Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə16/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   77

kötü arasındaki farkı "öğreteceğine" şaşmamak gerekir. Okulda 
ve toplumda da buna benzer etkenler işe karışır. Övgü ile 
karşılanan şeyler "iyi"dir; toplumdaki otoriteler ya da başka 
insanların çoğu tarafından beğenilmeyen ya da cezalandırılan 
şeyler "kötü"dür. Gerçekten de, beğenilmeme korkusu ve 
beğenilme ihtiyacı ahlâkî yargının oluşumunda en güçlü, hattâ 
biricik itici güç ya da itki olarak rol oynamaktadır. Bu şiddetli 
duygusal baskı, çocuğu, daha sonra da yetişkini, "iyi" olarak 
nitelenmiş olan şeyin kendisi için mi yoksa otorite için mi iyi 
olduğu şeklinde eleştirici bir soru ortaya atmaktan alıkoyar. 
Burada karşımıza çıkan iki-yönlülük nesnelerle ilgili değer 
yargılarını gözönünde bulundurduğumuz zaman açıkça 
görülmektedir. Bir arabanın ötekinden "daha iyi" olduğunu söyle-
diğim zaman, o arabanın ötekinden daha çok işime yaramasın-
dan ötürü ona "daha iyi" dediğim açıktır; iyi ya da kötü, herhangi 
bir şeyin bana yararlı olup olmamasına bağlıdır. Bir köpeğin 
sahibi köpeğinin "iyi" olduğunu düşünüyorsa, o köpeğin kendisi 
için yararlı olan bazı niteliklerini gözönünde bulunduruyor 
demektir; yani o köpek sahibinin bir bekçi köpeğine, bir av 
köpeğine ya da yalnızca sevip okşamak için besleyeceği bir 
köpeğe duymuş olduğu ihtiyacı yerine getirdiği için "iyi"dir. 
Herhangi bir şey, ancak o şeyi kullanan insan için iyi olduğu 
zaman "iyi" olarak nitelenir. İnsanla ilgili olarak da aynı değerlen-
dirme kriteri kullanılabilir. İşveren, ancak kendi işine yarayan bir 
işçiyi iyi işçi olarak görür. Öğretmen ise söz dinleyen, karışıklık 
yaratmayan ve kendisi için iftihar konusu olan bir öğrenciye "iyi" 
diyebilir. Aynı şekilde, bir çocuk da yalnızca uysal olduğu ve söz 
dinlediği için iyi bir çocuk olarak görülmüş olabilir. Ama "iyi" bir 
çocuk ürkütülmüş de olabilir ve kendini güvensiz hissedebilir, 
ana-babasının iradesine boyun eğmekle yalnızca onların hoşu-
na gitmeye çalışmış olabilir; buna karşılık, "kötü" bir çocuk kendi 
iradesini kullanmış olabilir ve gerçekten ilgi duyduğu şeylere yö-
nelebilir, ama bütün bunlar ana-babasının hoşuna gitmeyebilir. 
22 
Otoriter ahlâkın biçim ve özle ilgili görünüşlerini şüphesiz 
birbirinden ayırmak mümkün değildir. Otorite, kendisine boyun 
eğen kişiyi sömürmek istemeseydi, korkudan ve duygusal 
bağımlılıktan yararlanarak kendini kabul ettirmeye çalışmazdı. 
Akla uygun yargıları ve eleştirme gücünü teşvik edebilir, böylece 
kendisinin yeterli olmadığının ortaya çıkması gibi bir tehlikeyi 
göze alabilirdi. Ama kendi menfaatleri söz konusu olduğu içindir 
ki, otorite itaat etmenin temel erdem, itaatsizliğin ise temel 
günah olduğunu buyurmaktadır. Otoriter ahlâkta, hiçbir zaman 
bağışlanamayacak günah, başkaldırmaktır; yani otoritenin 
kuralları koyma hakkını ve otorite tarafından konulmuş olan bu 
kuralların kendisine boyun eğenlerin yüksek menfaatlerini kolla-
dığı şeklindeki kesin ilkesini tartışma konusu yapmaktır. Bir in-
san günah işlemiş olsa bile, cezayı kabul etmesi ve suçluluk 
duyması onu tekrar "iyiliğe" yöneltir, çünkü o böylece otoritenin 
üstünlüğünü kabul ettiğini dile getirmiş olur. 
Eski Ahit'te, insanlık tarihinin başlangıcı konusunda anlatıl-
mış olan şeylerde, otoriter ahlâkın açık bir örneğine rastlıyoruz. 
Burada, Adem'le Havva'nın günahı, yapmış oldukları harekete 
bağlanarak açıklanmıştır; iyinin ve kötünün bilgisini veren ağacın 
meyvesinden yemek, kendi başına kötü bir şey değildir; gerçek-
te, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etme yeteneğinin temel bir er-
dem olduğunu Yahudi dini de, Hıristiyan dini de kabul etmekte-
dir. Günah olan şey itaatsizlik, Tanrının otoritesini sarsmak, 
Tanrının otoritesine meydan okumaktır; çünkü Tanrı, insanın 
daha şimdiden "Bizlerden biriymişçesine iyiyi kötüden ayırt ede-
cek hale geldiği için elini uzatıp hayat ağacından da bir şeyler 
koparacağından, böylece sonsuza dek yaşayacağından" kor-
kuyordu. 
Hümanist ahlâk da, karşıtı olan otoriter ahlâktan, aynı 
şekilde, biçim ve özle ilgili kriterlerle ayrılır. Biçim bakımından, 
23 


erdemle günahı birbirinden ayıracak kriterin, insanı aşan bir 
otorite tarafından değil, yalnızca insanın kendisi tarafından 
belirienebileceği ilkesine dayanır. Öz bakımından dayanmış 
olduğu ilke işe, insan için iyi olan şeyin "iyi", insan için zararlı 
olan şeyin- "kötü" olduğudur; ahlâkî değerin biricik kriteri insanın 
rahatı ve mutluluğudur. 
"Erdem" kelimesine verilmiş olan çeşitli anlamlar, hümanist 
ve otoriter ahlâklar arasındaki farkı çok iyi bir şekilde 
göstermektedir. Aristoteles, "erdem" kelimesini "kusursuzluk" 
-insana özgü imkânların gerçekleşmesini sağalayan etkinlikteki 
kusursuzluk- anlamında kullanmaktadır. Paracelsus ise "erdem"i 
her şeyin bireysel niteliği ile -yani özelliği ile eş-anlamlı olarak 
kullanmıştır. Bir taşın, bir çiçeğin her birinin kendine özgü bir 
erdemi, kendi niteliklerinin bir bileşimi vardır. İnsanın erdemi de, 
aynı şekilde, insan türüne özgü olan bazı belirgin niteliklerin 
toplamıdır; tek bir insanın erdemi kendi bireysel tekliği, yani 
biricikliğidir. İnsan kendi "erdemini" geliştirdiği zaman "erdemli" 
bir kişi olur. Buna karşılık, çağdaş anlamda "erdem", otoriter 
ahlâkla ilgili bir kavram haline gelmiştir. Erdemli olmak, kendini 
inkâr etmek ve boyun eğmek, bireyselliğini tam olarak gerçek-
leştirecek yerde, baskı altında tutmak demektir. 
Hümanist ahlâk insanı merkez olarak alır; bu hiç şüphesiz 
insanın evrenin merkezi olması demek değildir; insanın değer 
yargılarının, bütün öteki yargıları ve hattâ algıları gibi, köklerini 
insan varlığının özelliklerinden alması ve yalnızca onunla ilgili 
olması anlamına gelmektedir; insan gerçekten de "her şeyin 
ölçüsüdür". Hümanist görüş, insan varlığından daha yüksek ve 
daha değerli hiçbir şeyin olmadığını öne sürmektedir. Bu görüşe 
karşı şöyle bir kanıt ileri sürülmüştür: Ahlâkî davranış, tabiatı 
gereğince, insanı aşan bir şeyle ilgilidir, dolayısıyla yalnızca 
insanı ve onun menfaatlerini göz önünde bulunduran bir sistem 
24 
gerçek anlamda ahlâkî olamaz ve böyle bir sistemin objesi olsa 
olsa başka insanlardan ayrılmış, bencil bireyler olabilir. 
Çoğu zaman insanın kendi hayatı için geçer olan kuralları 
koyma ve yargılama yeteneğini -ve hakkını- inkâr etmek için öne 
sürülmüş olan bu kanıt bir safsataya dayanmaktadır; çünkü 
insan için iyi olan şeyin iyi olduğu ilkesi, insan tabiatı gereğince, 
bencillik ve yalnızlığın insan için iyi olması demek değildir. 
İnsanın amacının, dış dünya ile ilişki kurmaksızın gerçekleşebi-
leceğini söylemek demek de değildir. Gerçekte, hümanist ahlâkı 
savunanlardan birçoğunun öne sürmüş olduğu gibi, insan 
tabiatının ayırt edici niteliklerinden biri şudur: İnsanın gelişmesi 
ve mutluluğu ancak başka insanlarla ilişki kurarak ve onlarla da-
yanışma halinde yaşadığı sürece gerçekleşebilir. Bununla bir-
likte, başka insanları sevmek, insanı aşan bir olay değildir; insan 
tabiatına sıkı sıkıya bağlı olan ve ondan fışkıran bir şeydir. Sev-
gi, insana göklerden inen üstün bir güç olmadığı gibi, ona zorla 
kabul ettirilen bir görev de değildir; sevgi, insanın dış dünya ile 
ilişki kurmasını sağlayan ve dış dünyayı gerçekten kendine ait 
bir şey haline getiren kendi gücüdür. 
2. Objektif Ahlâka Karşı, 
Sübjektif Ahlâk 
Hümanist ahlâkın dayandığı ilkeyi kabul edecek olursak, 
insanın objektif olarak geçerli olan normatif ilkelere ulaşma yete-
neğini inkâr edenlere cevabımız ne olacaktır? 
Gerçekten de, hümanist ahlâk akımlarından biri bu itirazı 
yerinde bulmakta, değer yargılarının objektif geçerliği olmadığını 
ve bunların aslında, bireyin rastgele tercihlerinden ya da 
hoşlanmadığı şeylerden oluştuğunu öne sürmektedir. Böyle bir 
görüş noktasından, sözgelişi, "özgürlük kölelikten daha iyidir" 


Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə