148
Aydınlanma, Hristiyanlık ve Deizm
Hristiyan Tanrı’sının varlığı için daha sağlam kanıtlar
sunduğuna ve hatta Hristiyan dünyasının birliğini
restore etmeye katkı sunacağına ikna olmuştu. Bilim
aynı zamanda evrensel doğa yasalarına yaslandığın-
dan Hristiyan dini için daha rasyonel bir temel sağ-
layacaktı. Buna göre, akıl ve vahiy Hristiyan inancı-
nın ahlaki temellerini vurgulayarak uzlaştırılabilirdi.
Bunun yanında, Hristiyanlığın dini temelleri doğanın
araştırılmasıyla kanıtlanabilirdi. Diğer bir ifadeyle,
bilimin bulgularının Vahyin ayetlerini onaylayaca-
ğına inanmışlardı. Onlar Newton’un ilk öğrencileri
olmuşlar ve onun eserinin yaygınlaşmasında önemli
bir rol oynamışlardır. Onlara göre, din akıl ve bilimle
zayıflamaktan ziyade güçlendirilebilirdi. Akıl dine bir
tarafta “aşırılık (enthusiasm)” ve batıl inançla, diğer
tarafta deizm ve ateizmle savaşmak için yardımcı ola-
bilir veya olmalıdır. Eğer evrenin yasaları açık ve an-
laşılabilir bir hale getirilebiliyorsa, dini anlamak için
de basit ve doğrudan bir rol olmalıydı. Bu amaç dini
basitleştirme yönünde büyük bir çabanın sergilen-
mesine yol açmıştır. Dini tüm Hristiyan mezheplerin
kabul edebileceği bazı temel faktörlere indirgemeye
teşebbüs etmişlerdir (yaratıcının varlığı, ruhun ölüm-
süzlüğü gibi) (Rosenblatt, 2006, s. 284-285; Byrne,
1996, s. 29).
Elbette din ve bilim konusunda farklı yorumlar mev-
cut olmuştur. Bu durum özellikle Aydınlanma bilimi-
nin zirvesi ve inşa edicisi olan Newton’un etkisi üze-
rinden görülebilir. 1690’larda teolog Richard Bentley
verdiği vaazlarda Newton’u dinin savunucusu olarak
göstermiştir. 1734’e gelindiğinde ise, filozof ve din
adamı George Berkeley Newtonculuğun sapkınlığa
ve ateizme yol açtığını söylüyordu (Outram, 2007, s.
129). Ancak Principia’da şu ifadeleri yazan Newton’un
din ile ilişkisi yeniden düşünülmeye ihtiyaç duyar:
“Gerçek Tanrı canlı, akıllı ve muktedirdir, ...yücedir,
veya yüce bir şekilde mükemmeldir. Ezeli ve ebedidir,
her şeye kadir ve her şeyi bilendir. Ezelden ebediliğe
kadar varlığını sürdürür. Her şeyi yönetir, olan veya
olabilecek her şeyi bilir. ...Her zaman vardır ve her
yerde mevcuttur.” (Chatellier, 2006, s. 254).
Erken Aydınlanmada özellikle pozitif bir insan varlığı
görüşü hakimdi. Buna göre akıldan türetilen kamusal
alan, ifade özgürlüğü, özgürlük ve hoşgörü anlayış-
larının tüm insanlara eşit olarak bahşedildiğine ina-
nılıyordu. Akla bu güven insanın bilişsel yetilerinin,
onların değerlerinin, insanların ihtiyaçlarının ve ey-
lemlerinin bilimsel olarak araştırılmasını doğurdu.
Bu nedenle entelektüel teşebbüslerin pratik tarafı
üzerinde duruldu. Böylece etik çok önemli bir hale
geldi. Sistematik teoloji teorileri daha az yaygın hale
geldi. İsa erdemin, özgürlüğün ve mutluluğun ahlaki
öğretmeni olarak düşünüldü. Aydınlanma idealleri-
ni benimseyen birçok kişi Hristiyan geleneği içinde
kalmaya devam etmiş, insan aklını ve doğa yasala-
rını Tanrı’nın yaratılmış evreninin veçheleri olarak
görmüş, Hristiyanlığa daha ılımlı ve ahlaki bir ruh
getirmiştir. Bu Hristiyan ılımlılığının örneği 17. Yüz-
yılın ateşli Kalvinizminden pratik ahlak ve hoşgörüyü
vurgulayan daha rasyonel bir Hristiyanlığa hareket
etmeye çalışan Presbiteryen din adamı ve 18. Yüz-
yılda Edinburgh Üniversitesi rektörü olan William
Robertson’dur. Benzer eğilimler Avrupalı krallar üze-
rinde de etkili olmuştur. “Aydınlanmış despotlar” ola-
rak adlandırılan Prusya’nın II. Frederick’i, İspanya’nın
III. Charles’ı ve Avusturya’nın II. Joseph’i kiliselerin
organizasyonuna hoşgörüyü empoze etmekten bazı
dini toprak parçalarının kamulaştırılmasına kadar
farklı uygulamalar gerçekleştirmiştir. Açık bir şekil-
de insan doğası hakkındaki iyimser düşünceler
13
bazı
Protestan grupları ilk günah anlayışını reddetmeye
götürdü (Lehner, 2010, s. 17; Brown ve Tackett, 2006,
s. 5-6). Ancak bununla birlikte, eğer insan doğuştan
günahkar değilse, o halde İsa’ya inanmanın ne gereği
var sorusu zihinleri işgal etmiştir (Outram, 2007, s.
148). Bu şekilde, ortaya çıkan rasyonel din gelenek-
sel Hristiyanlıktan oldukça farklı olmuş ve ateizmden
fazla ayrılmamıştır (Byrne, 1996, s. 30).
Bununla birlikte, Aydınlanma döneminde ateizm kar-
şıtlığı canlı tutulmuştur. Voltaire Aydınlanmanın an-
ti-ateist davasının klasik bir örneğidir. Ancak yine de
onun Hristiyanlığa düşmanlığı ünlüdür ve bu neden-
le ortodoks Hristiyanların düşmanlığını kazanmıştır.
Voltaire ve diğerleri Hıristiyanlığa onun kanlı tarihi
ve batıl inanç pratikleri olarak gördükleri şey nede-
niyle saldırmışlardır (Byrne, 1996, s. 2).
Ancak onun
ateizme yönelik sert saldırıları dini çevreler tarafın-
dan ihmal edilmiştir. Yazdığı bir mektupta şunu ifade
eder: “Ateizmde hiç bir iyi şey yoktur. O hem fiziksel
hem ahlaki olarak kötü bir sistemdir. Doğru bir insan
13
İyimserlik Aydınlanma çağını tanımlayan temel kavramlardan
birisi olmakla birlikte, bu dönemde iyimserliğe yönelik kuşku-
ları da gözlemlemek mümkündür. Özellikle Lizbon Depremi
Voltaire ve başka insanları bu olayın sevgi dolu ve her şeye ka-
dir Tanrı anlayışıyla nasıl bağdaştırılabileceğini sorgulamaya
götürmüştür (Outram, 2007, s. 149).
Lizbon Depremi 1755 yı-
lında Azizler Günü’nde meydana geldiği için kiliseler doluydu
ve yaklaşık 30.000 insan hayatını kaybetmişti.