nellikle kenti statik cisimlerin bir karması olarak
görüyoruz.
Bu bağlamda hem kentsel yapıya hem de mi-
marisine farklı gözlerle bakmamız gerektiği
son ayaklanmalarla açığa çıkan bir gerçektir.
Mesele kenti yapılarıyla inşa etmek ya da ta-
sarlamak değil, içinde yaşanan mekânların kar-
maşıklığını bir bilgi havuzu olarak değerlendir-
mek ve bu karmaşıklığı aynı zamanda angaje
olabilme fırsatı olarak değerlendirmek yeni
beliren bir bilinçtir. Bu bağlamda, İstanbul gibi,
Türkiye’deki birçok kent merkezi ya da sınır
bölgeleri gibi, “kontrol dışı” alanlar, kente yeni
gözlerle, yepyeni yorumlarla bakarak farklı bir
coğrafya algılamamızı sağlayabilir. Zira, Gezi
olaylarından, ya da Fransa’da 2010 yılındaki
banliyö ayaklanmalarından anlaşıldığı gibi,
geleneksel kent tasarımları ve politik çözüm
iddiaları ile kenti yeni bir sosyal mekân ola-
rak inşa etmek ya da tasarlamak imkânsızdır.
Bugüne kadar her türlü akademik ya da bele-
diye projesi kent sorunsallarını yeni caddeler
açmak, yeni konut projeleri geliştirmek ya da
yeni alışveriş merkezleri tasarlamakta bulmuş-
tur. Birçok çalışma bu tür projelere sponsorluk
yapanların genellikle araştırma sonuçlarını
kendilerine faydalı görmediklerini ve çoğu kez
proje kaynaklarını farklı şekillerde kendilerine
döndürmek üzere kullandıklarını göstermek-
tedir. (Markus Miessen (2011) The Nightmare
of Participation - Crossbench Praxis as a Mode of
Criticality, Berlin: Sternberg Press -2003 yılına
ait Caracas Case Projesi üzerinde Sabine Bitter
ile yapılan söyleşi, s. 34-39)
Sosyal Yapı
Kent, yapısı ve dinamikleri ile tümüyle politik bir
alandır. Zira kentin her tür mekânı mülkiyet ve
sahiplenme mücadelesinin, ekonomik ve güç
çıkarlarının mücadelesinin alanıdır. Daha önce
değinildiği gibi insan ilişkileri, üretimi, pazarı,
tüketimi ve dolayısıyla güç ilişkileri kentin asıl
yapısını ya da fiziksel yapısı altındaki mekaniz-
mayı oluşturur. Kentin fiziksel yapısı, mimarisi ya
da dolaşım ağları, kentin doğa ile ilişkisi ancak
bu bağlamda ve buna ilişkili olarak ortaya çıkar.
Genelde kentlerdeki yaptırımlar çağın paradig-
malarına göre (örneğin motorlu trafik önemli
kentin fizikselliğine kendi fizikselliği ile katılarak
kentin bir parçası olmak. Bu tür bir katılım ister
istemez kentin hem maddi hem manevi parça-
sını oluşturur. Gezi olayları ile ilgili imajlar kentin
asıl yapısının temelde sosyal beden olduğunu
göstermiştir.
Kent Yapısı
Bugün artık kentin gerçeği statik fizikselliğinde,
yapılarında, yollarında, caddelerinde değil, sos-
yal devinimlerinde, insanların yaşam ritimlerin-
de, iletişim ağlarında mevcuttur. Kente dikilen
statik yapıların çoğu insanların yalnızlaştığı ya-
bancılaştığı, tecrit olduğu yerler olarak görü-
lebilir; asıl kent, zaman ve mekânın devindiği
kent, insanların iletişim ve ilişki içine girdiği, iliş-
kileri mümkün kılan, alanların insan hareketleri
ile yaşadığı coğrafyadır. Bu coğrafya bazen gö-
rünmez olur ama bir iletişim ve aktarım ağına
dönüşür; bir bilinç ve etkileşim alanı olur.
Bugün kent farklı şekilde algılanmakta, farklı
haritalarla çizilmekte, yeni imgelerle tanınmak-
tadır. Sosyal medya, insanların yarattıkları ha-
ber ağları, kentin fiziksel yapısı altında, farklı bir
düzeyde, etkin dinamik bir alan yaratmaktadır.
Bu kenti farklı bir coğrafya olarak görmemizi
sağlayan yeni bir kent haritası oluşturmaktadır.
Bunun ötesinde kent imgesini ve kavramını tü-
müyle değiştiren sosyal hareketler, kinetik dina-
mikler, insan bedeninin, canlıların eylemsel ve
atmosferik varlığıdır.
Kenti alışılagelmiş şekilde düşündüğümüzde
mimari ve fiziksel yapı, sokaklar, binalar, duvar-
lar, parmaklıklar, caddeler, vitrinler, statik olarak
dikilmiş yapılar, asfaltlanmış yollar aklımıza ge-
liyor. Genellikle kocaman bir maket. Statik bir
yapı. Ve de insan hareketine engel olan bir du-
var. Wim Wenders’in belgesel filmini çektiği Tok-
yo çekim saatinde bomboş bir hayalet kent gibi
görünüyordu. İşte genellikle kent imajı aklımıza
böyle geliyor. İnsanlar olsa da muğlak karaltılar
gibi bu yapıların arasından geçiyor yok olup gi-
diyorlar. Her yeni çağ bu yapılaşmada farklı bi-
çimler sunuyor. Yapılar yükseliyor yıkılıp yerine
bir yenisi, farklı bir görünüşle karşımıza çıkıyor;
ama her baktığımızda ve hayal ettiğimizde ge-
Herkesin yaratıcı olduğu, ya da yaratıcı potansi-
yelinin gerçekleştiği ve yeni bir sosyal bütünlük-
te yer aldığı bir devrimin gerçek sanat olacağını
ve dünyayı değiştireceğini söyleyen Beuys için
yontuyu oluşturan süreç ve yontu kuramı dev-
rim düşüncesini ve biçimini oluşturacak sürece
örnek olabilir. Zira bir yontu önce hayal edilir, fi-
kir ve düşünce olarak belirmeye başlar, zamanla
düşüncede daha kesin bir şekil alır, malzemesi
hazırlanır, yoğrulmaya, yontulmaya başlanır ve
zaman içinde belirli bir süreç sonunda nihai
şekline ulaşır. Toplumsal bir eylem de aynen bu-
nun gibi zaman içinde yoğrularak kendi süre-
cini oluşturarak biçimlenir. Bu bakımdan Beuys
yontuyu toplumsal bir eylemin sembolü olarak
görür. Sosyal Heykel, içinde yaşadığımız dün-
yayı nasıl şekillendirdiğimiz, nasıl oluşturduğu-
muz, değiştirdiğimiz demektir. (Joseph Beuys,
Hyperessay, Theory of Social Sculpture, Walker
Art Center)
Günümüzde giderek yoğunlaşan ve yaygın-
laşan ayaklanmalar Beuys’un sözleri ile “ey-
lem sanatı”nın kendisidir ve belki de giderek
Beuys’un habercisi olduğu toplumsal sanatın
gelişimini gösteriyorlar.
Bugün artık kentleri, kentlerin kamusal alanla-
rını, yeşil alanlarını, yol kaldırım ve duvarlarını,
kentliye açık ve kapalı mekânlarını bu eylem-
ler ışığında sorgulamaya, yorumlamaya ve
“çoklu” gizilgüçleri ile kavramaya başladık. As-
lında Beuys ve öğrencilerinin eylemi ve daha
sonra birçok kentte gençlerin ve dışlananların
duruma-karşı eylemleri kent mekânına aktif
bir katılım olarak görülmeli. Bir başka deyişle
Pekinde Bir Sanatçı Sokakta Çalışıyor.
Tiflis’te İnsanlar İçin Kaldırımlar.
Modena’da Kent Merkezinde Sohbet.
Gezi Parkına Sahip Çıkanlar.
GÜNEYMİMARLIK | EYLÜL2013 | SAYI 13 |
19