150
Aydınlanma, Hristiyanlık ve Deizm
göre din akıldan ve doğadan türemiştir. Dinsel haki-
katin iki kaynağı (vahiy ve doğa) kutsal olanı seküler
olandan ayırmasının yanında, doğal din ve vahiyli
din olarak iki din anlayışının ortaya çıkmasını sağ-
lamıştır (Harrison, 1990, s. 19). Aydınlanma düşü-
nürleri vahiyden ziyade doğal dine bakarak aklı ger-
çekliğin tek rehberi olarak görmüşlerdir. Bu açıdan
doğal din Aydınlanmanın din anlayışını yansıtır. Bu
durum 17. Yüzyıldan itibaren Batı tarihinde yukarı-
da gördüğümüz doğal olana dönüşün din anlayışına
yansımasıdır. Doğal din bazen doğal teoloji ile karış-
tırılır. Doğal teoloji temel olarak Tanrı’nın varlığını
veya Tanrı hakkındaki gerçekleri kanıtlamaya çalışır.
Diğer taraftan, doğal din düşüncesi çoğu kez deizmin
temeli olarak görülmüştür. Bu nedenle deizm, doğal
din ve doğal teoloji birbirleriyle ilişkilendirilebilecek
unsurlar taşımalarına rağmen aynı anlama gelmez.
Kısaca belirtmemiz gerekir ki, doğal din zorunlu ola-
rak Hristiyanlığı reddetmek anlamına gelmemiştir.
Deizm
Aydınlanma ve din ilişkisi önemli oranda deizm
tartışmaları üzerinden yürütülür. Deizm kavramı
(Latince Deus, Tanrı) geleneksel olarak vahiy din-
lerini reddedip, bir Yaratıcının varoluşunu savunan
düşünürlerin düşüncelerini tanımlamak için kulla-
nılmıştır. Ancak deist olduğu varsayılan düşünürler
arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Deist
olarak adlandırılan kişiler farklı inançlara sahiptir. Bu
nedenle, bazen deizmi tanımlamak imkansızdır. Bir
diğer mesele, deizm ve ateizm arasında bir ilişki olup
olmadığıdır (Byrne, 1996, s. 100; Hudson, 2009, s. 3).
Ayrıca, deizm, ateizm, heterodoksi, dinsizlik, iman-
sızlık gibi kavramlar arasındaki farklılıklara gerekli
özeni göstermeksizin yapılan göndermeler Aydın-
lanmanın entelektüel tarihinin hatalı yorumlanma-
sına neden olabilmektedir. Erken modern dönemde
ateizm kavramının neredeyse Tanrı’nın varlığını dü-
şünce sisteminde merkezi bir konuma yerleştirmeyen
herkesi kapsadığı görülmektedir (Hudson, 2009, s.
29).
Tarihsel kayıtlarda deizmi ima eden ilk kayıt 16. Yüz-
yılda Fransa Lyon’da bulunmaktadır. 1563 yılında
Protestan refomcusu Calvin’in yakın meslektaşı Pi-
erre Viret yazdığı kitapta mücadele edilmesi gereken
değişik serbest-düşüncelileri tasvir etmiştir. Bunlar
arasında Viret kendilerini deistler olarak tanımlayan
kişilerden söz eder ve ağırlıklı olarak onların din-
den yoksunluğu üzerinde durur. Bununla birlikte,
17. Yüzyılın ikinci yarısına kadar deizm gerçekten
biçimlenmeye başlamamıştı (Barnett, 2003, s. 11).
Deist kavramı 17. Yüzyılın sonlarına doğru Pierre
Bayle’nin
15
ünlü Sözlük’ünde kullanılmasından son-
ra geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Bayle burada
Viret’ten söz eder. Buna göre, Viret deistleri yaratıcı
bir Tanrı’ya inanan, ama Hristiyan vahyini ve İsa’nın
kutsallığını reddeden kişiler olarak tasvir etmektedir.
Deizm, isminden anlaşılacağı üzere Tanrı’nın yeni-
den kavramsallaştırılmasıyla başlar. Tanrı hareket
halindeki dünyayı kurmuştur, ancak dikkatlice dü-
zenlenmiş yaratılış ilahi olanın sürekli müdahalesini
gerektirmez. Paine
16
deist bir tavırla şunu ifade eder:
“Her şeye kadir olan, yaratılışın büyük mühendisidir,
ilk filozof ve tüm bilimin ilk öğretmenidir.” Tanrı iba-
deti veya itaati emreden İncil kitaplarının vahiycisi
değildir. “Her şeye kadir Öğretmen” evrenin yapı-
sında bilimin ilkelerini göstermiş ve insanlığı doğal
düzeni araştırmaya davet etmiştir (Schmidt, 2012, s.
491). Bir çok tarihçi deizmin Tanrı’nın dünyaya mü-
dahale etmediği bir doktrin olduğunu varsaymıştır.
Bununla birlikte, bu doktrin sadece bazı deistler tara-
fından savunulmuştur. Daha da ötesinde, bazı deist-
ler Tanrı’nın müdahale edebileceğini ve aslında etti-
ğini savunmuştur. Başka bazı tarihçiler deizmin soyut
bir İlk Neden olarak özel bir ilah anlayışı olduğunu
ileri sürmüştür. Ancak bir çok deist Tanrı’nın doğası
konusuna çok az ilgi göstermiştir. Çoğu tarihçi, deiz-
min Tanrı’nın varlığının sadece akılla kavranabileceği
doktrini olduğunu önermiştir. Bu argüman ilginçtir,
çünkü Katolikler arasında da bu argüman bulunmak-
tadır. Başka tarihçiler deizmi doğal dinin kurtuluş
için yeterli olduğu doktriniyle eşitlemiştir (Hudson,
2009, s. 29-30).
Deistler dinin kanıtı olarak vahyi reddeden ve ras-
yonel veya doğal dinin propagandasını yapan radi-
kaller olarak görülmüştür. Onlar insan doğasının ve
doğanın kendisinin çerçevesi olarak akıl ve vicdana
bakmışlardır. Bu çerçeve inancın içinde kilisenin ye-
rinin, papazlık makamının motive edici ve tarihsel
15
Bayle’nin kendisi dahi ateizmle suçlanmıştır. Bunun nedeni
dini hoşgörüyü savunması ve bundan daha önemlisi ateistle-
rin iyi bir ahlaki yaşama sahip olabileceği yönündeki skandal
önerisi idi. Bayle her mezhepten Hristiyanlar, Yahudiler, Müs-
lümanlar, sapkınlar ve ateistler için hoşgörüyü savunmuştur
(Byrne, 1996, s. 125-6).
16 Tom Paine’nin Akıl Çağı (1794-96) adlı kitabı deist militanlı-
ğın en saf hali olarak değerlendirilebilir.
151
sbd.anadolu.edu.tr
Cilt/
Vol
.: 17 -
Sayı/
No
: 1 (143-158) Anadolu Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
davranışının radikal bir eleştirisini gerektirmiştir.
Burada doğal din üzerinde yazan herkesi deist olarak
tanımlamak doğru olmayacaktır. Çünkü Hristiyanlar
da geleneksel teolojik tartışma alanlarının dışında bu
konu ile oldukça ilgilenmişlerdir. Bu nedenle doğal
din üzerinde yazmanın deist inançla zorunlu bir bağ-
lantısı yoktur (Barnett, 2003, s. 87-88). Diğer taraftan,
İngiliz deistlerinin rasyonalizmlerinden dolayı deist
olduğu görüşü dikkatle incelenmelidir.
17
17. Yüzyılın
dini rasyonalizmi sekülarizm perspektifiyle okunma-
malıdır. 17. ve 18. Yüzyıllarda bir çok rasyonalizm
vardır ve bunlar birbirinden önemli derecede farklı-
dır. Daha da önemlisi, rasyonalizm dini gelenek içeri-
sinde önemli bir yere sahip olmuştur. Bu açıdan, dini
rasyonalizmin bir türü Richard Hooker’a (1554-1600)
kadar geri gider. Onun Of the Lawes of Ecclesiastical
Politie (1593) adlı eseri Aquinas’ın skolastik geleneği-
ni canlandırmış, Püritenlere karşı akıl ve İncil’in dini
hakikatin eşit kaynakları olduğunu savunmuştur. Ona
göre, akıl, vahiy olmaksızın Tanrı’nın sonsuz yasasını
bilebilirdi (Hudson, 2009, s. 5-6). Benzer şekilde, dini
rasyonalizmi Cambridge Platonistleri ve “serbest-dü-
şünceliler” (latitudinarians) arasında buluruz.
18
17
Deizmin, ateizmin daha yaydın olduğu Fransa’ya karşıt olarak
Britanya’yı karakterize ettiği düşünülmüştür (Thomson, 2008,
s. 17).
18
18. Yüzyıl, Hristiyanlık içerisindeki din anlayışlarını
zengin-
leştirmiştir. Güce dayalı Tanrı’dan bilgeliğe dayalı Tanrı’ya
geçiş rekabet eden Hristiyan inanç sistemlerinin yükselişinin
merkezinde yer alır. Mesela Jacob Arminius’un (1560-1609)
16. Yüzyıl Arminianizmi Calvin’in sert doktrinlerine karşı
uzun ve sıklıkla sert bir kavga vermiştir. Arminiancılar kur-
tuluşun Kalvinistlerin inandığı gibi “merhamet” değil, “işler”
doktriniyle geleceğini savunmuşlardır. Kalvinistlere göre, bu
voluntarist Tanrı’nın egemenliğine büyük bir meydan okuma-
dır. Arianizm ve Socinianizm teslise, Tanrı, İsa ve Kutsal Ruhun
mucizevi birliğine karşı mücadele etmişlerdir. Arianlar İsa’yı
kutsal olarak görmüşler, ancak Tanrı ile tam bir bütün olarak
görmemişlerdir. 16. ve 17. Yüzyıllarda ortaya çıkan Socinia-
nizm İsa’nın kutsallığını, Hristiyan teslis doktrinini ve akla
aykırı şeyleri reddetmişler, İsa’nın ilahi varlık tarafından dün-
yaya ahlaki rehber olarak gönderilen bilge bir öğretmen oldu-
ğunu savunmuşlardır.
Cambridge Platonistleri için temel soru
dinsel meselelerde kesin bilginin nasıl elde edileceği idi. On-
lara göre, dini inancı temellendirmenin bir yolu zihnin kendi-
sinin kesinliği lehine kurumsal otoriteyi görmezden gelmekti.
Buna uygun olarak, Cambridge okulu “doğuştan düşüncelere”,
“ortak anlayışlara”, a priori ve kendiliğinden-aşikar mantıksal
gerçeklere güvenmeye başlamıştı. Kalvinizmin katı kaderci
anlayışlarını eleştirmişlerdir. Bu grup
Benjamin Whichcote,
Ralph Cudworth, Henry More,
Nathaniel Culverwell, John
Smith, Peter Sterry gibi yazarları içerir.
Serbest-düşünceli-
ler doğrudan olarak ortodoks Hristiyanlığa daha az meydan
okumuşlardır. Vahye, mucizelere ve daha geleneksel Hristiyan
pratiklere inançlarını sürdürmekle beraber, akıl ve doğal dine
derin bir inanç beslemişlerdir. Onlara göre,
Hristiyanlık dog-
Aydınlanma çağında deizmle ilişkilendirilen bir konu
hoşgörü talepleridir. Neredeyse hoşgörü talepleri ve
deizm eş anlamlı olarak ele alınmıştır. Elbette 18.
Yüzyıl Muhalifleri dinsel hoşgörü çağrısı yapan li-
derlerdi. Joseph Priestley ve onun Essay on the First
Principles of Government adlı eseri etkili metinlerden
biri olmuştur. Hatta 18. Yüzyılda İngiltere’de Priest-
ley hariç hiç bir filozof hoşgörüyü ateistlere kadar
uzatmamıştır. Priestley, Locke’un hoşgörü anlayışının
çok sınırlı olduğunu düşünür.
19
Priestley Katolikleri
içeren evrensel bir hoşgörüyü savunmuştu. Çünkü
özgür bir toplumda gerçek her zaman yanlışa galip
gelecektir. Bu açıdan hoşgörü kampanyası yönündeki
etkili baskılar deistler veya Hristiyanlık düşmanları
tarafından değil, adanmış Hristiyanlardan gelmiştir
(Barnett, 2003, s. 124; Zurbuchen, 2006, s. 789). Hatta
resmi kiliselerin kaldırılmasını ve dini özgürlüğü sa-
vunan Baptist gibi daha etkili gruplar gözlemlenmeye
başlanmıştır (Torre, 2008, s. 155). 18. Yüzyılın hoşgö-
rü anlayışı büyük ölçüde Protestan doğal hukuk teo-
risi içinde geliştirilen yeni devlet teorisine borçludur.
Hem Samuel Pufendorf hem de Locke farklı amaçlara
hizmet ettiği için din ve devletin ayrılmasını savun-
muşlardır. Pufendorf ve Locke dini inancı birey ve
Tanrı arasındaki ruhsal bir ilişki olarak açıkladıkları
için, onlar açısından dini hassasiyet devletin görevleri
arasında değildir. Hoşgörü anlayışı böylece bireyci bir
din anlayışı yanında devletin amaçlarının sınırlan-
masına dayanır. Protestan gelenek hoşgörünün be-
nimsenmesinde öncü olmanın keyfini sürerken, Ka-
tolik Aydınlanmasının temsilcileri Hristiyan hoşgörü
düşüncesini geliştirerek, hoşgörü reform siyasetinin
kamusal olarak kabul edilmesini güvence altına al-
maya yardım etmiştir. Diğer taraftan, her ülkede hoş-
görünün anlamı farklılıklar göstermiştir (Zurbuchen,
matik olmayan rasyonel ahlaki bir dindir. Serbest-düşünceliler
Anglikanizmi doktrin ve pratikte fazlalıklardan kurtarmaya
çalışmışlar, bununla birlikte yine de Hristiyan ortodoksisi
içinde kalmışlardır. Makul bir Hristiyanlık versiyonunu berrak
bir dil içinde ifade etmişler, Kalvinist doktrinlerdeki kader gibi
karmaşık metafor ve benzeşimleri reddetmişlerdir. Tüm önde
gelen serbest-düşünceliler vahyin gerekliliğinde ve İsa’ya kişi-
sel bağlılıkta ısrar etmiştir. Onların bir çoğu, Newton’un do-
ğal felsefesini Tanrı’nın varlığını göstermek için kullanmıştır.
Hiç birisi her şeye gücü yeten bir kudretin varlığından şüphe
duymamıştır. Bu grup Edward Stillingfleet, John Tillotson, Sit-
mon Patrick, Thomas Tenison ve Gilbert Burnet’i içerir
(Torre,
2008, s. xv;
Hudson, 2009, s. 7; Harrison, 1990, s. 29
).
19 Locke’un A Letter Concerning Toleration (Hoşgörü üzerine Bir
Mektup) (1689) adlı eseri 18. Yüzyılda anti-dogmatik gelenek-
te hoşgörü anlayışının kurucu metni olarak düşünülebilir. An-
cak Locke burada hoşgörü anlayışını tüm Protestan mezheple-
ri için öne sürer. Katolikler ve ateistler bu hoşgörü kapsamında
değildir.