5
BOYNUMDAKİ ALIŞVERİŞ MERKEZİ
GÖKTUĞ CANBABA
Boynumun üzerine, ileride başımı öne eğecek ve beni ağrıdan öldürecek kadar büyük
bir alışveriş merkezi inşa ettiklerini fark ettiğimde henüz on iki yaşındaydım. İnsan on ikisinde
neden böylesi bir kaçak yapılaşmaya izin verir bilmiyorum ama benden onayı almışlar demek
ki ve başlamışlar inşaata hemen. Televizyonda, içindeki masum insanlarla yakılan o oteli
gördüğümde çıkılmaya başlandı ilk katlar. "Durun ben daha on iki yaşındayım!" demeye
kalmadan bir bir çıktılar katları beyaz ve pürüzsüz boynumun üzerine. İş alçaklık olduğunda
bu adamların bahanesi olmuyor işte, karanlıkta diziyorlar tuğlaları şarkıyla türküyle.
Her ay rutin bir şekilde bu biçimsiz alışveriş merkezini göstermek için doktoruma
giderim. Etimden fırlayan ve göğe yükselen yapı uzun süredir benim parçam; o asla
ayrılamayacağım diğer yarım, en karanlık görüntülerin üzerine kurulan hastalıklı ruh ikizim
sanırım.
Yüzlerce odasındaki, binlerce insanın kasvetli sesi eşliğinde geçen onlarca yıldan sonra
neredeyse yeri öpecek şekilde yürüdüğüm için, sokaktaki insanların bakışlarına alışkınım tabii
ki. Ama yalnız olmadığımı da çok iyi biliyorum, sokağa her çıkışımda benim gibi onlarcasını
görüyorum, dertli adamların kaçak katları her gün artıyor, boyunları üzerinde göğe doğru
yükseliyor ve kalpleri sıkıntıdan çürümeye yüz tutuyor. Halbuki içine karanlık çökmüş
adamların kalplerinin çürümüş olması gerekmez mi mantıken? Ama öyle olmuyor ne yazık ki,
omuzlarında dünyayı taşıyanlar her ne hikmetse daha erken çürütüyor kalplerini; vaktinden
önce göçen insanları, katliamları, hukuksuzlukları, güzel insanların gülümsemelerinin
solduğunu her gördüklerinde bir kat daha çıkılıyor gökdelenlerine ve onlar boyunları eğilerek
Toprak Ana'nın rahmine geri dönmeyi arzuluyor ellerinden geldiğince.
"Merhaba Adnan Bey," dedi doktor, sırtımdaki kulenin bir yere çarpmaması için iki
büklüm odaya girerken ben.
"Merhaba," dedim inşaat sebebiyle felç olmuş kulaklarımın doktorun söylediklerini
duyduğuna sevinerek.
"Oooo bu ne hal! Görüyorum ki iki kat daha çıkmışsınız alışveriş merkezinize."
"O kadar belli oluyor mu gerçekten?"
"E
oluyor tabii ki, size geçen sefer verdiğim reçeteyi uygulamadınız mı hiç?"
Boşluğa geveledim. İşçiler canla başla çalışırken, omuzlarıma binen yükün etkisiyle
birazcık daha eğildim yere doğru.
"Siz dua edin Elif Hanım gibi değilsiniz. O her olayda üç - dört kat birden çıkıyor. İki
üç aya kalmaz kafası toprağa gömülüverir artık."
6
O sırada dedikodu seven doktorumun sırtında bir kat bile olmamasına mı yoksa Elif
Hanım'ı bana kötülemesine mi yanayım bilemiyordum.
"Neyse bırakalım şimdi Elif Hanım'ı size dönelim. Kar topu oynuyor diye öldürülen
gazeteciden sonra iki kat birden çıkmış ama sonra toparlamıştınız. Haber izlemiyordunuz,
dışarı olabildiğince çıkmıyordunuz mesela. Açıkçası bana ilk geldiğinizde çok korkmuştum, bu
adamın tek gecede boynu eğilir gider diye düşünmüştüm," dedikten sonra neşeyle güldü.
Benimse suratım inşaattan yayılan toz toprakla kaplı haldeydi.
"Eksik olmayın Hayri Bey," dedim hilti sesleri kirpiklerimin titremesine neden
olurken.
"Eeee nedir peki bu katların sebebi anlatın?"
"Geçen sinemaya gittim."
"Ama ne konuştuk sizinle Adnan Bey, sinema yok demedik mi? Kapalı ve kalabalık
yerlerde sizin işçiler çok daha hızlı çalışıyorlar."
"Evet ama sinemada telefon açılır, uzun uzun konuşulur mu Hayri Bey allah aşkına?
Sinirlendim tabii ki. E arka sırada oturan hödük de koltuğumu sürekli tekmeleyince işçiler
başladı harıl harıl çalışmaya."
"Ve?"
Doktor, Sherlock sayılmazdı ama başka şeylerin de olduğunu çok iyi biliyordu, yoksa
bu katlar niye çıksındı ki birdenbire?
"Bir dizi tecavüz haberiyle karşılaştım ve okumadan geçmedim," dedim zaten eğik olan
başımı daha da eğerek.
"Eh ben size ne diyeyim Adnan Bey. Hak etmişsiniz siz de."
Ben mi hak etmiştim gerçekten? İnsan huzurunu bozmak ne zamandır iyilikler
hanesine yazılıyordu? Ne zamandır cehalet övülüyor ve gaddarlık meşrulaştırılıyordu?
İnsanlık ne zaman ölmüştü de yerine yeni bir form hayat bulmuştu?
"Size çok kızgınım," dedi doktor ve reçeteye bir şeyler karalamaya başladı. Bir yandan
da kendi kendine mırıldanıyordu;
inşaat bitirici ününün ayaklar altına alınacağı için
endişeleniyordu anladığım kadarıyla.
Acilen yolculuğa çıkılacak. Doğanın en bakir yerlerine gidilip, orada uzun süreli
kalınacak.
"Yolculuğa mı çıkacağım?"
diye sordum bir reçeteye, bir doktorun gözlerine bakarak.
"Yaşamak istiyorsanız evet Adnan Bey. Yolculuğa çıkacak ve şehrin kirini ardınızda
bırakacaksınız."
"E, peki," dedim yerimden kalkarken. Reçeteyi aldım ve doktorun beni çocukmuşum
gibi azarlayıcı bakışlarla süzmesine izin verdim. Belki de haklıydı; insanlara tahammülüm
kesinlikle kalmamıştı.