yan müşterileri olan pek çok dükkân sahibi vardm.
Bu dükkâncılar arasında müşterisine ödeyebileceği pa
raya giysiyi satmak gibi doğal, insancıl içtepiyle dav
ranabilecek birkaç dükkâncı çıkabileceğini düşünebi
liriz. Ama bu dükkâncılardan acaba kaç tanesi böyle
bir içtepinin bilinçlerine ulaşmasına izin verebilir? Sa
nırım ki pek azı... Çoğu, böyle bir duyguyu bastıracak
tır ve müşterisine karşı bu bilinçdışı içtepiyi gizlemek
için saldırgan bir davranışta bulunabilir ya da ertesi
akşam bir düş bu içtepiyi açığa vurabilir.
Toplumun izin verdikleriyle uzlaşmayan içerikteki
düşüncelerin bilincin egemen olduğu alana girmesine
izin verilmediği konusundaki savunumuz iki sorunun
ortaya çıkmasına neden oluyor. Bazı konular neden ba
zı toplumlarla uzlaşamıyor? Bundan da daha öte, niçin
böyle uzlaşmayan yasaklanmış düşüncelerin bilince
ulaşmasından birey bu kadar korkuyor?
Birinci soruya bir yanıt bulmak için «toplumsal ka
rakter» kavramını söz konusu etmem gerekiyor. Hangi
toplum olursa olsun yaşamını sürdürebilmek için ken
di üyelerinin kişiliklerini öylesine yoğurmalıdır ki yap
maları gerekeni içten gelerek isteyerek yapsınlar. Top
lumsal görevleri onların içlerine sokulmalı, yapmaya
zorunlu oldukları bir şey olmaktan daha çok kendilikle
rinden yapmaya gerek duydukları bir şey durumuna ge
tirilmelidir. Hiç bir toplum bu örneğe uymayan bir uy
gulamaya izin veremez. Çünkü eğer bu «toplumsal ka
rakter» tutarlılığını ve kesinliğini yitirirse o zaman bi
reylerden birçoğu kendilerinden beklendiği biçimde dav
ranmamaya başlayacaklar, o zaman da, o toplumun, o
belirli düzen içinde yaşamını sürdürmesi tehlikeye dü
şürülmüş olabilecektir. Kuşkusuz toplumlar bu toplum
sal karakteri bireylere zorla kabul ettirmek ve bu top
53
lumsal karaktere bağlılığı sürdürebilmek konusundaki
tutumlarındaki katılık bakımından birbirlerinden fark
lılıklar gösterirler ama her toplumda tabular vardır ve
bu tabulara karşı çıkmanın bedeli toplum dışına atıl
maktır.
İkinci soru birey toplumun dışına atılmak tehlike
siyle karşılaşınca neden o kadar korkuyor, yasaklanmış
içtepilerin bilincine ulaşmasına niçin izin vermiyor? Bu
soruya karşılık vermek için başka bir yerde ayrıntılı
olarak yazmış olduklarımı kaynak olarak alıyorum (n).
Özet olarak şöyle diyebiliriz : İnsan bütün bütün aklını
yitirmedikçe şöyle ya da böyle öteki insanlarla ilişkile
rini sürdürmek zorundadır. Tam anlamıyla öteki insan
larla bağlantısızlık o kimseyi deliliğin sınırına kadar
getirir. Hayvan olarak en çok korktuğumuz şey ölmek,
insan olarak en çok korktuğumuz şey yalnızlığa itil
mektir. Bu korku Freud’un ileri sürdüğü hadımlık
(castration) korkusundan da daha önde gelir, tabu olan
duyguların ve düşüncelerin bilince ulaşmasına izin ver
mez.
Bu durumda bilincin de bilinçdışınm da toplumca
koşullandırıldığı sonucuna varmış oluyoruz. Ancak top
lumun koşulladığı üç tabakalı süzgeçten, yani dilin,
mantığın ve toplumsal tabuların süzgecinden geçebilen
düşünceler ve duyguların ayırdında olabiliyorum. Bu
süzgeçten geçemeyen yaşantılar bilince ulaşamıyor; bi-
linçdışmda kalıyor (ls).
(17) Bu düşünceleri incelemiş olduğum «Escape from Freedom »
(Özgürlükten Kaçış) (New York, Rinehart, 1955) ve «T7ıe Sane
Society» (Esenlikli Toplum) (New York, Rinehart, 1955) adlı yapıt
larımla karşılaştırınız.
(18) Bilince böyle çözüm getirilmesi, şu sözlerinde özetlediği bi
çimiyle Karl Marx’m da aynı sonuca vardığını gösteriyor: «insan -
54
Bilinçdışının toplumsal yapısıyla ilgili olarak iki ni
telik üzerine eğilmek gerekiyor. Bunlardan birincisi pek
açık olarak görülen bir şey : Bu da toplumsal tabular
dan başka bir de bu tabuların bir aileden ötekine de
ğişen bireysel önem ve ağırlıkları olması; çocuk bazı
yaşantıların özellikle bireysel olarak kendi ailesi için
tabu olduğunu farketmiş olduğundan, aile dışında bıra
kılmak korkusuyla, baskı altına alınmış toplumsal ta
bulara, ek olarak, süzgecin bireysel yanının bilince ulaş
masına izin vermediği bu duyguları da baskı altında
tutar. Öbür yandan öyle ana babalar da vardır ki açık
düşünceli oluşları ve çocuklarına fazla baskı yapmama
ları nedeniyle toplumsal süzgecin (ve Superegonun) ge-
çirmezliğini azaltmış, darlığını genişletmiş olurlar.
Öteki nitelik daha karmaşık bir olguyla ilgili... Biz
yalnız toplumsal örneğe uymayan kıpırdanmalar üze
rine baskı yapıp onların bilince ulaşmasını engellemek
le kalmıyoruz, öbür yandan da tam insan olarak büyü
me ve biçim alma ilkesiyle çelişen, kişiliğin son dere
ceye kadar gelişmesi amacı için sesini yükselten insancı
vicdanla çelişen kıpırdanmaları da baskı altına alıyo
ruz.
Yıkıcı tepiler, ana karnına geri dönme ya da ölmek
isteme tepişi, yakınlık duyduğu kimseleri yemek iste
me tepişi, bunlar ve bunlar gibi daha pek çok gerileme
tepileri, toplumsal karaktere ister uygun düşsün ister
düşmesin elbette hiç bir koşul altında insan yapısının
özünde var olan evrimin hedefleriyle uzlaşmaz. Bir be
bek emzirilmek, kucakta taşınmak istediği zaman bu
olağan bir istektir. Yani çocuğun içinde bulunduğu ge-
larm yaşama biçimlerini belirleyen bilinçleri değildir. Bunun tersine
toplumsal yaşama biçimleri bilinçlerini biçimleyip belirliyor» «Zur
Kritik der Politischen Oekonomie» (Berlin, Dietz, 1924, Önsöz S. IV).
55
Dostları ilə paylaş: |