içinde dayanaklarının böylece elinden alınması çoğu
zaman hastanın büyük oranda kaygıya kapılmasına
neden olabilir. Eğer analistin yanında oluşunun has
taya sağladığı güven duygusu olmasa bu kaygılar, ya
nılgıları yenmesini engelleyebilir. Bu güveni sağlayan
şeyse analistin hastanın yanında oluşudur, yoksa ana
listin hastanın yaşantıya dönüştürebileceği şeyleri ya-
şantılaştırmasma engel olabilecek sözleri değildir.
Buraya kadar yaptığımız karşılaştırmalarda Zen
Budizmle psikanaliz arasındaki benzer yanlara değin
dik, ama temelde, kökte olan asıl sorun konusunda kar
şılaştırma yapılmadıkça benzerlik tam, yeterli ve inan
dırıcı olamayacaktır. Zen’in temel sorunu aydınlan
ma, psikanalizinkiyse baskının yok edilmesi, bilinçdı-
şının bilince dönüştürülmesidir.
Psikanaliz bakımından bu konuyla ilgili olarak
daha önce söylemiş olduğumuz şeyleri özetleyelim.
Psikanalizin amacı bilinçdışını bilince çıkarmaktır. As
lında «bilinçden» ve «bilinçdışından» söz ettiğimiz za
man gerçekler yerine sözcükler koymuş oluyoruz. Bilinç
ve bilinçdışını sanki bir içerikmiş ya da insanın ruhu
nun belirli bir yeriymiş gibi ele alacağımıza yalnız iş
levleri bakımından ele almalıyız. Tam olarak gerçeği
dile getirmek için, çeşitli baskı altında tutulma dere
celemelerinden, yani dil, mantık ve içerik bakımından
süzgeçten geçebilipte bilince ulaşılmasına izin veril
me durumlarından söz etmeliyiz. Kendimi bu süzgeç
ten kurtarabilip de evrensel insan olduğumu yaşan-
tılaştırabileceğim derece, baskının hafiîletilebileceği,
kendi içimdeki insanlığın en derin kaynağıyla yani
tüm insanlıkla ilişki kurabileceğim derece... Eğer bü
tünüyle baskı kalkarsa o zaman bilince karşı duran
bir bilinçdışı da kalmaz: O zaman doğrudan, dolaysız
91
yaşantı oluşur. Artık kendim kendime yabancı olmı-
yacağımdan hiç bir şey, hiç bir kimsede bana yabancı
kalmaz. Dahası da var, benim bir parçam benden ne
derecede yabancılaşırsa, benim bilinçdışım, bilincim
den ne derece ayrılırsa (yani ben bütünlüğü olan in
san, toplumsal insan olan benden ne derece ayrılırsam)
benim görüp kavradığım dünya da bir çok bakımdan
gerçekliğini yitirir, düzme, gerçek dışı bir görünüm
alır. Öncelikle ilintisiz çarpıtma (parataxic distortion,
«transference») bakımından, başka kimseleri varlığı
mın bütünlüğüyle algılayamıyorum, varlığımın bütün
lüğünden bölünmüş çocuksu bir benlikle tanıyorum, o
zaman da o kimseleri gerçek kimlikleriyle değil de ço
cukluğumda önemsediğim kimseleri onlara yansıtmak
yoluyla yaşantılaştırabiliyorum.
Bundan başka, insan baskı altındayken dünyayı
düzmece bir bilinçle tanıyor, gerçek olanları değil de
düşünsel imgeleri, kuruntuları gerçekler yerine koyu
yor ve gerçekleri olduğu gibi göreceğine, düşünsel im
geleri, kuruntuları yansıttığı ışın demetinden gerçeği
görüyor. İste bu düşünsel imge, bu gerçeği çarpıtan
perde, tutkularının, kaygılarının nedeni oluyor. Bunun
sonucunda da baskı altında kalan kimse gerçek şeyleri,
gerçek insanları yaşantılaştıracağma, yaşantıların ye
rine düşünceleri, düşünselliği koyuyor. Dünyayla iliş
kisini sürdürdüğü yanılsaması içindedir. Aslında ilişki
sini sürdürdüğü tek şey sözcüklerdir. İlintisiz çarpıtma
(parataxic distortion), düzmece bilinç ve düşünsellik
gerçeğe uygun olmamanın kesin çizgilerle ayrıştığı çe
şitli yollar değildir. Bunlar daha çok, evrensel insan,
toplumsal insandan ayrık, kopuk kaldıkça ortaya çı
kan, gerçeğe uygun düşmeme olgusunun çeşitli, ama ge
ne de birbirleri üzerine taşan görünümlerdir. Biz aynı
olguyu baskılardan kendini kurtaramamış kimse, ya
92
bancılaşmış kimsedir sözleriyle başka bir biçimde dile
getirmiş oluyoruz. O kimse duygularım .düşüncelerini,
kararlarını nesnelere yansıtıyor. Ondan sonra da kendi
duygularının öznesi olarak kendini yaşantılaştırmıyor
da, kendi duygularıyla yüklü nesneler tarafından yöne
tiliyor.
Yabancılaşmış, bozulmuş, çarpıtılmış, düzme, dü
şünsel yaşantının karşıtıysa tıpkı bebeklerde ve çocuk
larda öğretim ve eğitimin gücüyle değişime uğramadan
önce varolduğunu gözlediğimiz dünyanın dolaysız, doğ
rudan eksiksiz olarak kavranışıdır. Yeni doğmuş çocuk
ta daha «ben»le «ben olmayan» arasında ayrışma olma
mıştır. Bu ayrışma azar azar oluşur. Çocuk «ben» diye-
bildiği zaman bu ayrışmanın sonuçlandırılmış olduğu
açığa vurulmuş olur. Ama gene de çocuğun dünyayı
kavrayışı göreli olarak dolaysızlığını ve doğrudanlığını
korur. Çocuk bir topla oynadığı zaman gerçekten topun
yuvarlandığını görür, tam olarak bunu yaşantılaştırır,
bu nedenle de doymak bilmeden, sevincinde, kıvancında
hiç azalma olmadan topla oynamayı sürdürür durur.
Yetişkin kimse de topun yuvarlandığını gördüğü kanı
sındadır. Kuşkusuz nesnel topun nesnel döşeme üzerin
de yuvarlanmasını görmesi bakımından bu doğrudur.
Ama gerçekten yuvarlanma olayını görmez. Topun yer
de yuvarlanması olayını düşünür. «Top yuvarlanıyor»
dediği zaman onayladığı şey a) oradaki yuvarlak nes
neye top adı verilmekte olduğu, b) yuvarlak bir nesne
şöyle bir itilecek olursa düz bir yüzeyde yuvarlanacağı
konularındaki bilgileridir. Gözleri bu konulardaki bilgi
lerini kanıtlamak amacıyla topu izler, böylelikle de
kendini bildiği bir dünyada güvenli hisseder.
Baskıdan kurtulmuşluk durumu gene insanın bir
çocuğun doğallığı, içtenliği, zorlamasızlığı, yalınlığıyla
•3
Dostları ilə paylaş: |