513
hem Marksizm hem de çok kültürlülüğün daha derin ortak ve basit bir desene sahip
olma; baskın çoğunluğun ezilmiş bir görüngü grubu ile ilişki içinde olması gerçeği
ile örtüşmektedir. Bu durum 1970’lerdeki sol takipçilerin “Mazlum İnsanlar her
zaman haklıdır” sloganında da görülebilir.
“Çoğulculuk ya da farklılıkların özgürleşmesi söylemi ile ortaya çıkan sanat
ise, küreselleşmeci siyaset istemlerinin taşıyıcısıdır. Çünkü küreselleşmeci sermaye
sanatın merkezine yerleştirdiği kültür politikaları ile sanatı kendi ideolojik amaçları
doğrultusunda kullanır. Küreselleşmeci politikaların sanata yansıması özellikle
sanatta etnisite, ırk, cinsiyet gibi kimlikler üzerine yoğunlaşılması biçiminde
görülmektedir. Feminizm, Aids, Diaspora vb. kavramların yanı sıra özellikle yerellik
sanatın bu dönemde en çok kullandığı konular haline gelmiştir. Bunun nedeni
küreselleşmeci siyasetin, tıpkı ekonomik yapılanmada olduğu gibi karşısında büyük
direnç odağı oluşturabilecek güçlü kurumlar istememesidir”(age).
Böylece Kültür anlamlandırma sistemine dönüşerek “dil” halinde maddeleşir.
Bu durumda dil sanatla iletişimin bir arketipi (ilkörnek) haline gelerek popülerleşir.
Göstergelerin anlamlarından özgürleşen dil üretim gibi esnekleşir. Ne var ki, dil
anlamsızlaşırken, ontoloji gereği anlamsız olan sanatın, küratörler, rehberler,
etiketler ve kataloglar eliyle yoğun olarak anlamlandırılmasını görmekteyiz. Bu
durumda dil sembolleşirken, sanat dillenir ve hakikatin, bir retorik tazına dönüştüğü,
mitomanik bir bilgi rejiminde sanki dil, sanata tercüme oluyor (Artun, 5).
Çağdaş sanat ile politika arasındaki ilişki düşünüldüğünde, sanatın, öyle ya da
böyle kapitalizmin "gizli" çelişkilerini açığa çıkarabilme gücüyle, politik eylem ya
da katılım içinde bir katalizör olduğu düşünülür. Gözlem ve yorum becerisini
geliştirdiğine inanılan sanat da, hep karanlık ve geçirimsiz olan bir şimdide, bize
şeyleri farklı biçimde görmeyi ve algılamayı öğretme görevini üstlenir. Son
dönemdeki sergi ve bienaller, emek, yoksulluk, sömürü, şiddet, küreselleşme, savaş
ve dışlanma gibi politik konuları sorgular olmuştur(e-skop).
Türkiye’ de yapılan en bilindik bienal Uluslararası İstanbul bienalidir.
Uluslararası İstanbul bienali, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından iki yılda bir
düzenlenen çağdaş sanat etkinliğidir. 1987’ ye kadar Uluslar arası İstanbul Festivali
bünyesinde gerçekleştirilen plastik sanat sergileri, bu tarihten itibaren bienal
çerçevesinde ayrı bir etkinlik haline gelmiştir. İstanbul bienallerinin tarih sırasına
göre konuları ve genel koordinatörlerinin isimleri şöyledir; 1987 "Geleneksel
Yapılarda Çağdaş Sanat", Genel Koordinatör: Beral Madra (Türkiye), 1989
"Geleneksel Çevrede Çağdaş Sanat", Genel Koordinatör: Beral Madra (Türkiye),
1992 "Kültürel Farklılık", Yönetici: Vasıf Kortun (Türkiye), 1995 "ORIENT-
ATION – Paradoksal Bir Dünyada Sanatın Görünümü", Küratör: René Block
(Almanya), 1997 "Yaşam, Güzellik, Çeviriler / Aktarımlar ve Diğer Güçlükler
Üzerine", Küratör: Rosa Martinez (İspanya), 1999 "Tutku ve Dalga", Küratör: Paolo
Colombo (İtalya), 2001 "Egokaç – Gelecek Oluşum için Egodan Kaçış", Küratör:
Yuko Hasegawa (Japonya), 2003 "Şiirsel Adalet", Küratör: Dan Cameron (ABD),
2005 "İstanbul", Küratör: Charles Esche (İngiltere) ve Vasıf Kortun (Türkiye), 2007
"İmkânsız Değil, Üstelik Gerekli: Küresel Savaş Çağında İyimserlik", Küratör: Hou
Hanru (Çin/Fransa), 2009 "İnsan Neyle Yaşar?, Küratör: What, How & for Whom /
514
WHW (Hırvatistan), 2011 "İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011", Küratör: Adriano
Pedrosa ve Jens Hoffmann, 2013 “Anne Ben Bararmıyım”, küratörü Fulya Erdemci.
İstanbul bienallerinin konu başlıkları ve küratörlerinin seçimine baktığımızda
kültürün metalaşması ve bir çeşit kaynak olarak kullanımı ile sanat, politika ve
medyanın kaynaşması– kapitalist ekonomilerin işleyişinde çarpıcı bir etki yaratma
sürecini de izlemiş oluyoruz. Kültür üretimi söz konusu olduğunda, hükümetler,
korporasyonlar, sanat piyasası ve özel sektör arasındaki ittifak, son on yıl içinde çok
daha sağlam bir hale gelmiştir. Bu bağlamda sanatın politikleştirilmesi, piyasa ve
korporasyon patronları karşısında (aslında var olmayan) özerkliklerini savunan
kültür kurumlarının (hızla azalan) kamusal karakterini serimleme amacı da taşıyor
olabilir(age).
Halil Altındere, Şener Özmen, Cengiz Tekin Çalışmalarında Kültürel
Kimlik Metaforları
Halil Altındere
Halil Altındere’in meşhur nüfus cüzdanı çalışmalarında da görüleceği üzere
1971 doğumludur, doğum yeri Sürgücü gözükür. O sıralar küçük köy isimleri nüfus
cüzdanına yazılmıyormuş. Aslında doğduğu köyün ismi Deriş’tir. Deriş, derikten
geliyormuş, Derik, Kürtçede klise demekmiş. Kürtçede bu Klisenin üzerindeki köy
demekmiş. Köyün Türkçe ismi soylu, zamanında burası bir Hıristiyan yerleşim
yeriymiş, muhtemelen bir ermeni köyü imiş. Altındere dört yaşına dek bu köyde
kalmış. Daha sonra mersin’e taşınmışlar. Burada ilkokula başlayınca Türkçe
öğrenmiştir. 1980 de ise babasının işi dolayısı ile Diyarbakır’ın Bismil ilçesi, Tepe
bucağına taşınırlar. Halil burada ilkokula gider ve siyasi ortam düzelince tekrar
mersinE dönerler. İlkokul bitince babası onu bir tornacı atölyesinde işe sokar ama
mücadele ederek ortaokula hemen kabul edilmez annesinin “siz Kürtler çocukları-
nızı okutmuyorsunuz diyorsunuz, okutmak istediğimizde de şans vermiyorsunuz”
diyerek nihayet bir hafta sonra oğlunu okula aldırtır. 1991 de Atatürk lisesini bitirir.
Sonrasında 1996 yılında Çukurova Üniversitesi Resim-İş öğretmenliği Bölümü’nde
lisansını yapar. Ancak Adana’dan rotasını İstanbul’a sadece sanata çevirir ve
2000’de Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde
lisansüstü eğitimini tamamlar. 2000-2001 yılları arasında Nantes Güzel Sanatlar
Okulu’nda yüksek lisans sonrası eğitimine devam eder (Evren, 15).
Halil Altındere, erken dönem çalışmalarında ulus-devleti, iktidarı simgeleyen
kimlik kartı, banknot, pul gibi günlük yaşamdan sıradan nesnelerin anlamlarını
küçük müdahalelerle ters yüz ederken, 2000 sonrası üretimlerinde daha çok alt
kültürler, gündelik yaşam içindeki sıra dışı ancak olağan görünen durumları mesele
etti. Politik ve ironik bir yaklaşımla ürettiği çalışmaları; 1997 Uluslararası İstanbul
Bienali'yle başlayıp 2007’de Documenta’ya kadar birçok önemli sergide yer aldı.
São Paulo Bienali (1998), Manifesta-4, Gwangju ve Setinye Bienalleri (2002)
sanatçının yer aldığı sergilerden sadece birkaçı. Sanatçı ayrıca, Almanya, İngiltere,
Fransa, Güney Kore, ABD, Brezilya, Yeni Zelanda, İsrail, Hollanda, Danimarka,
Montenegro, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Avusturya’da pek çok uluslara-
rası sergide yer aldı (age).