Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə17/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   77

gibi bir ifade, yalnızca bir zevk ayrılığını dile getirir; ama objektif 
olarak geçer değildir. Bu anlamda "değer" dediğimiz şey 
"erişilmek istenen herhangi bir iyi şey"dir ve o şey değerli olduğu 
için istenmiş değil, istenmiş olduğu için değerlidir. Böyle bir 
köklü (radikal) sübjektivizm, ahlâk kurallarının evrensel olması 
ve bütün insanlara uygulanabilmesi fikri ile tabiatı gereğince 
bağdaşamaz. Eğer bu sübjektivizm hümanist ahlâkın biricik 
temsilcisi olsaydı, o zaman gerçekten de ya otoriter ahlâkı 
seçmek, ya da genel olarak geçer olan davranış kurallarına 
ulaşmak isteğinden kesinlikle vazgeçmek zorunda kalırdık. 

Objektiflik ilkesini ilk kabul eden öğreti ahlâkî hedonizm 
(hazcılık ya da zevkçilik) olmuştur. Zevkin insan için iyi, acının 
ise kötü olduğu varsayımından hareket etmekle hedonizm, 
isteklerimizi değerlendirme imkânını verecek bir ilke sağlamıştır: 
Yalnızca gerçekleşmesi bize zevk verecek istekler değerlidir, 
ötekiler değerli değildir. Şu var ki, Herbert Spencer'in, biyolojik 
gelişme süreci içerisinde zevkin objektif bir fonksiyonu olduğunu 
öne sürmesine rağmen, zevk bir değer kriteri olamaz. Çünkü 
özgürlükten değil boyun eğmekten zevk alan, sevgiden değil 
nefretten zevk duyan, yaratıcı bir iş yapmaktan değil de 
başkalarını sömürmekten zevk alan insanlar vardır. Objektif ola-
rak zararlı olan şeylerden zevk duyma olayı nevrotik karakterin 
belirgin bir özelliğidir ve psikanaliz sayesinde çok ayrıntılı bir 
şekilde incelenmiştir. Karakter yapısı üzerinde tartışırken ve 
mutluluk ile zevk üzerinde durduğumuz bölümde bu problemi 
yeniden ele alacağız. 
Daha objektif bir değer kriteri arama yönünde atılan önemli 
bir adım, "daha yüksek" ve "daha aşağı" zevkleri birbirinden ayı-
rarak. bu güçlüğü ortadan kaldırmaya çalışan Epikuros'un zevk 
* Hazza ya da zevke ulaşmaya çalışmayı ve acıdan kaçmayı ahlâkın temel 
ilkesi olarak gören öğretilerin tümü. (Çevirenin notu.) 
26 
ilkesinde yaptığı değişiklik olmuştur. Böylece zevkçiliğin yarat-
mış olduğu güçlük kabul edilmiş olmakla birlikte, önerilen çözüm 
yolu soyut ve dogmatik olarak kalmaya devam etmiştir. Şu var 
ki, zevkçi öğretinin bu konuda büyük bir yararı da olmuştur: 
İnsanın zevk ve mutluluk yaşantısını biricik değer kriteri haline 
getirmekle, "insan için en iyi şeyin olduğunu" belirlemeye kalkan, 
ama kendisi için en iyi olduğu söylenen bu şey hakkında insana 
ne hissettiğini düşünme fırsatı bile vermeyen bir otoriteye 
dayanmak isteyen her türlü girişime bütün kapıları kapamıştır. 
Bu bakımdan, Eski Yunan'da ve Romada olduğu kadar çağdaş 
Avrupa ve Amerika kültüründe de, insanın mutluluğu ile o kadar 
içten ve tutkulu bir şekilde ilgilenen ilerici düşünürlerin zevkçi 
ahlâktan yana olmalarına şaşmamalıyız. 
Ama bütün değerli taraflarına rağmen, zevkçilik, objektif 
olarak geçerli olan ahlâk yargıları için temel olamazdı. O halde 
hümanizmi seçecek olursak objektiflikten vazgeçmemiz mi 
gerekecek? Yoksa bütün insanlar için objektif olarak geçerli 
olan, ama insanı aşan bir otorite tarafından değil de, insanın 
kendisi tarafından konulan davranış kurallarına ve değer 
yargılarına ulaşmak mümkün müdür? Ben bunun gerçekten 
mümkün olduğuna inanıyorum ve şimdi böyle bir imkânın var 
olduğunu göstermeye çalışacağım. 
Her şeyden önce, "objektif olarak geçerli" olmanın "mutlak 
ya da kesin olma" anlamına gelmediğini unutmamalıyız. Bir ola-
sılığı, yaklaşık bir durumu ya da bir varsayımı dile getiren bir 
önerme, geçerli olabilir; ama aynı zamanda, sınırlı birtakım ka-
nıtlara dayanması ve olgular ya da yöntemler gerektirdiği za-
man, gelecekte daha derin incelemelere konu olması bakı-
mından "rölatif'de olabilir. "Rölatif" olan şeyle "kesin ya da mut-
lak" olan şey arasındaki karşıtlık, "mutlak" bir tanrısal alanı, in-
sanların kusurlu alanından ayıran teolojik düşünceden kaynak-
27 


lanır. Bu teolojik kavram çerçevesi bir yana bırakılacak olursa, 
mutlak kavramı anlamsızdır ve bu kavramın ahlâkta olduğu ka-
dar, genellikle bilimsel düşüncede de pek az bir yeri vardır. 
Ama bu noktada anlaşmış olsak bile, ahlâk alanında ob-
jektif olarak geçerli olan önermelere ulaşma imkânına yapılan 
temel itiraz yine de cevapsız kalmaktadır; "Olgularla "değer-
l e r i n kesinlikle birbirinden ayrılması gerektiğini öne süren 
itiraz... Kant'tan beri, objektif olarak geçerli olan önermelerin 
"değerler" için değil de, yalnızca "olgular" için söz konusu olduğu 
ve değer yargılarından sıyrılmanın bilimsel olmanın bir ölçüsü 
olarak görülmesi gerektiği şeklindeki görüş yaygın bir şekilde 
kabul edilegelmiştir. 
Bununla birlikte, sanat alanında, ya olguların gözlemine ya 
da geniş kapsamlı matematik-çıkarsama yöntemlerine dayanan 
bilimsel ilkelerden çıkarılan birtakım objektif kurallar koymaya 
alışkınızdır. Salt ya da "kuramsal" bilimler daha çok olguları ve 
ilkeleri ışığa çıkarmaya çalışırlar; ama fizik ve biyolojik bilimlerde 
bile, bu bilimlerin objektifliğini bozmayan normatif bir unsur yine 
de işe karışır. Uygulamalı bilimler, her şeyden önce, nesnelerin 
ya da şeylerin nasıl yapılması gerektiğini gösteren uygulama 
kuralları ile ilgilenirler -ama "olması gereken"i olguların ve ilke-
lerin bilimsel bilgisine dayanarak belirlemeye çalışırlar. Sanatlar, 
özel bir bilgi ve beceri gerektiren etkinliklerle ilgilidirler. Bunlar-
dan bazıları, yalnızca sağduyuya dayanan bir bilgiye ihtiyaç 
gösterdiği halde, bazıları da -mühendislik ve tıp gibi- geniş bir 
kuramsal bilgi birikimine ihtiyaç göstermektedir. Bir demiryolu 
döşemek istiyorsam, bunu belirli fizik ilkelere göre yapmak zo-
rundayımdır. Bütün sanatlarda, objektif olarak geçer olan bir 
kurallar sistemi, kuramsal bilime dayanan uygulama kuramını 
(yani uygulamalı bilimi) oluşturmaktadır. Herhangi bir sanatta 
kusursuz sonuçlara ulaşmanın çeşitli yolları vardır; oysa kurallar 
28 
hiçbir zaman gelişigüzel değildir; bu kuralları bozmak kötü 
sonuçlara ulaşmak, hattâ istenilen gayeye ulaşmada tam bir 
başarısızlıkla karşılaşmak gibi bir ceza ile birlikte gitmektedir. 
Şu var ki, sanat deyince yalnızca tıp, mühendislik ve res-
samlık gibi meslekleri anlamamak gerekir; yaşamak da başlı ba-
şına bir sanattıgerçekte, insanın uğraşması gereken en 
önemli, aynı zamanda en güç ve en karmaşık sanattır. Bu sana-
tın objesi, şu ya da bu gibi bir özel iş değil, yaşama işi, yalnızca 
bir imkân olarak var olan şeyi geliştirme sürecidir. Yaşama sa-
natında, insan hem sanatçıdır, hem de sanatının objesidir; hem 
heykeltraştır, hem mermerdir; hem doktordur, hem de hastadır. 
"İyi" yi insan için iyi olan şeyle, "kötü"yü ise yine insan için 
kötü olan şeyle eşanlamlı olarak gören hümanist ahlâk, insan 
için iyi olan şeyin ne olduğunu bilmek için insan tabiatını 
bilmemiz gerektiğini öne sürmektedir. Hümanist ahlâk, kuramsal 
"insan bilimi"ne dayanan "yaşama sanatı" ile ilgili uygulamalı bir 
bilimdir. Başka sanatlarda olduğu gibi, burada da, bir insanın 
başarısındaki kusursuzluk ("erdem") o insanın becerisine ve 
yaptığı egzersizlere olduğu kadar, insan bilimi alanındaki bilgisi-
ne de bağlıdır. Ama, insan ancak belli bir etkinliği seçtiği ve belli 
bir amaca ulaşmayı istediği takdirde kuramlardan birtakım 
kurallar çıkarabilir. Tıp biliminin ön-şartı hastalığı iyileştirme ve 
hayatı uzatma isteğidir; böyle bir istek olmasaydı tıp biliminin 
bütün kuralları anlamsız olurdu. Her uygulamalı bilim, bir seçme 
hareketinin sonucu olan bir aksiyom'a dayanır: Etkinlik göster-
menin amacının istenilen bir şey olmasına. Bununla birlikte, 
ahlâkın ve öteki sanatların temelinde bulunan aksiyom'lar ara-
sında bir fark vardır. İnsanların resim ya da köprü yapmak is-
temedikleri bir küllürün var olabileceğini düşünebiliriz, ama 
2
 "Sanat" deyiminin bu şekilde kullanılması, "bir şey yapmak" iie "bir iş 
yapma" vı birbirinden ayıran Aristoteles'in terminolojisine aykırı düşmektedir. 
1



Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə