128
İslâmiyet bu beyanların en mükemmel bir mecmuasıdır. Bu vasfıyla İslâmiyet,
iddiaların tersine ve kâinat çapında bir hakikat olarak bütün mistik düşüncelerin tashih
merkezi ve ilhâm kaynağıdır. Çünkü İslâm denince, ilk peygamberden son
peygambere kadar bütün semavî dinler kastedilir. Bu evrensellik değişik pek çok
elemanın İslâm bünyesi içinde eritilmesini ve özel manada İslâm‘ın, daha önceki
değişik düşünce form ve dillerini sûfi tefekkürü ifade için kullanılmasını mümkün hale
getirmektedir.
271
Çeşitli kültürlere mensup yeni mühtediler girdikleri yeni dine, herhalde
zihinlerinde şekillenmiş olan önceki değer hükümlerinin etkisi altında baktılar ve onu
öyle yorumladılar. Bunu kabul etmemek insan tabiatının inkârıdır. Mevzuubahis dış
tesirlerden etkilenenlerin çoğunun mühtediler olması da böyle düşünmemize imkân
veriyor. Yeni dine giren bir kimse elinden geldiğince bu yeni dinle temessül etmekte,
fakat elinde olmayarak önceki duygu ve düşüncelerin izlerini de taşımaktadır.
272
İşte Tasavvuf bu tarihi seyri içerisinde, hicrî III.yy.‘dan itibaren kendi
asliyetini muhafaza etmekle beraber, yavaş yavaş yabancı kültür ve inançları etkisi
altında kalmaya başlamıştır.
273
İslâm tasavvufunda özellikle sonraki dönemlerde pek büyük tesiri bulunan
Yeni-Eflatuncu düşünce İslâm dünyasına Hıristiyanlar vasıtasıyla girmiştir.
274
271
Yüce, a.g.e., ss.11-12.
272
Yüce, a.g.e., ss.12-13.
273
Mehmed Nazmi Efendi, Osmanlılarda Tasavvufi Hayat-Halvetlik Örneği-
Hediyyetü’l-İhvan (Haz: Osman Türer), İstanbul 2005, İnsan Yayınları, s.25.
129
Tasavvufta en çok bahsedilen menşe‘ ―Yeni-Eflatuncu‖ tesirdir. Bu tesir de
doğrudan doğruya değil, Mısır ve Güney Suriye‘de ortaya çıkan ―Neo-platonizm‖ ve
Irakta ―Harran Mektebi‖ ve ―Sabiilik‖ vasıtasıyla eski ―Maniheizm‖ itikatlarının
süzgecinden geçtikten sonra geldiği biliniyor. Öyleyse bu görüşü savunanlara göre,
Yeni-Eflatunculuğun tasavvuf üzerinde doğrudan doğruya rolü yoktur.
275
Zaten evvelce de belirtildiğine göre, tasavvufun Yunan felsefesiyle ilgisi
yoktur. Felsefe mutasavvıflara göre merduttur. İlk mutasavvıfların yaşadığı devirlerde
İslâm âlemine Yunan Felsefesi henüz girmemiştir.
276
Lügatçe-i Felsefe‘nin ifadesine göre tasavvuf, İslâm dininde nefisleriyle fâni
ve Allah Teâlâ ile bâki tabâyiden kurtulmuş ve hakikatların hakikatına vasıl olmuş
olan zümre-i havâssa mahsus bir mezheptir. El-Müncid adındaki Arap lügati de buna
yakın bir ifade kullanmaktadır.
277
Özet olarak, İslâm tasavvufu İslâm‘a yabancı Hıristiyanlık ve Budistlikten
alınma değildir. Bunun kaynağı Kur‘an‘ı Kerim ve hadislerdir. Bununla beraber
tasavvuf diğer dinlerde de vardır.
278
274
Güngör, a.g.e., s.59.
275
Mahir İz, Tasavvuf, İstanbul, Rahle Yayınevi, ss.87-88.
276
İz, a.g.e., s.88.
277
İz, a.g.e., s.89.
278
İz, a.y.
130
C-YENĠ-EFLATUNCU FELSEFENĠN ĠSLÂM TASAVVUFUNA ETKĠSĠ
Sonuç olarak; şimdiye kadar aktardıklarımıza baktığımızda iki soru ile
karşılaşabiliriz. Acaba tasavvuf ilk önce dinî ve felsefî bütün yabancı faktörlerden
bağımsız olarak kendiliğinden ortaya çıkmış olamaz mı? Böyle bir sorunun doğruluğu
kabul edilebilir. Çünkü beşer ruhu bütün insanlarda aynidir.(nesneldir). Öyleyse
tasavvuf nefsin ve ruhun bir terbiyesi olması nedeniyle bütün insanlar arasında ortak
bir temel yapı oluşturur ve onun için herhangi bir dine mensup olan kimse ayni
(nesnel) yolu tutmakla aynı neticelere varmak imkânına sahiptir. Çünkü kullanılan
tasfiye ve terbiye yolları ayni olduğu gibi her tarafın gözettiği en yüksek gaye de
diğerinin aynidir. İnsan ruhu her devirde ve her yerde ayni olduğuna göre, İslâm
âleminde beliren tasavvufun Hint ve Fars dinlerinde, Hıristiyanlıkta ve Yunan
felsefesinde muhtelif şekiller alan tasavvufun tıpkısı olmasına hiçbir engel kalmaz.
279
Süleyman Hayri Bolay‘a göre, tasavvuf nefsin terbiyesi ve ruhun tezkiyesi,
kalbin temizlenerek ilahî âlemin hakikatlarını aksettiren bir ayna durumuna
getirilmesi, bunun için birtakım mücadelelere zühd ve riyazet hayatına katlanmak
olması dolayısıyla çeşitli dinlerde müşterek taraflar olabilir. Fakat bu demek değildir
ki İslâmi tasavvuf şurdan veya buradan gelmiştir. Hele tasavvufu dini-felsefi bir
mezhep olarak kabul etmeyip de pratik bir zühd hayatı yaşamak ruhun eriştiği
yüceliklerde bir takım ilahî hakikatları keşfetmek ve nefse hâkimiyet kurmanın yolları
şeklinde görülürse; bu tasavvufun tamamen İslâmi olmaması için hiçbir sebep yoktur.
Ama, aksine, tasavvuf felsefesi bir mezhep, keşfedilen hakikatları ve incelikleri çeşitli
şekillerde izah etmek, varlık âlemini anlamak ve bu hususta yeni izah tarzları getirmek
279
Doğrul, a.g.e., s.16.
Dostları ilə paylaş: |