154
Aydınlanma, Hristiyanlık ve Deizm
sürdürülmesi için zorunlu bir gereklilik olarak gö-
rülmeye başlanmıştır (Byrne, 1996, s. 99-100). Me-
sela bazen deist olmakla suçlanan John Locke’a göre,
akıl Tanrı’dan bir hediyedir ve bu nedenle nihai ha-
kemdir, hatta inanç onunla uyumlu olmak zorunda-
dır (Byrne, 1996, s. 107). O dönemde muhtelif dini
gruplar arasında sürdürülen kavgaların sertliği düşü-
nüldüğünde, aklın göreve çağrılması zorunlu görül-
müştür. Kavganın sonlandırılması için vahyin akılla
dengelenmesi önemli olmuştur. Diğer yandan bilim-
sel gelişmeler otomatik olarak kilise veya dine karşı
bir harekete yol açmamıştır. Hatta din ve bilim adamı
Joseph Priestley gibi öncü bilim ve din insanlarında
görüldüğü gibi sıklıkla el ele gitmiştir (Barnett, 2003,
s. 52). Samuel Clarke, Hristiyan ortodoksluğunu ras-
yonel temellerde savunmuştur (Byrne, 1996, s. 114).
Bilimin sekülarizmle eşleştirilmesi genel olarak Ben-
jamin Franklin’in şahsında somutlaşmıştır. Franklin
bir deist olmakla birlikte, sadece Üstün Varlık’a inan-
makla kalmamış, öteki dünyada ödül ve cezaların
adalet ve adaletsizliğe göre dağıtılacağına inanmıştır
(Himmelfarb, 2004, s. 214). Yine benzer şekilde, 18.
Yüzyıldaki Hristiyan yayınlara baktığımızda, bunla-
rın (vaazlar, denemeler, teolojik tezler, tarihler, incil-
ler v.b.) sayısı Aydınlanma türündeki yayınlardan faz-
ladır (Barnett, 2003, s. 63). Bu nedenle, 18. Yüzyılda
felsefeciler ve diğer entelektüeller tarafından yapılan
din eleştirisini dini pratikte bir düşüş ve yaygın bir
ateizmin mevcudiyeti olarak yorumlamak hatalı ola-
caktır. Açık ateizm sadece bazı radikal düşünürlere
mahsus olmuştur (Byrne, 1996, s. 147-148). Daha da
ilginç bir şekilde ateizm tehlikesi sadece dini orto-
doksi tarafından değil, yukarıda değindiğimiz şekil-
de Voltaire gibi filozoflar tarafından icat edilmiştir.
Genellikle 18. Yüzyılda ateizmin çok yaygın olduğu-
nun kabul edilmesine rağmen, realiteye baktığımızda
ateist bir hareketin mevcut olduğunu söylemek çok
zordur (Zurbuchen, 2006, s. 789-790). Hatta Socini-
anizm, deizm, ateizm farklı bir şekilde yorumlana-
bilir. Bu pozisyonlar dinin reddi olarak değil, onun
klerikalizm, papazlık, dogmatizm, batıl inanç ve fa-
natizmden kurtulması çabası olarak görülebilir. Bu
açıdan bu gelişmeler ikinci bir Reformasyon olarak
değerlendirilebilir
29
(Thomson, 2008, s. 15).
29 Şunu da ifade edebiliriz, Radikal Aydınlanmanın ateşli din-
karşıtı duygusu Kilisenin kendi Aydınlanmasını yaratmasına
yardım etmiştir. Katolik Kilisesinin pratik olması için çalışıl-
mıştır (Lehner, 2010, s. 26-7).
Sonuç
Aydınlanmaya baktığımızda araştırmacılar arasında
şu noktalarda ortaklıklar bulunduğunu söyleyebiliriz:
aklın evrenselliğine vurgu, dışsal otoritelerin sarsıl-
ması, insan doğasının evrenselliğine inanç, birbirimi-
zi ayırmaktan ziyade birleştiren şeylere odaklanmak,
tüm önyargı biçimlerinin reddi, hoşgörüye vurgu,
dinde basitlik arayışı, ilerlemeye genel inanç ve ona
engel olan her şeyin reddi. Ancak aynı zamanda Ay-
dınlanmanın diğer yüzünü de görmek mümkündür:
farklı, erkek, rasyonalite idealini yansıtan akıl anlayı-
şı; eşitlik ve hoşgörü ideallerinin pratikte başarısızlı-
ğı; ağır insan sorunlarının bilim ve teknolojiyle naif
bir şekilde çözülebileceği inancı; insanın duygusal,
bağlanımlı ve kendini-açıklayan yönlerinin değersiz-
leştirilmesi; gelenek, ritüel ve yerinde otoritenin öne-
mini hesaba katmada başarısız olan basit dini anlayış;
ortaçağın durgun ve dar görüşlü olarak resmedilmesi
(Byrne, 1996, s. 229).
Uzunca zamandır araştırmacılar Aydınlanmayı bü-
tünsel veya evrensel bir düşünce olarak sunmuşlar-
dır. Ernst Cassier’den Peter Gay ve başkalarına kadar
vurgu felsefeye ve felsefecilere (philosophes) olmuştur.
Gay 1960’larda Aydınlanmayı açıkça sekülarizasyon-
la ilişkilendirmiş, Fransız Aydınlanmasının altını çiz-
miştir. Fransız kültürü Aydınlanmaya hakim olmuş,
tarihsel analizin parametrelerini dikte etmiştir. Bu
araştırmacı kuşağı için Aydınlanmanın öyküsü aynı
zamanda dönemin “büyük düşünürlerinin” zihinle-
riyle biyografik bir yolculuk olmuştur. Oysa ki bu tür
bir okuma Aydınlanma yüzyılının siyasal ve toplum-
sal hikayesinin tamamının resmini bize vermekten
uzaktır. Nihayetinde toplumlar sadece filozofların
düşünceleriyle ya da hayat hikayeleriyle anlaşılamaz.
Değişim çoğu kez yukarıdan-aşağıya değil, aşağıdan-
yukarıya doğru gerçekleşmiştir. Bunu görüleceği yer-
lerden birisi ise kamusal hayat içindeki tartışmalar-
dır. 18. Yüzyılda kamusal hayatın temel mecrası olan
yayın dünyasında dini yayımlar ve dini mücadeleler
önemli oranda etkisini korumuştur.
Din açısından baktığımızda 18. Yüzyıl din hakkında
dikkat çekici sorular sormuştur. Bu sorular nedeniy-
le, 18. Yüzyılda din hakkında devasa bir literatür oluş-
muştur. Aydınlanmanın artalanı ile kıyasladığımızda,
ortaçağlar boyunca tek bir kilise vardı. Ancak Refor-
masyon ve Aydınlanma ile birlikte, dinsel çoğulculuk
yaşanmaya başlanmıştı. Bu çoğulculuk dini yorum-
larda ve literatürde önemli bir artışa neden olmuştur.
155
sbd.anadolu.edu.tr
Cilt/
Vol
.: 17 - Sayı/
No
: 1 (143-158) Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
Aynı zamanda Aydınlanma yüzyılında çok farklı dini
yaklaşımlar ve mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu neden-
le Aydınlanma yüzyılında din anlayışlarının zengin-
leştiğini belirtmemiz gerekir. Hatta şu ileri sürüle-
bilir ki, Reformasyon ve Karşı-Reformasyon Avrupa
toplumunun tam bir Hristiyanlaşmasını sağlamıştır.
Ayrıca yine bu çoğulculuk hoşgörü anlayışının ge-
lişmesini zorunlu kılmıştı. Hoşgörü başlı başına Ay-
dınlanmanın insanlığa bir hediyesidir. 1689 yılında
İngiltere’de hoşgörü yasası kabul edilmiştir. 1787 yı-
lında Fransa monarşisi Protestanlara yönelik hoşgörü
hükümleri getirmiştir.
Elbette hoşgörünün kabul edilmesi hiçte kolay olma-
mıştır. Bununla birlikte, 18. Yüzyılda hoşgörü tartış-
maları ateizme uzanmamıştır. Diğer bir ifadeyle, Ay-
dınlanma ve ateizm arasında kurulan paralelliklere
rağmen Aydınlanma yüzyılında hoşgörü talepleri ate-
izmi kapsamamıştır. Bu onun eksik bir yönü olmakla
birlikte, bu yüzyılın sanıldığı kadar din düşmanı ol-
madığını da gösterir.
Modern cumhuriyetin ve demokrasinin gelişiminde
din dışından gelen eleştirilerin önemini kabul etme-
miz gerekir. Yoksa sadece din üzerinden yapılacak
gelişmelerle modern demokrasilerin gelişmesi im-
kansız olabilirdi. Liberalizm açısından baktığımızda,
liberalizmde devletin sınırlı olmasının nedenlerin-
den birisi, devletin dine müdahale etmekten uzak
tutulmasıdır. Sınırlı devlet ilkesinin amaçlarından
birisi böylece hoşgörü ilkesinin gerçekleştirilmesi
olmuştur. Elbette bu hoşgörü siyaseti ortodoks dini
çevreleri tatmin etmemiştir. Ancak çatışmaların sona
ermesi için başka bir yol bulunmamaktaydı.
Şunu belirtmemiz gerekir ki, modern çağda dine
karşı gösterilen muhalefet modernitenin kökeninin
din-karşıtı olduğu anlamına gelmez (Gillespie, 2008,
s. xi). Eğer Hristiyanlıktan sadece skolastisizm an-
laşılırsa, liberal modernite ve Hristiyanlık birbirine
karşıt olarak yorumlanabilir (Gillespie, 2008, s. 227).
Oysa ki, Aydınlanmanın hikayesi bu değildir. 18.
Yüzyıla baktığımızda dinin önemsizleştiği veya geri-
lediğini söylemek olanaksızdır. Hatta Aydınlanmanın
dini saplantı haline getirdiği söylemek daha doğru
olacaktır. Aydınlanmanın din ve ateizm tartışmala-
rında bunu görmek mümkündür (Byrne, 1996, s. 31).
Aydınlanma ve modernite yorumlarının önemli bir
yönünü sekülerleşme ve laiklik tartışmaları oluşturur.
Öncelikli olarak sekülerleşme ve laikliğin iki farklı
durum olduğunu belirtmemiz gerekir. Laiklik tarihsel
olarak din adamı olmayan ya da din dışına gönder-
me yapar ve Batı toplumlarında daha çok Fransa’yla
ilişkili bir kavramdır. Sekülerleşme ise dinin dünye-
vileşmesidir. Diğer bir ifadeyle dinin bir ahlak haline
gelmesidir. Sekülerleşmede gördüğümüz şey bilimsel
bilginin gelişmesiyle dindeki mucize açıklamaları-
nın reddedilmesidir. Ya da insanların, yerleşik kilise
izahlarının dışında doğayı ve evreni açıklama teşeb-
büsüdür. Bu sürecin kaçınılmaz sonucu farklılıkların
ortaya çıkması olmuştur. Avrupa’da dini çoğulculuk
nedeniyle ortaya çıkan bu farklı dini yorumlar bir an-
lamda çatışmaların kaynağı olmuştur. Bu çatışmaları
sonlandırmak için seküler bir karar verme zorunlu
hale getirmiştir. Farklı dini yorumlar ya birbiriyle
çatışma haline devam edecek ya da seküler bir karar
alma yöntemiyle bu dini çoğulculuğun bir arada ya-
şaması sağlanacaktı. Söz konusu bu durumdan dola-
yı, sekülerleşmenin dini anlayışların çoğulculuğunun
kaçınılmaz sonucu olduğu belirtilebilir. Bu nedenle
Aydınlanmanın basitçe sekülerleşme ve din karşıtlığı
olarak okunması aşırı bir basitleştirmedir.
Aydınlanma döneminde dini eleştiren filozoflar bile
Hristiyanlığın ahlaki davranıştaki önemini kabul
ederler. İskoçya’da Hume ve Fransa’da Voltaire gibi
Aydınlanmanın din karşıtlığı için örnek gösterilen
filozoflar bile dinin bireyler ve toplumlar için önemi-
ni kabul ederler. Hume’a göre, yozlaşmış olsa dahi bir
dinin olması olmamasından daha iyidir. Çünkü ona
göre, din insanların kalbinin işleyişini düzenler, on-
ların davranışlarını insanileştirir, ılımlılık, düzen ve
itaat ruhunu aşılar. Voltaire ise, Hristiyanlığın ahlaki
değerini kabul eder.
Amerika’da George Washington ahlakın din olma-
dan sürdürülemeyeceğini savunmuştur. John Adams
daha da açık bir şekilde şunu söylemiştir: “Bizim
anayasamız sadece ahlaki ve dindar insanlar için ya-
pılmıştır. Başka türde bir hükümete uygun değildir.”
Bir deist olan Benjamin Franklin buna katılarak şunu
ifade eder: “İnsanlar eğer din olduğu halde bu kadar
kötü ise, din olmasaydı ne olacaklardı?” Amerikan
Kurucuları bireysel olarak dindar olmamalarına rağ-
men dine saygı duymuşlardır. Hatta dinin siyasal ve
toplumsal önemini kabul etmişlerdir (Himmelfarb,
2004, s. 210-211). Yine Amerika’da Rahip Charles
Backus 1788 yılında “Şimdiki çağın aydınlanmış bir
çağ” olduğunu deklare etmiştir. Ona göre eğer bir
156
Aydınlanma, Hristiyanlık ve Deizm
ülke “devrim ilkelerini” korumak ve özgür bir toplum
olarak kalmak istiyorsa oranın yurttaşları hem akla
hem de inanca sadık kalmak durumundadır (Meyer,
1976, s. 165).
Burada vurgulamamız gereken son nokta Aydınlan-
ma döneminde kurulu kiliseye yönelik yapılan bazen
oldukça sert eleştirileri zorunlu olarak bir din eleş-
tirisi olarak görmenin yanıltıcılığıdır. Kilise eleştiri-
si zorunlu olarak din karşıtlığı değildir. Protestanlık
nihai olarak yerleşik Roma Kilisesi’ni eleştirerek or-
taya çıkmıştır. Aşırı bir yorumla Protestanlığın dahi
bir din olmadığı sonucunu çıkarmak sağduyulu bir
açıklama olmayacaktır. Diğer yandan Aydınlanma
döneminde kiliseye yönelik her bir eleştirinin veya
yerleşik çıkarları tehdit eden her bir yaklaşımın de-
izm olarak yaftalanması söz konusu olmuştur. Bu
yaftalama öncelikli olarak eleştirilen veya çıkarları
tehdit altında olan çevrelerden gelmiştir. 18. Yüzyılda
deizm genelde bir filozof ve elit düşüncesi olmuştur.
Tarihsel araştırmalar bu filozofların ve elitlerin yak-
laşımlarına odaklanarak toplumsal yaşamdaki dini
boyutları ihmal etmiştir. Bu nedenle Aydınlanma
çağı deist bir dönem olarak etiketlenmiştir. Oysa ki,
Aydınlanma yüzyılında yaygın bir deist veya ateist
hareketin olduğu yönünde elimizde yeterli bir kanıt
bulunmamaktadır.
Son söz olarak şu ifade edilebilir; bu makale Aydın-
lanma ve din arasındaki ilişkinin zorunlu olarak bir-
birini dışlayıcı olmak durumunda olmadığını ileri
sürmektedir. Bu nedenle Protestanlık sonrası Batı
felsefesinde, siyasetinde, teolojisinde, toplumundaki
gelişmelere yönelik daha ayrıntılı çalışmalara gerek-
sinim duyulmaktadır. Böylece modernitenin, Aydın-
lanmanın ve liberalizmin kökenleri daha açık bir hale
gelecektir.
Kaynakça
Antognazza, M. R. (2006). Revealed Religion: The
Continental European Debate
. K. Haakonssen
(Ed.), The Cambridge History of Eighteenth-Cen-
tury Philosophy içinde (s.
666-682).
Cambridge:
Cambridge University Press.
Barnett, S. J. (2003). The Enlightenment and Religi-
on The Myths of Modernity. Manchester and New
York: Manchester University Press.
Brown, J.B., Tackett, T. (2006). Introduction. S. J.
Brown and T. Tackett (Ed.), The Cambridge His-
tory of Christianity Vol. VII Enlightenment, Reawa-
kening and Revolution 1660-1815 içinde (s. 1-11).
Cambridge: Cambridge University Press.
Byrne, J. M. (1996). Religion and the Enlightenment
From Descartes to Kant. Louisville, Kentucky:
Westminster John Knox Press.
Chatellier, L. (2006). Christianity and the Rise of Sci-
ence, 1660-1815. S. J. Brown and T. Tackett (Ed.).
The Cambridge History of Christianity Vol. VII
Enlightenment, Reawakening and Revolution 1660-
1815 içinde (s. 251-264). Cambridge: Cambridge
University Press.
Garrard, G. (2006). The Enlightenment and Its Ene-
mies. American Behavioral Scientist, Volume: 49,
Number: 5, January 2006, 664-680.
Gillespie, M. A. (2008). The Theological Origins of Mo-
dernity. Chicago and London: The University of
Chicago Press.
Greyerz, K.V. (2008). Religion and Culture in Early Mo-
dern Europe 1500-1800. Oxford: Oxford University
Press.
Harrison, P. (1990). Religion and the Religions in the
English Enlightenment. Cambridge: Cambridge
University Press.
Himmelfarb, G. (2004). The Roads to Modernity The
British, French and American Enlightenments. New
York: Alfred A. Knopf.
Hudson, W. (2009). The English Deists: Studies in Early
Enlightenment. London: Pickering and Chatto.
Jacob, M. C. (2006). The Enlightenment Critique of
Christianity. S. J. Brown and T. Tackett (Ed.). The
Cambridge History of Christianity Vol. VII Enligh-
tenment, Reawakening and Revolution 1660-1815
içinde (s. 265-282). Cambridge: Cambridge Uni-
versity Press.
157
sbd.anadolu.edu.tr
Cilt/
Vol
.: 17 - Sayı/
No
: 1 (143-158) Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
Kley, D. K. V. (2006). Piety and Politics in the Cen-
tury of Lights. M. Goldie and R. Wokler (Ed.). The
Cambridge History of Eighteenth-Century Political
Thought içinde (s. 110-143). Cambridge: Cambrid-
ge University Press.
Lehmann, H. (2006). Continental Protestant Europe.
S. J. Brown and T. Tackett (Ed.). The Cambridge
History of Christianity Vol. VII Enlightenment, Re-
awakening and Revolution 1660-1815 içinde (s. 33-
53). Cambridge: Cambridge University Press.
Lehner U. L. (2010). Introduction: The Many Faces
of the Catholic Enlightenment.
U. L. Lehner and
M. Printy (Ed.).
A Companion to the Catholic En-
lightenment in Europe içinde (s. 1-61). Leiden and
Boston: Brill.
Melton, J. V. H. (2011). Aydınlanma Avrupasında Ka-
munun Yükselişi. F. B. Aydar (Çev.). İstanbul: Boğa-
ziçi Üniversitesi.
Meyer, D. H. (1976). The Uniqueness of the American
Enlightenment. American Quarterly, Vol. 28, No. 2,
Special Issue: An American Enlightenment, Sum-
mer 1976, 165-186.
Outram, D. (2007). Aydınlanma. S. Çalışkan ve H. Ça-
lışkan (Çev.). Ankara: Dost.
Pocock, J. G. A. (2004). Barbarism and Religion, Volu-
me I: The Enlightenments of Edward Gibbon, 1737-
1764. Cambridge: Cambridge University Press.
Rosenblatt, H. (2006). The Christian Enlightenment.
S. J. Brown and T. Tackett (Ed.). The Cambridge
History of Christianity Vol. VII Enlightenment, Rea-
wakening and Revolution 1660-1815 içinde (s. 283-
301). Cambridge: Cambridge University Press.
Schmidt, L. E. (2012). Liberal Religious Movements
and the Enlightenment. S. J. Stein (Ed.). The
Cambridge History of Religions in America, Vol 1
Pre-Columbian Times to 1790 içinde (s. 489-509).
Cambridge: Cambridge University Press.
Schmidtz, D., Brennan, J. (2010). A Brief History of Li-
berty. Malden and Oxford: Wiley-Blackwell.
Thomson, A. (2008). Bodies of Thought: Science, Religi-
on, and the Soul in the Early Enlightenment. Oxford
and New York: Oxford University Press.
Torre, J. R. (2008). The Enlightenment in America,
1720-1825 Volume 3 Moral Philosophy Religion.
London: Pickering and Chatto.
Whaley, J. (2008). Religion. P. H. Wilson (Ed.). A Com-
panion to Eighteenth-Century Europe içinde (s. 176-
191). Malden and Oxford: Blackwell Publishing.
Zurbuchen, S. (2006). Religion and Society. K. Ha-
akonssen (Ed.). The Cambridge History of Eigh-
teenth-Century Philosophy içinde (s. 779-813).
Cambridge: Cambridge University Press.
Dostları ilə paylaş: |