Microsoft Word Allah'?n Yard?m?doc



Yüklə 109,62 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix17.05.2022
ölçüsü109,62 Kb.
#87129
16b3939f-7de0-46cb-9def-ecadd5eac446



www.sehadet.info 

 



DAVETĐN TAŞINMASINDA ALLAH’IN YARDIMI 

Mahmud Abdullatif UVEYDA 

 

Đslam davetini taşıyan bir kimsenin, istisnalar haricinde daveti taşıma noktasında, peygamberler gibi çalışması 



gerekir. Allahü Teala’nın göndermiş olduğu tüm peygamberler ise dinin aslında, akidede en güzel örnektirler. Đşte bu 

bağlamda,  Allah’ın,  nebilerine  ve  rasullerine  yardımı  konusuna  değinilmesi  gerekmektedir.  Allah  (cc),  nebilerine  ve 

rasullerine  yardım  ettiği  gibi,  davetini  taşıyanlara  da  yardım  eder. 

Ancak  Allah  (cc)  tarafından  gelecek  olan  bu 

yardım,  nasıl  ve  ne  zaman  gelecektir?

  Đşte  bu  sorular  konu  ile  ilgili  âyetlerin  incelenmesini,  ele  alınmasını 

gerektirmektedir. 

Kur’an’da nebilerin ve rasullerin kıssaları incelendiği zaman, Allah’ın onlara yardımının üç şekilde geldiği görülür: 

1- 

Karşıtlarına, kavmine ve kendisine inanmayanlara karşı bizzat nebinin kendisine yardım. 



2-

 Davetine veya taşıdığı fikre yardım. 

3-

 Hem nebinin kendisine hem de davetine yardım. 



Allah  (cc),  nebileri  olan  Nûh’a,  Hûd’a,  Salih’e,  Şuayb’a  ve  Lût’a;  kavimlerine  karşı  yardım  etmiş,  kavimlerini 

helak  etmiş;  azabın  çeşitli  türleri  ile  onları yerle  bir  etmiştir.  Bu,  yardımın birinci  türünü  oluşturmaktadır.  Yani  bizzat 

nebinin kendisine yardımdır. 

Allah  (cc),  nebilerinden  Yunus  ve  Mûsa’nın  taşıdığı  fikre  ve  davete  yardım  etmiş,  hem  Yunus’un  hem  de 

Mûsa’nın kavmi iman etmiştir. Bu ise yardımın ikinci türünü oluşturmaktadır. 

Allah  (cc),  Nebisi  Muhammed  (sav)’e;  Kureyş’den,  yahudilerden,  yarımada  ve  civarında  bulunan  diğer 

Araplardan olan düşmanlarına karşı yardım etmiştir. Yine taşıdığı düşünceye, davetine, dinine yardım etmiş, Araplar ve 

diğer insanlar Đslâm’a inanmışlardır. Bu ise yardımın üçüncü türünü oluşturmaktadır. 

Allah Subhanehu, ya nebisine, ya nebisine indirdiği şeriata veya hem kendisine hem de şeriatına yardım eder. 

Bu mesele, konuya delâlet eden çok sayıdaki âyetlerin ortaya konulmasını gerektirmeyecek kadar açıktır. 

Nebilere  ve  rasullere  gelen  bu  yardımlar  ya  Alemlerin  Rabb’ine  nispet  edilir  ya  da  bu  nebilere  ve  rasullere 

yardım  eden  insanlara  nispet  edilirler.  Her  iki  duruma  delâlet  eden  bir  çok  ayet  vardır.  Birinci  duruma  delâlet  eden 

âyetler şunlardır: 

“Nuh’da  daha  önceleri  bize  niyaz  etmişti.  Onun  duasını  kabul  edip  kendisini  ve  ailesini  büyük  bir 

sıkıntıdan  kurtardık.  Âyetlerimizi  yalanlayan  kavme  karşı,  O’na  yardım  ettik.  Doğrusu  onlar  fena  bir 

kavimdi. Ve hepsini suda boğduk.” (Enbiya Suresi: 21/76-77) 

 

“(Lut) Dedi ki: Rabbim bozgunculara karşı bana yardım et.” (Ankebut Suresi: 29/30) 



“Öyle  ki  peygamberler  ümitsizliğe  düşüp  yalanlandıklarını  sandıkları  bir  sırada  onlara  yardımımız 

gelmiştir.  Böylece  dilediğimizi  kurtarırız.  Azabımız  suçlu  kavimden  geri  çevrilmeyecektir.”  (Yusuf  Suresi: 

12/110)  

Đkinci durumu ilgilendiren âyetler ise şunlardır: 

“Đman  edip  hicret  edenler,  Allah  yolunda  mallarıyla,  canlarıyla  cihad  edenler  ve  muhacirleri 

barındırıp onlara yardım edenler… Đşte bunlar birbirinin dostudurlar. Đman edip hicret etmeyenlerle, hicret 

edinceye  kadar  sizin  dostluğunuz  yoktur.  Fakat  din  uğrunda  yardım  isterlerse  yardım  etmek  üstünüze 

borçtur.  Şu  kadar  ki  sizinle  aralarında  anlaşma  bulunan  bir  kavim  aleyhinde  değil.  Allah  işlediğinizi 

hakkıyla görücüdür.” (Enfal Suresi: 8/72)  

“...O  peygambere  inanıp  ona  saygı  gösteren,  yardım  eden,  onunla  birlikte  gönderilen  nura  uyanlar 

yok mu…  Murada erenler işte onlardır.” (Araf Suresi: 7/157)

  

“Hani  Allah  peygamberlerden  ahid  almıştı.  And  olsun  ki  size  Kitab’ı,  hikmeti  verdim.  Sonra  sizde 



olanı  tasdik  edecek  bir  peygamber  geldiğinde mutlaka  ona  inanacak  ve  yardım  edeceksiniz...”  (Ali Đmran 

Suresi: 3/81)

  



www.sehadet.info 

 



Görüldüğü üzere birinci gruptaki âyetlerde yardım Allah’a nispet edilirken, ikinci gruptaki ayetlerde ise insanlara 

nispet edilmektedir. 

Allah  (cc),  nebilerine  ve  rasüllerine  yardım  ettiği  gibi  bu  nebilere  ve  rasüllere  inanan,  Allah’a  itaat  eden 

mü’minlere de yardım edecektir. Yani nebilerin şeriatına inanan, getirdiği hükümlere bağlı kalan, emirlerine itaat eden 

ve  yasaklarından  da  sakınan  kimselere  Allah’ın  yardımı  gelecektir.  Bir  başka  anlamda,  davet  taşıyana  -ki  burada  söz 

konusu odur- Allah Subhanehu’nun yardımı inecektir. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır: 

“Muhakkak  ki  biz  elçilerimize  ve  iman  edenlere  hem  dünya  hayatında,  hem  de  şahitlerin  şahitlik 

edecekleri günde yardım ederiz.” (Gafir Suresi: 40/51)

  

Allah  Subhanehu,  mü’minlere  olan  yardımını,  belli  bir  sıralamaya  tabi  tutmaktadır.  Yani  davet  taşıyıcılarının 



yaptıkları  gibi,  dinin  hükümlerine  bağlı  kalanlara  yardım  edecektir.  Çünkü  davet  taşıyıcısı,  bağlılık  ve  itaat  açısından 

zirvede bulunmaktadır. 

Buraya  kadar  anlatılanları  özetleyecek  olursak;  Allah  Subhanehu,  nebilerine  ve  rasüllerine;  Nuh,  Hûd,  Salih, 

Şuayb  ve  Lût  (as)’da  olduğu  gibi  doğrudan  yardım  etmiştir.  Veya  bizim  Rasülümüz  (sav)’de  olduğu  gibi  başkaları 

aracılığı ile yardım etmiştir. Zira Allah (cc), Medine halkı aracılığı ile Rasülü’ne yardım etmiş ve onları “

Ensar


” olarak 

isimlendirmiştir. 

Allah Subhanehu, Nûh, Hûd, Salih, Şuayb ve Lût (as)’da olduğu gibi bizzat kendilerine yardım etmiş; Musa ve 

Đsa (as)’da olduğu gibi hem kendisine hem de şeriatına yardım etmiştir. Allah Subhanehu’nun kudreti, bazı nebilerde, 

rasüllerde  olduğu  gibi  bazen  hayatlarında,  Đsa  (as)’da  olduğu  gibi  bazen  ölümlerinden  sonra  yardım  etme  şeklinde 

tecelli  etmiş  ve  göğe  yükseltmesinden  sonra  Đsa  (as)’ın  şeriatı  muzaffer  olmuştur.  Aynı  hal  daveti  taşıyanlar  için  de 

geçerli olmuştur. Bazen Allah’ın yardımı doğrudan doğruya gelmiş; bazen de başkaları aracılığı ile yardım ederek onlara 

zafer  vermiştir.  Yardım/zafer,  bazen  hayatlarında  iken  kendilerine,  bazen  de  öldükten  sonra  onların  davetlerine 

gelmiştir. 

Davet  taşıyıcılarına  yardımın/zaferin  bu  türlerden  yalnızca  biri  ile  ineceğini  söylemek  veya  iddia  etmek  doğru 

değildir.  Böyle bir  söz  söylemek  ve  iddiada  bulunmak  doğru  olmadığı  gibi  caiz  de  değildir.  Çünkü  davet  taşıyıcılarına 

gelecek olan yardımı sadece belirli bir durumla tahsis edici bir delil olmadan, bu türlerden birisi ile tahsis etmek şer'î bir 

çıkarım değil bilakis akli bir çıkarımdır. Dolayısıyla daveti taşıyanlar, şer'î hükme muhalefet etmekten sakınmalıdırlar. 

Mü’minlere inecek olan yardımın/zaferin Allah katında olduğu; arzulara ve akli çıkarımlara tabi olmaktan uzak durulup; 

Allah’a itaat ederek, hükümlerine bağlanıldığında, daveti taşıyanlara yardım edeceği unutulmamalıdır. 

Yardımın/zaferin Allah katında ve Allah’ın elinde olduğu âyetlerde şöyle belirtilmektedir: 

“Bu  yardımı  Allah  size  sırf  bir  müjde  olsun  ve  kalpleriniz  bununla  yatışsın  diye  yaptı.  Yoksa  zafer, 

ancak Aziz ve Hakim olan Allah’tandır.” (Ali Đmran Suresi: 3/126)

  

“...Hatta peygamber ve beraberlerindeki mü’minler, Allah’ın yardımı ne zaman, diyorlardı. Biliniz ki 



Allah’ın yardımı elbette ki pek yakındır.” (Bakara Suresi 2/214)

  

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde...” (Nasr Suresi: 110/1 )



 

“Rahman’ın  azabından  sizi  kurtaracak  kimdir?  Yoksa  şu  ordunuz  mu?  Kafirler  ancak  aldanma 

içindedirler.” (Mülk Suresi: 67/20)  

“Allah’tan  başka  yardım  edecek  adamları  da  yoktu.  Kendi  kendini  de  kurtaramadı.”  (Kehf  Suresi:  

18/43)

  

“Nihayet onu da sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı kendisine yardım edecek kimsesi de 



yoktu.” (Kasas Suresi 28/ 81)

  

“Göklerin ve yerin mülkünün, hakikaten Allah’ın olduğunu ve sizin için Allah’tan başka bir sahip ve 



yardımcı olmadığını bilmez misiniz?” (Bakara Suresi: 2/ 107)

  

Şimdi  zaferin  yalnızca  Allah’ın  elinde  olduğuna  ve  Allah’ın  emri  olmadan  da  zafer  gelmeyeceğine  göre  acaba 



müslümanlar,  bu  zaferin  sebeplerine  sahip  midir,  yoksa  yalnızca  şartlarına  mı  sahiptirler?  Bir  başka  ifade  ile; 

müslümanlar, bu zaferin sebepleri aracılığıyla diledikleri zamanda ve diledikleri şekilde yardımı indirebilirler mi? Yoksa 




www.sehadet.info 

 



iş böyle değildir ve de müslümanlar ne yaparlarsa yapsınlar, nasıl uğraşırlarsa uğraşsınlar; zaferin/yardımın iniş vaktini 

ve  keyfiyetini  belirlemeye  sahip  değildirler  ve  sadece  Allah’ın  (cc)  takdir  ettiği  zamanda  ve  keyfiyette,  onlara  zaferi 

ikram edeceği gerekli olan şartları gerçekleştirme gücüne mi sahiptirler? 

Zaferle/yardımla  alakalı  âyetleri  inceleyen  kimse,  bu  âyetlerden,  zaferin  tıpkı  rızık  gibi  Allah’ın  kazası  olduğu 

sonucunu çıkarır. Zafer, tıpkı rızık emri gibi yalnızca Allah’ın elindedir. Nebiler ve rasullerden olsa bile Allah’ın kazası, 

insanların değil Allah’ın elindedir. Rızık bir kaza olduğu gibi; ömür, yağmurun ve zaferin inmesi de kazadır. Kaza ise, 

yaratılanlardan herhangi bir kimsenin elinde değil yalnızca Allah (cc)’ın elindedir. Đnsan, rızkını, zamanını ve miktarını 

tahdit  etmeye,  ömrünün  uzunluğunu  ve  kısalığını  belirlemeye,  yağmurun  inme  zamanını  ve  miktarını  tespit  etme 

gücüne sahip olmadığı gibi; zaman ve miktar olarak zaferin/yardımın inmesini sağlama gücüne de sahip değildir. Zira 

bunların  tamamı  kazadır.  Konu,  Allah’ın  hükmettiği  diğer  kaza  türlerinden  birisi  olması  açısından  ele  alındığı  zaman, 

herhangi  bir  kimsenin,  zaferi  doğuracak  bir  sonucun  sebeplerine  sahip  olmadığı  görülür.  Eğer  zafer,  herhangi  bir 

insanın  elinde  olmuş  olsaydı  istenilen  sonucu  doğuracak  sebepleri  getirmekten  geri  durmazdı.  Nebiler  ve  rasuller, 

ihtiyaç  duydukları  anda  bunu  hemen  indirirlerdi.  Nebiler  ve  rasuller  bile  zaferi  elde  etme  sebeplerine  sahip 

olmadıklarına göre, mü’minlerin sahip olmaları kesinlikle söz konusu değildir. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır: 

“(Nûh) da Rabbine yalvarmış; ben yenildim bana yardım et, demişti.” (

Kamer Suresi: 54/10)

  

Eğer  zafer  Allah  Nebi’si  Nûh’un  kudretinde  olmuş  olsaydı,  dilediği  zaman  bunu  elde  eder  ve  şu  şekilde 



denilmezdi: 

“Yoksa  siz  sizden  evvel  geçenlerin  hali  sizin  başınıza  gelmeden  cennete  gireceğinizi  mi  sandınız? 

Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı geldi ve sarsıntıya uğradılar ki; hatta peygamber ve beraberinde bulunan 

mü’minler, -Allah’ın yardımı ne zaman?- diyorlardı. Gözünüzü açın Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara 

Suresi: 2/214)

  

Evet, eğer zafer Rasul (sav)’in elinde olmuş olsaydı böyle söylenmezdi. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır: 



“Öyle ki peygamber ümitsizliğe düşüp yalanlandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmişti. Böylece 

istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilmeyecektir.” (Yusuf 12/110)

  

Görüleceği  üzere  yardım/zafer  bütünüyle  Allah’ın  kudreti  altındadır.  Yardım  sebeplerinin  nebilerin  elinde 



olduğunu iddia eden kimsenin, şer'î bir delil getirmesi gerekir. 

“Ey  iman  edenler!  Allah’a  (dinine)  yardım  ederseniz  Allah  da  size  yardım  eder  ve  ayaklarınızı 

sabitleştirir.” (Muhammed Suresi:47/7)  

Bu  ayet  ise,  kesinlikle  insanların  sebeplere  sahip  olduğu  iddiasına  delil  olmaz.  Üstelik  Rasul  (sav)  yardım 

indirme  sebebine  sahip  olmuş  olsaydı,  aşırı  bir  şekilde  ihtiyaç  duyduğu,  şiddetli  bir  şekilde  sarsıldıkları  ve  ashabın 

çeşitli tahminlerde bulundukları Uhud Savaşı’nda hemen yardımı indiriverirdi. Bu durum, ayette şöyle anlatılmaktadır: 

“Hani  onlar  size  yukarınızdan  ve  aşağınızdan  gelmişlerdi;  gözler  de  dönmüştü,  gözler  ağızlara 

gelmişti;  Allah  için  çeşitli  tahminlerde  bulunuyordunuz.  Đşte  orada  inananlar  denenmiş  ve  çok  şiddetli 

sarsıntıya uğratılmışlardı.” (Ahzab Suresi: 33/10-11)

  

Hak ve doğru olan, tartışma kabul etmeyen şeydir. Doğru ise kendisinden sapılması istenilmeyecek olandır ki, 



bu  da  zaferin/yardımın  tıpkı  rızıkta,  ömürde  ve  yağmurun  inmesinde  olduğu  gibi,  yalnızca  Allah’ın  elinde  olduğu 

gerçeğidir. Allah’ın mü’minlere olan yardımı bizim isteğimize bağlı olmadığı gibi Allah için de böyle bir şey söz konusu 

olamaz. 

Ancak  izzet  sahibi  olan  Allah  (cc)  mü’minlere  olan  yardımın  inmesi  için  birtakım  şartlar  koymuştur.  Yani  dinin 

hükümlerine bağlı kalmalarını, emrettiği her hususta O’na itaat etmelerini şart koşmuştur. 

Dolayısıyla müslümanlar, 

Allah tarafından konulan şartları yerine getirdikleri zaman onlara yardımını indirir. 

Aksi takdirde Allah, onları 

rezil eder, yardımını çeker ve onlar da ne kendileri ne de başkaları aracılığı ile bu yardımın inmesine güç yetiremezler. 

“Eğer  Allah  size  yardım  ederse,  artık  sizi  mağlup  edecek  yoktur.  Sizi  yardımsız  bırakırsa  ondan 

başka  size  yardım  edecek  kimdir?  Mü’minler  sadece  Allah’a  güvenip  dayansınlar.”  Ali  Đmran  Suresi: 

3/160)


  


www.sehadet.info 

 



Öyleyse mü’minler, Allah’ın yardımını alabilmek için bu yardımın inmesini gerektirecek şartları hazırlamalıdırlar. 

Şart tahakkuk ettiğinde, Allah’ın yardım vaadi tahakkuk edebilir. Şartı hazırlamazlarsa, Allah onları rezil eder ve onlara 

yardım etmez. Bu nedenle müslümanların şu ayete kulak vermeleri gerekir: 

“Ey iman edenler! Eğer Allah’a (dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı 

sabitleştirir.” (Muhammed Suresi: 47/7)  

Bu  ayette  Allah  (cc),  bize  yardım  etmesi  için  dinine  yardım  etmemizi  şart  koşmaktadır.  Biz  dinine  yardım 

edersek Allah da bize yardım eder, yardım etmezsek bizi rezil eder ve yardımını çeker. Bu durum, ayette yer alan 

(ĐN)


 

şart  edatından  kaynaklanmaktadır. 

“Allah’ın  dinine  yardım  ederseniz”

  ifadesi,  “Allah’a  (dinine)  yardım  etmek 

üzerinize şarttır”, anlamına gelmektedir. Bunun bir başka anlama yorumlanması doğru değildir. 

Yukarıda  da  dediğimiz  gibi  Allah’a  yardım  etmemiz:  O’nun  emirlerine  bağlı  kalmamız,  yasaklarından 

sakınmamız, itaat etmemiz ve bu uğurda çaba göstermemiz anlamına gelmektedir. Eğer emirlerinin tamamını uygular 

ve  gücümüz  nispetinde  de  emirlerini  hazırlamaya  çalışırsak,  Allah  (cc)  bize  yardım  eder.  Eğer  bunlardan  herhangi 

birisinin  infazında  kusur  gösterirsek,  Allah  (cc)  bize  yardım  etmez.  Zaferle  ilgili  olan  tüm  unsurlar  için  bu  durum 

geçerlidir. Çünkü bunlar yardımın sebepleri değil, şartlarıdır. 

Buna göre davet taşıyıcıları Allah katından kendilerine zaferin inmesini istiyorlarsa, yardımın inmesi için gerekli 

olan  şartları  gerçekleştirmelidirler.  Bunlardan  herhangi  birisini  hafife  alamazlar,  aksi  halde  yardım  gelmez.  Bu  şartlar 

ise, Đslâm akidesine ve hükümlerine bağlı kalınarak ve gereğince yaşamakla, Allah’ı razı etmekle yani Allah’a (dinine) 

yardım etmeye yönelik iş yapmakla hazırlanır. Bunlardan veya mücadele için yapılan sağlıklı hazırlıklardan ya da davet 

taşıyıcılarının  daveti  taşıma  esnasında  güçleri  oranında  ortaya  koydukları  çabalardan  ve  bu  çabaların  sağlıklı  hale 

getirilmesinden  sonra  yardım  gelebilir,  umulabilir. 

Đslami  hareketin  öncüleri,

 

Đslam  ordusunu,  savaşmak  için 



yapılması  gereken  askeri  sorumlulukları,  güçleri  oranında  sağlıklı  bir  şekilde  yerine  getirmedikçe,  şer'î 

vazifeleri  yapmaya  kalkışmaları  yeterli  olmadığı  gibi;  tıpkı  Rasulullah  (sav)’in  yaptığı,  doğru/sahih  bir 

şekilde  daveti  taşıma  işlevine  girişmeksizin  şer'î  emirlere  ve  yasaklara  uymak  ve  yalnızca  Allah  için 

çalışmış  olmak  da  yeterli  değildir. 

Yalnızca  ibadet  etmek,  Allah  için  ihlâslı  olmak  ve  haramlardan  sakınmak  da 

yeterli  değildir.  Bunların  yanında  bir  de  güzel  çalışmak,  gayeye  ulaşmaya  götürecek  vesilelere  ve  metodlara  ittiba 

etmek  lazımdır.  Zira  biz,  Allah’ın  bize  yardım  ikramında  bulunmasını  istiyorsak,  bunların  tamamı,  yerine  getirmemiz 

gereken  şartlar  içerisinde  yer  almaktadır.  Gayemiz  ister  hilâfet’i  kurmak  olsun,  isterse  savaş  yapmak  olsun  durum 

değişmez.  Bu  nedenle  daveti  taşıyanın,  zaferin  Allah’a  ait  bir  kaza  olduğunu  ve  bu  yardımın  inmesi  için  birtakım 

şartların  bulunduğunu  bilmesi  kaçınılmazdır.  Bunların  hiçbirisi,  daha  fazla  uğraşıldığında  veya  önem  verildiğinde, 

görevler  yapılıp  haramlardan  sakınıldığında  kesin  sonuca  götürecek  sebeplerden  değildir.  Bizler,  yardımın/zaferin 

yalnızca Allah’ın elinde olduğunun; hazırlanması gereken şartların tamamını tahakkuk ettiren kimseye bu zaferi nasip 

edeceğinin  bilincinde  isek,  yardımın  bizden  uzaklaşmasına  yol  açacak  kusurlardan  şiddetle  kaçınmak  durumunda 

olduğumuzu  anlarız.  Bu  kusurlar,  noksanlıklar;  ister  ibadetler,  itaat  veya  gayeye  ulaşmayı  sağlayacak  sahih 

vesilelerdeki  eksiklikler  olsun,  isterse  metoda  tabi  olmamak  şeklinde  olsun  fark  yoktur,  bunların  tamamı  kusurdur, 

hatadır; yardımın inmesinden önce hazırlanması gereken şartların gerçekleşmemesi demektir. 

Birinci noktaya -ibadetlerde ve itaatlerin kusuruna- Tevbe Suresindeki şu ayeti örnek verebiliriz: 

“Andolsun  ki  Allah,  size  bir  çok  savaş  yerlerinde  ve  sayınızın  çokluğundan  hoşlanıp  övündüğünüz; 

fakat  çokluğunuzun  size  bir  fayda  vermediği,  yeryüzünün  bütün  genişliğine  rağmen  size  dar  geldiği, 

nihayet gerisin geri çevrilerek dönüp gittiğiniz Huneyn gününde de size yardım etti.” (Tevbe Suresi: 9/25)

  

Çoklukla  gururlanmanın  ve  sayı  çokluğunun,  zaferin  kazanılmasına  yol  açacağı  zannı,  şeriata  ters  bir 



düşüncedir; günahtır, itaatla ve kullukla çelişir. Zafer, Allah’ın elinde olup bunu hak olarak doğrulukla dilediğine verir. 

Đşte  bu  muhalefet  ve  masiyet  bir  takım  davet  taşıyıcılarında  da  görülmekte  olup  onlar;  zaferin  Allah’tan  geleceğini 

dikkate  almadan  sağlıklı  bir  metoda,  muhkem  bir  örgütlenmeye  ve  düşüncelere  sahip  olmanın;  yönetimin  ele 

geçirilmesi ve iktidara ulaşılması için yeterli olacağını zannetmektedirler. Oysa zafer Allah’ın elinde olup, O’ndan zaferi 

dileyene ve O’na tevekkül edene verir. Daveti taşıyıcılarından, yardım sebeplerine sahip oldukları ve zaferi kendilerinin 

hazırladıklarını  söyleyen  kimse;  şeriata  muhalefet  etmiştir  ve  asi  sayılır.  Böyle  yapmakla  tıpkı  Allah  Rasul’ü  (sav)’in 




www.sehadet.info 

 



ashabından  meydana  gelen  orduda  olduğu  gibi,  zaferin  gecikmesine  neden  olur.  Zira  sahabeler  çoklukları  ile 

gururlandılar ve bunun, zaferi elde etmeleri için yeterli olduğunu sandılar. 

Đkinci  duruma  -sahih  bir  metoda,  vesilelere  ve  metodlara  ittiba  olmadaki  kusura-  şu  ayeti  örnek  olarak 

gösterebiliriz: 

"Siz  Allah'ın  izni  ile  düşmanlarınızı  öldürürken,  Allah,  size  olan  vaadini  yerine  getirmiştir.  Nihayet, 

öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin 

verdiği)  emir  konusunda  tartışmaya  kalkıştınız  ve  âsi  oldunuz.  Dünyayı  isteyeniniz  de  vardı,  ahireti 

isteyeniniz  de  vardı.  Sonra  Allah,  denemek  için  sizi  onlardan  (onları  mağlup  etmekten)  alıkoydu.  Ve 

andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır."

 

 (Ali Đmran: 3/ 152



 

Uhud  Savaşı’nda  bazı  okçuların,  Rasulullah  (sav)’in  emrine  muhalefet  ederek  tepede  durmamaları,  ganimet 

toplamak  üzere  aşağı  inmeleri,  gayenin  gerçekleşmesine  yol  açacak  vesilelere,  metodlara  tabiiyyette  kusur 

göstermeleri  günahtır.  Ve  de  müslümanlardan  yardımın  çekilmesi  demektir.  Zaferin  geri  çekilmesine  neden  olan  bu 

kusur,  sorumlulardan  gelen  birtakım  emirleri  uygulamada,  kendilerinden  istenen  görevlerin  yerine  getirilmesinde  de 

söz  konusudur.  Fikirlerin,  görüşlerin  ve  hükümlerin,  insanlar  tarafından  kabul  edilmesine  yol  açacak  olan  metodlar, 

vesileler  ve  amellerin  tespiti  açısından  kusur  göstermek  de  böyledir.  Đşte  davetin  insanlara  taşınmasında  yerine 

getirilmesi istenen bu emirlerin, talimatların ve görevlerin infazındaki kusur; Uhud Savaşı’nda kendilerine verilen emre 

aykırı hareket eden, dolayısıyla da zaferin kazanılmamasına neden olan okçulardan bazılarının yaptıkları gibidir. 

Allah’ın  bize  yardım  etmesi  (zafere  ulaştırması)  ve  bunu  çabuklaştırması  için  gerekli  olan  şartların  tümünü; 

ibadetleri,  şer'î  itaatları,  görüşleri,  talimatları  ve  sorumlular  tarafından  verilen  emirleri  yerine  getirmek kaçınılmazdır. 

Bunlardan herhangi birisinin etkisi, bir diğerinden daha az değildir. Allah’ın bize yardımının gelmesi için, bizim de O’na 



(dinine) yardım etmemiz gereklidir. Her iki iş, bir arada bulunmadıkça, yerine getirilmedikçe bize yardım gelmez. 

 

Yüklə 109,62 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə