ve nemli (yağışlı) bir hava durumu meydana gelmektedir, bu hava kütlesinin etkisi de Güneyden Akdeniz’e kadar olan bölgelerde görülmektedir. EAWR’nın Akdeniz bölgesi ve Turkiye’deki hava olayları üzerine etkisi konusunda literatürde birkaç çalışma bulunmasına rağmen, Türkiye’deki yağış verileri, nehir akımları ve kuraklık üzerine etkileri tam olarak açıklığa kavuşturulamamıştır. Kutiel ve Benorach 2002 yılındaki çalışmalarında bir Kuzey denizi-Hazar patern indeksi (NCPI) ortaya çıkarmışlar ve bu indeksi Kuzey denizi-Hazar paterninin büyüklüğünün ifade edilmesi için kullanmışlardır. NCPI indeks iki uç noktadaki basınç farklarını hesaplanmasıyla elde edilmektedir. Eğer hesaplanan değerler 0.5 den büyükse pozitif durum (Şekil 2.10), eğer bu değer 0.5 den küçük ise bu durumda da negatif durum (Şekil 2.11) söz konusu olmaktadır (Kerimoğlu, 2008). Şekil 2.12 1984-2000 yılları arasında EAWR indeksinin zamanla değişimini göstermektedir.




Yüklə 47,33 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə