Eul journal of Social Sciences 2016; vii(I): 67-89



Yüklə 272,97 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə7/10
tarix04.11.2017
ölçüsü272,97 Kb.
#8491
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

Gökhan Ak | 79 

 

EUL Journal of Social Sciences (VII-I) LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi 



June 2016 Haziran 

 

Türkiye’de  gerçekleştirilmiş  olan  laiklik  türünün…  kendine  özgü  olan  ve 



tarihsel  koşulların  ürünü  olan  niteliğini  anlamak  gerekir.  Gerek  Türkiye 

içindeki,  gerek  dışındaki  kimi  kişilere  göre  laiklik,  Müslümanlığı  ya  da 

genellikle dini kaldırma anlamını taşır. Yine benzer iki açıdan ileri sürülen, 

fakat  birincinin  tersiyle  sonuçlanan  bir  görüşe  göre,  bu  laiklik  değil,  din 

üzerine devlet kontrolü demektir. Bu iki görüşe göre, devlet ya dini tutmalı 

ya  da  yok  etmelidir.  [Ancak]  tarihsel  gelişimin  öyküsünden  anlaşılan, 

varılan  sonucun  bu  iki  sonucun  ikisinden  de  ayrı  olmasıdır.  Türkiye’de 

laiklik  bir  çağdaşlaşma  aşamasıdır.  Osmanlı  Devleti  döneminde  beliren 

tarihsel bir sorunun başlattığı uzun yolun vardığı bir sonuçtur.” 

 

Laiklik “ulusçuluk”, “ulusalcılık”tır: 

Berkes’in  (1984b:  57-60)  görüşlerinden  elde  ettiğimiz  sonuca  göre,  laiklik 

“ulusçuluk”,  “ulusalcılık”dır.  Bu  anlamda  ulusçuluk  ve  ulusalcılık,  laikliğin  bir  başka 

boyutudur. Türkiye’de ilk anayasa sorunu birçok farklı etkenin karması olan karışıklıklar 

arasında başlamıştır: 

Anayasal  bir  devlet  kurulmasının,  bir  Đslam  devleti  sayılan  Osmanlı 



Devleti’nde  olanağı  bulunduğu  görüşü,  ünlü  Kanunu  Esasi  eylemine 

girişilmesinden hayli önce doğmuştu. Bu olanağın bulunduğu görüşü şu teze 

dayandırılıyordu:  Anayasal  devlet  rejimi  evrensel  ve  dünyasal  sorundur, 

onun herhangi bir dinle ilişkisi yoktur. Bu görüşün kaynağının Avrupa laik 

siyasal  doktrininden  çıkma  olduğu  meydandadır.  Ne  var  ki  o  dönemde, 

içeride,  ne  Batı  anlamında  “ulus”,  ne  de  “halk”  kavramı  vardı.  Doğal 

haklar doktrininin gereği olarak egemenliğin kaynağı olarak halk ya da ulus 

görüşü de olamazdı.” 

Ancak  sonuçta  1876  Kanunu  Esasi’si,  Batı’da  anayasa  doktrininin  temelindeki 

felsefe olan doğal haklar görüşü  yerine, hazırlayıcıları arasında büyük paya  sahip olan 

Namık  Kemal’in  görüşü  paralelinde,  şeriatı  dünyaya  uydurma  şeklinde  değil,  dünyayı 

şeriata  uydurma  şeklinde  gerçekleşmiştir.  1908-1918  arası  siyasal  ve  toplumsal  aşama 

ise,  devletin  temelinin  Müslüman  ümmeti  değil,  Türk  halkının  oluşturduğu  “millet” 

olduğu  görüşünü  yerleştirmiş  ve  bu  “millet”in,  Hıristiyan  “millet”ler  gibi  dinsel 

örgütlenişi  olmayıp,  laik  bir  örgütlenişe  sahip  olması,  millet  kavramının  laik  bir 

anlamının  olması  ve  politik  bir  içerik  kazanması  Cumhuriyet’le  birlikte  olmuştur.  I. 

Dünya  Savaşı  sonunda  Osmanlı  Đmparatorluğu’nun  parçalanmasıyla  girilen  dönem  ve 

bu  sonucun  gerçekleştirdiği  olay,  Đslam  Ümmeti  yerine,  Türk  Milleti  (Ulusu) 

kavramının  kesinleşmesi  oluşturmuş  ve  laik  Türk  Ulusu  ile  ulusçuluğu  bu  şekilde 

doğmuştur. 

Bu  anlamda,  Berkes’e  (6  Kasım  1964:  10-11)  göre  laiklik  olgusu,  Türk  laik  ulusal 

devletinin  kuruluşunun  temeli,  gayesi,  gıdası  ve  ruhudur.  Zaten  Berkes’in  (4  Ekim 

1976:  2)  yorumuyla;  “Đlk  kez  Türk  devletiyim  diyen  ve  öyle  tanınan  devlet  Türkiye 



Cumhuriyeti  devleti  olmuştur.”  Dolayısıyla  Berkes  (14  Şubat  1979:  2)  için;  “Laik  bir 

devletin  ulusal  birlik  kurmak  için  dine  ihtiyacı  yoktur.”  Ayrıca  Berkes  (1984d:  157), 

Atatürk’ün  Söylev’ini  de,  bütünüyle  ulusal  bağımsızlık  gereklerinin  kaynağı  olarak 




80 | Niyazi Berkes Düşününde “Laiklik” Ve “Çağdaşlaşma” Kavramlarının Karşılaştırmalı Bir Analizi

 

EUL Journal of Social Sciences (VII-I) LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi 

June 2016 Haziran 

 

saymaktadır.  Bu  anlamda,  Berkes’in  (1984f:  78-79)  yaptığı  tüm  tarihsel  aşama 



analizlerinden  çıkarttığı  gözlem,  laikliğin,  hem  devlet,  hem  din  alanındaki 

değişikliklerle  beraber  giden  bir  devlet-din  arası  bir  boşanma  süreci  olduğudur. 

Dolayısıyla  devletin  dinden  kopması  sonucu  halkın  da  devletten  kopması  tehlikesi 

karşısında, devlet de ulusçuluk ülküsüyle karizmatik etkisini koruyabilmektedir. 



 

Laiklik “siyasal bağımsızlık”tır: 

Berkes’in  (Temmuz  1978:  11)  görüşlerinden  elde  ettiğimiz  sonuca  göre,  laiklik 

“siyasal bağımsızlık”tır. Bu anlamda siyasal bağımsızlık, laikliğin bir başka boyutudur: 

Laiklik  bir  din  savaşının  değil,  bir  siyasal  ideoloji  savaşının  ürünüdür. 



Dinsel  değil,  siyasal  bir  sorundur.  Laiklik  bir  yandan  çağdaşlaşma  karşıtı 

bir  din  sömürücülüğü  ideolojisine,  diğer  yandan  onu  dışarıdan  yürütmek 

isteyen  siyasal  güçlere  karşı  ulusal  varlığın  bağımsızlığı,  kişi  olarak 

vatandaş  özgürlüğü  ilkesidir.  Onu  gerçekleştirmekten  ve  sürdürmekten 

yoksun,  geri  kalmış  herhangi  bir  ülke  görünüşte  siyasal  bağımsızlığı 

bulunduğunu sanıyorsa yanılıyor. Atatürk’ün tekrar tekrar söylediği gibi, o 

bir gün gene emperyalizmin boyunduruğu altına girecektir.” 

 

Laiklik “milli, demokratik devlet”tir: 

Berkes’in  görüşlerinden  elde  ettiğimiz  sonuca  göre,  laiklik  “milli,  demokratik 

devlet”tir. Bu anlamda milli, demokratik devlet, laikliğin bir başka boyutudur. Berkes’in 

(Kasım  1943:  433)  bu  meyandaki  vurgusuyla,  1908  Anayasası’nın  ilanından  sonraki 

dönemde: 

Hâdiselerin  gidişi  o  istikamette  gidiyordu  ki  lâiklik  prensibini  açıkça  ve 



kat’î  olarak  kabul  etmek  ve  yapılacak  ilerleme  teşebbüslerini  buna  göre 

ayarlamak  zarureti  vardı.  Garpte  demokrasi  inkılaplarının  açtığı  ve 

tamamiyle orta sınıfın rasyonalist zihniyeti ile yürütülen teknik, ekonomik ve 

so[s]yal iler[]lemelere benzer bir gelişme olabilmesi için geçmişe dayanan 

ve çoğu dinî müeyyidelere dayanan bir çok iddialardan vazgeçmek lâzımdı. 

Devletin  teokratik  olması,  zaman  şartları  karşısında  birçok  tenakuzlar 

doğuruyordu…  Bundan  başka,  yalnız  Türk  milletinin  devleti  olan  millî 

devlet varlığını dinî birlikte değil, millî bir[l]ikte aramalıydı ve bunu ortaya 

koyan  milliyetçilik  cereyanı  hayli  kuvvetlenmişti.  Lâiklik  prensipi  millî 

devlet imkânının da zarurî bir şartı oluyordu. Fakat dahası var. Demokratik 

bir  rejimin  imkânı  da  lâikliğin  kabulünü  ister.  Çünkü  dinî  hâkimiyetle 

dünyevî  hâkimiyetin  birleşmesi  mutlak  monarşinin  kabulünü  icabettirir. 

Hâkimiyetin  kaynağının  halk  ve  mil[l]et  olduğunu  kabul  etmek  için 

hükümdarın ilâhî kudret ve hukukunun tanınmaması lâzımdır.” 

Bu  yüzden  de,  laiklik,  milli  ve  demokratik  bir  devlet  rejimi  ve  yönetimini  dikte 

ettirmektedir.  Görüldüğü  üzere,  Niyazi  Berkes’in  düşününde  çağdaşlaşma  kavramı, 

laiklik ya da toplumsal laikleşme ile doğrudan bağlantılı bir kavramdır. Ancak Berkes’in 

düşününde çağdaşlaşma,  laikliğin bir  alt kümesi  olarak, daha  çok doğrudan sekülarizm 

kavramı ile örtüşen bir konumdadır. Ayrıca çağdaşlık kavramının bir başka yüzünün de, 

daha  ileride  irdelenecek  olan  Batılılaşma  ile  bakıştığı  söylenebilir.  Berkes’in  de 



Yüklə 272,97 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə