Ün ey m im arlı



Yüklə 1,2 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə12/43
tarix18.06.2018
ölçüsü1,2 Mb.
#49336
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   43

DOSYA

kentlerinde  bir  ölçüde  kişilerin  yürümesine, 

dolaşmasına,  avareliğine  izin  veren  bir  alan-

dır. Türkiye’de ise, Tanyeli’nin vurguladığı gibi 

yürümek ancak, daha hızlı trafiğin izin verdiği 

ölçüde bir yerden bir yere gidilmek için işlev-

sel olarak yapılabilen bir eylemdir. Bu da Batı 

modernitesinin kent için geliştirdiği sosyal ve 

öznel imkânların Türkiye kültürü içinde henüz 

belirmemiş olduğunun kanıtıdır. Gezi eylem-

leri  koşutunda  Türkiye’nin  çeşitli  kentlerin-

de  gerçekleşen  yürüyüşler  ve  ayaklanmalar 

Türkiye’de de kent anlayışının sorgulandığını 

göstermiştir.

İstanbul: Açık Kent

Ayaklanmaların  ve  sosyal  hareketlerin 

İstanbul’da  başlamasının  jenerik  yorumunu 

yapmak  yanlış  durmuyor:  Eylemler  sınırları, 

“öteki”ni, “biz”i, “yabancı”yı, “dışarıdan gelen” ve 

“ait olanı” tekrardan düşünmemize yol açmıştır. 

1997’de İstanbul’da Jacques Derrida’nın da ka-

tılımı ile düzenlenen bir toplantıda İstanbul’un 

yukarıdaki karşıtlıkları bir araya getiren bir kent 

olduğundan  yola  çıkılmış,  bu  bağlamda  kent 

kavramı içteki ve dıştaki, sınır ve geçiş kavram-

ları  açısından  irdelenmiştir.  “İstanbul, temelleri 

sürekli değişen ve kendini yıkarak kuran bir kent 

olarak  beliriyor.  Dolayısıyla,  bu  kent,  seçenekle-

rin  kesin  karşıtlıkları  ve  uyum  üzerine  kurulmuş 

geleneksel mantığa metafizik ve kavramsal açı-

dan  meydan  okumaktadır.  İstanbul,  aporia’nın 

(çıkılamaz, çözülemez olanın) - (sözel olarak ge-

çirmezlik,  poros-geçiş  imkânsızlığı  anlamında) 

yaşayan  bir  temsilidir  ki  burada  aynı  ve  farklı, 

değişik halklar ve kültürler, kendi alanlarında ve 

yabancı  yerdeki  açıklıkta  komşu  olmaktadırlar.” 

(Pera Peras Poros, Jacques Derrida ile Disiplin-

lerarası Atölye, 09-10 Mayıs 1997, Fransız Ana-

dolu  Araştırmaları  Enstitüsü,  İstanbul,  tanıtım 

broşürü, Çev. yazar). 

İstanbul, coğrafi özellikleri ve tarihi ile sınır ve 

geçiş olgularını simgelemekle birlikte küresel-

sosyal  ve  estetik  potansiyelinin  farkında  oldu-

ğunu göstermektedir.

Gezi  eylemlerinde  kentin  yapısı  ile  ilgili  iki 

önemli kavram belirmiştir: biri açık alanların ida-

ri değil sosyal mülk olduğu, ikincisi ise parkların 

sosyal, estetik ve ekolojik olarak öneminin açığa 

çıkması. 

Uğur Tanyeli’nin 2005 İstanbul Bienali metin-

ler kitabında ayrıntılı şekilde eklemlendirdiği 

gibi  Osmanlı  kentinde  halka  ait  ya  da  özel, 

kişiye ait alanlar konusunda kesin kavramsal, 

etimolojik  ve  pratik  ayrımlar  yoktur.  (Uğur 

Tanyeli,  (2005)  Genişleyen  Dünyada  Sanat, 

Kent  ve  Siyaset,  9.  İstanbul  Bienalinden  Me-

tinler, yayına hazırlayan Deniz Ünsal, İstanbul: 

İstanbul  Kültür  Sanat  Vakfı,  2005,  s.199-209) 

İngilizcede “public”  ve “private”  olarak,  kesin 

sınırlarla ayrılmış olan mekân kavramları Os-

manlı  kültüründe  iç  içe  geçmiş  ve  Osman-

lıcada  ayrı  sözcükler  olarak  belirmemiştir. 

Bugün “kamu”  alanı  olarak  bilinen  yerler  ise 

her zaman devlet kontrolünde halka hizmet 

veren  yerler  olarak  anlaşılmakta  ve  hiçbir 

şekilde  halkın  özgür  kullanımına  açık  yerler 

olarak  bilinmemektedir.  Türkiye’de  kentlerin 

tüm  “kamusal”  ve  açık  alanları  aynı  şekilde 

devlet kontrolünde yerlerdir. Uğur Tanyeli’nin 

aynı  makalede  gönderme  yaptığı  Walter 

Benjamin’in “Flaneur” yani kenti özgürce do-

laşarak kent imgelerini öznel yorumlara açan 

kişi  kavramı  ya  da  gerçeği  yine  Türkiye  için 

geçerli olmamıştır. Walter Benjamin’in “Flane-

ur” adını verdiği, kentin labirenti içinde kendi 

öznelliği ile mekânı anlamlandıran ve sosyal-

leştiren  kişi  Batı  kentinin  modernleşmesini 

gerçekleştiren ve içselleştiren kişidir. Modern 

Batı  kentini  onsuz  anlamak  zordur,  zira  artık 

kent,  insanın  yer  değiştirmeden  işlevleri  ye-

rine  getirdiği  bir  alan  değil,  dolaşılarak,  keş-

fedilerek, yeni anlamlar atfedilerek tekrardan 

oluşturulan  öznel  bir  alan  olmaktadır.  Gide-

rek motorize olacak bu dolaşım yine de Batı 

olduğu  ve  araba  satışı  ekonomide  büyük  rol 

oynadığı zaman, yolların birinci derecede kent 

planlamasında  rol  oynaması  gibi)  şartlanırlar. 

Bu bakımdan belirli zamanlar ve kültürler içinde 

kentsel yapı sosyal yapıyı ve benimsenen yaşa-

mı -ya da üretim ve tüketim değerlerini- yansıt-

maktadır. Bir süredir dünyanın bir çok kentinde-

ki ayaklanmalar ve eylemler aslında kentin artık 

farklı şekilde algılanması ve yapılanması gerek-

tiğini ortaya koymuştur.

Kentin  sahiplenişinde  ve  sosyal  bir  mimariye, 

sosyal bir heykele dönüşmesinde kültürel alış-

kanlıkların  da  rolü  büyüktür.  Genellikle  Doğu 

ve İslam kentlerinde ev ya da evler grubunun 

(Çin’de  olduğu  gibi)  dışındaki  kentsel  alanlar 

kentlilerin kontrolünde ya da sorumluluğunda 

değildir.  İnsanlar  evlerinin  dışındaki  alanlara 

sahip çıkamazlar zira bu alanlar merkezi idare-

nin  tekelindedir.  Tarih  boyu  olagelmiş  bu  uy-

gulama bu kültürlerde insanların çevreye karşı 

duyarlığını  köreltmiştir. Türkiye’de  kent  üzerin-

de genelde pek az kişi söz söylemiş, idarelerin 

yaptırımlarına karşı nadiren karşı çıkılmış, itiraz 

yazılı eleştirilerin ötesine genellikle geçmemiş-

tir. Ancak bugün Gezi Parkı eylemleri yeni neslin 

kente farklı şekilde yaklaştığını ve kentin politik, 

Kentin En Etkin Varlığı İnsan Bedeni.

Kentin En Etkin Varlığı İnsan Bedeni.

Direnişi Desteklemek Üzere Köprü’den Taksim’e Geçenler.

20

 | GÜNEYMİMARLIK | EYLÜL2013 | SAYI 13




Yüklə 1,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə