A N A D O L U T Ü R K L E R İ ' N İ N S U D A K S E F E R İ 215
geçelim. Bu hikâyeyi okurken şu sualler gayri ihtiyarî olarak akla gelmek
tedir : Şehir kimin elindeydi ; X I I I . asrın 20. yıllarında Doğu Avrupa'nın
ticarî tedavülünde nasıl bir rol oynamıştı ; kimler tarafından iskân edil
mişti ? Burada yine bize Tatar istilâsı zamanı etrafında toplanan kaynak
lar yardım etmektedir. İbnü'1-Esîr ; Cebe ve Söbütey'in 1222-23 seferine
dair hikâyesinde : " O n l a r Sudak şehrine uğradılar ; bu Kıpçak şehrinden
ticaret eşyası alıyorlardı ; çünkü o Hazer denizi sahilinde olup, oraya
giyecek eşyasiyle yüklü gemiler gelirdi ; bu eşyalar satılır ve onların mu
kabilinde cariye ve köleler, burtas kürkleri, kunduz, sincap derileri ve
onların memleketinde mevcut diğer eşya satın alınırdı"
1 9
demektedir.
Bu sözler, İbnü'1-Esîr tarafından, Sudak'in 1222-23 de fethi münasebe
tiyle söylenmiştir ; fakat 1253 de, yani 30 yıl sonra Sudak'tan geçen V.
Rubrukvis
2 0
şunları yazmıştır : "Türkiye'den Şimal memleketlerine
gitmek isteyen tacirlerin olduğu kadar, aksi istikametten, yani Rusya ve
Şimal memleketlerden gelen bütün tacirler de Sinop'un karşısında bulu
nan Solda'ya (Sudak) uğramaktadırlar. Bunlardan bir kısmı kakım (er
min), sincap ve diğer kıymetli kürkler ; diğerleri pamuklu dokumalar,
dimi bezi (gambasio), ipekli kumaşlar ve kokulu kökler (otlar) getirirler".
Bu suretle, İbnü'l-Esîr'e göre Sudak o zaman Kıpçak şehriydi. Tabii bunu
şu mânada anlamak lâzımdır : Şehir Kıpçaklara vergi verir ve belki de,
yıllık verginin tam olarak tahsisini kontrol eden bir Kıpçaklı memuru
vardır. Yalnız Sudak'ın değil, fakat diğer birçok Kırım şehirlerinin de,
tabiî, yukarıda izah edildiği şekilde, Kıpçaklıların addedildikleri husu
sunda bir sıra delillere sahibiz. Böylece, Kıpçaklar hakkındaki eserinde,
Marquart, Djalita yani Yalta'nın Kumanlara (Kıpçaklara) ait olduğuna
dair, İdrisî'nin malûm haberini, nakletmektedir
2 1
. Kırım sahillerine
malik, Kıpçaklar, hiç şüphe yok ki, onun zengin şehirlerinden, tacir ol
mamakla beraber fakat elinde bulundurdukları şehir ve yollarda cereyan
eden ticarî muamelelerden vergi sağlamasını beceren kimselerdi. Bu mülâ
hazaların doğruluğuna bizi V. Rubrukvis'in şu sözleri inandırmaktadır
(ikna etmektedir): " b u ovada (vadide), Tatarların gelmesinden önce,
mutat veçhile, Kumanlar varmış ve yukarıda zikradilen şehir ve kaleleri
kendilerine vergi vermeğe mecbur ederlermiş"
2 2
. Yine İbn-i Bibi'ye
gelelim. O n u n hikâyesinde, bizi, Sudak'ın iyi tahkim edilmiş bir deniz
şehri olduğunu söylemeye hak kazandıran bir sıra malûmat mevcuttur.
Bu, daha ziyade, çok büyük titizlikle E. C. Skrjinskoy
23
tarafından
incelenen Sudak'ın Ceneviz kalesinden önce, burada dıvar ve kuleleri
1 9
V. Tisenhausen, Sbormk Materialov po Zolot. O r d e (Altın O r d u hakkında mal
zemeler külliyatı), 26; İbnü'1-Esîr, X I I , 258.
2 0
İ.Karpini ve V. R u b r u k , A. İ. Malein'in tercümesinden, s. 66.
2 1
M a r q u a r t , Ü b e r das Volkstum der K o m a n e n , 140.
2 2
I. K a r p i n i ve V. Rubruk, A. İ. Malein tercümesinden, s. 68.
2 3
"Genuezskiye kolonii v K r ı m u " (Kırım'da Ceneviz müstemlekeleri) adlı ve ma
alesef bugüne kadar neşredilmeyen eserde.
2 l 6
A. Y A K U B O V S K İ
bulunan bir kalenin mevcudiyetini ispat eder. Sudak, kimler tarafından
iskân edilmiştir ? Şehrin 212 Milâdî yılında
24
, onun ilk ve başlıca aha
lisini teşkil eden Alanlar (Aslar) tarafından tesis edildiği zannedilmektedir.
Bunun böyle olduğuna dair bizim müellifin de bilvasıta kaydı vardır.
Sudak şehri İbn-i Bibide kâh Sugdak ve kâh Sugd olarak zikredilmektedir.
Alanlıların İranlı oldukları ve bir zaman İranlı-Sugdlular tarafından
meskün (Zaravşan vadisinde) Sugd adıyla maruf bir memleketin bulun
duğu malûmdur. Sugdak adından, uzaktaki Sugd eyaletinin bir hâtırasına
atfen, oralardan gelen kurucularının şehre bu ismi verdiklerini zanneden
müdekkikler, belki de haklıdırlar. Alâeddin Keykubad'ın seferi zamanın
da Sugdak'ta Alanlıların bulundukları ; bundan 20-30 sene evvel Mısır
tarihçisi İbn Abü'z-Zahir'in, Beybars'ın Berke-Han'a gönderdiği elçilik
sefahatini tasvir ederken yazdığı şu cümlelerden de görülmektedir : "bun
dan sonra onlar, Sudak adiyle maruf dağa çıktılar ; (burada) Kıpçak,
Rus ve "Alanlılar"
2 5
gibi muhtelif insanların iskân ettiği Kırım maha-
linin hükümdarı tarafından karşılandılar".
Alanlılar, X I I I . asrın 60. yılları başında eski Kırım'da oturdukla
rına göre, o halde, buradan 20-30 verst (bir verst 1,400 m. civarındadır)
mesafede bulunan ana yurtları Sudak şehrinde de oturuyorlardı. Alanlı
lardan mada Sudak'ta Ermeniler de vardı. Brun'a göre, o zaman Sudak'ta
Ermeniler ekseriyeti teşkil ediyorlardı
2 6
. Nihayet orada Ruslar, Kıpçaklar
ve ihtimal, Svyatoslav'ın İtil ve Hazar hanlığını yıktıktan iki buçuk asır
sonra, kendilerini çevreleyen muhitte tamamen benliğini kaybetmeyen,
Hazarlar da yaşıyorlardı. Bunun böyle olduğu, Karpini'nin Harizm baş
şehri Ürgenç'te birçok Hazar gördüğünden de anlaşılmaktadır
2 7
. Orada
şüpphesiz ki, Bizanslılar da vardı. Böylece X I I I . asrın başında Sudak,
Kıpçaklara vergi veren ve büyük çapta ticaretle meşgul, Alanlı, Ermeni,
Rus, Kıpçak ve Bizanslılarla meskün, kale ve iskelesi bulunan bir şehirdi.
İlk önce bu ticaretin istikameti, hangi yolları takibettiği, hangi ticaret
merkezlerini içine aldığı ve hangi şartlar altında cereyan ettiği meselesi
bizi alâkadar ediyor. Gördüğümüze göre, İbn-i Bibi'nin hikâyesi Selçuk
Devletine avdet eden ve Kıpçak memleketinde soyulduğundan şikâyet
eden bir müslüman tacirin sözüyle başlar. Bu artık bize Selçuk Türkle
rinin Kırım vasıtasiyle Kıpçak ve Ruslarla ticarî münasebetlerde bulun
duklarını ispat eder ; fakat 1253 yılında Kırım'dan geçen Rubrukvis,
Selçuk Türklerinin Kırım vasıtasiyle Kıpçak ve Ruslarla ticarette bu
lunduklarını bize şehadet eder ; o, Tatarlardan önce başlıca ticaretin,
Kırım ve Kıpçak memleketi vasıtasiyle, Rus ve Türk tacirleri arasında
cereyan ettiğini açıkça kaydeder : "Buraya; Türkiye'den Şimal memle-
2 4
F. Brun, Çernomorye (Karadeniz havzası), s. 122.
2 5
B. Tisenhausen, aynı eser, s. 63.
2 6
F. Brun, aynı eser, s. 138.
2 7
Karpini ve V. Rubruk, aynı eser, s. 24.