196 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II-
eden ve gerektiren bir Kur’an’dır. Mesela insana bu nazarla bakan kişi, onda
Kur’an’da anlatılan gerçekleri temâşâ edecektir. Şu halde kâinât kitabında yazılı
olan Kur’an, mushafta yazılı olan Kur’an’ın lafzıyla aynı hakikatleri terennüm
etmektedir. Dolayısıyla Kur’an, insan ve âlem, aslında birbirlerine birer aynadır-
lar. Yani Kur’an’da insan ve âlemin hakikati göründüğü gibi insan ve âlemde de
Kur’an’ın hakikati görünür. Nitekim o, bu durumu şu şekilde ifade eder:
“Kur’an, insan ve âlem…Bunlardan her biri diğerine aynadır. Gaye insandır.
Fakat insan ancak bunlarla kemâle erer. Onlar insanı kemâle eriştirinceye ve
kendilerine ayna yapıncaya kadar terbiye ederler. Bu defa insan, onlara ayna
olur. İnsanlardan kimi terbiye kabul eder, kimi etmez. Kemâle erinceye kadar
terbiye kabul edip kemâle eren insanda Kur’an ve âlem tamamen görünür.
Terbiye kabul etmeyen insanda Kur’an’ın cemâli, âlemin nizamı görünmez.
Onun kalbi, husûf ve küsûfu (ay ve güneş tutulması) devamlı olan bir âlem
gibidir. Onda herc ü merc, Ye’cûc-Me’cûc ve diğer fitneler zuhûr eder.”
53
Mısrî, Kur’an, insan ve âlemin bütünlüğüne dair yazdığı bir risâlede “Biz, on-
lara delillerimizi (âyât) gerek dış dünyada (âfâk), gerek kendi öz varlıklarında
(enfüs) göstereceğiz…”
54
meâlindeki âyette geçen “âfâk”ın kâinât; “enfüs”ün
insan; “âyetler”in ise Kur’an olduğunu söylemektedir.
55
Bu yoruma göre âyetin
manası şöyle olmaktadır: Kur’an, insan ve kâinâtta görünür.
Mısrî’nin şu beyitleri de aynı düşünceyi şiirsel bir yolla ifade etmektedir:
“Vechün üzre yazılan manay-ı Kur’ân’ı gören
Eylemez evrâk içinde lafz-ı Kur’ânile bahs”
56
“Vechinde yedi fâtiha âyâtı yazılmış
Âdem’deki âyât-ı Hudâ’dan haberum var”
57
Mushaf-ı hüsnünde yazılmış ‘kul hüvellâh’’âyeti
Gel inanmazsan gir mekteb-i irfâna bak
58
Âlem anun hüsninün şerhinde olmuş bir kitâb
Metnin istersen Niyâzî sûret-i insâna bak
59
53
Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, Hacı Mahmud Efendi no. 2392, v. 24a; İrfan Sofraları, s. 93-
94.
54
Fussilet 41/53.
55
Bkz. Mısrî, Kur’ân, İnsan ve Ekvândan Her Birinin Gayrı İçin Mir’ât Olduğuna Dair Risâle,
Pertev Paşa no.261/13, vr. 40.
56
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 32.
57
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 46.
58
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 111.
M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 197
Seni terk eyleyen insan bulur mı cismine ol cân
Yüzünde âyet-i Rahmân okur her kim siler tozın
60
Kur’ân benüm Furkân benüm
Dertlülere dermân benüm
Bu zulmeti açan benüm
61
Kudretün insanı mazhar kıldugıyçün zâtuna
Yüzinün nakşını hep âyât-ı Kur’ân eyledi
62
“Hep kitâb-ı Hakdur eşyâ sandugun”
63
Bu beyitlerden şu anlaşılmaktadır ki Mısrî’ye göre Kur’an’ın manası, mushaf-
taki lafızlardan ziyâde kâinâttaki varlıklarda gizlidir. Dolayısıyla kâinâttaki her
bir varlıkta yazılmış olan Kur’an’ın manasını anlayan kişinin, onun lafızları
üzerinde düşünmesine gerek kalmaz.
Mısrî’ye göre tıpkı kâinâtta görünen her şeyde Allah’ın sırrı olduğu gibi işiti-
len her sözde de, aslında Kur’an’ın özü vardır:
“Her neye baksa gözün bil sırr-ı Sübhân andadur
Her ne işitse kulagun mağz-ı Kur’ân andadur”
64
Kâinâtın tamamında Kur’an’ı gören bir kişi, imânî konular üzerinde lüzum-
suz tartışmalara dalma ihtiyacı hissetmez:
“Şol rûhunla hattunun sırrını zâhid anlasa
Kürsi üzre eylemezdi küfr ü imânile bahs”
65
22. Kur’an’ın Zâhirî ve Bâtınî Boyutları
Bütün sûfîler gibi Mısrî’nin bilgi anlayışı da çift boyutlu bir bilgi anlayışıdır.
Ona göre ilim, iki çeşittir: Zâhirî ilim ve bâtınî ilim. Zâhirî ilim; sarf, nahiv,
mantık, meânî ve diğer âlet kitaplarını okumak veya erbâbından dinlemekle
öğrenilebilir. Bâtınî ilim ise, hâlis amel, tehzîb-i ahlâk, zikir, riyâzet ve gece
gündüz Allah yolunda mücâhede ile kalbi temizleyerek elde edilebilir.
66
59
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 111.
60
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 161.
61
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 208.
62
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 230.
63
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 99.
64
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 48.
65
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 32.
66
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 29a-29b; İrfan Sofraları, s. 113.
198 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II-
Mısrî’nin bu çift katmanlı bilgi anlayışı, Kur’an anlayışına ve yorumuna da
etki etmiştir. Zira ona göre Kur’an’ın da bir zâhirî bir de bâtınî manası ve boyutu
vardır. Zâhir, cevizin kabuğu; bâtın ise içi gibidir. Cevizin kabuğunu yiyen
kişinin tat alamayacağı gibi Kur’an’ın sadece zâhiriyle meşgul olan kimse de
Kur’an’ın tadına varamaz:
Cevzün yeşil kabını yemekle dad bulunmaz
Zâhir ile ey fakîh Kur’ân’ı arzularsın
67
Mısrî, Kur’an’ın bâtınî manasının herkese değil, sadece âriflere verildiğini
düşünmektedir. Bu görüşünü teyid etmek üzere de hadis olarak nakledilen şu
sözü zikretmektedir: “İlmin bir çeşidi de saklı inci gibidir. Onu Allah’ı bilen
âlimlerden başkası bilemez. (Bu âlimler) o bilgileri ifşâ ettiklerinde de onları
kibirlilerden başkası inkâr etmez.”
68
Ona göre bu söz şunu ifade etmektedir:
“Bu ilmin pek çok insandan gizlenmiş olması, gizli eşyanın kıymet, güzellik
ve üstünlük bakımından gizli olmayana nisbeti gibidir. Bu takdirde hadisin
manası şöyle olur: ‘İlimler arasında gizli ve saklı eşya gibi bir ilim vardır ki
onu Allah’ı bilen âlimlerden başkası bilemez. Bu ilmi dile getirirse onu ancak
gaflet ehli ve sûret erbâbı inkâr eder. Çünkü bu ilim sûret ilmi değildir. Kişi,
bilmediğinin düşmanıdır. (Dolayısıyla bu ilmi bilmeyenler, buna düşman ke-
silirler)’… Bu zikredilen âlim o kimsedir ki onun ilminin cevherlerini, sedefle-
rin âlimleri, hatta tarîkat şeyhlerinin nekseriyeti bile anlayamaz.”
69
Mısrî, “innâ araznâ” diye başlayan âyetin
70
tefsirine dair yazdığı bir risâlede
şöyle bir hadis zikretmektedir: “Kur’an’ın zahrı ve batnı vardır. Her bir batnının
da yedi batnı vardır.”
71
Ona göre bu hadisten anlaşıldığına göre Kur’an’dan bir
67
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 168.
68
Tasavvufî kaynaklarda hadis olarak zikredilen bu söz (bkz. Ebû Bekr Muham-
med b. İshak el-Kelâbâzî, et-Taarruf li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf, thk. Ahmed Şem-
süddîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2001s. 100; Ebû Hâmid Muhammed b.
Muhammed el-Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, nşr. Muhammed ed-Dâlîbalta, el-
Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut 1992, I, 32, 139), muteber hadis kaynaklarında yer
almamaktadır. Sadece sahih-zayıf ayrımı gözetilmeksizin derleme hadislerin yer
aldığı Deylemî’nin Firdevs’inde geçmektedir. Bkz. Deylemî, Firdevsu’l-Ahbâr, I, 258
(hadis no. 799). Irâkî, İhyâ’da zikredilen bu hadis hakkında şu açıklamayı yap-
maktadır: “Bu hadisi, Ebû Abdurrahman es-Sülemî tasavvufa dair el-Erbaîn isimli
eserinde Ebû Hureyre’den rivâyet ettmiştir. İsnadı zayıftır.” (Gazzâlî, İhyâ, I, 32, 1
numaralı dipnot).
69
Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 15b; İrfan Sofraları, s. 64-65.
70
Ahzâb 33/72.
71
Mısrî’nin hadis olarak naklettiği bu sözün Arapçası şöyledir:
ّنإ
ًاóıČ نآóĝĥĤ
ٍīُĉÖأ Ùđ×ø ĵĤإ ًÓĭĉÖ įĭĉ×Ĥو ،ًÓĭĉÖو
.
Dostları ilə paylaş: |