Büyük Dinleri Tanımak


Dördüncü Bölüm Hindistan Dinleri



Yüklə 379,11 Kb.
səhifə8/52
tarix01.08.2018
ölçüsü379,11 Kb.
#59924
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   52

Dördüncü Bölüm Hindistan Dinleri


Yaklaşık 3500 yıl önce kendisini Arya [1] yani, asil ve soylu olarak adlandıran bir kavim, Orta Asya’dan günümüz Pakistan’ının güneyinde yer alan Sind (İndus) nehrinin etrafına göç etmiş ve doğuya doğru ilerleyerek daha sonraları Hindistan olarak adlandırılan toprakları işgal etmiştir. Aynı zamanlarda Ariya kavminden başka bir kol ayrı bir bölgeye göç etmiş ve daha sonra İran ismini almıştır Ariyalıların diğer kolları da Avrupa’ya yayılmışlardır.

Gerçi Aryan kavimlerinin asıl dilleri hakkında kesin bir malumatımız yoktur ama bu kavmin göçünden sonra Hintçe ve Avrupa dilleri olarak adlandırılan dillerinin birbirleriyle yakınlığı gözlemlenmektedir. Hindistan’daki Aryan kavminin dili “Sanskritçe” yani “Hoş Terkip” olarak adlandırılmaktadır. Bu dil ile Avesta, eski Farsça ve Avrupa dilleri arasında bir bağ vardır ve bu bağın dil bilimine çok yardımları olmuştur.[2]

Hindistan’daki Aryan kavminin dini Brahmanizm idi ve Hinduların tanrısı Brahma’dan bahsetmektedir ve o şu anda nispeten genç dallarını büyük topraklara yayan yaşlı bir ağaç gibidir. Bu dalların bazıları din liderlerinin çıkarmış oldukları zorluklara itiraz ile oluşmuştur ve ıslah edici yönü vardır.

Brahmanizm ayini Animizm’in gelişmiş halidir. Bu nedenle onun kurucusu öyle azımsanacak ve uydurma olarak addedilecek konumda değildir. Bu ayin nefs terbiyesi ve riyazet içeren, Hindistan halkının medeniyetinde, kişisel ve toplumsal hayatında büyük rolü olan bir tür kültür, âdap ve toplumsal gelenektir.

 

[1]      Bu bölümün Sanskritçe kelimelerinin okunuşu onların meşhur olan şekliyle Farsçada kullanılmıştır.

 

[2]      Örneğin (ه) “h” harfi bazı farsça kelimelerde Sanskritçedeki (س) “s” harfinin karşısında yer almıştır. Örneğin: (هند) “Hind” kelimesi (سند) “Sindhu” kelimesi karşısında ve Zerdüştlerin mukaddes bitkisi olan (هومه) “Hume” Hinduların mukaddes bitkisi olan (سومه) “Soma” karşısında yer almıştır.


1. Hinduizm


Hinduizm ayini Brahmanizm’in evrime uğramış şeklidir ve yavaş yavaş genel olarak da miladi VIII. ve IX. asırda şu anki halini almıştır.

1-1. Ariyalı İstilasından Önce Hindistan Halkı

Aryalılar, İran ve Hindistan’a göç etmeden önce bu toprakların halkı kısa boylu ve esmer tenli bir kavim idiler. Kendilerine özel kültürleri, dinleri ve merasimleri vardı. Onların medeniyetini kıyaslamak icap ederse Mezopotamya medeniyeti düzeyinde idi. Bu kavim İran’da takriben tamamıyla yok oldu. Ancak Hindistan’da bu ülkenin güney topraklarına sürüldüler ve şu anda da Dravitli kavmi adıyla tanınmaktadırlar. Onlar “Untouchables” yani “Dokunulmazlar” adıyla meşhurdurlar ve ileride bu konuya değineceğiz. Arkeologların Pakistan’ın Mohenco Daro eyaletindeki İndus ırmağı kıyılarında yaptıkları kazılar, onların ne denli büyük bir medeniyete sahip olduğunu gösteren eserlerini ortaya çıkarmıştır. Bu kazı çalışmalarından, bazı Hinduizm tanrılarının Aryalılar Hindistan’a girmeden önce de var olduğu anlaşılmaktadır.

1-2. Kutsal Kitaplar

Hinduların dua ve ayinleri “Bilmek” anlamına gelen “Vedalar” (Vedas) adlı bir mecmuada Sanskritçe olarak toparlanmıştır. “Emanet edilen ve hafızada tutulan şey” anlamına gelen “Smriti” unvanı karşısında “İşitilen” anlamına gelen “Shruti” unvanlı kitaplar Vedalar’dan sonraki ikinci derece dini kitaplardır.

Vedalara ilaveten “Upanişadlar” gibi diğer dini kitaplar da sonraları “Shruti” olarak adlandırılmışlardır. Araştırmacılar, Vedaların oluşum sürecini milattan önce 1400 ile 1000 yılları arasında bilmektedirler. Buna dayanarak M.Ö. 1500-800 yıllarını Veda dönemleri adlandırmaktadırlar.

Dört adet Veda vardır:

1- Rig-veda yani; Övgü Vedası

2- Yajur-veda yani; Kurbanlık Vedası

3- Sama-veda yani; İlahiler Vedası

4- Atharva-veda yani; Atharvan’ın Vedası (Atharvan bu Veda’nın yazarıdır)

Vedaların metni Mantralar’dan yani ateşin, güneşin, tabiatın diğer görünümlerinin övgüsü hakkındaki zikirlerden ve rızkın genişliği, bereketli olması, günahların bağışlanması için dualardan müteşekkil bir eserdir.

Sonraki zamanlarda Brahmanlar (kutsal bilgi sahibi kişiler yani Brahmanizm rahipleri) Vedalara Brahmanalar adı atlında o zikirlerin etkinliklerini belirleyen tefsirler yazdılar. Araştırmacılar M.Ö. 800-500 yılları arasındaki devri Brahman dönemi olarak adlandırmaktadırlar.

Manu-Smriti, Hinduizm’in dini kanunlarının toplamı olup, Brahmanlardan bir grubun efsanevi atası olan ve sözlükte “Hekim” anlamında olan Manu’ya nispet verilmektedir.

Hindistan kültüründe sayısız dini, felsefi, irfani ve edebi kitaplar vardır. Bu kitaplar çeşitli dillere tercüme edilmiştir. Sanskritçede “Pancatantra” yani beş kitap olarak okunan “Kelile ve Dimne” o kitaplardan birisidir.

Savaş ve festival mitolojisi içerikli “Maha-bharata” ve “Ramayana” kitapları özel bir saygıya sahiptir. Adı geçen dini ve edebi kitaplar (Türkçe gibi) dünyanın bütün yaygın dillerine tercüme edilmiştir.

Çok tanınmış ve cazip bir kitap olan “Bhagavad-gita” yani “Yüce Tanrı Marşı” aslında Mahabharata’nın bir bölümüdür ve müstakil olarak rağbet görmüştür. Bazen Gita olarak adlandırılan bu kitap, “Bhakti” yani ihlâstan söz etmektedir. Adı geçen kitabın önemi hakkında şu kadarını söylemek yeterlidir kanımızca, dünyanın yaygın dillerinin her birisine defalarca tercüme edilmiş ve özellikle onun çok sayıda farsça tercümesi de bulunmaktadır.

Bu kitap, Krishna’nın “Arjuna” (aydınlık) adında bir şehzade ile konuşmasını ele almaktadır. Adı geçen kitap, tahminlere göre miladi birinci yüzyılda Mahabharata’ın büyük savaş destanı kısmına dâhil edilmiş olup, Hindular için diğer bütün dini ve akılcı kitaplardan daha popüler ve saygın sayılmaktadır. Bu kitabın içeriği her ne kadar bir düzen dâhilinde olmasa bile inanılması zor ve bir o kadar da mükemmel sözcüklerin yan yana gelmesi ve bu şekilde ortaya çıkan yetenek ve coşku sayesinde, sayısız insanı kendisine hayran bırakmıştır.

1-3. Veda Kültürü ve Eğitimi

Takriben milattan önce altıncı yüzyılda Hindu ruhanilerin yani Brahmanların iktidarının zirvesinde oldukları dönemde halkın sıkı bir şekilde sınıflandırılması sistemi kabul edilmiştir. Bu sistem 2500 yıl boyunca o ürkütücü gölgesini oldukça geniş bir ülke olan Hindistan üzerine atmıştır. Şu anda dahi onun kalıntılarını bulmak mümkündür. Araştırmacılar toplumsal sınıflandırmayı Portekizce bir kelime olan ve ırk anlamına gelen “Kast” (Caste) olarak adlandırmaktadırlar. Bu sistemde dört temel kast bulunmaktadır:

1- Brahmanlar (Brahmanas), Ruhaniler sınıfı;

2- Kşatriyalar (Kshatrias), Krallar, şehzadeler ve savaşçılar sınıfı;

3- Vaisyalar (Vaisyas), Esnaf ve çiftçiler sınıfı;

4- Sudralar (Sudras), İşçiler sınıfı.

Bir sınıfının fertlerinin diğer bir sınıfın fertleriyle ilişki kurması ve diyaloga geçmesi şer’i ve örfi olarak yasak idi. Özellikle en son sınıfın üst sınıflarla her türlü irtibatı ve hatta üst sınıftakilere bakması dahi büyük günah sayılıyordu.

Bu dört sınıftan daha alt sınıf, “Dokunulmazlar” (Untouchables) olarak adlandırılan ve Aryalı olmayan Hindistan’ın yerlileri idiler. Bu sınıfın fertlerinin diğer dört sınıfın mahallelerinde dolaşmaya hiçbir şekilde hakları olmadığı gibi çöpleri taşımak için zaruret babından onların bölgelerine gittiklerinde üst sınıflardan olan kişilerin gözlerinin onlara takılmaması için yüksek sesle kendi varlıklarını bildirmek zorundaydılar. Aksi takdirde onları gören şahıs gusül alarak kendisini temizlemek ile yükümlüydü. Aralarındaki alışveriş de uzaktan yapılmaktaydı. Dokunulmazlar alacağı şeyin parasını bir yere koyarak ve istediği şeyi bağırarak bu alışveriş gerçekleşiyordu…

Mukaddes kitaplar okunduğu zaman onları dinlemek de onlara haram idi. Eğer onlardan bir kişi bu hususta kulak misafiri olacak olsaydı, onun cezası kulağına erimiş kurşun dökülmesiydi.

Daha da ilginç olanı, Dokunulmazlar sınıfından olan kimselerin bu duruma alışmış olmaları, bu kanunları hak bilmeleri ve bu karanlık bahtın kendilerinin bir önceki hayatlarındaki kötü davranışlarından kaynaklandığına ve reenkarnasyon yoluyla kendilerine ulaştığına inanıyorlardı. Bu dört sınıf (zamanla bu dört sınıf içerisinde takriben iki bin alt sınıf oluşmuş) arasındaki mesafeyi azaltmak için her türlü girişim ve Dokunulmazları savunmak kanunlara aykırı olup, kabul edilemez bir şey idi. Bu toplumsal gelenekler 1955’te resmen iptal edildi ve artık yalnızca geriye onun etkileri kaldı.

Hindistan’ın büyük bir bölümünü dolaşan ve çok hızlı anlamına gelen bereketli Ganj nehri yüksek derecede bir kutsallığa sahiptir. O nehirde gusül etmek özellikle de Benares (Varanasi, Kaşi) şehrinde önemli bir ibadet sayılmaktadır.[1] Öte yandan Nilüfer çiçeği de çok kutsaldır.

Önceleri onlar arasında ibadi bir amel olarak yaygın olan kurban etme özellikle de atların kurban edilmesi (Asva-medha), Budizm ve Caynizm’in Hindistan’da hüküm sürdüğü süre zarfında kaldırılmıştı. Budizm o topraklardan kaldırıldıktan sonra isteklerini talep etmek amacıyla kurban etme kısmen yaygınlaştı ve şu ana kadar da devam etmektedir. Yakın dönemlere kadar var olan insanların kurban edilmesi modern Hindistan’da yasaktır.[2]

Canlılara zarar vermekten sakınma anlamına gelen Ahimsa, sonraki zamanlarda Caynizm’in kurucusu Mahavira’nın öğretilerinin etkisi altında rağbet gören ve şu anda sıklıkla uygulanan önemli bir ilkedir. Bu öğreti, hayvanların etini yemeği gayri ahlaki bir amel olarak görmektedir. Bu konu Hinduların yaşam tarzında büyük etkiler göstermiştir.

Hindular kendi cenazelerini dini bir törenle yakıp, küllerini Ganj nehrine savururlar. Geçmişte dini gelenek şöyleydi; ölen kişi yakılacağı zaman ona sadakat göstergesi olarak eşi de odun yığınları arasında yatarak kocasıyla birlikte yanıyordu ve kadınları bu işe teşvik etmek amacıyla o kadına sadakatli ve faziletli kadın anlamına gelen “Sati” unvanı verilirdi. (Sanskritçe olan bu sözcük, Farsça ve Arapçada çok seçkin kadınları övmek için kullanılır.) Eğer bir kadın kendisinde bu fedakârlığa tahammül etme ve sabır gösterme gücünü bulamaz ise kocasının mateminde saçlarını tıraş eder ve vatanını terk ederdi veyahut saçlarını tıraş ettikten sonra hayır işlerle uğraşırdı. İngilizler 1829’da eşlerin canlı canlı yakılması olayını Hindistan’ın ellerinde bulunan bölgelerinde yasakladılar ve yavaş yavaş bu yasak yaygınlaştı. Saib-i Tebrizi bu geleneğe değinerek şöyle diyor:

“Hiç kimse aşkta Hindu kadın gibi cesaretli değil,
Uyuyan mum uğruna yanmak her kelebeğin işi değil.”

1-4. Upanişadların Felsefesi

M.Ö. 800’den 500 yıllarına kadar Brahman döneminde kurban kesme ayininde aşırılığa gidilmiş ve bu ayinlerin iyiden iyiye yaygınlaşmasıyla asıl olan derin dini konular unutulmaya başlanmıştır. At ve diğer varlıkların kurban edilmesi ülke iktisadına büyük zararlar vererek, saray hazinesini boşalttı. Bu nedenle Brahmanlar çareyi dini reformda gördüler ve bu amaçla iki eğitim grubu oluşturdular:

1- Aranyakalar; Orman kitabı anlamında olup, riyazet ehli kimselerin ihtiyacı olan konuları içermektedir.

2- Upanişadlar; Yakın oturma anlamında olup, bu tabirden dinin sırlarını öğrenmek amaçlanmıştır.

Zamanla Upanişadlar çok fazla ün kazandı. Bu kitabı ilk önce bilim adamı, sanatkâr, arif ve Hindistan’ın Müslüman padişahı Şah Cihan’ın oğlu Şehzade Dara Şükuh, 1656/1657 yılında İslam irfanı ile Hindu irfanının ortak yönlerini ortaya koymak amacıyla Farsçaya tercüme etti ve onu “Sırr-ı Ekber” olarak adlandırdı. Zaten Batılıların Upanişadlarla tanışması ilk önce bu tercüme yoluyla olmuştur.

Upanişadlar Vedaların sonu anlamına gelen “Vedanta” olarak da adlandırılmaktadır. Bu kitap, Vedaların derinliklerine inerek, insanların dikkatini zahiri adap ve adetlerden batıni sır ve anlamlara doğru çekmektedir. Adı geçen kitabın dünyaca ünü vardır. Hatta Merhum Allame Tabatabai (Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun) el-Mizan tefsirinde o kitabın bazı tevhit ile ilgili konularına değinmiştir.[3]

1-5. Hindu Dininin Temel İnançları

Hindu dininin temel inançları; kendi semavi kitaplarına, Brahmanların dini geleneklerine inanmak ve saygı göstermek, eski dönemlerde var olduklarına inandıkları ilahlara tapmaktan ibarettir. Reenkarnasyona inanmak, diyaloglar ve evlilikte toplumsal sınıflandırma kanunlarına uymak, aynı şekilde canlı varlıklara ve özellikle de ineğe saygı göstermek bu dinin esasları arasındadır.

Hindular ineği en kutsal varlık olarak biliyor ve onun heykellerini evlerine, mabetlere ve şehir meydanlarına dikiyorlar. İnekler hiç kimse itiraz etmeksizin özgürce sokaklarda dolaşıyor, bazen mağazalardaki meyve ve sebzeleri yiyor ve yolu kapatıyorlar. İneğin etini yemek ve derisinden faydalanmak yasaktır. Bir inek öldüğünde onu dini bir törenle toprağa gömüyorlar. İneğe saygının dairesi, (böceklerden file değin) diğer hayvanlara saygıya kadar genişlemiştir. Elbette Hindistan’ın tamamını Hindu olmayan insanların oluşturduğu bölgelerinde durum tamamen normaldir ve Hinduların azınlıkta olduğu bölgelerde ise ineğin kesilmesinin ve etinin pazarlarda halka sunulmasının çok açık bir şekilde yapılmamasına dikkat edilmektedir. Tabii ki, bir kısım Hindu Hindistan’ın bazı şehirlerinde keçi eti ve benzeri etlerden faydalanmaktadırlar. Diğer taraftan bazı şehirlerde yumurta yemek de yasaktır.

Hindular arasında kutsama ve batını temizlemek için ineğin idrarını içmek, dışkısını yemek oldukça yaygındır. Hindular ineğin sıcak ve taze idrarını elde etmek için ellerinde bir kapla otlaklarda onun ardı sıra dolaşır ve saatlerce beklerler. O idrardan bir miktarını içip, bir miktarını da başlarının, yüzlerinin ve elbiselerinin üzerine dökerler. Doğum yapan kadının veya Hindistan toprakları dışına çıkan kimsenin temizlenmesi için (panca-gavya) yani inek sütü, yoğurt, yağ, idrar ve gübresi gibi beş şeyinden yenmesi kararlaştırılmıştır. Hindular bazen de bir mekânın temizlenmesi için yeterli miktarda idrar ve gübresini oraya yapıncaya kadar ineği belirli bir süre orada bekletirlerdi.

“Om” kelimesi Hindular için oldukça kutsal bir kelimedir ve ibadet ederken onu özel bir ses tonuyla tekrar ederler. Bu kelime kutsal bir isim olup, kutsallıkta Yahudilikteki büyük isim olan Yahova’ya benzerliği vardır.

1-6. Veda Tanrıları

Hindular oldukça garip isim ve sıfatlara sahip sayısız gök ve yer tanrılarına inanmaktadırlar. Onların heykellerine saygı gösterip, her biri için görkemli mabetler yapmaktadırlar. Bu tanrıların birbirleriyle evlilik ve soy-kan bağı yoluyla akrabalıkları vardır. Onların bedensel ve ruhsal özellikleri bütün ayrıntılarıyla Hinduların mukaddes ve dini kültürel kitaplarında geçmektedir. Tanrıların farklı dönemlerde insan ve hayvan şekillerinde kendini gösterdiğine inanılması da dikkate değer bir konudur.

Tanrıların da toplumsal sınıflandırma ile ilintili olarak gruplandırılması kararlaştırılmış bir şeydir. Hinduların en meşhur tanrıları şunlardan ibarettir:

Agni; Ateş,

Varuna; Gök,

İşvara; Yüce Hükümdar,

Rudra; Korkunç,

Rama; Hoş,

Krişna; Koyu Mavi,

Yima; Arabacı. Yima, ölülerin ruhlarına hâkim bir tanrı olup, Zerdüşt dinindeki Cem’in (Jam) dengidir.

Asvin; Süvari; bu, Hindu ayininden iki meleğin unvanıdır. Hindular bu semavi doktorların insana sağlık, iyi şans ve varlık getirdiklerine inanmaktadırlar.

Siyah anlamına gelen çirkin ve kötü şekilli tanrıça Kâli’nin putuna tapanlar, bu puta özel hediyeleri hırsızlık ve soygun yoluyla elde ederek puthaneye takdim etmeleri gerektiğine inanmaktadırlar. Elbette teveccüh etmek gerekir ki, genellikle putları çok güzel yaparlar. Hatta put, farsça şiirlerde güzel sevgiliyi ifade etmektedir.

Hinduların mabetlerde ve evlerinde birçok putları vardır. Putların çoğu özel şekli olan metal bebeklerdir. Onları mağazalardan alarak eve getirirler. Onların satın alınan oyuncak bebeğe karşı davranışları aynı insanlara davranışları gibidir. Uykudan uyandırıp, banyoya götürürler, ona elbise giydirip, önüne yemek bırakır, över veya azarlarlar.

1-7. Üç Tanrılar

Hindular diğer müşrikler gibi âlemi yaratan Allah’a inanıyor ve O’nu kendi zatında kaim olan, ezeli ve ebedi anlamına gelen Brahma olarak adlandırıyorlar. Hinduizm inancında cihan kadimdir ve Brahma sadece olağan üstü uzun dönemlerde dünyanın açılışını yapar. Hinduların önceleri putları ve puthaneleri yoktur. Dini törenlerini açık alanda yapar ve genellikle gök cisimlerinin simgesi olan erkek tanrılara inanırlardı. Sonraki dönemlerde sayısız putlar, görkemli ve çeşitli puthaneler yaptılar ve anne tanrıça, yer tanrıçası, kobra yılanı gibi diğer tanrıları kendi tanrılar topluluğuna eklediler.

Hinduların üçlü tanrıları (Hindu Trimurti) şunlardan ibarettir:

1. Brahma, dünyanın yaratıcısıdır,

2. Shiva, yok eden tanrıdır. Onun dans eder haldeki heykeli bir hayli fazladır. Şiva’nın dansı onun yok etme ve yeniden canlandırmadaki rolünü göstermektedir,

3. Vişnu, koruyucu tanrıdır. Vişnu’nun 1000 ismi vardır. Onun insanlara hizmet etmek için tecelli ettiği on şey Hindistan’ın dini mitolojisinde[4] şöyle geçmektedir: Balık, kaplumbağa, yaban domuzu, yarı insan ve yarı aslan olan bir varlık, cüce, elinde balta olan Rama, Rama, Krişna, Buda ve Kalki. Bilge “Buda” Budizm’in kurucusu ve “Kalki” ise Hinduların inancına göre dünyayı ıslah etmek için ahir zamanda elinde kılıç ve beyaz bir ata binmiş bir halde zuhur edeceği vaat edilen kimsedir.

Hindu ayininin birbirleriyle barış ve huzur içinde yaşayan sayısız fırkaları vardır. Bu fırkalardan her birinin takipçileri dinin özel bir boyutu üzerinde durur ve genellikle tanrılardan birine yönelirler. Şiva ve Vişnu’dan her birinin taraftarları büyük toplulukları oluşturmaktadırlar.

Şiva’ya tapanlar onun üreme organına da tapar ve o erkeklik organını Linga olarak adlandırırlar. Bazen de onun Yoni olarak adlandırılan kadının cinsel organını aynen bir tabak gibi yapıp ve erkeklik organını onun üzerine dik olarak yerleştirirler. Linga heykelleri ve onun mabetleri oldukça fazladır. Kısırlık belası ve cinsel organının üremedeki rolü, bu yönelişi kadim dünyanın her yerinde ortaya çıkarmıştır. Üreme organına tapanlar, adı geçen heykellerden bereket dilerler. Uzak zamanlardan beri insanlar arasında bu konuda olan arlanma ve utanma onlarda yoktur. Will Durant’ın naklettiğine göre, Gandhi batılı misyonerlerin Hindularla üreme organına tapmanın çirkinliği hakkında sohbet ettiklerinden yana şikâyette bulunuyordu.[5]

Linga’nın onuruna ve ona tapmak için yapmış oldukları on iki büyük ve görkemli puthaneden biri Somanatha mabedidir. On dört altın kubbesi bulunan o tapınağın inanılmaz ve çekici serveti, sultan Mahmut Gaznevi’yi 1026 yılında, toplanması belki de yüz yıllar süren altın, gümüş ve kıymetli mücevherlerin birikiminden oluşan hazineleri yağmalaması yönünde tahrik etti. Hindular onun bir önceki saldırısında diğer tapınaklara saldırmasını Somanatha mabedinin putunun diğer putlara öfkelenmesinden kaynaklandığı şeklinde yorumlamaktadırlar. Sultan Mahmut putları kırma unvanıyla büyük bir orduyla Somanatha’ya saldırdı ve Hindulardan sayısız grupları kılıçtan geçirdikten sonra elindeki paha biçilmez asasını Linga heykelinin başına vurdu. Sultan Mahmut kendisinin açık zaferini göstermek için onun bir parçasını alarak Gazne’ye getirdi ve onu Cami mescidinin kenarında sergiledi ve onun bazı parçalarını Mekke-i Muazzama’ya, o dönem hilafetin merkezi olan Bağdat’a ve diğer İslam topraklarına gönderdi.[6]

Tarikatlarının temeli XII. asırda atılmış olan Şiva perestlerden Linga-vat yani Linga’yı taşıyanlar olarak adlandırılan bir grup, sürekli Linga’nın küçük bir çanta içerisindeki heykelini boyunlarında taşıyorlardı. Şivalar hakkında oldukça şaşırtıcı olan bir şey de, bazı Şiva gruplarına nispet verilen insanın kurban edilmesi ve ölülerin kafatasından şarap içilmesi eylemleriydi. Enerji anlamına gelen Shakti fırkası, ilahi gücün latif cinste yer aldığı inancındalardır. İşte bu nedenle Shakti mabetlerinde genç kadınlar her daim dans ediyorlardı. Bu fırkalardan bazıları vahşice dansları, rahatsız edici şarkıları ve delice hareketleri ruhi tekâmül için gerekli görüyorlardı.

Uzak geçmişlerde de Hinduizm’de reformlar olmuştur ve Budizm de bu yeniliklerden birisidir. Hinduların Hıristiyanlık ve Avrupa kültürüyle tanıştığı son asırlarda, Hinduizm’i şirk ve hurafelerden temizlemek amacıyla 1828’de Kalküta’da Ram Mohan Ray[7] eliyle “Brahmanlar Cemiyeti” anlamına gelen “Brahma Samaj” ismindeki reformist bir hareket başlatıldı. “Arya Cemiyeti” anlamına gelen diğer hareket “Arya Samaj” 1875 yılında Bombai’de Dayananda Sarasvati tarafından eski Hinduizm’e geri dönmek amacıyla kurulmuştur. Ramakrishna da dinler birliği yönünde yeni bir inancı matrah etmiş ve bazı kimseler onun reformcu mektebine tabi olmuşlardır. Büyük Hindistan toplumunda az bir takipçisi bulunan bu üç grup, Hıristiyanlığa eğimli bir Hinduizm’e inanmaktadırlar.

Bu hareketin aksi yani Hinduizm’e eğimli Hıristiyanlık “Teozofi” olarak adlandırılmaktadır ki, onun temelini “Madam Blavatsky” ve “Madam Besant” atmışlardır. Bu akım da New Age’ye dönüşmüştür.

1-8. Karman, Samsara ve Moksha-Nirvana

İş, faaliyet ve hareket anlamına gelen Karman kanununa göre, insan yeniden doğuş devrelerinde bu dünyada kendi amellerinin sonucunu görür. İyi işler yapan kimseler, sonraki devrede varlıklı ve hoş bir yaşantıya sahiptirler. Kötü işler yapanlar ise sonraki hayatta fakirlik ve bedbahtlıkla savaşacak ve muhtemelen yeniden doğuşta hayvan şeklinde olacaklardır. Reenkarnasyon inancına sahip bazı kimselerin inancına göre, insanların yeniden doğuşunun cansızlardan insanlara kadar olan dört şeyden biri şeklinde olması mümkündür ve onları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Rusuh; Ölen şahsın ruhunun cansız varlığa geçmesi,

2. Fash; Ölen şahsın ruhunun bitkiye geçmesi,

3. Mesh; Ölen şahsın ruhunun hayvanlara geçmesi,

4. Nash; Ölen şahsın ruhunun insanlara geçmesi (Reenkarnasyon).

Tenasüh bir diğer adıyla reenkarnasyon anlamına gelen Samsara (Yahudilik, Hıristiyanlık ve hatta İslam dünyasının bazı sapkın grupları gibi) bir çok dünya dinleri ve mezhepleri arasında çeşitli unvanlarla vardır. Fakat bu inanç Hindu dininde daha fazla ve farklı bir öneme sahiptir. Hindular insanların acı ve belalarla dolu dünyada sürekli tenasüh ve yeniden doğumlar döngüsüne duçar oldukları inancındadırlar.

İnsanın acı ve belalarla dolu dünyada tenasüh ve yeniden doğumlar döngüsünden kurtulmasının tek yolu “Moksha” yani serbest kalmaya ulaşmaktır. Başka bir tabirle Nirvana’ya ulaşmaktır. Sözlükte sessizlik ve dinlenmek, ıstılahta ise “Fena fillah” manasını ima eden bu kelime, Buda’nın takipçilerinin ilgi odağı olmuştur.

1-9. Vahdet-i Vücudun Felsefesi

Hindu bilgeler ve âlimler, o dinin sayısız tanrılarının tamamının tek ve büyük bir tanrının mazharı olduklarını ve bütün varlıkların büyük ulûhiyet yapısının bir bölümü sayıldıklarını söylemektedirler. Onların görüşüne göre bu dünya ve onun bütün bileşenleri bir hayalden başka bir şey değildir. Bu hayali aldatma ve yanılsama“Maya” olarak adlandırılmaktadır. Onların inancına göre, bu yanılsama şekillerinin tamamı sonunda yok olacak ve yalnızca sabit ve istikrarlı olan Brahma baki kalacaktır.

Son yüz yıllarda Hindu tasavvufu Batılıları kendine hayran bırakmıştır. Nitekim İslam irfanı da Batılılardan bir takım grupları İslam’a cezp etmiştir.

Ahlaki kanunların, tasavvufun ve Hindu dininin zarif düşüncelerinin eski zamanlardan beri çekiciliği vardır ve Hindu düşüncelerinin tasavvuf ehlinin üzerindeki etkisi Hıristiyanlık ve İslam’da da görülmektedir.[8]

Hindu ayininin kendi eksenli olmak ile arası yoktur ve bir Hindu kendi ayinine ilaveten dünya dinlerinden herhangi birine yönelebilir. Ancak yine de en şiddetli taassupları Hindular arasında bulmak mümkündür. Şunu hatırlatmamız yeterli olacaktır; Mahatma Gandi, Hindular ile Müslümanların eşit olduğuna inandığından dolayı bazı Hindu grupların düşmanlığıyla karşı karşıya kaldı ve o gruplardan birisi Gandi’yi bir silahlı suikast sonucu vurarak öldürmüştür. Hindu milliyetçiliği son dönemlerde çok şiddetlenmiştir. Onun en bariz ve şiddet yansımalarından birisi Babri mescidinin tahrip edilmesi ve bu olayda Müslümanlardan ve Hindulardan birçok insanın ölmesidir. Onların bu işe girişmelerindeki dayanakları, Babri mescidinin bulunduğu yerin aslında Ram ismindeki putun doğduğu yer olmasıydı. Onlar bu iddia ile Hindu tanrılar üçlüsünden birisi olan Vişnu’nun orada Ram putu şeklinde kendisini gösterdiğini ve bu nedenle Hinduların orayı tapınak yaptığını ve daha sonra Müslümanlar tarafından mescide çevrildiğini ispatlamaya çalışıyorlardı. Onlar bu bahaneyle kendi putlarını yıktıkları o mescide yerleştirip, tekrar ayinler düzenlemeye başladılar. Hindular, Ram mabedini Babri mescidi üzerine inşa etmek istemektedirler. Ancak Müslümanların İslam dinine ait olan bir mabedin Hindu tapınağına çevrilmesine şiddetle karşı çıkmaları sonucu bu konu askıya alınmıştır.

1-10. Yoga’nın Felsefesi ve Yogilerin Yöntemi

Hinduların inancına göre, hakikat veya vahdet-i vücuda ulaşmak “Boyun Eğmek” anlamına gelen “Yoga” yoluyla elde edilir. Yoga zor ve zahmetli kişisel disiplinlere işaret etmektedir. Genellikle sakin, bağdaş kurarak ve derin bir tefekkürle icra edilir. Ancak başka yöntemler de yaygındır. Örneğin; ayakta durmak, ters durmak, eğilmek, elleri sarkıtmak ve üzerinde sivri çiviler bulunan tahta üzerinde yatmak gibi. Bu eylem bazen yıllarca devam etmektedir ve hatta suyu önüne bırakıp, susuz beklemek gibi diğer zorluklarla beraberdir.[9]

Nefesi tutmak öyle bir şekilde gerçekleşmektedir ki, zor alıştırmalar sonucunda teneffüs azalmakta ve Yogi yıl boyunca birkaç nefesle yetinmektedir. Aynı şekilde Yoga ile nabız atışlarını ve bedenin diğer faaliyetlerini kontrol altına almak da mümkündür. Bu haletlerin tamamında beden yeni bir yöntemle hayatta kalır. Bazen bir yogiyi altı ay boyunca toprağa gömseler ve ardından kabrini açarak onu dışarı çıkarsalar, o bir defa nefes almakla yeniden yaşantısını sürdürebilir.

Kişisel disiplinden maksat hakikate ulaşmak olmasına rağmen, bazen zor egzersizler keşif ve kerametleri de beraberinde getirmektedir. Yogi genellikle bu tür şeyleri kendi tekâmülü için engel görür ve çoğu zaman o olağan üstü şeylere asla teveccüh etmez ve onları açığa vurmaktan da sakınır. Bununla beraber bu tür olağan üstü işler aslında mümkün olsa da aklı başında ve bilgili bir insan bu konuda okuduğu ve duyduğu her şeyi kabul edip, inanmamalıdır.

Garp âlemindeki bilim adamları Yogiler üzerinde defalarca çeşitli bilimsel tahliller yapmış ve bu haletlerin bazılarının gerçek olduğunu ispat etmişlerdir. Örneğin, Fransız bilim adamları Dr. Brosse başkanlığında 1936 yılında yogilerin nefeslerini hapsetmeleri hakkında bir takım araştırma ve tahliller yapmış ve elde ettikleri sonuçları yayınlamışlardır.[10]

 

[1]      On iki yılda bir yapılan bu merasimlerden biri 1998 yılının baharında gerçekleştirilmiştir. Bu merasime yaklaşık on milyon Hindu katılmış ve yirmi beş bin polis de bu merasim için görev almıştır. 



[2]      Haber ajanslarının verdiği bilgiye göre, 2002 yılının baharında bazı Hindular, hamurdan insan heykeli yaparak onu kurban etmişlerdir. 

[3]      El-Mizan, (Kum: Metbuatiyi İsmailiyan, 1393 k.) c.10, s.301-302

[4]      Aynen Şehnamede geçtiği üzere “Simorg’un” hizmet etmesi gibi. 

[5]      Tarih-i Temeddün, (Tahran: İntişarat ve Amuzeş-i İnkılab-i İslami, 1370), c.1, s.591 

[6]      Somanatha mabedi defalarca harap olmuş ve onun şu anki yapısının temeli 1951 yılında atılmıştır. 

[7]      Ram Mohan Ray Fars dilindeki “Tuhfet’ul Muvahhidin” kitabının yazarıdır.

[8]      Mircea Eliade (ed.), The Encyclopedia of Religion, vol. 15, pp.460-1. 

[9]      Yoga’nın adap ve şartları Paranjali kitabında yer almıştır ve büyük Müslüman âlim Ebu Reyhan Biruni onu Arapçaya tercüme etmiştir.

[10]     Presse me dicale, 14 Ekim 1936


Yüklə 379,11 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə