Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə14/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   33

Roland yutkundu, öksürdü ve Eddie buna hiç aldırış etmeyince neredeyse boğulur gibi oldu. Genç adama doğru uzandı.

Eddie ondan kaçınmaya çalıştı.

Silahşor’un boğalara ateş etmiş gözleri şimdi ona komuta ediyordu.

Roland genç adama yaklaştı. Öyle yakınlaştı ki, Eddie'nin hastalığının kokusunu duyumsarken genç adam da onun illetini duyumsadı. Kokularının birleşmesi her iki adamı daha beter zorladı ve hasta etti.

"Şimdi, burada iki seçenek var: Dayan, belki yaşayabilirsin. Ya da diz çök, başını öne eğ ve kendi koltuk altlarının pis kokusunu duyumsayarak öl. Hiçbir şey..." Bir an gelen öksürükle boğulur gibi oldu ve ekledi, "Bana hiçbir şey..." Eddie ona doğra dönüp bağırdı, "Sen kimsin?" Silahşor fısıldayarak yanıtladı; "Senin alınyazınım, Eddie." Genç adam, "Sen, neden yiyip içip sıçarak (!) ölmüyor da benim işlerime karışıyorsun?" diye sordu.

Silahşor konuşmaya çalıştı. Oysa, bunu yapamadan iskambil kartlarından oluşan bir denize gömüldü.

kartlar


BUMMM!

Roland milyarlarca yıldızın gökyüzündeki karanlık zeminde döndüklerini görmek üzere gözlerini açtı. Sonra, gözlerini bir kez daha kapadı.

Çevresinde neler olup bittiğini bilmiyor ama her şeyin yolunda gittiğini düşünüyordu. İskambil destesi şimdi de hareket ediyordu. Oysa, destedeki kartlar hareketsizdi.

kartlar


Silahşor lezzetli etten biraz daha yedi. Kendisini iyileşmiş gibi duyumsadı. Eddie de iyileşmiş gibi görünüyordu. Ama, genç adam biraz endişelenmiş gibiydi.

"Onlar giderek yaklaşıyorlar" diyen Eddie sözünü şöyle sürdürdü, "Onlar, çirkin olabilir ama tümüyle aptal değiller. Ne yaptıklarını biliyorlar. Her nasılsa yaptıklarını biliyor ve üzerinde kafa yormuyorlar. Her gece biraz daha yaklaşıyorlar. Eğer yapabilirsen, güneş doğunca biraz harekete geçmemiz iyi olacak. Ya da bu, son kez güneşin doğuşunu görmemiz olur."

Roland, "Ne." diye sordu. Konuşuşu tam bir fısıltı değil, fısıltı ile gerçek konuşma arasında kısık sesli bir seslenişti.

Eddie kumsalı göstererek, "Onlar!" dedi. "Dad-a-çak! Dam-a-çam! Ve o türden pislikler! Sanırım, onlar da bizim gibiler, Roland. Hepsi bir şeyler yemek için yaşıyor ama yenilecek derecede büyük değiller."

Ansızın bir korku patlaması halinde Roland kendisine genç adamın verdiği pembe beyaz renkli etin ne olduğunu sezinledi. Yerine gelmeye başlayan sesini öğürtüler boğmuştu. Gene de Eddie onun yüzünden söylemek istediklerini okuyabiliyordu.

Gücenmiş bir ifadeyle konuştu, "Sen benim ne yaptığımı sanıyorsun? Buradan telefonla ıstakoz siparişi verdiğimi mi düşündün?"

"Onlar zehirli" diyen Roland şimdi gene fısıldıyordu, "İşte bu yüzden..."

"Evveet! Sen bu yüzden bir savaş malulüsün, öyle değil mi? Ben de bu nedenle seni korumaya çalışıyorum. Roland arkadaşım! Ancak, ordövrler iyi, merak etme. Zehir söz konusu olduğunda çıngıraklı yılanlar da zehirlidir ama bazı kişiler onları yerler. Çıngıraklı yılanlar gerçekten lezzetliymiş; tavuk etine benzerlermiş. Bunu bir yerlerde okumuştum. Buradaki yaratıklar da ıstakozlara benziyorlar. Ben de şansımı denemek istedim. Başka neyi yiyebilirdik ki? Pislikleri mi? İçlerinden birine ateş ettim ve parçalayıp etini pişirdim. Çevrede başka şey bulunmuyordu. Aslında pek lezzetli şey bu yaratıklar... Onlardan birini güneş daha tam batmadan önce vurdum. Karanlık tümüyle çökmeden önce tam hareketli olamıyorlar. Senin de verdiğim yiyeceği geri çevirdiğini görmedim."

Sözlerini bitirirken Eddie gülümsüyordu.

Sonra, bir kez daha konuştu, "Jack Andolini'yi yiyen yaratığı ummuş olmamı düşünmek hoşuma gidecek. Evet, o pis penis'i (!) yemiş olmaktan hoşlanacağım. Bu düşünce benim aklımı rastlatacak, anlıyor musun?"

Silahşor kısık bir sesle yanıtladı. "Bu yaratıklardan biri benim organlarımı yedi. İki parmağımla başparmağım gitti..."

"Bunu duymak da beni rahatlatır!" diyen genç adam gülümsemesini sürdürüyordu. Yüzü köpekbalıklarınki gibi solgundu... Ancak, hasta görünüşü ile onunla birlikte bir kefen gibi var olan pislik ve ölüm kokusu yok olup gitmişlerdi.

Silahşor kısık sesle, "Sen, git de kendini becer (!)" dedi.

"Roland espri yapıyor!" diye çığlık atan Eddie ekledi, "Belki de sen ölmeyeceksin, sevgilim! Sanırım bu çok muazzam bir şey!"

"Yaşamak mı?" diyen Roland'ın kısık sesi bir kez daha fısıltıya dönüşmüş, gırtlağına batan balık iğnesi yeniden oraya döner gibi olmuştu.

Eddie ona bakarak ve sonra başını öne eğip onaylayarak kendi sorusunu yanıtlarmış gibi, "Evet!" dedi. "Evet. Sanırım sen yaşamaya niyetlisin. Daha önce ölmekte olduğunu ve bir seferinde de öldüğünü düşünmüştüm. Ama şimdi, iyileşmiş gibi görünüyorsun. Antibiyotikler işe yaradı. Sanırım sen de çaba harcayıp kendi kendini ayağa kaldırıyorsun. Ancak bu çaba ne için? Berbat kumsalda yaşamını sürdürebilmek için çaba harcamak niye?"

Roland, Kule demek için ağzını açtı. Oysa, bu kez fısıldamayı bile beceremedi.

"Sen ve senin şu siktirici (!) Kule'ne..." diyen Eddie dönüp Eddie'nin yanından uzaklaşmak istedi. Sonra şaşırmış gibi geriye döndü. Çünkü Roland'ın eli, koluna sanki bir kelepçe gibi yapışmıştı.

Birbirlerinin gözlerine baktılar ve sonunda Eddie, "Tamam. Tamam!" dedi.

Silahşor, sözcükleri ağzında çiğneyerek konuştu, "Kuzeye Sana söylemiştim: Kuzeye..." Genç adama bunu söylemiş miydi? Kendisine söylemiş gibi geliyordu. Oysa, bu karmaşa arasında her şey yitip gitmiş gibiydi.

Birdenbire kafası karışan Eddie, "Bütün bunları nereden biliyorsun?" diye bağırarak konuştu. Roland'a vurmak üzere yumruğunu kaldırdı. Sonra indirdi.

Silahşor, Ben yalnızca biliyorum. Neden böyle aptalca sorular sorarak benim zamanımı ve enerjimi harcatıyorsun? diyerek genç adamı yanıtlamak istedi ama gene iskambil kartlarının arasına doğru sürüklendi.

kartlar

Kartların arasında yüzer gibi sürükleniyor, inip çıkıyor, bir yerler çarpıyor, başını umarsızca sağa sola çeviriyor, kendi silah kemerinin üzerinde tuhaf biçimde dönüp sürüklenilmiş gibi oluyordu. Aslında Eddie'nin onun için yaptığı garip yatağın üzerinde debelenerek yatıyordu. Ve işte bu sırada, Eddie Dean'in pek bildik bir şarkıyı söylediğini işitti. Bütün bu durumlar sayıklamalarla dolu bir düşte yaşamak gibiydi.



"Hey Jude...Beni kötü etme... Hüzünlü bir şarkıyı ele al...Onu daha iyi bir şarkı yap..."

Roland, Bu şarkıyı sen nerede işitmiştin? diye sormak istedi. Yoksa beni bu şarkıyı söylerken duymuş muydun Eddie? Ve şimdi bizler neredeyiz?

Ama genç adama bir şey soramadan gene dalıp gitti.

kartlar


Cort, bu çocuğun yaptığı şeyi görse kaldırıp onun kafasına vururdu diye düşündü Roland. Ve Eddie'nin kendisini yatırdığı ve günlerdir üzerinde uyuduğu dallardan ve otlardan yapılmış Kızılderililerinkine benzer sedye yatağa bakarak güldü. Gerçekte bu, pek bir gülüş gibi değildi. Sesi kumsala gelip de bir süre çakıllara vuran dalgaların sesine benziyordu. Silahşor şimdi nereye kadar geldiklerini bilmiyordu. Ancak bazı çalıların denizin görüntüsünü örteceği yere kadar gelip denizden biraz uzaklaşmışlardı.

Eddie uzayan gölgeler içinde bir kayanın üzerine oturmuş, kucağına Silahşor’un tabancalarından birini almış, yanına da yarı yarıya dolu su tulumunu koymuştu. Genç adamın gömleğinin cebinde bir şişkinlik görülüyordu. Bu şişkinliği Roland'ın kemerindeki kütüklüklerde sayılan iyice azalan "sağlam" mermiler oluşturmuştu. Eddie mermileri oradan alıp bir kumaş parçasıyla bağlayarak gömlek cebine koymuştu. "Sağlam" mermilerin böyle hızla azalmasının nedeni her dört, beş mermide bir ateş etmeyenlerinin ortaya çıkmasıydı.

Neredeyse dalar gibi olan Eddie şimdi dikilmişti. "Niye gülüyorsun?" diye sordu.

Silahşor elini "Boş ver" der gibi hareket ettirip başını salladı. Çünkü biraz önce yanlış düşünmüş olduğunu sezinlemişti. Cort, Eddie'ye yaptığı bu sedye yatak için, biraz tuhaf ve sakat görünüşlü bir eşya olsa bile, vurmazdı. Tersine, belki de Cort homurdanarak birkaç övücü sözcük bile söyleyebilirdi. Çünkü genç adam hiç de alışkın olmadığı ve ne gibi karşılıklar vereceğini bilmediği yokluklar içinde kalmıştı. Eddie, bir ahçının su dolu kaptan çıkardığı canlı bir balık gibi ortada bırakılmıştı.

Tuhaf yatağı oluşturan ana destekler aşağı yukarı aynı uzunluk ve kalınlıkta iki kavak dalıydı. Eddie daha ince ve küçük dallan bunları n arasında destek olarak kullanmış, tüm dalları bir takım çılgınca şeylerle bir araya getirerek bağlamıştı: Silah kemeri, şeytan tozu torbalarının göğsüne yapıştıran bantlar ve hatta Silahşor’un şapkasındaki hem deri sırma ile genç adamın lastik pabuçlarının bağcıkları bile bu şeyler arasında bağlama aracı olarak kullanılmıştı. Eddie, Roland'ın sırtta taşınan ince yatağını destekler üzerine sermişti.

Cort, genç adama vurmaya kıyamazdı. Çünkü, Eddie kendisi de hasta iken çökmüşlüğünü ve feryat figanını yenerek bir şey yapmıştı. Bir şey yapmaya çalışmıştı.

Ve Cort ansızın içinden gelen homurtulu övgüleriyle Eddie'yi yüreklendirirdi. Çünkü bu tuhaf eşya iş görmüştü. Yatağın çekilmesi sonucu kumsal boyunca uzun dal izleri genç adamın yaptığı portatif yatağın işe yaradığını kanıtlıyordu.

Eddie, "Onlardan birini görüyor musun?" diye sordu. Şimdi güneş alçalıyor, suların üzerinde portakal renkli bir iz oluşturuyordu. Silahşor bu kez altı saattir uyumadan kaldığını hesapladı. Gene de kendisini güçlüymüş gibi duyumsuyordu. Dönüp suya doğru baktı. Ne kumsal, ne de batı yönündeki dağlardan eğimle inen alan pek fazla değişmişti. Roland görüntüdeki küçük değişimleri ve artıkları görebiliyordu. (Sözgelişi, ölü bir martı kumların üzerinde kabarmış tüyleriyle sol tarafta altı metre uzaklıkta ve suya on, on beş metre uzaklıkta kabarık bir artık şeklinde yatıyordu.) Böyle küçük değişiklikler bir yana bırakılırsa her şey onların birlikte serüvenlerine başladıktan ilk günkü gibiydi.

Silahşor önce, "Hayır" dedi ama arkasından hemen sözünü değiştirdi, "Evet, bir tane var."

Eliyle denizden çıkan yaratığı gösterdi. Eddie gözleriyle araştırdı sonra başını öne eğip onayladı. Güneş alçaldıkça suyun üzerindeki portakal renkli izler giderek kan lekelerine dönüşüyor ve sayılan artan ıstakozlar sudan çıkıp kumsal boyunca sürünmeye başlıyorlardı.

İki yaratık ölü martıya doğru yarış ettiler. Yarışmayı kazanan martının üzerine çullanıp leşi parçalayarak çürümeye başlamış artıkları gırtlağına doldurmaya başlarken, "Did-e-çek?" sesini çıkardı.

Yarışmayı yitiren yaratık, "Dam-a-çam? Dod-a..." diye karşılık verdi.

Roland'ın tabancasının patlayışı ikinci yaratığın sorusunu yarıda kesmişti. Eddie vurulan yaratığa doğru yürüdü, arka kesicinden tutup kaldırırken bıkkın bir tavırla birinci ıstakoza baktı. Hayvan hiçbir sorun çıkarmıyor, yalnızca ölü martıyla ilgileniyordu. Eddie ölü yaratığı getirdi. Hayvan şimdi refleksleriyle titreşiyor, pençelerini kaldırıp indiriyordu. Ancak, kısa sürede hu refleksler bitecekti. Kuyruk son kez havaya kalktı ve sonra aşağı doğru indi. Pençeleri de yere doğru sarktılar.

"Biraz sonra akşam yemeği servis edilecek, efendi" diye alay eder gibi konuşan Eddie ekledi, "Seçenekler emrinize hazır: Sürüngen filetosu ya da sürüngen filetosu... Hangisi sizin ilginizi çeker, efendi?"

Silahşor, "Seni anlayamıyorum" dedi.

Genç adam, "Ne dediğimi elbette ki anlıyorsun?" diyerek sözünü sürdürdü, "Yoksa senin hiç mizah anlayışın yok mu? Mizah duyguna ne oldu?"

"Bir çatışmada ya da ötekinde vuruldu sanırım."

Eddie ona gülümsedi, "Bu akşam daha canlı görünüyorsun ve sesin de öyle çıkıyor, Roland" dedi.

"Sanırım öyleyim."

"İyi. Belki yarın biraz yürüyebilirsin. Dürüstçe konuşmak gerekirse arkadaşım, seni çekip taşımak berbat bir iş..."

"Pekiyi. Yürümeyi denerim."

"İyi olur."

Roland da yüreklenerek konuştu, "Sen de iyi görünüyorsun." Cümlesinin sonundaki iki sözcükte sesi genç bir oğlanınki gibi çatallaşmıştı. Eğer şimdi susmazsam bir daha konuşamayacağım diye düşündü.

"Sanırım ben de yaşayacağım" diyen Eddie ifadesiz bakışlarla Roland'a bakarak ekledi, "Ölüme iki kez yaklaştığımı kesinlikle bilemezsin. Bir seferinde senin silahlarından birini alnıma dayadım. Horozunu kaldırdım, alnımda silahı bir süre tuttum ve sonra oradan uzaklaştırdım. Horozu indirip silahı tabancalığına soktum. Başka bir gece, sanırım buradaki ikinci gecemizdi. Ancak bundan kesinlikle emin değilim." Başını salladı ve bir şeyler anlattı. Silahşor onun söylediklerini hem anlıyor hem de anlayamıyordu. Sonunda Eddie, "Michigan şimdi bana bir düş gibi görünüyor" dedi.

Sesi yeniden fısıltı düzeyine inmiş olmasına ve konuşmaması gerektiğini bilmesine karşın Roland bir şeyi daha öğrenmeliydi. "Tetiği çekmekten seni ne alıkoydu?" diye sordu.

"İyi. Bu, benim sahibi olduğum son pantolon" diyen Eddie anlattı; "Son saniyede düşündüm: Eğer tetiği çekersem ve mermi ateş etmeyenlerden biri çıkarsa.... pantolonuma etmiş olacağımdan hemen pantolonumu yıkamam ya da kötü kokan pantolonumla oturmam gerekecekti. Çünkü, bir kez daha ateş etme yürekliliğini gösteremeyecektim... Bir seferinde bunu bana Henry söylemişti. Ağabeyim, bunu Vietnam'da öğrendiğini anlatmıştı... O sırada geceydi ve tüm yaratıklar kumsaldaydı. Pantolonumu yıkamak olanaksızdı..."

Silahşor, bu anlatılana öyle içtenlikle gülüyordu ki, arada bir ağzından kısık ses kırıntıları çıkar gibi oluyordu. Eddie de gülümseyerek ekledi, "Sanırım senin mizah anlayışın yaşadığın çatışmada dirseğine kadar yaralanmış. Geri kalanı sağlam kalmış." Sonra ayağa kalktı. Ateş yakmak için kuru dal parçalarını biriktirdiği eğimli yere doğru gitmek niyetindeydi.

Roland, "Bekle" dedi.

Eddie ona bakarak sordu, "Sahi neden bekleyeyim?"

"Sanırım sen bana gereksiniyordun. Eğer kendimi öldürmüş olsam, sen de ölecektin. Daha sonra, sen gerçekten ayağa kalktığında ben de ileri sürdüğüm seçenekleri gözden geçiririm" diyen Silahşor çevresine bakınıp derin derin iç çekti.

"Sizin dünyanızda da bir yerlerde Disneyland ya da Cony Island gibi yerler" olabilir. Ancak görebildiğim kadarıyla burası beni gerçekten fazla ilgilendirmiyor, Roland."

Genç adam oradan uzaklaşmak üzere bir adım attı, duraladı.

Sonra yeniden dönüp Roland'a baktı. Yüzü bir parça hasta olgunluğu taşımasına karşın sakindi. Şimdi bedenindeki titreme nöbetleri yerini seyrek gelen hafif titreyişlere bırakmıştı.

"Kimi zaman beni gerçekten anlayamıyorsun, değil mi?" di ye sordu.

Silahşor fısıldadı, "Evet, bazen seni anlayamıyorum."

"Şu halde söylediklerimi açıklayacağım. Kendilerine gereksinim duyan insanlara gereksinim duyan kişiler vardır. Beni anlamamanın nedeni, senin böyle kişilerden olmaman. Sen beni kullanır ve sırası gelince bir kesekağıdı gibi buruşturarak fırlatıp atarsın. Tanrı seni becermiş (!), arkadaşım. Yeterince zekisin ve öyle yapman da seni üzecektir. Ama, daha sonra yürüyüp yoluna gidecek kadar katısın da. Bundan dolayı kendine bir şey yapamaz, engelleyemezsin. Eğer ben kumsalda yatıp yardım istemek üzere çığlıklar atmakta olsaydım, ama seninle kahrolası Kule'n arasında bulunsaydım, sen üzerimden atlar ve çekip giderdin. Bu söylediklerim gerçeğe yakın, değil mi?"

Roland bir şey demiyor, yalnızca Eddie'ye bakıyordu.

"Oysa, herkes böyle değildir. Kendisine gereksinim duyan kişilere gereksinen insanlar vardır. Barbara Streisand'ın şarkılarındaki gibi... bu eskimiş, basmakalıp, klişe gibi bir şey... ama gerçektir. Bir torbanın içinde takılıp kalmanın başka yoludur.

Silahşor konuşmayınca Eddie ona baktı ve ekledi, "Ama, iş buna gelince sen temizsin, öyle değil mi?"

Roland susuyor ve yalnızca genç adamı gözlüyordu.

"Her şey yalnızca Kule'n için" diyen Eddie kısa bir kahkaha attı. "Sen, bir Kule düşkünüsün, Roland."

Sonunda Silahşor, "O hangi savaştı?" diye sordu.

"Ne?"

"Senin soyluluk duygunu kazandığın ve bunu kişilere karşı öne sürmeye başladığın savaş hangisiydi?"



Sanki Roland uzanıp kendisine tokat atmış gibi Eddie sarsılmıştı.

"Gidip su ve yakacak odun getireceğim" diyerek ekledi. "Sen, sürüngen yaratıkları gözle. Biz bugün epey yol aldık ama şimdi de onların birbirleriyle konuşup konuşmadıklarını bilmiyorum."

Genç adam arkasını dönüp giderken Roland onun ıslak yanaklarında güneşin son kızıl ışıklarının yansıdığını gördü.

Silahşor da kumsala doğru dönüp gözetledi. Istakoza benzeyen yaratıklar kumun üzerinde sürünüyor, sorular soruyor ve gene sürünüyorlardı. Tüm etkinlikleri bir hedef taşımaz gibiydi. Birazcık akıllı olabilirlerdi ancak zekâları bir bilgiyi diğer yaratığa aktarmaya yeterli olacak kadar değildi.

Tanrı her zaman onu yüzümüze koymuyor diye düşündü Roland. Çoğu kez koyuyor ama her zaman değil.

Eddie içecek suyu ve kuru dalları getirdi.

Roland'a. "İyi. Ne düşünüyorsun?" diye sordu.

Silahşor kısık sesle, "İkimiz de iyi olacağız" diye yanıtladı. Genç adam da bir şeyler söylemeye hazırlandı. Ancak, Roland yorulmuş, sırtüstü yatıp mor renkli gök kubbede ilk görünmeye başlayan yıldızları seyre dalmıştı.

kartlar

O akşamı izleyen üç gün içinde Silahşor sağlığına kavuşma yolunda kararlı biçimde gelişmeler gösterdi. Kolunda yukarı doğru uzanan kırmızı çizgiler önce yönlerini değiştirip hafifledi ve sonra yok oldular. Dördüncü gün Roland kimi zaman biraz yürüdü, kimi zaman Eddie onu yatağına yatırıp çekti. Sonraki günde Silahşor çekilmeye hiç gereksim duymadı. Her saat başı ya da iki saatte bir kısa süreyle oturuyorlar ve Roland bacaklarındaki tuhaf duyumsamayı geçiştirmek üzere bekliyordu.



Beşinci günde akşam yemeğini yedikten sonra dinlenmek üzere yattıkları sırada ateş sönmeden ve her ikisi de uyumadan önce Eddie, Roland'a ağabeyi Henry'i anlatmaya başladı. Genç adam konuşurken arada bir duruyor, derin acılar duyumsayarak ağabeyiyle ilişkilerini güçleştiren durumları duyduğu güceniklikle açıklamaya çalışıyordu. Silahşor onun anlatışını kesebilir ve şunu diyebilirdi: Zahmet etme, Eddie. Her şeyi anlıyorum. Oysa, ağzını açıp bu sözü etmedi.

Ne olursa olsun bunları anlatışı Eddie'ye yardımcı olacaktı. Genç adam ağabeyi Henry'e yardım olsun diye anlatmıyordu; çünkü, ağabeyi ölmüştü. Eddie, Henry'i bütün bütün gömmek için anlatıyordu. Ve anlatışı bir şeye daha yardımcı olacak, kendine şunu anımsatacaktı: Henry'nin ölmesine karşın, kendisi hayattaydı.

Bu yüzden Silahşor dinledi ve bir şey demedi.

Anlatılanların özeti pek yalındı: Eddie, ağabeyinin yaşamını çaldığına inanıyordu. Henry de buna inanmıştı. Ağabeyinin bunu inanmasının nedeni, annelerinin pek çok kez Eddie'ye kendisinin ve Henry'nin yaşamlarını onun için feda ettiklerini uzun uzun anlatışını dinlemiş olmasıydı. Aynı şekilde Eddie de, o çılgın kent New York'un çılgın yaşamında bir kişinin olabildiği kadar güvencede kalabileceğini; orada bir kişinin olabileceği kadar umutlanabileceğini ve sonunu zavallı kız kardeşlerinin sonuna benzemeyeceğini bu konuşmalarla içine iyice sindirmişti. Kız kardeşleri çok güzel bir kızdı. Tanrı onu severek yaratmıştı. Şimdi kız kardeşi meleklerle birlikte kuşkusuz pek görkemli bir yerde olmalıydı. Ancak kız kardeşi de, Eddie'nin şimdiden meleklerle birlikte olmasını istemezdi. Oğlanın, kız kardeşi gibi sarhoş bir sürücünün kullandığı arabanın altında kalıp ölmesini ya da cebindeki yirmi beş sent için bir uyuşturucu düşkünü tarafından bıçaklanmasını kimse istemezdi. Kız kardeşi, Eddie'nin şimdiden meleklerle birlikte olmasını istemeyeceği için iyisi mi oğlan ağabeyinin sözlerini dinlemeli ve Henry'nin severek kendisini ona feda ettiğini her zaman anımsamalıydı.

Eddie, ağabeyi ile birlikte yaptıkları bazı şeyleri, Rincon Bulvarı'ndaki şekerci dükkanından gülmece dergilerinin aşırmalarını ya da Cohoes Sokağındaki elektroliz fabrikasının arkasında sigara içişlerini annesinin bilip bilmediğinden her zaman kuşku duyduğunu anlatıyordu

Bir seferinde üzerinde kontak anahtarı bırakılmış bir Chevrolet araba görmüşler ve Henry araba kullanmayı pek az bildiği halde (o sırada Henry on altı, Eddie sekiz yaşlarındaydı), kardeşini arabaya zorla bindirmiş ve New York'a geçeceklerini söylemişti. Eddie korkmuş ve ağlamış, Henry de korktuğu halde erkek kardeşine kızmış, susmasını ve bebekler gibi davranmamasını söylemişti. O gün Henry'nin cebinde on; Eddie'de üç, dört dolar para vardı. Bütün gün sinemalara gidebilir, sonunda Pelham trenine atlayıp anneleri çorbayı masanın üzerine koymadan ve nerede kaldıklarını merak etmeden önce eve dönebilirlerdi. Oysa Eddie sürekli ağlıyordu.

Queensboro köprüsünün yakınlarında polis arabası görmüşlerdi. Eddie trafik polisinin kendilerine baktığına emindi. Polis kendilerini gördü mü diye Henry sorunca Eddie titrek bir sesle Evveet demişti. Bunun üzerine Henry sapsarı kesilmiş, direksiyonu hızla kaldırıma doğru çevirince az kalsın arabayı yangın musluğuna vuracak duruma getirmişti. Eddie ürkü içinde alışkını olmadığı arabanın kapı koluyla uğraşırken Henry arabadan çıkmış, bir sokak boyunca koşmuştu. Sonra, durup geriye dönmüş, kardeşini arabadan çıkarmış ve Eddie'ye iki tokat atmıştı. Daha sonra Brooklyn'e kadar olan o uzun yolu yürümüşlerdi (daha doğrusu kaçar gibi davranıp koşarak oradan sıvışmışlardı.) Serüven hemen hemen bütün gün sürmüş, ter içinde, kızarmış ve yorgun olarak eve döndüklerinde anneleri bu hallerinin nedenini sormuştu. Henry bütün gün kardeşine basketbol oynamayı öğrettiğini ve büyük çocuklar gelince basket alanından kaçmak zorunda kaldıklarını anlatmıştı. Anneleri Henry'i öpmüş ve Eddie'ye sormuştu: Ağabeyi, dünyadaki ağabeylerin en iyisi değil miydi? Eddie, "Evet" demişti. Kendisine göre bu dürüstçe bir karşılıktı. Çünkü, Eddie de söylediğinin doğru olduğa inanıyordu.

Birlikte oturup suların üzerinde kalan tek ışığın yıldızlardan gölgenin yansıması olduğuna bakarlarken Eddie Roland'a, "O gün Henry benim kadar korkmuştu" dedi ve ekledi, "Belki de benden daha fazla korkmuştu. Çünkü o, polisin bizleri gördüğünü sanıyor, bense polisin görmediğini biliyordum. Ağabeyim bu yüzden kaçmıştı. Ama, geriye gelmişti. İşin en önemli yanı buydu. Geriye gelmişti."

Roland bir şey demedi.

Eddie, Silahşor’a kabaca, soru sorar gibi bakışlarla bakarak sordu; "Bunu anlıyorsun, değil mi?"

"Anlıyorum"

"O her zaman korkar,ama hep geriye gelirdi."

Roland, o gün Henry tabanlarını yağlayıp oradan kaçmış olsa uzun süreçte Eddie ve hatta iki kardeş için... ya da her ikisinden biri için çok daha iyi olacağını düşündü. Ama, Henry gibi kişiler böylesini yapmazlar. Henry gibi olan insanlar hep geriye gelirler, çünkü, Henry gibiler insanların güvenini nasıl kullanacaklarını bilirler. Henry'nin benzerlerinin tek bildiği şey de budur. Onlar önce güveni gereksinime çevirir, sonra uyuşturucuya dönüştürür ve bu bir kez yapılınca... (Eddie'nin bunun için kullandığı sözcük neydi?) insanı iter, kakarlardı. Evet. İnsanı iter, kakar ve bir şeyi yapmaya zorlarlardı.

Silahşor, "Uykum geldi, sanırım uyuyacağım" dedi.

Ertesi gün Eddie öyküsünü anlatmayı sürdürdü. Ancak, Roland öykünün geri kalanını zaten kestirebiliyordu. Henry, ortaokul ve lisede spor yapmamıştı. Çünkü derslerden sonra antreman yapmak üzere okulda kalamıyordu. Eddie'yi gözetmesi gerekliydi. Gerçekte Henry sıska, hareketleri uyumsuz bir yeniyetmeydi. Ve birincil derecede sporla ilgilenmiyordu. Buna karşın, anneleri onların ikisine defalarca Henry'nin beyzbolda iyi bir top atıcı ya da basketbolda çok iyi bir ribauntçu olabileceğini söylemişti. Henry'nin derslerde aldığı notlar da kötüydü ve çocuk pek çok konuda tekrar yapmalara gereksiniyordu. Ancak durum Henry'nin aptal oluşundan kaynaklanmıyordu. Eddie ve anneleri Henry'nin pek zeki olduğunu biliyorlardı. Ama, Henry zamanın çoğunu çalışmaktan ve ev görevi yapmaktan fazla Eddie'yi gözetmek için harcamalıydı (olay çoğu kez Dean'ların oturma odalarında, iki oğlanın koltuğun üzerine yayılarak TV izlemeleri ya da yerde boğuşmaları şeklinde gerçekleşiyordu.) Kötü ders notları Henry'e göre New York Üniversitesine giremeyeceğinden başka bir anlam ifade etmiyordu. Bu durumda burs alamayacağına ve okul harcamalarını karşılamayacaklarına göre üniversite öğrenimi Henry için bir hayaldi. Liseyi bitirince Henry askere gitmiş; Vietnam'a savaşa gönderilmişti. Orada, bir çatışmada dizinin büyük bölümü parçalanmıştı. Yarası öyle sancılıydı ki, kendisine genellikle yüksek dozlu morfinli ilaçlar verilmişti. İyileşince ilaçları kesmişler ama bu da bir işe yaramamıştı. Henry, New York kentine omuzunda sürekli beslenmesi gereken aç bir maymunla dönmüştü. Aradan iki ay geçince Henry bir adamı görmeye başlamış, dört ay sonra anneleri öldüğünde Eddie bir gün ilk kez ağabeyinin burnuna beyaz toz çektiğini görerek bunu kokain sanmıştı. Toz kokain değil, eroindi. Bütün bu olanlar geriye doğru izlenirse kimin hatasıydı?


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə