Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə15/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   77

Bu, böyle mi sürüp gidecek? Din ile rölativizm arasında 
bulunan alternatif bir çözüm şekline mi rıza göstermek zorunda 
kalacağız? Ahlâk ya da ahlâk felsefesi konusunda akla dayan-
maktan vazgeçmek yolunu mu seçmek zorunda kalacağız? 
Özgürlük ve kölelik, sevgi ve nefret, doğru ve yanlış, dürüstlük 
ve fırsat düşkünlüğü, hayat ve ölüm arasında yapacağımız seç-
melerin, birtakım sübjektif tercihlerin sonunda ortaya çıkmış ol-
duğuna mı inanacağız? 
Aslında, başka bir seçeneğimiz daha var elimizde. Şöyle ki, 
geçerli ahlâk normları, insan aklı ile ve yalnızca onun tarafından 
oluşturulabilir, insan, akıl tarafından üretilen diğer yargılarda 
olduğu gibi, ahlâkî yargıda bulunma ve onları diğerlerinden ayırd 
etme konusunda da, kabiliyetli bir yaratıktır. Nitekim, büyük 
hümanist ahlâkî düşünce geleneği, insanın özerkliğine ve aklına 
dayanan bir değerler sistemi kurmak için gerekli temelleri atmış 
durumdadır. Bu sistemler, insan için iyi ya da kötü olan şeyin ne 
olduğunu bilmek istiyorsak, insan tabiatının ne olduğunu bilmek 
zorunda olduğumuz öncülü üzerine bina edilmişlerdir. Bu 
yüzden, bütün bu sistemler, aynı zamanda psikolojik birer araş-
tırma niteliğine de sahiptirler. 
Hümanist ahlâk, insan tabiatı hakkında edindiğimiz bilgiler 
üzerine bina edilmiş olduğu için, modern psikoloji, özellikle 
psikanaliz, hümanist ahlâkın gelişmesi için en güçlü uyarıcı-
lardan biri olacaktır. Bununla birlikte, psikanaliz, insan hakkın-
daki bilgimizi inanılmaz derecede arttırmış olduğu halde, insanın 
nasıl yaşaması ve ne yapması gerektiği konusunda edindiğimiz 
bilgileri arttırmış veya geliştirmiş değildir. Psikanalizin esas ola-
rak yaptığı şey, "kirli çamaşırları ortaya dökmek" olmuştur; de-
ğer yargılarımızın ve ahlâkî normlarımızın akıldışı-çoğu kere bi-
linçdışı - arzuların ve korkuların aklîleştirilmiş ifadeleri olduğunu, 
bu yüzden de objektif bir geçerlikleri bulunmadığını, ortaya koy-
muştur. Bununla birlikte, kendi başına düşünecek olursak, bu 
kirli çamaşırları ortaya koyma işlemi son derece yararlı 
olmuştur; ancak, sadece tenkit olarak kaldığı sürece verimli 
olamamıştır. 
Psikanaliz, psikolojiyi bir tabiat bilimi olarak kurmaya 
teşebbüs ettiği sırada, onu felsefe ve ahlâk problemlerinden 
yoksun bırakma gibi bir hataya düşmüştür. İnsana bir bütün 
olarak bakmadıkça, onu bir bütün olarak görmedikçe insan 
kişiliğinin anlaşılamayacağı gerçeğini kavrayamamıştır. Şüphe-
siz, insanı bir bütün hâlinde anlamak demek, insanın varoluş 
problemine, varoluşun anlamına bir cevap aramayı ve insanın 
yaşarken uymak zorunda olduğu normların neler olduğunu 
bilmeyi de gerektirir. Freud'un "homo psychologicus"u, yani 
psikolojik insanı, klasik ekonominin "homo economicus"u kadar 
gerçekçi olmayan bir fikir inşasıdır. Değerlerin ve ahlâkî 
çatışmaların tabiatı (veya mahiyeti) hakkında yeterli bir bilgiye 
sahip olmadıkça, insanı ve insanlarda görülen heyecan ve zihin 
bozukluklarını anlamamız mümkün değildir. Psikolojinin geliş-
mesi, "ruhî" alandan "tabiî" olduğu ileri sürülen alanı ayırarak, 
dikkatleri tabiî denen alan üzerinde toplamaya çalışarak sağla-
namaz. Bu ancak, insanı, beden-ruh bütünlüğü içerisinde ele 
alan, insanın gayesinin doğrudan doğruya kendi kendisi
 oldu-
ğUna
 ve bu amaca ulaşabilmek için insanın gene kendisi için ve 
kendisinden yana
 olduğuna
 inanan, büyük hümanist ahlâk gele-
neğine geri dönmekle sağlanabilir. 
Bu kitabı, hümanist ahlâk görüşünün geçerliğini teyid 
etmek, insan tabiatı ile ilgili olarak edindiğimiz bilgilerin bizi 
ahlâkî bir rölativizme götürmediğini, tam tersine, ahlâkî tavır ve 
hareketlerimiz için geçerli olan normların kaynağının bizzat 
insan tabiatında bulunabileceğini göstermek ve ahlâkî normların, 
insanın kalıtım yoluyla kazandığı nitelikler üzerine bina edilmiş 
15 


olduğunu ve bu normların ihlâl edilmiş olması hâlinde insanda 
birtakım zihnî ve heyecanî bozuklukların meydana gelebileceğini 
kanıtlamak amacıyla yazdım. Olgun ve bütünlüğe varmış bir 
kişiliğin karakter yapısının, üretici bir karakterin, "erdem"in 
kaynağını ve temelini oluşturduğunu ve "kötülük"ün ise, son 
tahlilde, bir kimsenin kendisine karşı gösterdiği kayıtsızlıktan ve 
kendi kendisini sakatlamaktan kaynaklandığını göstermeye 
çalışacağım. Hümanist ahlâkın benimsediği yüksek değeri ?r, 
kendinden feragatte bulunmayı ve bencillik etmeyi değil, kendi 
kendini sevmeyi; bireyin kendi kendisini inkâr etmesini değil, 
gerçek insanî benliğini kabul ve benimsemiş olmasını onaylar. 
Benimsediği değerlere güven duyabilmesi için, insanın kendisini 
tanıması, iyilik ve üretkenlik konusunda tabiatının yetenekli 
olduğunu iyice bilmesi gerekir. 
16 


"Otoriter" teriminin kullanılması, otorite kavramının açıklan-
masını zorunlu kılar. Bu kavram birçok karışıklığa yol açmak-
tadır, çünkü genellikle şu iki seçenekten birini seçmek zorunda 
olduğumuza inanılmaktadır. Ya diktatörlüğe dayanan akıldışı bir 
otorite olacak, ya da hiçbir otorite olmayacak. Oysa böyle bir 
ikilem yanlıştır. Gerçek problem ne çeşit bir otoriteye bağlı kal-
mak zorunda olduğumuzdur. "Otorite" derken, akla dayanan, ak-
la uygun bir otoriteyi mi, yoksa akıldışı bir otoriteyi mi kastedi-
yoruz? Akla dayanan ya da akla uygun bir otoritenin kaynağı ye-
terlik dediğimiz şeydir. Otoritesine saygı duyduğumuz kişi, baş-
kalarının kendisine vermiş olduğu ve üstesinden gelebileceğine 
inandığı işi yeterli bir şekilde yürütür. Onları korkutmak ihtiyacını 
duymadığı gibi, birtakım sihirli niteliklerle hayranlık uyandırmaya 
da kalkmaz; başkalarını sömürecek yerde, onlara yeterli bir şe-
kilde yardımcı olabildiği sürece ve yardımcı olduğu ölçüde, otori-
tesi akla uygun temellere dayanır ve akıldışı bir korkuya ihtiyaç 
göstermez. Akla uygun bir otorite, kendisine boyun eğenlerin sü-
rekli gözetim ve eleştirisine imkân tanımakla kalmaz, aynı za-
manda bunu ister de; her zaman geçici bir nitelik taşır, kendini 
kabul ettirmesi görevlerini yerine getirmiş olmasına bağlıdır. 
Akıldışı otorite ise kaynağını her zaman insanlar üzerindeki gü-
cünden alır. Bu güç maddî ya da manevî olabilir, gerçek bir te-
meli olabiiir, ya da otoriteye boyun eğen kişinin çaresizliğine ve 
endişesine göre değişen bir değeri olabilir. Bir yanda güç, öbür 
yanda korku her zaman akıldışı bir otoriteyi destekleyen 
unsurlar olmuşlardır. Otoriteyi eleştirmek yalnızca istenilmeyen 
bir şey olmakla kalmaz, aynı zamanda yasaklanmıştır. Akla uy-
gun bir otorite, otorite ile ona boyun eğen kişinin eşitliğine daya-
nır ve bu ikisi yalnızca özel bir alandaki bilgi ve beceri derecesi 
bakımından birbirinden ayrılır. Akıldışı otorite ise, tabiatı gere-
ğince, değer farklarını gerektiren bir eşitsizliğe dayanır. "Otoriter 
ahlâk" derken, "otoriter" deyimini totaliter ve antidemokratik sis-
21 
temlerle eşanlamlı olarak kullanan bugünkü anlayıştan hareket 
edecek şekilde, akıldışı bir otoriteyi kastediyorum. Okuyucu, hü-
manist bir ahlâkın akla uygun bir otoriteye hiç de aykırı olmadı-
ğını çok geçmeden anlayacaktır. 
Otoriter ahlâk, hümanist ahlâktan, biri biçim biri de özle ilgili 
olmak üzere iki kriterle ayrılır. Biçim bakımından, otoriter ahlâk, 
insanın iyiyi-kötüyü bilme yeteneğini inkâr etmektedir; kuralları 
koyan her zaman bireyin üstünde olan bir otoritedir. Böyle bir 
sistem akıl ve bilgiye değil, otoriteden duyulan korkuya ve boyun 
eğenlerin zayıflık ve bağımlılık duygularına dayanır; karar 
vermenin otoritenin ellerine bırakılmış olması, otoritenin sihirli 
gücünden ileri gelir; otoritenin verdiği kararlar tartışılamaz ve 
tartışılmamalıdır. Öz bakımından, ya da içeriğine göre, otoriter 
ahlâk neyin iyi neyin kötü olduğu sorusunu kendisine boyun 
eğenin menfaati açısından değil, her şeyden önce otoritenin 
menfaatleri açısından cevaplandırır; boyun eğen ondan bazı 
maddî ve manevî yararlar sağlayabilirse de, böyle bir otorite 
gerçekte sömürücü bir nitelik taşımaktadır. 
Otoriter ahlâkın biçim ve özle ilgili görünüşleri, çocukta 
ahlâkî yargının oluşumunda ve ortalama bir yetişkin insanın 
düşünmeksizin verdiği değer yargılarında açıkça görülmektedir. 
İyiyi kötüden ayırma yeteneğimizin temelleri çocuklukta atılır; 
önce fizyolojik fonksiyonlarla ilgili olarak, sonra davranışlarla 
ilgili daha karmaşık konularda... Çocuk, iyi ile kötü arasındaki 
farkı akılla kavramadan önce, iyiyi-kötüyü ayırmasına imkân 
verecek bir duyguya ulaşmaktadır. Çocuğun değer yargıları, 
hayatındaki önemli kişilerin göstermiş olduğu dostça ya da 
düşmanca tepkilere göre oluşur. Yetişkin insanların gösterdiği 
sevgi ve bakıma tam anlamı ile bağımlı olduğu göz önünde 
tutulacak olursa, annenin yüzünde beğendiğini ya da beğenme-
diğini dile getiren bir ifadenin belirmiş olmasının, çocuğa iyi ile 
1



Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə